“Srebrenitsa devasa bir mezbahaya dönüyor...”
Önlerine gelen herkesi öldüren, evleri yakıp yıkan gözü dönmüş Sırpların komutanı Ratko Mladiç, öğleden sonra şehre girdiğinde etrafındaki kameralara bakarak şöyle söyleyecekti: "İşte 11 Temmuz 1995’te Sırp şehri Srebrenitsa’dayız. Büyük bir Sırp bayramı arifesinde iken bu şehri Sırp milletine armağan ediyoruz. Nihayet, dahiyalara karşı gerçekleştirdiğimiz ayaklanmadan sonra, bu toprakta Türklerden intikam almamızın vakti geldi." Aynı anlarda Nihad Catic ve arkadaşları, doğup büyüdükleri Srebrenitsa’yı arkalarında bırakıyor ve güvenli bir yere ulaşmak ümidiyle orman içlerine doğru ilerliyordu.
10 Temmuz 1995. Bugünkü Bosna Hersek-Sırbistan sınırının yakınlarında küçük bir kasaba, savaşın örttüğü karanlığın altında umutsuz bekleyişini sürdürüyor; savaştan öncesine nazaran neredeyse üç katına yaklaşan nüfus, açlık ve hastalıkların ardından daha büyük bir imtihanla sınanmaya hazırlanıyordu. O gün, uzun zamandır civarda bulunan düşman birlikleri artık şehrin merkezini hedef almaya başlamış ve 20’li yaşlarının ortasındaki genç bir adam, sahip olduğu tek silahı kullanarak mücadelesini sürdürmek üzere mikrofonun başına geçtiğinde, ülkenin başka yerlerindeki saldırılardan kaçarak buraya sığınan binlerce insanın akıbeti de az çok belli olmuştu.
Savaşın başından bu yana devlet televizyon ve radyosuna şehirdeki durumla ilgili raporlar geçen amatör radyocu genç adam, o gün, önceki günlerde hiç olmadığı kadar umutsuz bir tonda sesleniyordu kendisini dinleyenlere. Zira tarihin en kanlı katliamlarından birini gerçekleştirmeye hazırlanan katiller gözle görünecek mesafeye gelmiş, binlerce savunmasız insanı şehre toplayanlar başta olmak üzere tüm dünya yaşanacak mezalime sırtını dönmüştü. Genç adam bir daha konuşmamak üzere yayını sonlandırdığındaysa tarihi yırtıp geçen bir cümle yankılandı telsiz sinyalinin gelip geçtiği boşlukta: “Srebrenitsa devasa bir mezbahaya dönüyor…”
***
Farklı inanç ve etnik kökenlerden milyonlarca insanın iç içe yaşadığı Balkanlar, 20. yüzyılın sonlarına doğru büyük bir gerilimin merkezi haline gelmişti. Yaklaşık 30 yıl boyunca Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’ni diktatörlükle yöneten Josip Broz Tito’nun ölümünün ardından federe devletlerde tırmanan milliyetçi rekabet giderek çatışmaya dönüşmüş ve bilhassa 1989 seçimleriyle birlikte Sırp Cumhuriyeti’nin başına geçen Slobodan Milosevic’in saldırgan politikaları, bölgeyi geri dönülmez bir yola sokmuştu. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin resmen dağılma sürecine girmesiyle birlikte ortaya çıkan yeni konjonktür Balkanlar’ı da tesiri altına alıyor ve özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan baskı ve zulümlerin sonuçları gün yüzüne çıkmaya başlıyordu.
Slovenya ve Hırvatistan’ın Yugoslavya’dan ayrılarak bağımsızlıklarını ilan etmelerinin akabinde, bölgede yaşayan Sırplar, olası yeni kopmaların önüne geçmek ve daha fazla toprak kaybetmemek için harekete geçmiş ve işgal planını devreye sokmuşlardı. Öncelikli hedef, Bosna Hersek içlerinde Sırpların yaşadığı bölgeleri elde tutmak ve Yugoslavya’ya bağlı yeni bir ülkecik kurmaktı: Bosna Hersek Sırp Cumhuriyeti. 1992 yılının ocak ayına gelindiğinde bu ülkecik resmen ilan edilmiş ve Bosna Hersek’in bağımsızlığına uzanan yolun hiç de kolay geçilmeyeceği tüm dünyaya gösterilmişti.
Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlık ilanlarının üzerinden henüz bir yıl geçmeden, Mart 1992’de, tüm engellemelere rağmen, Aliya İzzetbegoviç önderliğindeki Boşnaklar ve Bosnalı Hırvatlar bağımsızlık referandumuna gidiyor ve yüzde 100’e yakın bir sonuçla Yugoslavya’dan ayrılmak isteği ortaya konuyordu. Aynı yılın nisan ayında Bosna Hersek Parlamentosu’nda alınan kararla bağımsız Bosna Hersek Devleti resmen ilan edilse de Sırplar, kolay kolay vazgeçecek gibi görünmüyordu.
Radovan Karadzic liderliğindeki Sırplar, Yugoslavya’dan aldıkları askeri destekle birlikte Bosna içlerine doğru ilerlemeye başladığında tarihler yine Nisan 1992’yi gösteriyordu. Askeri yapılanması oldukça yetersiz durumdaki bu yeni ülke karşısında pek de zorlanmadan ilerleyen Sırp güçleri, çok geçmeden Bosna Hersek’in yüzde 70’ini işgal etmiş, binlerce insanın kanına girmişti bile. Pek çok batılı devletin ülkeyi tanımasının yanı sıra Birleşmiş Milletler’in, Bosna Hersek’in 22 Mayıs 1992 tarihli üyelik başvurusunu kabul etmesi de Sırpları durdurmuyor ve saldırılar şiddetlenerek devam ediyordu.
Uluslararası kurumların ve kamuoyunun teşvik ettiği “barışçıl” çözümler, bölgedeki olayları sona erdirmek şöyle dursun, ateşin körüklenmesine sebep oluyor ve savaşın acımasız yüzünü daha da görünür kılıyordu. Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlara 3’er kanton vermek ve Saraybosna’yı uluslararası bir yönetime devretmek içerikli Vance-Owen Planı’nın da reddedilmesiyle birlikte bu kez Güvenli Bölgeler Planı gündeme gelmiş; kısa süre önce Irak’ta uygulanan ve nispeten başarılı olduğu gözlenen bu plan Bosna’ya uyarlanarak altı bölge “güvenli” ilan edilmişti.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, önce 16 Nisan 1993 tarih ve S/RES/819 sayılı kararıyla Bosna Hersek - Sırbistan sınırında bulunan Srebrenitsa’yı, daha sonra da 6 Mayıs 1993 tarih ve S/RES/824 sayılı kararıyla da Zepa, Tuzla, Gorazde, Bihaç ve Saraybosna’yı “güvenli bölge” ilan etmişti. Konsey, Boşnak sivillerin Sırp savaşçıların saldırılarından bu bölgelere sığınarak korunmasını, insani yardım malzemelerinin, sığınmacı konumundaki bu insanlara daha kolay ulaştırılmasını ve dolayısıyla yeni göç hareketlerinin önüne geçilmesini umuyordu. Ancak Bosna’da akan kanı durdurmak için ummaktan çok daha fazlasına ihtiyaç vardı; zira zaman, tarihin en kanlı katliamlarından birine doğru akıyordu.
***
Milenko Vockic, savaş döneminde Radyo Bosna Hersek’in yöneticiliğini yapıyor ve ekibiyle birlikte ülkede olup biteni duyurmak için insanüstü bir gayret gösteriyordu. Çatışma hatlarındaki gönüllülerin yaptığı yayınları takip eden Radyo Bosna Hersek ekibi, buradan derledikleri bilgileri hem kendi dinleyicilerine hem de uluslararası ajanslar vasıtasıyla bölgedeki savaşı takip eden dış dünyaya ulaştırmaya çalışıyorlardı.
Vockic ve beraberindekiler yaklaşık üç yıldır devam eden savaş sırasında nice acıya tanıklık etmiş, nice üzücü gönüllü raporu dinlemiş ve nice kahredici haber ve yayın yapmak zorunda kalmışlardı. Ancak aldıkları hiçbir haber, o günkü kadar çaresiz hissettirmemiş; telsiz yayınında işittikleri hiçbir ses, Milenko Vockic’in “Bize her şeyi anlatıyordu” diyerek tarif edeceği ses kadar hafızalarına kazınmamıştı: “Srebrenitsa devasa bir mezbahaya dönüyor…”
***
Savaş öncesinde kahir ekseriyeti Müslümanlardan müteşekkil yaklaşık 20 bin kişinin yaşadığı Srebrenitsa, Nisan 1993’de güvenli bölge ilan edilmesinin ardından hızla göç almış ve kaldırabileceğinden çok daha fazla insanın barındığı bir mülteci kampı hüviyetine bürünmüştü. Birleşmiş Milletler’in yönlendirmesiyle birlikte güvende olacaklarını düşünen çoğunluğu çocuk ve kadın on binlerce Boşnak, Sırpların kendilerine reva gördüğü zulümden kaçarak buraya geliyor ve savaşın sona erip de evlerine dönecekleri günü beklemeye başlıyordu. İnsani yardımların şehre ulaşmasında yaşanan güçlükler beraberinde kıtlık ve hastalık getiriyor; 60 binin üzerinde insan, tüm dünyanın gözleri önünde kaderine terk ediliyordu.
