Suriye'nin Gizli İşkence Hapishanelerinin İçinde: Esed, Muhalefeti Nasıl Ezdi?
"Suriye Devlet Başkanı Esad, 8 yıllık isyanda zafere yaklaşırken, bir sır, endüstriyel ölçekte, keyfî tutuklama ve işkence hapishaneleri sistemi başarısının eksenini teşkil etti. Rusya ve İran destekli Suriye ordusu, toprak kazanmak için isyancılara karşı savaşırken, hükümet yüzbinlerce kişiyi kirli zindanlara tıkarak sivillere karşı acımasız bir savaş başlattı. Zindanlarda binlerce kişi işkence gördü ve öldürüldü."
***
New York Times'da, Anne Barnard imzasıyla yayınlanan "Inside Syria’s Secret Torture Prisons: How Bashar al-Assad Crushed Dissent" isimli makalenin Türkçe tercümesi.
Yayımlanma Tarihi: 11 Mayıs 2019
Tercüme: Mehmet Emin Cengiz
Yazının Linki:https://www.nytimes.com/2019/0...
***
Anne Barnard
Gaziantep, TÜRKİYE— Suriye güvenlik görevlileri Muhanned Ğabbaş’ı bileklerinden saatlerce astı, kendisini dövüp kan içinde bıraktı, elektrik şoku verdi ve ağzına bir silah yerleştirdi.
Halepli hukuk öğrencisi Ğabbaş, defalarca asıl suçunu itiraf etti: Hükümet karşıtı barışçıl protestolar organize etmek. Ancak, işkence kendisi hayalî bir bombalama itirafı yapıncaya kadar 12 gün sürdü.
“Bu sadece başlangıçtı” diyor.
Daha sonrasında, Suriye’nin başkenti Şam’ın Mezze Hava Üssü’nde bulunan, gardiyanların kendisini ve diğer tutukluları çıplak bir şekilde demir parmaklıklara asıp, soğuk gecelerde su sıktıkları dopdolu bir hapishaneye götürüldü. Kendisine “Hitler” diyen bir güvenlik görevlisinin akşam yemeğinde meslektaşlarını eğlendirebilmek için mahkûmları köpek, eşek ve kedi taklidi yapmaya zorladığını söylüyor Muhanned ve hayatta kalan diğerleri. Bir görevli doğru şekilde havlayamayan ya da anıramayan kişileri dövdü, diye de ekliyor.
Askerî bir hastanede, uzuvlarından biri kesilmiş ve ağrı kesici için yalvaran bir kişinin suratına, bir hemşirenin sertçe vurduğunu izlediğini belirtiyor. Başka bir hapishanede, hastalık, işkence ve ihmal yüzünden sadece bir ay içinde ölen 19 hücre arkadaşını da saymış yine kendisi.
“Ben şanslılar arasındaydım” diyor, bir yargıca, onu serbest bırakması için rüşvet verilinceye kadar gözaltındaki 19 ayda hayatta kalmayı başarabilen, 31 yaşındaki Muhanned Ğabbaş.
Suriye Devlet Başkanı Esad, 8 yıllık isyanda zafere yaklaşırken, bir sır, endüstriyel ölçekte, keyfî tutuklama ve işkence hapishaneleri sistemi başarısının eksenini teşkil etti. Rusya ve İran destekli Suriye ordusu, toprak kazanmak için isyancılara karşı savaşırken, hükumet yüz binlerce kişiyi kirli zindanlara tıkarak sivillere karşı acımasız bir savaş başlattı. Zindanlarda binlerce kişi işkence gördü ve öldürüldü.
Yaklaşık 128.000 kişi bir daha ortaya çıkmadı ve sayılar konusunda bir hayli titiz, bağımsız bir gözetim teşkilatı olan Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR) bu kişilerin ya öldüğünü ya da hâlâ gözaltında olduğunu varsayıyor.
Yaklaşık 14.000 kişi “işkence altında öldü.” Pek çok mahkûm çok kötü koşullar sebebiyle ölüyor ki bir Birleşmiş Milletler soruşturması bu süreci “imha” olarak nitelendiriyor.
Şimdi, savaşın etkisinin giderek yavaşladığı, dünyanın dikkatinin gözden kaybolduğu ve ülkelerin Suriye ile ilişkilerini normalleştirdiği zamanda bile, yeni tutuklamaların, işkencenin ve infazın hızı artıyor. Sayılar savaşın en kanlı olduğu ilk yıllarda zirveye tırmandı. Ancak geçen yıl Suriye İnsan Hakları Ağı, keyfî olarak sınıflandırdığı 5607 tutuklama vakası kaydetti. Her hafta 100’den fazla ve geçen seneden yaklaşık olarak yüzde 25 daha fazla bu.
Tutuklular son dönemde, yüzlerce kişinin bir infaz alanı olan Sednaya Hapishanesi’ne gönderildiğine dair dışarıya ihbarlar gönderdi. Ve yeni serbest bırakılmış mahkûmlar oradaki ölümlerin hızlandığını bildiriyor.
IŞİD tarafından yapılan adam kaçırma ve infazlar Batı ülkelerinde daha fazla dikkat çekti. Ancak, Suriye hapishane sistemi IŞİD’in Suriye’de gözaltına aldığından çok daha fazla sayıda insanı içine çekti. Hükumet tutuklamaları Suriye İnsan Hakları Ağı tarafından kaydedilen kayıpların yaklaşık yüzde 90'ını oluşturuyor.
Ancak, Suriye hükumeti sistematik kötü muamelenin varlığını reddediyor.
Bununla beraber, yeni keşfedilmiş hükumet notları, Esad’a doğrudan rapor veren Suriyeli yetkililerin toplu gözaltılar emrettiğini ve zulümleri bildiğini gösteriyor.
