Yeryüzü incitilirken...
2014 yılında Halep tahliye edilirken bir aile, evlerinin kapısına şöyle yazmıştı; “Yıkılan her binanın altında aileler, hayalleriyle gömülür Esed ve müttefikleri tarafından…”
2022 yılında, Türkiye Dergiler Birliği ve İHH’nın düzenlediği bir organizasyonla Suriye’ye gitmek nasip oldu. Tam 11 yıldır babasının kanlı ellerinden aldığı diktatörlük mirasıyla kendi halkına zulmeden Beşar Esed’in, kendi yurtlarından göç etmek zorunda bıraktığı muhacirleri ve yetim çocuklarımızı ziyaret ettik. Bu iki günlük seyahatimizin amacı, çadır kentlerde yaşayan ailelerin durumuna yakından vakıf olmak ve bununla birlikte bir farkındalık oluşturmaktı.
Çeşitli dergilerin temsilcileriyle birlikte önce Hatay’ın Reyhanlı ilçesine, oradan bir araçla da Suriye’nin İdlib kentine geçmek için yola çıktık. Cilvegözü Sınır Kapısı’ndaki kontrol noktalarını geçtikten sonra Suriye topraklarına merhaba dedik.
Türkiye topraklarını ardımızda bırakırken her şey an be an değişiyordu. Özellikle bitki örtüsünün değişimi dikkatimi celp etmişti. Dağları taşlardan oluşan bir şehirdi burası...
İlk ziyaretimiz İdlib’in kırsalında bulunan Maar BilliKampı’naydı. Burada yaşayan 109 aile, 2020’nin başında İdlib’in güneyinde maruz kaldıkları saldırılar neticesinde Maar Billi köyünden göç ederek buraya geldiklerini öğrendik.
Aracımız kampın içine girdiği andan itibaren etrafımızı her yaştan çocuklar sarmaya başladı. Meraklı bakışlar, sorgulayan gözler, gülen yüzler bir anda üzerimize çevrildi. Araçtan indiğimizde ise bir sevgi seli. Bir his sardı o an beni. Onlara acıyan gözlerle bakmadan ama acılarını da anlamaya çalıştığımı göstermek istiyordum.
Sanırım 10 dakika sürdü bir çadırın kenarında çocukları izleyerek bu düşüncelere gark olmam. Sonra “hadi sen de şu kekleri dağıt” sesiyle kendime geldim. Evet ya kekler. Çocuklara kek, bisküvi ve çikolata dağıtıyorduk. Ağızları kulaklarında onlarca çocuk...
Bata çıka yürüdüğümüz çamurlu yollarda çadırların gelişi güzel kurulduğuna nazar ediyordum. Üzerleri -yağmur suyundan korunmak için- birkaç kat naylonla kaplanmış ve hatta soğuktan da korusun diye battaniyelerle örtülmüştü. Isınmak için ise odun sobası kullanıyorlardı.
Hafifçe yağan yağmurun altında gezmeye başladığımızda ise bambaşka bir gerçeklikle karşılaştık. Burası ailelerin kendi imkanlarıyla kurduğu derme çatma bir kamp olmasından dolayı ciddi altyapı ve üstyapı sorunlarıyla baş ediyorlardı.
Bir çocuk elimden çekip yaşadığı çadıra götürdü beni. Çadıra gittiğimde annesi çadırın halini gösterip su akıttığını söyledi. Üstelik çadırda kalabalık yaşıyorlardı ve kendisi de hamileydi.
Kadınların ve çocukların çoğunlukta olduğu bu kampın sakinleri, iki yıl önce gelmek ‘zorunda’ bırakıldıkları bu yerde, hayallerinde evlerine dönme umuduyla -kelimenin tam anlamıyla- yaşam mücadelesi veriyorlar.
Buradan ayrıldıktan sonra ilk günün son durağı olan İdlib şehir merkezine gidiyoruz. Nüfusu, savaştan önce 200.000 civarı olan şehir, ‘güvenli bölge’ olarak öne çıktıktan sonra 8 milyona dayanmış.
- Birçok kez bombalanan şehir, savaşın 11. yılında toparlanmış olsa da zulmün izlerini taşımaya devam ediyor. Hatta bazı yıkık binalarda yaşamlarını sürdürenlere bile şahit oluyoruz.
Şehir merkezine vardığımızda büyük bir anıt bizi karşılıyor. Üzerinde Özgür Suriye’yi temsil eden bir bayrak, kalem ve kılıç bulunuyor. Bayrağın hemen altında sevra (devrim) yazıyor.