Srebrenitsa, savaşın üçüncü yılını doldurduğu günlerde kritik bir konuma sahip olmuş, Birleşmiş Milletler Barış Gücü askerleri tarafından korunan şehrin üzerindeki baskı artmıştı. Zaman içinde Srebrenitsa’ya gelen Boşnak savaşçıların tüm silahları şehrin güvenli bölge olduğu ve Birleşmiş Milletler askerleri tarafından zaten korunduğu gerekçesiyle toplanıyor; Sırpların tehditleri karşısında kendini savunamayacak durumdaki Boşnaklar, burada görev yapan Hollandalı askerlerin insafına bırakılıyordu. Civarda konuşlanan ve uzun zamandır etkileyici bir direniş gösteren Boşnak birlikleri de farklı cephelerde devam eden çatışmalara destek vermek maksadıyla bölgeden uzaklaştırıldığında takvimler 1995 Temmuz’unu gösteriyordu. Srebrenitsa, öylece ortada kalmış ve gözlerini kendisine dikmiş bekleyen avcılara adeta altın tepsi içinde sunulmuştu.
***
Nihad “Nino” Catic, 29 Ağustos 1969 günü dünyaya gözünü açtığı Srebrenitsa’dan neredeyse hiç ayrılmamış; hayatının en güzel günlerini memleketinde yaşamış, en özel hatıralarını memleketinde biriktirmişti. Genç adam, Henüz 20’li yaşlarının yaşında patlak verecek savaşın hayatını bütünüyle değiştireceğinden habersiz, annesi Hajra ve babası Junuz Catic’le birlikte olması gerektiği giden bir hayat sürüyor, arkadaşlarıyla zaman geçiriyor, yazdığı şiirleri edebiyat dergilerinde yayınlatmanın heyecanını yaşıyor ve hepsinin yanında amatör olarak da radyoculukla uğraşıyordu.
1992 ilkbaharında başlayan savaş, yüz binlerce insanınkine yaptığı gibi, genç Nihad’ın hayatını da altüst etmişti. Annesi ve babasıyla eski neşeli sohbetleri edemiyor, arkadaşlarıyla savaşın haricinde bir şey konuşamıyor, şiire vakit ayıramıyordu. Keyfi uğraşı radyoysa binlerce insanın dış dünyaya açılan tek kapısı haline gelmiş, “Srebrenitsa’nın Sesi” olmuştu. Günden güne artan sığınmacı sayısını, ölümcül boyutlara ulaşan kıtlığı, salgın hastalıkların sebep olduğu ölümleri ve 1995 yazı yaklaştıkça şehrin üzerine çöken kasveti hep o duyurmuştu. Yaklaşık iki buçuk yıldır hemen her gün mikrofonun başına geçiyor ve sahip olduğu tek silahı kullanarak mücadelesini sürdürüyordu. Ta ki 10 Temmuz 1995’e kadar.
***
Bosna Sırp Cumhuriyeti Başkanı Radovan Karadzic’in verdiği emirle başlayan Krivaja 95Operasyonu kapsamında hareket eden Sırp güçleri, Srebrenitsa’ya doğru taarruza geçmiş ve 1995 Haziran’ının ilk günlerinde şehrin yakınlarında bulunan ve Hollandalı Barış Gücü askerlerince korunan ilk gözlem noktasını ele geçirmişlerdi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni oluşturan ülkeler ve uluslararası kamuoyunun sessizliğinden faydalanan Drina Kolordusu Komutanlığı askerleri ve beraberindeki Sırp çeteleri, Srebrenitsa’yı ele geçirmek ve planladıkları katliamı yapmak için şartların olgunlaştığını anlamışlardı; gün, onların günüydü.
- 6 Temmuz’un ilk saatlerinde Birleşmiş Milletler tarafından güvenli bölge olarak lanse edilen ve silahtan arındırılan Srebrenitsa’nın kapısına dayanan Sırplar, şehrin yakınlarındaki Boşnak mevzilerini tank ve top atışlarıyla dövmeye başlamıştı. Bombardımanın akabinde Bosna Sırp Cumhuriyeti ve Yugoslavya Halk Ordusu’na bağlı piyadeler ve Rusya, Yunanistan, Ukrayna, Bulgaristan, Romanya gibi ülkelerden gelen gönüllü savaşçılar da merkeze doğru karadan harekete geçmişti. Bu sırada, üzerlerine gelen düşman karşısında çaresizce beklemek istemeyen binlerce Boşnak, daha önce bölgenin silahtan arındırılması kapsamında toplanan silahlarını geri istiyor, ancak şehrin korumasının Birleşmiş Milletler Koruma Gücü’ne bağlı Hollandalı askerlere ait olduğu gerekçesiyle bu istekleri reddediliyordu.