Kâr amacı gütmeyen Uluslararası Adalet ve Sorumluluk Komisyonu savaş suçları müfettişleri, sıkı önlemler emreden ve gözaltındaki ölümleri tartışan hükumete ait notlar buldu. Notlar, Esad’a doğrudan rapor veren Merkezî Kriz Yönetimi Komitesi üyeleri dâhil en üst düzey yetkililer tarafından imzalanmıştı.
Bir askerî istihbarat notu işkence ve iğrenç koşullardan kaynaklı ölümleri itiraf ediyor. Başka notlar tutukluların ölümünü rapor ediyor. Bazıları, askerî polisi terk etmiş bir kişinin dışarıya çıkarttığı ve binlerce ölüyü gösteren fotoğraflar arasında tespit edilmiştir. İki not, bazı özel tutuklulara yönelik “sert” müdahaleye yetki veriyor.
Askerî İstihbarat Başkanı Refik Şehade’nin bir notu yetkililerin ileride adli kovuşturmalardan korktuğunu ortaya koyuyor. (Notta) bütün ölümlerin kendisine rapor edilmesini ve güvenlik görevlileri için “adli dokunulmazlığın” garanti edilmesi için gerekli adımların atılmasını emrediyor.
2016 yılında, Şam’daki bir Osmanlı Sarayı’ndaki ofisinde düzenlenen bir röportajda Esad, (hapishanelerden) kurtulanların ve kayıp yakınlarının samimiyetine kuşku ile yaklaştı. Kendisine bazı özel davalar hakkında sorulunca şöyle dedi: “Suçlamalardan mı yoksa kesin durumlardan mı bahsediyorsunuz?” Yakınları (güvenlik görevlilerince) alıkonulan kişilerin, güvenlik görevlileri sevdiklerini götürürken durumu gördüklerini belirttiklerinde yalan söylediklerini de ileri sürdü.
Bazı kötü muameleler, savaşta kaçınılmaz istisnai hatalardı, dedi.
“Burada yaşandı, bütün dünyada yaşandı, her yerde. Fakat bu bir politika değil.” Dedi.
Yedi yıl boyunca, New York Times hayatta kalanlar ile ölen ve gözaltında kayıp olan kişilerin akrabaları ile düzinelerce röportaj yaptı, hapisteki ölümleri ve muhalefete baskıları detaylandıran hükümet dokümanlarını inceledi. Ayrıca, insan hakları raporlarına ve mahkeme dosyalarına yansıyan, tanıkların şahitliklerini içeren yüzlerce sayfayı irdeledi.
Hayatta kalanların burada belirttikleri aynı hapishanede kalan diğer mahkûmların söyledikleriyle aynı doğrultudadır ve hükümet notları ile Suriye hapishanelerinden dışarıya kaçak yollarla çıkarılan fotoğraflarla desteklenmektedir.
Hapishane sistemi Esad’ın savaş gayretinin bütünleyici parçası idi. (Esad) sivil protesto hareketini eziyor ve muhalefeti kazanamayacağı silahlı bir çatışmaya sürüklüyordu.
Son aylarda, Suriye hükümeti yüzlerce kişinin gözaltında öldüğünü zımnen kabul etti. Moskova’nın baskısı altında Şam, gözaltında ölen en az birkaç yüz kişinin ölümünü, ölüm belgelerini yayımlayarak ya da aile kayıt dosyalarında (gözaltında olan kişileri) ölü olarak listeleyerek ölümleri teyit etti.Suriye İnsan Hakları Ağı kurucusu Fadıl Abdül Ğani, adımın vatandaşlara açık bir mesaj gönderdiğini söylüyor: “Kazandık, bunu yaptık ve kimse bizi cezalandırmayacak.”
Yakın bir dönemde üst düzey yetkilileri (yaptıkları sebebiyle) sorumlu tutma umudu bir hayli az. Fakat Avrupa mahkemeleri yoluyla adalet arayan, büyüyen bir hareket mevcut. Fransız ve Alman savcıları 3 eski güvenlik görevlisini tutukladı ve Suriye Ulusal Güvenlik Şefi Ali Memlük, Suriye Hava Gücü İstihbarat Direktörü Cemil Hassan ve diğerleri için o ülkelerin vatandaşları ya da sakinlerine dönük hapishanelerdeki işkence ve ölüm gibi sebeplerle uluslararası tutuklama kararları çıkarttılar.
Yine de Esad ve teğmenleri tutuklanmaktan emin bir şekilde, Rusya ve askerî gücü ile birlikte ülkenin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki veto yetkisiyle iktidarda bulunuyor. Aynı zamanda Arap ülkeleri, Şam ile ilişkilerini yeniden tesis ediyorlar ve Avrupa ülkeleri de aynı durumu taklit ediyorlar. Başkan Trump’ın, Suriye’nin doğusundaki 2000 Amerikan askerinin çoğunu çekme planı ABD’nin şu an 9. yılında olan çatışmada zaten asgari olan kozunu daha da azaltıyor.
Bu dokunulmazlık sadece Suriye’nin iç işlerine dönük bir problem değil. Güvenlik reformları olmadan, Avrupa ve Ortadoğu’daki 5 milyon Suriyeli mültecinin, keyfî tutuklanma riskini göze alarak eve dönmesi muhtemel değildir. Ve Avrupa aşırı sağından, Suudi Arabistan’a kadar cesaretlendirilmiş bir otoriteryenizm çağında, Esad, sivil muhalefete karşı maksimum şiddetin kazanan bir strateji olduğunu ortaya koydu.
Suriyeli insan hakları avukatı Mazen Derviş savcılara yardımcı olduğu Berlin’de “Bu Suriye’de kalmayacak” diyor. “İnsanlar diktatörlüğün ne olduğunu unutuyor çünkü İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 70 yıllık bir barış dönemi var. Ancak insan hakları, devletlerin ya da siyasetçilerin DNA’sında değil.”
“Adalet Suriye’nin lüksü değil, bu dünyanın problemi.” Diyor.
