Varış rotası
Yer gözükmeyen bir yükseklikte, türbülansın içinde bildiğim duaları tekrar ederken varmak istediğim yer Tanzanya’ydı. İlk defa yurt dışına çıkacak biri için ağustos ayı mevsim olarak güzel bir seçim olsa da Tanzanya oldukça uzak bir rota kabul edilebilir. Kısmen yüksekten korkan ve sese aşırı duyarlı olduğumu da işin içine katacak olursak, 8 saatlik uçak yolculuğuna nasıl katlandığımın tek cevabı, bir ekiple beraber gidiyor oluşum ve oradaki Müslümanları görecek olmanın heyecanı olduğunu söyleyebilirim. Uzun süren yolculuğumuzun ilk durağı Zanzibar’dı. Uçağımız Zanzibar’a indi ve bir saatlik mola verdi. Bu sırada uçakta mevcut bulunan turistlerin birçoğunun indiğini gördüm ve bunun sebebini sorduğumda Zanzibar’ın fazlasıyla turistik, doğası ve plajlarıyla meşhur bir yer olduğunu öğrendim. Mola bitimi ve bir saatlik ek uçuşun ardından Kilimanjaro Havalimanı’na sabaha karşı 05.30 sularında iniş yaptık.
Elimde bavul, kafamı kaldırmış koyu lacivert gökyüzüne doğru yükselen Kilimanjaro Dağı’nın verdiği ürperti ve havadaki inanılmaz oksijenin yoğunluğuyla ağzımdan çıkan ilk cümlenin ‘dünyada başka yerler de varmış’ olduğunu hatırlıyorum.
İlk izlenimler
Kısa bir süre bekledikten sonra daha evvelden konuştuğumuz orada yaşayan bir ekip bizi karşıladılar ve belli müddet dinlenmek amacıyla yakın sayılabilecek Arusha şehrindeki Stereo adında bir otele yerleştirdiler. Bir süre dinlendikten sonra 6 saatlik bir kara yolculuğumuzun daha olduğunu öğrenmemle aldığım bütün enerjiyi geri vermem bir oldu.
- Yolculuğumuzu yapacağımız araçları beklerken şehrin yoğunluğu, halkın çoğunun İngilizce bildiğini, yolun tersten aktığını, mevcut araçların çoğunun Toyota marka ve hemen hepsinin etiketler ve boyalarla kaplı olduğunu fark etmem uzun sürmedi.
Kiminde Hz. İsa figürleri kiminde dünyaca ünlü sinema sanatçılarının portreleri gibi birbirinden farklı birçok resim, yazı ve sembol arabaların, minibüslerin ve üç tekerlekli motorların üzerlerini süslüyordu. Vaktimizin gelmesiyle birlikte küçük minibüs diye adlandırabileceğimiz araçlarla yola çıktık. Yol boyunca yer yer hem yemek ihtiyacımızı karşılamak hemde namaz için hususî ve mahallî noktalarda durduk. Seyyar satıcılar, malzemelerini başlarının üstünde dengesi bozulmadan taşıyan insanlar, karşılıklı olarak basitçe inşa edilmiş kilise ve camiler, insanın dikkatini çeken ve hatırda rengarenk görüntüsüyle kalan güzel izlenimler oluşturuyordu.
Yola devam ettikçe fark edilen şey şuydu ki; gerek evler gerek çevre olumsuza doğru bir seyir halindeydi. Betondan yapılmış katlı evler zamanla yerini kerpiç ve tek odalı arazi evlerine bırakıyordu. Meğerse benim kısmen yoğun ve kendi çapımda varoş olarak gözlemlediğim şehir, gayet merkezi ve bulunduğumuz yerlere nispeten modern sayılabilecek bir konumdaymış. Çift şeritli, etrafı bazen upuzun ağaçlar bazense düz ovalar ihtiva eden asfalt bir yol sanki bütün memleketi birbirine bağlayan tek ulaşım seçeneğiymiş izlenimini veriyordu. Yolculuk boyunca yolun kenarlarında, gerek tek ve çoğunlukla birkaç kişiden oluşan topluluklar halinde yürüyen insanların nereye gittiği ise merakımı cezbetmeye bütün yol boyunca devam etti.
