Ahmet’in kuzuları

Ahmet’in Kuzuları
Ahmet’in Kuzuları

Kâğıthane’nin merkezinde yaşıyoruz. Çevremiz çıplak tepelerle çevrili. Buralar henüz İstanbul’un taşrası sayılıyor. Her yerde keçiler, koyunlar otluyor. Mandıralar hareketli.Birçok ailenin olduğu gibi, bizim de evimizin önünde ahır vardı.

Kâğıthane’nin merkezinde yaşıyoruz. Çevremiz çıplak tepelerle çevrili. Buralar henüz İstanbul’un taşrası sayılıyor. Şişli ilçesine bağlı büyükçe bir köy. Hiç vasıta yok. Arabacı Mehmet isimli bir komşumuz ve onun at arabası. Hepsi bu.

Her yerde keçiler, koyunlar otluyor. Mandıralar hareketli. Çocuklar, sulak alanları mandalarla paylaşıyor. Merkezde bir de mezbahane bulunuyor. Her gün sürüler hâlinde büyük ve küçükbaş hayvanı buraya getiriyorlar. Mezbahanenin yanından geçen dere, kesim zamanı kan renginde akıyor. Birçok ailenin olduğu gibi, bizim de evimizin önünde ahır vardı.

Babam özellikle koyunlara karşı yüksek bir merak duyuyor. Onlarla konuşabiliyor. Vakit buldukça Sakarya civarına gidiyor. Oralardan cins koyun topluyor. Kıvırcık, sakız, merinos, karayaka, karaman vesaire. Koleksiyon yapar gibi türlü koyunlar. Koyunların ikiz kuzulaması bile nadir görülür. Bizde üçüz yavru yapanlar var. Bakımları ve cinsleri öyle iyi yani.

  • Bugün Haliç Kongre Merkezi olarak bilinen binalar topluluğu, aslında canlı hayvan borsası idi. Babamla beraber oraya gidiyoruz. Her seferinde bir tane kuzulu koyun alıyor. Kamyonet kiralamak ne mümkün. Kuzuyu ben taşıyorum, annesi de peşimden geliyor. Kollarım kopuyor. Her kurban bayramı Çağlayan’a mal pazarı kuruluyor. Kurbanlık koçları oraya götürüyoruz. Şimdi o meydanı İstanbul Adalet Sarayı doldurdu. Yetmişler, seksenler derken devir değişmeye başladı. Mandıralar kapandı. Sürüler giderek azaldı ve sonunda hiç kalmadı. Babam en uzun direnen kişi oldu. Sürülerini satanlar özlem gidermek için durmadan bize geliyor. Uzun uzun koyunlara bakıp sigara içiyorlar. Babam sürekli koyunları okuyor. Aman nazar değmesin.


Süreç hızlandı. Bahçeli evler yıkılıyor, yerine çok katlı apartmanlar yapılıyor. Toprak sahiplerini tanıyoruz. Gerisi yabancı. Koyunların gübresi ağır koku yapıyor. Özellikle yaz mevsiminde. Sürekli belediyeye şikâyet ediyorlar bizi. Zabıtalardan belediye başkanına kadar hepsi tanıdık. Geliyor, usulen görünüp gidiyorlar. Tutanak falan yok. Mahallenin nüfusu iyice arttı. Yeşil alan sadece saksılarda kaldı. Yabani ördeklerin göç sırasında mola verdiği Kız Çayırı bile bina doldu. Artık dönemeyecek durumdayız.

Eski İstanbul kartpostallarından birisindeki koyunlar
Eski İstanbul kartpostallarından birisindeki koyunlar

Koyunları yaylıma salamıyoruz. Sürekli hazır yem ve ot yiyorlar. Hep zarar. Evimiz benimle yaşıt ve dört katlı. Üçüncü katın salonu yem çuvalları ve ot balyalarıyla dolu. Eve gelen misafirler önce bunları görüyor. Bu durum ablalarım için tam bir skandal. Vaziyeti kurtarmak için balyalara üst üste yığılmış yatak yorgan süsü vermeye çalışıyorlar. Onları işlemeli çarşaflarla, renkli nevresimlerle falan örtüyorlar.

Babamla aramızdaki kuşak farkı, kelimelere de yansıyor. Kuzuları başka bir yere ayırıyoruz. Babam oraya “çiten” diyor. Ben ise yeni doğan ünitesi. Annem ve babam 1998 yılında hacca gitti. Koyunların sorumluluğu bir ay boyunca sadece bende. Babam ayrılmadan önce son tembihlerini yapıyor. Koyunların ilaçlarını ezberletiyor bana. Nasıl iğne vurulacağını gösteriyor. İşte böyle. Son uyarı: “Coşkun Sucukları’nın veterineri ahbabım olur. Çok sıkışırsan onu bul, selamımı söyle.” Ve aleyküm selam.

Eski İstanbul kartpostallarında koyunlar
Eski İstanbul kartpostallarında koyunlar

Sağduyu gazetesinde kültür sanat editörüyüm. Sabah erkenden ahıra iniyor, yerleri temizliyor, koyunların yemini ve suyunu veriyor, sonra hızla servise yetişiyorum. Ahırın kokusu üstüme siniyor. Bu yüzden servis otobüsünün en uzak köşesine oturuyor ve kimseyle konuşmuyorum. Sohbet girişimlerini kısa ve isteksiz cevaplarla boşa çıkarıyorum. Adımın kibirliye çıktığını sonradan öğrendim. Kırklar dergisini yayına hazırlıyoruz. Mehmet Şeker ağabey bize geliyor. Beraber kuzuları seviyoruz. Nasıl neşeli. Koyunların son zamanlarına birçok eski arkadaş şahitlik etmiştir. Devran tamamen döndü.

  • Koyun sevdasını devam ettirme imkânı kalmadı. Sonunda babama söylemeye karar verdim. Önümüzde iki yol var; koyunları satmak veya köye götürmek. Söyledim de. Babamın tepkisi tahmin ettiğim gibi oldu: “Bize Şabanoğulları derler. Bizim kapımızdan üç yüz yıldır mal eksik olmadı. Ahmet Ağa koyunlarını satmış dedirtmem.” Sonuç: Bir kamyon tuttu ve koyunlarla beraber köye kesin dönüş yaptı.


Sekizinci ayın yirmi altısında, iki bin bir yılında. Yola çıkmadan önce, hatıra kalsın diye, koyunların fotoğrafını çektim.

Sekizinci ayın yirmi altısında, iki bin bir yılında. Yola çıkmadan önce, hatıra kalsın diye, koyunların fotoğrafını çektim.
Sekizinci ayın yirmi altısında, iki bin bir yılında. Yola çıkmadan önce, hatıra kalsın diye, koyunların fotoğrafını çektim.

Baskın dişi Çilli ve diğerleri. Bir müddet ben de boşlukta kaldım. Bize alışan, neredeyse ailemizin fertlerine dönüşen koyunlar bir anda ortadan kaybolmuştu. Birkaç ay sonra onları ziyaret etmek için köye gittim. Yüksek rakım farkından dolayı eski tatları yoktu. Sürü durgundu. Uzun hikâyeden kısa bir bölüm.

  • Şimdi koyunlarla ilgili fotoğraf ve kartpostal topluyorum. Osmanlıdan günümüze kadar ne bulursam alıyorum. Koleksiyonumda bir de kitap var. Samim Kocagöz’ün 1958 tarihli öykü kitabı: Ahmet’in Kuzuları.