Genişleyen Bir Gulag
Şu anki Suriye gözaltı sistemi Beşar Esad’ın babası, Hafız Esad tarafından oluşturulmuş sistemin çok daha büyütülmüş hâli. 1982’de Hafız Esad, Hama’da Müslüman Kardeşler’in bir isyanını ezdi. Şehrin büyük kısmını yıktı ve on binlerce insanı tutukladı: İslamcılar, solcu muhalifler ve rastgele Suriyeliler (tutuklandı).
20 yıl boyunca yaklaşık 17.000 tutuklu,Fransız sömürgecilerden, bölgesel diktatörlerden ve hatta Nazilerden ödünç alınan işkence repertuvarına sahip bir sistemde ortadan kayboldu. Sistemin güvenlik danışmanları, Adolf Eichmann’ın kaçak yaveri Alois Brunner’i de içeriyordu.
Beşar Esad 2000 yılında babasının yerine geçtiğinde, gözaltı sistemini (olduğu gibi) yerinde bıraktı.
Suriye’nin 4 istihbarat ajansından (askerî, siyasi, hava gücü ve devlet güvenliği) her birinin Suriye genelinde yerel şubeleri bulunmaktadır. Çoğunun kendi hapishaneleri vardır. Uluslararası Adalet ve Sorumluluk Komisyonu bunlardan yüzlercesini belgelendirmiştir.
Mart 2011 yılında birkaç gencin Esad’ı eleştiren duvar yazıları yazdıkları için gözaltına alınıp işkence görmesi, Suriyelileri Arap ülkelerini süpüren isyanlara katılmaya itti. Onlara davranışları protesto eden gösteriler, memleketleri Dera’dan yayılarak daha çok tutuklamaya yol açtı ki bu da daha fazla protestoyu harekete geçirdi.
Suriye’nin her tarafından bir tutuklu seli Sednaya Hapishanesi’nde mevcut olan muhaliflere katıldı. Yeni tutukluların mesleği “çöpçüden köylüye, mühendisten doktora bütün sınıfları kapsıyordu” diyor, Suriye’de 1996 yılında 19 yaşında bir öğrenciyken, Suriyelilerle bir hapishane katliamı konusunda yaptığı röportajlar sebebiyle tutuklandıktan sonra, 20 yıl boyunca hapis yatan Türk vatandaşı Riyad Avlar.
İşkence arttı dedi. Yeni gelenler cinsel saldırıya uğradı, genital bölgeleri dövüldü ve (tutuklular) birbirlerini dövmeye ve hatta öldürmeye zorlandılar.
O zamandan bu yana kaç Suriyelinin bu sistemden geçtiğine dair kimsenin net bir bilgisi yok. İnsan hakları grupları sayıyı, yüz binlerce kişiden 1 milyona kadar tahmin ediyor. Şam hapishane verilerini yayımlamıyor.
Eldeki tüm verilere göre, sistem taşmıştı. Bazı siyasi tutuklular normal hapishanelere yerleştirildi. Güvenlik güçleri ve hükumet destekçisi milisler okullarda, stadyumlarda, ofislerde, askerî üslerde ve kontrol noktalarında sayısız geçici zindan kurdular.
Suriye İnsan Hakları Ağı’nın (yayımladığı), sistemde şu an yakalanmış bulunan 127.916 insan sayısı muhtemelen (gerçek) sayıdan eksik. Tutukluların ailelerinin ve diğer tanıkların verdiği bilgiler sonucu oluşan bu sayı, sonradan serbest bırakılan insanları ya da öldüğü teyit edilen kişileri içermiyor.
Hükumetin gizliliğinden dolayı, kimse gözaltında kaç kişinin öldüğünü bilmiyor. Ama binlerce ölüm vakası fotoğraflarla ve notlarla kayda geçti.
Güvenliğini korumak için sadece Sezar olarak bilinen, eski bir askerî polis memuru ceset fotoğraflama işini yapıyordu. Suriye’den, 2014 yılında ortaya çıktığında dünyayı şoke eden dövülmüş ve bir deri bir kemik kalmış en az 6.700 ceset fotoğrafıyla kaçtı.
Ancak, aynı zamanda kendisi, ölümleri üstlerine rapor eden patronunun masasındaki notların da fotoğrafını çekti.
Son zamanlarda yayımlanan ölüm belgelerinde olduğu gibi, notlar ölümlerin sebebini “ani kalp durması” olarak listeliyordu. Sezar’ın fotoğraflarında da görünen notlardan biri bir tutuklunun gözlerinin oyulduğunu ortaya koyuyor.
İnsan hakları avukatı Mazen Derviş Bey, hapishane “esrarengiz bir salgın kalp hastalığı” tarafından hedef alınmış görünüyor, diyor. “Tabii ki, öldüklerinde kalpleri duruyor.” Diye ifade ediyor.
İşkence Turu
Halepli protesto organizatörü Muhanned Ğabbaş Bey, en az 12 tesisteki işkenceden sağ kurtulmayı başardı. Bu durumun, onu sistemin “tur rehberi” yaptığını söylüyor. Yolculuğu 2011 yılında kendisi 22 yaşında iken başladı. Hükümet binaları inşa eden müteahhit bir babanın en büyük oğlu, Halep’te gösteriler düzenlemek için Şam’daki Derayya varoşlarındaki barışçıl protestolardan esinlendi.
Haziran 2011’de tutuklandı ve protesto etmeyi durduracağına dair yemin ettikten sonra serbest bırakıldı.
“Durmadım” diye hatırlıyor yüzünde bir sırıtmayla.
Ağustos’ta tekrar tutuklandı. Aynı hafta, Uluslararası Adalet ve Sorumluluk Komisyonu’ndan bir not, Esad’ın üst düzey yetkililerinin, il yöneticilerini ihmalkarlıkla eleştirerek, insanları daha fazla sayıda gösteri yapmaya teşvik edenlerin daha çok sayıda tutuklanmasını isteyip, daha katı bir baskı uygulanmasını emrettiğini gösteriyor.