Şöyle bir açıklama yapmak gerekirse mevcut konumumuzdan takribi 6-7 km gerisinde hiçbir ev, konut vb. olmayışı ve bu durumun önümüzde devam eden kilometreler boyunca da sürmesi o insanların nereye ve niye gittiği konusunu daima canlı tutmuştur. Bu manzaralar olduğu gibi bazen ovanın ortasında veya yola yakın yerlerde bulunan tek tük evler ve köy diyebileceğimiz yerleşim yerleri de bulunuyordu. Çift şeritli uzun bir yolun kenarlarında kurulan hayatlar... Belki de dünyadan bihaber, doğdukları yerde karın tokluğu ve evlat yetiştirme mükellefiyeti çerçevesinde yaşanıp biten ömürler…
Konaklayacağımız otele vardığımızda hava çoktan kararmıştı. Geceyi otelde geçirip ertesi sabah erkenden kalkıp kahvaltı için hazırlandık, daha sonrasında tekrar ekip ile bölgede bulunan Müslüman halkın ve öğrencilerin ihtiyaçları nelerdir ve sürecin nasıl işlediğine dair okullarda mütalaalarda bulunduk.
Gerek dışarıda gerekse cami gibi ibadethanelerde fark edilen şeylerden biri de insanların gayet rahat ve tasasız bir görüntü vermesiydi.
Bazı yerlerde kısmen bazı yerlerde ise fazlaca görülen yoksulluk ve hayatî ihtiyaçların karşılanma eksikliği olsa bile, insanların size tebessüm etmemesi için hiçbir sebep bulunmuyordu. Bizler şehir hayatında en azından tebessüm etmek için bile çeşitli nedenler ararken, bu insanlar böyle komplekslerden uzak ve bunu hayatın temel saiklerinden biriymiş gibi görüyorlardı.
İç mekânlar ve yiyecekler
Yolculuğumuz bu çerçevede çeşitli yerel noktalar, arazi okulları, mescitler, çarşılar ve en sonunda da safari etkinliğiyle devam etti. Yoksulluk ve ihtiyaçlar birçok yerde had safhaya ulaşsa da her köyde okul vb. eğitim yapılarının olması gayet sevindiriciydi. Çocuklar belki de hiç görmedikleri bizlere karşı gayet sevimli ve hoşgörülüydüler. Elde ettikleri balonlar ve çeşitli oyuncaklarla da keyiflerinin daha da arttığını söyleyebilirim.
Mahalli noktaların en işlek yerleri olarak çarşılar gayet farklı türden rengarenk meyve ve sebzelere ev sahipliği yapsa da diğer yandan kir ve koku bakımından da gördüğüm zirve yerlerin başında geliyordu. Kurutulmuş küçük balıklar ağzı açık çuvallarda sineklerin nasibi olurken, tavuk ve kuş türünden hayvanlar dar kafeslerde üst üste satılmayı bekliyorlardı. Tabi ben sınırlı yerlerde gezindiğim için bu tasvirlerin bütün bir ülke için genellemek gayet eksik ve yanlış olabilir.
- Yemek noktasında Türkiye ile benzerlik olsada içecekler hususunda kendilerine özgü, tropik meyvelerden yapılan meyve suları şahsımca başka bir içecek kültürü oluşturuyordu. Özellikle şeker kamışı gerek suyu çıkartılarak gerekse soyulup yenilmek suretiyle fazla fazla tüketiliyordu.
Son serüven ve genel bakış
Sokaklar bulunduğunuz yere göre (turistik) temiz sayılabilirken bazı yerler ise tamamen kendi haline bırakılmış ve çöplüğe dönüşmeye yüz tutmuş olabiliyordu. Yolculuğumuz bu geziler etrafında yaklaşık dokuz gün sürdü ve dönüş günümüzden bir gün evvel safari için Manyara Gölü Milli Parkı’na geldik. Tabi ben bütün yolculuk süresince imkân buldukça konakladığımız yerlerden uzaklaşıyor daha hususî ve tabiri caizse sokak arası yerleri görmek için fırsat kovalıyordum. Bu gezmeler esnasında farklı bazı okul ve çeşitli sanat, hediyelik eşya, bakkal tarzı dükkanlarını da ziyaret etme şansım oldu.
Safari vakti geldiğinde büyük araçlar ve farklı ekiplerle beraber zebra, zürafa, maymun ve çeşitli birkaç hayvan türünü de görmüş olduk. Ertesi gün hazırlandık ve ziyaretimiz, yolculuğumuzun başladığı ilk yer olan Kilimanjaro Havaalanı'nda sona erdi. Veda ve ardından uçak yolculuğu ile İstanbul’a geri dönmüş olduk.
Tanzanya; insanları, doğası, rengarenk kıyafetleri ve kendine özgü havası ile akılda kalıcı, tekrar gelmek için niyetlenmeyi hak eden bir ülke olarak hatırası hep canlı kalacaktır.