11 yılın küçük özeti bu duvara işlenmiş. Her geçene hatırlatıyor kendini. Anıtın hemen karşısında bulunan İdlib Şehir Müzesi’ni de gezdik. Dışarıda son yılların acılarına şahitlik ederken bizler, burada da bin yıllar önceki tarihine şahitlik ediyorduk şehrin...
İkinci gün ise ilk olarak birçok küçük kampın birleşmesiyle meydana gelen Kerame Kampı’nı ziyaret ettik. Hemen Türkiye sınırının yanı başında bulunan bu kamp küçük bir şehri andırıyor. Çünkü burada yaklaşık 100.000 kişi yaşıyor.
Kerame Kampı, yaklaşık 11 yıldır hayatın sürdüğü bir yer. Zemin topraktan oluşuyor. Azıcık bir yağış çamura dönüşüyor. Hem de bölge sulak bir arazi.
Çadırların hemen su almasından dolayı sivil toplum kuruluşları burada briket evler çalışması başlatmış. Bir kısım bölge, ıslak zeminden kurtarılmış olsa da, ekonomik gelişmelerin sonucunda evlerin maliyetlerinin artmasıyla bu çalışmalar sağlıklı bir şekilde yürütülemiyor.
Son durağımız ise Şam Yetimhanesi oluyor. Halep tahliyesi döneminde kerpiçten inşa edilen bu yerde içerisinde 200 yetim yavrumuz, geriye kalan anne, anneanne veya babaanneleriyle yaşıyorlar. Her şeye rağmen inadına yaşıyorlar.
Araçtan indiğimizde yanımıza koşan küçük ayaklarla tanışmak için sabırsızlanıyorduk. Elimizde ikramlıklarımızla yetimhanede bulunan sınıflarda toplaştık. Çocukların heyecanı, mutluluğu öyle güzeldi ki ilaç gibi geldi. Biz onlara şifa olalım derken asıl onlar bize şifa oldu.
Bir yandan şişirdiğimiz balonlarla oynuyor bir yandan konuşmaya anlaşmaya çalışıyorduk. Onlar bana söyletmeye çalıştıkları kelimelerle gülüyorlar ben ise yeni öğrenmeye başladığım Arapçamla konuşmaya çalışıyordum. Güzel bir ekip olmuştuk.
Sınıftan çıkıp evlerin olduğu alana doğru yürümeye başladık. Yağmur da başlamıştı. Yerler yine çamur... Çocukların ayağında terlikler... Evlerin kapılarının ardındaki gözler bizi izliyordu. Kimisi gelip konuşmaya çalışıyor, kimisi yalnızca bakıyordu. Bir yandan alanı gezerken çocuklar elimizi tutuyor, belimize sarılıyor ve bizimle birlikte adım adım yürüyorlardı.
- Diğer bir yandan biz, bu sevginin karşısında buğulanan gözlerimizin hakkını sonra vermek için mücadele ediyorduk. Yürüdüğümüz esnada çocuklardan bir tanesi bana dönüp “Sen namaz kılıyor musun?” diye sordu. Ben cevap verdikten sonra “Sana Kur’ân okumamı ister misin?” diye sordu. Ondan okumasını rica ettiğimde Mülk Suresi’ni ezbere okudu. Okumasını bitirdiğinde kocaman sarıldık birbirimize. Bütün istekleri bu kadardı bizden. Dinleyen bir kulak, merhametle sarılan kollar...
Ardından bir diğer kızçe de balon oynamak istedi. Balonumuzu oynarken yerler taşlık olduğundan ayağım taşa takıldı ve yere kapaklandım. Hemen ayağa kalktım fakat oyun oynadığım kızçe birden yok olmuştu. Elimde balon, gözlerim yavrucağı ararken arkadaşlarım da benimle ilgilenmeye çalışıyordu. Köşeden mahzun bir çift göz elinde su şişesiyle yanıma geldi. Onun bakışları bana öyle dokundu ki kendime hâkim olamayacağımdan korktum.
Gözlerine bakmadan ellerimi yıkadım. Kendimi toparladıktan sonra mahzun bakışlara dönüp “bir sorun yok” diyerek kocaman sarıldım. Bana sarılışını ve gözlerini hâlâ unutamıyorum. Bir gün yeniden karşılaşacağız güzel kızım.
Arkama baka baka ayrıldığım Şam Yetimhanesi, geleceğimizi inşa edecek çocuklarımıza ev sahipliği yapıyor ve biz, şahit olduklarımızdan mesul bir şekilde İstanbul’a dönüş yolculuğuna çıkıyoruz...