Muhanned Bey, askerî ve genel istihbarat tesislerindeki bir demir tele asıldığını, dövüldüğünü ve kırbaçlandığını söylüyor. Onu yakalayanlar, en sonunda ona pek çok gence verilen benzer sert bir tavsiye vererek gitmesine izin verdiler: Ülkeyi terk et.
Sednaya Hapishanesi’nde en uzun süre kalan, sonradan isyancı grupları idare eden, en radikal İslamcı mahkûmları serbest bıraktıkları hâlde, sivil muhalefetten kurtulmak istediler. Eleştirmenler her iki hareketin de isyanı Esad’ın ve müttefiklerinin askerî avantajı elinde tuttuğu savaş alanına kaydırma/döndürme stratejisinin bir parçası gibi göründüğünü söylüyor.
Muhanned Ğabbaş Bey gibi düşünen sivillerin kaçması ya da hapsedilmesi ve güvenlik güçlerinin protestoculara ateş etmesi ile birlikte,Muhanned, müttefiklerini ellerine silah almaktan ve hükumetin ekmeğine yağ sürmekten vazgeçirmeye çabaladı.
Kısa bir zaman sonra Halep'teki Hava Kuvvetleri İstihbaratı tarafından üçüncü kez tutuklandı. Kendisini en çok etkileyen şey, sorguyu yapan kişilerin bazı adli prosedür tuzakları hususundaki gerçeküstü ısrarlarıydı. Anlaşılan o ki kendisini, Halep’in, isyancıların bombalarıyla hedef alınmadığı bir tarihteki, hayali bir bombalama olayı ile suçladılar. Onu istedikleri gibi suçlama gücüne sahip olmalarına rağmen, suçunu itiraf etmesi konusunda ısrarcı oldular.
Bazen dayak için bir lastiğin içine yerleştirilir, bayılır, dondurucu bir koridorda çıplak olarak uyanır ve dayak yeniden başlardı. (Dahası) bir güvenlik görevlisi ağzına bir silah yerleştirdi, bir başkası görüş alanı dışında bir yerde çığlık atan bir kadının öz annesi olduğu konusunda ısrar etti.
Söyledikleri, aynı tesiste tutulan kişilerin söyledikleriyle örtüşüyor. Ve hatta bazıları (durumu) daha kötü bir şekilde tasvir ediyor. Hâlâ Suriye’de bulunan ailesini korumak için yalnızca Halil K. olarak tanımlanmak isteyen, zindandan kurtulan bir kişi, sorgulayıcıların üzerine benzin döküp ateşe verdiği bir gencin 21 gün boyunca can çekiştikten sonra öldüğünü izledi.
“Kendim ve vicdanım arasında (kaldım). Yapmadığım bir şeyi itiraf etmek istemiyorum” dediğini hatırlıyor Muhanned Ğabbaş Bey. “Beş kişi bir defada sana soru soruyor. Üşüyorsun, susamışsın, dudakların kan dolu, odaklanamıyorsun. Herkes bağırıyor, vuruyor.”
(İşkenceyi yapanların) yerinden söktükleri ayak tırnaklarını ve dövülmüş ayak tabanlarından soyulan deri şeritlerini biriktirdi. Onları günün birinde bir yargıca gösterebileceğini hayal ederek cebine koydu. Ancak, bir gün pantolonunu aldılar.
12. gün bir itiraf yazdı.
Yüzbaşı Maher ona “İkna edici olsun” dedi.
“Seni araba ile götüren biri var. Nasıl göründüğünü tahayyül et. Uzun, kısa, şişman?”
Muhanned Bey gümüş renkli bir araba ve “uzun, gözlüklü, açık saçlı bir adamda” karar kıldı.
“Yazı yazmadaki yeteneğimi hissetmeye başladım.” Diyor.
Gerçeküstü Cezalandırma
Mart 2012'de, Muhanned Ğabbaş Bey, Şam’daki zengin bir civar mahallesinden ismini alan Mezze Askerî Hava Üssü’ne götürüldü.
O zamana kadar, o ve hayatta kalmayı başaran başka pek çok kişi, hapishaneler arasında endüstriyel ölçekte bir ulaşım sistemi olduğunu söyledi. Tutuklulara yolculuklarının her ayağında, helikopterlerde, otobüslerde, kargo uçaklarında işkence yapıldı. Bazıları, normalde hayvan kadavraları için kullanılan kamyonlarda, bir kolundan asılmış, et kancalarına zincirlenmiş bir şekilde saatlerce götürüldüklerini hatırlıyor. Muhanned Bey’in yeni hücresi tipikti: 12 fit (4 metre civarında) uzunluğunda, 9 fit (3 metre civarında) genişliğinde, mahkûmların vardiyalı şekilde uyumalarını mecbur kılacak ölçekte ağzına kadar dolu idi.
Hücrenin dışında bir adamın gözü bağlandı ve koridorda kelepçelendi. Bu insan hakları avukatı Mazen Derviş Bey idi. Adil yargılanmayı güvence altına alan Suriye yasaları konusunda bir yargıcı azarladığı için seçilmişti.
Daha sonra cezasını aldı: “Çıplak, su yok, uyku yok, çişini içmek zorunda kaldı.”
Dışarıdaki isyancılar ilerleme kaydedip, hükümete ait savaş uçakları inatçı muhitleri bombalarken hapishane işkencesi acımasızca büyüyüp, barok bir hâle geldi. Hayatta kalmayı başarabilenler sadist tutumu, tecavüzü, yargısız infazları ve tedavi edilmeyen yara ve hastalıklardan ölen tutukluları tanımlıyor.
Muhanned Bey kısa zaman sonra özel cezasını aldı. Kendisine Süheyl Hassan diyen bir adam tarafından sorgulandı. Muhanned Bey’e çatışmayı nasıl çözeceğini soran kişi, sızdırılan bir hükümet veri tabanına göre muhtemelen Hava Gücü hapishanelerini yöneten Süheyl Hassan Zamam idi.
“Hakiki seçimler” diyerek soruyu cevapladığını hatırlıyor. “İnsanlar sadece bazı reformlar istedi, ama siz güç kullandınız. Problem şu: Ya sizinle beraber olmak zorundayız ya da bizi öldürürsünüz.”
Bu ona ekstra bir ay işkenceye mal oldu: çetin sınavındaki en tuhaf işkenceye.
Kendisine Hitler diyen bir gardiyan meslektaşlarına sadist akşam yemeği eğlenceleri organize ederdi. “Ambiyansı hazırlamak için” nargile ve içki getirdi diyor, Muhanned Bey. Bazı mahkûmlara diz çöktürerek (onları kendisine) masa ya da sandalye yaptı. Diğerleri hayvan taklidi yaptı. “Hitler” sahne emirlerini dayakla takviye etti.
“Köpek havlamak zorunda, kedi miyavlamalı, horoz da ötmeliydi.” Diyor, Muhanned. “Hitler onları evcilleştirmeye çalışıyordu. Bir köpeği sevdiği zaman, diğer köpek kıskanmalıydı.”
Ayrıca seyirciler arasında, işkence söylemini teyit eden, yakın hücrelerde bulunan ya da tel örgülerde gözleri bağlı bir şekilde asılı duran mahkûmlar da vardı. Bazı gardiyanlar asılı bulunanları (şöyle) yalvartıyordu. “Efendim, susadım.” Muhanned Bey daha sonra da üzerlerine hortumla (su) sıkıldı diyor.
Haftalar veya aylar sonra, birçok mahkûm savunma avukatı olmaksızın birkaç dakika süren sözde mahkemelere çıktılar. Muhanned Bey’in durumu tipikti. 2012 yılında bir askerî “alan mahkemesinde” yargıcın çabucak suçunu ve cezasını okuduğunu belirtiyor: “Kamu mallarını tahrip eden terörizm suçu” ve cezası “ölüm.”
“Tüm duruşma bir buçuk dakika sürdü” diyor kendisi.
O zamanlar kitlesel bir infaz merkezi olan Sednaya Hapishanesi’ne gitmeyi bekliyordu. Uluslararası Af Örgütü'nün bir raporuna göre jürisiz yargılamalar/yargısız infazlar sonrasında binlerce kişi orada asıldı.
“Güzel, bitti” diye düşündüğünü hatırlıyor. Ama bitmemişti. Bir yıl sürecek günlük dayaklara katlanacaktı.
Son yeri, Beşar Esad’ın erkek kardeşi Mahir Esad’a has olan seçkin Dördüncü Bölge’nin askerî sığınağı olan Şam yakınlarındaki, derinliklerdeki bir hapishane idi. Hayatta kalmayı başarabilenler, birim sembollerine sahip memurların orayı ziyaret ettiğini, koşulları gördüğünü hatırlıyor. Fakat, hayatta kalmayı başarabilen kişilerin ifadelerine ve Uluslararası Adalet ve Sorumluluk Komisyonu dosyalarına göre, Mezze Hapishanesi dolup taştıktan sonra oradaki operasyonları Hava Kuvvetleri istihbaratı yönetti.
Daha fazla sorgulama yoktu.
“Sadece işkence için işkence” diyor kendisi de aynı zamanda oraya nakledilen Mazen Bey.
“İntikam için, öldürme için, insanları mahvetmek için.”
Hayatta kalanlar bu hikayeleri sadece diğerleri daha kötü acılar yaşadı diye kara mizahla anlatıyor.
“Evet, dövüldüm. Köpek taklidi yaptım ama bazı insanlar öldürüldü ve tecavüze uğradı” diyor Muhanned Bey.
Tecavüz ve Saldırı
Geçen sene yayımlanan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu raporlarından birikadın ve kız çocuklarının en az 20 istihbarat şubesinde, erkeklerin ve erkek çocuklarının da 15 istihbarat şubesinde tecavüze uğrayıp cinsel saldırıya maruz kaldığını bildiriyor.
Cinsel saldırı, hayatta kalmayı başarabilenlerin sık sık damgalandığı geleneksel Müslüman topluluklarında çift namlulu bir silahtır. Akrabaları bazı eski mahkûmları sözde namus cinayetlerinde katletti. İnsan hakları raporları ve hayatta kalan kişiler bu durumun (cinayetlerin) bazen sadece tecavüz varsayımı ile gerçekleştiğini söylüyor.
Hamalı 5 çocuk annesi Meryem Halef gözaltında tutulduğu sürede defalarca tecavüze uğradı. Meryem Hanım, yaralı protestoculara yardım ettiğini ve isyancılara tıbbi malzeme tedarikinde bulunduğunu belirtiyor ki Suriye hükümeti bu eylemleri terörizm olarak yaftalıyor.
2012 yılının Eylül ayında güvenlik görevlilerinin onu evinden sürüklediğini söyledi. Hama’daki 320 Nolu Devlet Güvenliği şubesinde soruşturma amirinin kendisini Albay Süleyman olarak tanıttığını ifade ediyor. Uluslararası Adalet ve Sorumluluk Komisyonu’nun arşivleri, Meryem Hanım’ın tutuklandığını ve Albay Süleyman Cuma’nın Hama şubesine başkanlık ettiğini gösteriyor.
“Antep fıstığı yiyordu” diye hatırlıyor daha sonra Reyhanlı'daki küçük dairesinde Meryem Hanım. “Kabukları bize doğru tükürdü. Bize karşı kullanmadığı bir tane kötü söz kalmadı.”
Üç adım genişliğindeki zemin hücresinde 6 diğer kadınla beraber kaldı. Gardiyanlar onu duvarlardan sarkıttı ve dövdü, dişlerine sertçe vurdular. Gardiyanların açlıktan şikâyet eden bir mahkûmu tuvalete doğru sürüklediklerini ve hayatta kalan diğer kişilerin de hatırladığı bir yöntemle mahkûmun ağzını dışkı ile doldurduklarını gördü.
“Gece yarıları, güzel kızları tecavüz etmesi için Albay Süleyman'a götürürlerdi. Albay Süleyman'ı ve yeşil gözlerini hatırlıyorum.” Diyor.
Meryem Hanım albayı, bir güvenlik görevlisinin cenaze fotoğraflarında teşhis etti. Sonra da yere yıkıldı.
Albay ve arkadaşları -eşofman içindeki erkekler-Esad'ın fotoğrafıyla süslenmiş, Albay’ın ofisine bitişik bir odada, yatakta kadınlara saldırdılar diyor. Alkolden kaçınan Müslümanlara ek bir hakaret olarak kurbanlara alkol sıçrattılar.
Kadınların hücresinde tuvalet yoktu. Şiddetli tecavüzlerden sonra gelen kan zemini lekeledi. Bir hücre arkadaşı düşük yaptı. Meryem Hanım’ın kuzeni, bir ay sonra onu serbest bırakmak için bir anlaşma yapıncaya kadar, Meryem Hanım ağırlığının üçte birini kaybettiğini söylüyor. Daha sonra bir sıhhiyeci olarak muhaliflerin bölgesine kaçtı.
Hayatta kalan bir başka kadın, Uluslararası Adalet ve Sorumluluk Komisyonu’nun müfettişlerine ayrı olarak, Albay Cuma tarafından aynı hapishanede aynı ay içerisinde tecavüze uğradığını belirtti. Detaylar, Meryem Hanım’ın söylemleriyle yakından örtüşüyor.
Tecavüze uğramamış kadınlar bile itiraf elde edebilmek için (gardiyanların) elle tacizini, cinsel hakaretlerini, tecavüz tehditlerini ve “vücut aramalarını” rapor etti.
Hayatta kalan birkaç kişi ayrı ayrı, baş müfettişin Şam’daki bir tesiste dijital etki/penetrasyon işini kendisine sakladığını söylüyor. Onu Şirinler’deki (Çizgi Film), “Kötü Büyücü’nün” Arapça adı olan Şerşebil olarak isimlendirdiler. Başını örten bir kişi, başına ve çıplak vücuduna sorgulama sırasında bu kişinin vurduğunu belirtiyor. Detayları ailesinden sakladığını ifade ediyor.
Meryem Hanım’ın ailesi, onu onur ve siyaset kaybı olarak değerlendirdikleri için reddetti. Hükumet yanlısı erkek kardeşi ona ölüm tehditleri gönderdi, kocası onu boşadı.
Bazı muhafazakâr erkekler için çatışma, onlara tutumlarını değiştirtti. Hayatta kalan bazı kişiler ve erkek akrabalar, ailelerinin artık cinsel saldırıdan kurtulanları savaş yaralıları olarak onurlandırdığını söylüyor. Meryem Hanım, eski bir isyancı olan kocasından hiçbir şey saklamadı.
(Kocasının) kendisine “Göğsümdeki bir madalyasın, başımın tacısın.” Dediğini hatırlıyor. “Benim için yemek yaptı, yüzüme yağla masaj yaptı. Beni eski benliğime döndürdü.”
Yaygın Enfeksiyon, Bozuk Yemek
İşkence bir tarafa, sağlıksız gözaltı koşulları çok ekstrem ve sistemli ki, bir Birleşmiş Milletler raporu bunların insanlık suçu anlamına gelen “imha/yok etme” olduğunu belirtiyor.
Eski mahkûmlar pek çok hücrede tuvalet olmadığını ifade ediyor. Mahkûmlar, tuvalet ihtiyaçları için saniyelere sahip olduklarını belirtiyorlar. Yaygın ishal ve idrar enfeksiyonları (sebebiyle) tuvaletlerini kalabalık hücrelere yapıyorlar. Pek çok öğün birkaç lokmalık bozuk, kirli yemekten oluşuyor. Bazı mahkûmlar tamamen psikolojik çöküş sebebiyle ölüyor. Pek çok ilaca el konuluyor, yaralar tedavi edilmiyor.
Münir Fakir 39 yaşında, ancak Mezze, Sednaya ve diğer yerlerdeki çilesinden sonra kendisi en az 10 sene daha yaşlı görünüyor. Eski bir muhalif olan Münir, şiddete başvurmayan muhalefet ile yapacağı toplantı için koyulduğu yolda tutuklandığını söylüyor. Kendisinin önceki-sonraki fotoğrafları resmi (net olarak) gösteriyor: İri bir adam, öyle zayıf, bir deri bir kemik bir şekilde serbest bırakıldı ki karısı onu tanıyamadı.
Sednaya’da soğuğun, konuşmanın ya da “izinsiz uyumanın” cezası olduğunu hatırlıyor Münir Bey İstanbul’daki bir kafede bitki çayından buhar yükselirken. Bir kez, bir aydan daha uzun bir süre, bütün hücre arkadaşlarının battaniye ve kıyafetlerine el konuldu. Dondurucu soğukta çıplak uyudular. Bazen kendilerinin su isteğinin bile reddedildiğini belirtiyor. Bazen kendi derilerini, karıncaların zemin çatlaklarından çıkardıkları kumlarla ovalayarak yıkamayı denediler.
Tanıştığımız gün, Münir Bey tedavi edilmemiş bir diş enfeksiyonu sebebiyle vefat eden bir hücre arkadaşının ölüm yıl dönümünü anıyordu. Çenesi neredeyse bir “başka kafa”kadar şişmişti.
Ancak “tedavi” de ölümcül olabilir. İşkence ve cinayet, diğer cenahlarda, rütbelilerin yaralı memurları/görevlileri ziyaret ettiği hastanelerde gerçekleşiyor diyor Münir Bey, hayatta kalan başka kişiler ve görevlerini terk edenler.
Münir Bey, iki kez yüksek tavanlı ve Şam manzaralı, kolonyal dönemden kalma 601 Nolu Askerî Hastane’ye götürüldü. Her yatağa 6 kişiye kadar çıplak mahkûm zincirlendi.
“Bazen biri ölür ve sayı azalır” diyor. “Bazen onun kıyafetlerini almak için ölmesini istiyoruz.”
Bir keresinde, görevlilerin şeker hastası birinden, insülini ta ki o ölünceye kadar alıkoyduğunu izledim diyor.
Birçok gece, hemşire ve gardiyan olarak iki görevi olan ve kendisine Azrail (ölüm meleği) diyen bir adam bir hastayı alıp buzlu camlı bir kapının arkasına götürürdü.
“(Mahkûmlara) vuran bir kişinin gölgesini görürdük, bir çığlık duyardık, sonrasında ise sessizlik, boğan bir sessizlik.” Diyor Münir Bey. “Sabahleyin, banyonun koridorunda bedenler görürdük. Üst üste yığılmış bedenler. Çıplak ayakla, yoldaşlarımızın bedenlerine bastık.”
Muhanned Ğabbaş Bey de “Azrail” i hatırlıyor. Bacağına derin bir iz bırakan, bir enfeksiyonla aynı hastaneye götürüldü. Gece ağrı kesici için bir amputenin inlediğini ve bir adamın cevabını duydu: “Seni rahatlatacağım.”
Uyuyormuş gibi davranan Muhanned Bey gözlerini kısarak, adamın metal uçlu bir copu havaya kaldırmasını, kendisine “Ben Azrail’im” demesini, hastanın yüzünü ezmesini ve onu kanlı bir ete çevirmesini izledi. Muhanned Bey, cesedi banyonun koridoruna taşımaya zorlandığını ifade ediyor. İçerde iki ceset daha vardı.
Münir Fakir Bey, mahkûmların kendisine, cesetleri ilk önce tuvalete daha sonra da Sezar’ın cesetleri fotoğrafladığı hastaneye taşıdıklarını, söylediklerini ifade ediyor.
“İnsanlar bana inanmadı” diyor. “Sonra Sezar’ın fotoğrafları ortaya çıktı.”
Başka bir hapishaneden kurtulan Ömer El Şogre, Sezar'ın fotoğraflarında görülen cesetlerin alınlarına numara yazmasının emredildiğini belirtiyor. Fakat cesetler yığılıp, parçalandıkça, numaraları kağıtlara yazıp, parçalar halindeki cesetleri kürekle almak zorunda kaldığını söylüyor.
Uluslararası Adalet ve Sorumluluk Komisyonu’nun elde ettiği hükümete ait notlar, Esad’a doğrudan rapor veren Ulusal Güvenlik Bürosu üyesi Askerî İstihbarat Başkanı’nın, hapishanelerde artan ölümleri bildiğini gösteriyor.
2012 yılının Aralık ayına ait bir not, hapishanelerdeki mahkûm ölümlerindeki artışı ve hastanelerde yığılan ve çürüyen cesetleri gösteriyor. Not, yetkililere (istihbarat) ajansı başkanına bu kişilerin nasıl öldüğünü ve ne itiraf ettiklerine dair bilgi verilmesini emrediyor. Yetkilileri, tercihen “gelecekte herhangi bir yargı merciinin” yükümlülüğünden koruma da notta ifade edildi.
Bir yıl sonraki bir başka not o dönemde ölümlerin hâlâ artmakta olduğunu gösteriyor. Hayatları korumak ve son dönemlerde önemli ölçüde artan ölümleri azaltmak için “Temizlik ve hijyen ile tutukluların sağlığına mukayyet olmak mecburidir.” Diyor notta.
Not, sorguyu yapan kişilerin azlığından şikâyet ediyor. Uzun listenin sonuna doğru “hatalardan” bahsedilen ve geç kalan evrak işlerinden de bahsedilen kısma “tutukluların dövülmesi ve onlara karşı olan işkence” de eklenmiş.
Uluslararası Adalet ve Sorumluluk Komisyonu sözcüsü Nerma Jelajic“Sanki tutuklulara iyi bir şekilde davranmaları söyleniyor gibi” diyor. “Ancak, biz bağlamı biliyoruz.”
Uluslararası Adalet ve Sorumluluk Komisyonu’nun belgeleri görevlilerin “emirlere uymama” gibi suçlamalarla cezalandırıldığını ortaya koyuyor. Hiçbir belge işkence için bir kişinin cezalandırıldığından bahsetmiyor.
Kanla Yazılmış İsimler
Tutuklular ve güvenlik görevlilerinden ayrılanlar (gardiyanlar vs.) kötü durumlarını ailelerine ve dünyaya anlatmak için hayatlarını riske attılar.
Dördüncü Bölge zindanında, birkaç tutuklu, tanımlayabilecekleri her mahkûmun ismini dışarı kaçırmaya karar verdi.
Yerel bir insan hakları örgütü için çalışırken tutuklanan Mansur Ömeri,“Yeraltındaki 3 hikâye olsak da çalışmalarımıza devam edebiliriz” dediğini hatırlıyor.
2011'de tesadüfen ilk kez Muhanned Ğabbaş Bey’in aktivizmine ilham veren, başka bir tutuklu olan ve daha sonra kendisi ile Mezze'deki hücresini paylaşan gazeteci Nebil Şurbaci,domates salçası ile kıyafet parçaları üzerine yazı yazmaya çalıştı. Çok belirsizdi. Nebil Bey, en sonunda tutukluların yetersiz beslenmiş diş etlerindeki kanı, pas ile karıştırarak kullandı. Tutuklu bir terzi, kıyafet parçalarını Mansur Ömeri Bey’in kıyafetine dikti. Daha sonra onları dışarı kaçırdı.
Kanla yazılmış mesaj Batı başkentlerine ulaştı; gömlek parçaları Washington'daki Holokost Müzesi'nde sergilendi. Ancak, Nebil Şurbaci Bey hâlâ içerideydi.
“Yorgunluk yüzümün gözeneklerine yayıldı” diye yazdı nişanlısına kısa bir süre boyunca mektuplara izin veren bir hapishanede. “Gülmeye çalışıyorum ama gönül yarasıyla karıştığı için sabra ve sana sarılıyorum.”
İki yıl sonra, serbest bırakılan bir tutuklu, Nebil Bey’in dövülerek öldürüldüğünü bildirdi.
‘Bizi Unutma’
Suriye, Lübnan, Türkiye, Ürdün, Almanya, Fransa, İsveç ve ötesinde aileler ve hayatta kalmayı başarabilenler ilerliyor.
2013 yılında serbest bırakıldıktan sonra, Muhanned Ğabbaş, Suriye’de muhaliflerin kontrolündeki son toprak parçasındaki kadın hakları ve mülteciler için yardım programları yürüttüğü Gaziantep’te ulaştı.
Meryem Hanım, bir mülteci okulunda çalışıyor ve hayatta kalan diğer kadınları güçlendirmeye çabalıyor. Eşinin yemeklerinin tombul yanaklarını canlandırdığı Münir Bey, Sednaya Hapishanesi’nden sağ çıkabilenlerin, birbirlerinin tecrübelerini belgelemelerine, travmadan kurtulmalarına ve iş bulmalarına yardım eden bir tür “mezun derneğine” katıldı.
Mazen Derviş Bey, uykusuzluk ve kapalı alan korkusu ile mücadele ediyor. Ancak, sorumluluk/hesap verme için çalışmalarına devam ediyor. Kısa süre önce, Suriye’de ölen Suriyeli-Fransız bir baba ve oğlu için bir duruşma celsesinde, Mezze Hapishanesi konusunda bir Fransa mahkemesinde şahitlik etti. Oğul üniversite öğrencisi, baba ise Şam’daki Fransız okulunda bir öğretmen idi. Bu durum, Fransız savcıların en üst düzey güvenlik yetkilisi Ali Memlük, Hava Kuvvetleri İstihbarat Şefi Cemil Hassan ve Mezze Hapishanesi’ni yöneten kişi için tutuklama kararı çıkarılmasının, güvence altına alınmasına yardımcı oldu. Eğer şimdi, Ali Memlük Avrupa’ya seyahat eder ise tutuklanabilir.
Mazen Derviş, kovuşturma/dava tehdidinin tutukluları kurtarmak için geriye kalan tek araç olduğunu söylüyor.
“Size enerji veriyor, ancak bu ağır bir sorumluluk” diyor. “Bu bir hayatı kurtarabilir. Bazıları benim arkadaşlarım. Serbest bırakıldığımda “Lütfen bizi unutma” dediler.”
Geçen yıl Birleşmiş Milletler Genel Meclisi, savaş suçu davalarının hazırlıklarını merkezileştirmek için yeni bir organ olan Uluslararası Bağımsız ve Tarafsız Mekanizma’yı oluşturmak ve finanse etmek için oy kullandı. Ancak yapı, icra etme, suçlama ve tutuklama gücüne sahip değil.
Suriye savaşı siyasi bir çözüm olmadan devam ediyor. Barış görüşmelerinin durması ile, Rusya, Batı’yı, reformları erteleyerek, Suriye ile ilişkileri normalleştirmeye ve ülkenin yeniden inşasını finanse etmeye teşvik ediyor.
Güvenliği için ismini vermek istemeyen bir Suriyeli, hükümetin savaş gayreti konusunda üst düzeyde bilgi verdi ve son dönemlerde istihbarat, güvenlik ajanslarının insan haklarına saygı duyması için reform yapma şansının olmadığını belirtti. En fazla, Rusya gözaltı aygıtını daha etkin bir hâle getirebilir dedi.
Kayıp tutukluların milyonlarca akrabası, sosyal ve psikolojik bir belirsizlik içinde yüzüyor. (Tutukluların/mahkûmların) ölüm belgeleri olmadan, dul kadınlar yeniden evlenemiyor, çocuklar miras alamıyor.
Şu an Berlin’de yaşayan Fedva Mahmut’un, eşi Abdülaziz el-Hayr’ın yaşayıp yaşamadığına dair bir fikri yok.
6 yıl önce ünlü bir muhalif olan Abdülaziz el-Hayr, hükumet ve şiddete başvurmayan muhalefet arasındaki görüşmeler için güvenlik garantileri eşliğinde yurt dışından Şam’a uçtu. Fedva Hanım’ın oğlu, onu almaya gitti. Hava Kuvvetleri İstihbaratı tarafından kontrol edilen havaalanından asla dışarı çıkamadılar. O zamandan beri kendilerinden haber alınamıyor.
“Depresyona girmeye hakkımız yok.” diyor Fedva Hanım oturma odasında bir battaniye örerken. “Devam etmek zorundayız.”
Köşede bir battaniye yığını duruyordu: eflatun, sarı, süt mavisi. Hâlâ büyüyor yığın. Kocasının hapishanede üşüdüğünü tahayyül ediyor kendisi. Onun için bu battaniyeleri hazırlıyor.
Beyrut eski büro şefi Anne Barnard, Dış İlişkiler Konseyi’nde, Edward R.Murrow Üyesi’dir.
Rapor’a Saad Alnassife ve Carlotta Gall tarafından Gaziantep’den, Karam Shoumali tarafından Berlin’den ve Mahmoud Bitar tarafından Reyhanlı’dan katkıda bulunuldu.