7, 8 ve 9 Temmuz boyunca devam eden Sırp saldırıları sonucu az sayıda ve neredeyse silahsız halde direnmeye çalışan Bosna Ordusu askerleri de Srebrenitsa merkezine çekiliyor ve şehirdeki binlerce sivilin kaderi artık tamamıyla Hollandalı askerler ve Sırpların eline bırakılıyordu. Bu sürede ele geçirilen Bilyek ve Lyubisaviç askeri üslerinde görevli Hollandalı askerler Sırplar tarafından rehin alınmış ve kendilerine direniş gösterilmemesi için pazarlık unsuru olarak kullanılıyorlardı. Dış dünyada adeta yaprak kımıldamıyor; Birleşmiş Devletler ya da başka herhangi bir yerden hala caydırıcı bir manevra gelmiyordu. Olup biten karşısında iyice cesaretlenen Sırplar, artık deyim yerindeyse gemi azıya alıyordu.
***
- Nihad “Nino” Catic, o gün, önceki günlerde hiç olmadığı kadar umutsuz bir tonda sesleniyordu kendisini dinleyenlere. Zira tarihin en kanlı katliamlarından birini gerçekleştirmeye hazırlanan Sırplar gözle görünecek mesafeye gelmiş, binlerce savunmasız insanı Srebrenitsa’ya toplayan Birleşmiş Milletler başta olmak üzere tüm dünya yaşanacak mezalime sırtını dönmüştü.
Genç adam bir daha konuşmamak üzere yayını sonlandırdığındaysa tarihi yırtıp geçen bir cümle yankılandı telsiz sinyalinin gelip geçtiği boşlukta:
Srebrenitsa devasa bir mezbahaya dönüyor… Hastaneye sürekli ölü ve yaralı getiriyorlar. Bunu tarif etmek imkânsız. Buraya saniyede üç mermi düşüyor! Dünyada birileri Srebrenitsa ve sakinlerinin başına gelen trajediye şahitlik edecek mi?
10 Temmuz’da Srebrenitsa şehir merkezine bir kilometre kalıncaya kadar yaklaşan Sırp güçleri, doğrudan şehir merkezini, savaş planları çerçevesinde daha önceden belirlenen toplanma noktalarını hedef almış ve yoğun bir bombardıman daha başlatmışlardı. Binlerce insanın yaşadığı şehre ardı ardına düşen top ve tank mermileri, onlarca insanı yaralamış ve öldürmüştü bile.
Yaklaşık iki bin Boşnak’ın sığındığı Srebrenitsa Hastanesi’ne düzenlenen saldırı, adeta Sırpların yapacaklarının bir ön izlemesi oluyor ve burada da çok sayıda insan hayatını kaybediyordu. Srebrenitsa’da tam manasıyla kıyamet koparken şehirden dışarıya yalnızca tek bir ses ulaşıyordu, amatör bir radyocu olan 26 yaşındaki Nihad “Nino” Catic’in sesi: “Srebrenitsa devasa bir mezbahaya dönüyor…”
Aynı gece, şehri savunmak ve karşı taarruza geçmek üzere bölgeye hareketlenmeye niyetlenen Boşnak güçleri, Birleşmiş Milletler Koruma Gücü’ne bağlı 400 Hollandalı askeri komuta etmekle görevli Albay Thom Karremans tarafından ikna edilmiş ve harekâttan vazgeçmişlerdi. Karremans, Sırplara çok ciddi notalar verildiğini söylüyor ve bunları dikkate almazlarsa NATO müdahalesinin başlayacağını iddia ediyordu.
Oysa Bosna Barış Gücü Komutanı Fransız General Bernard Janvier, kendisine ulaşan her türlü talebi geri çevirecek ve 11 Temmuz sabahı erken saatlerde Sırp birliklerinin üzerinden uçarak birkaç tank bombalayan iki NATO F-16'sı haricinde hiçbir yardım gelmeyecekti.
Sırp güçleri artık Srebrenitsa’nın merkezine taarruza kalkmış ve neredeyse hiçbir engelle karşılaşmadan şehre girmişti; zira sığınmacıları korumakla görevli Hollandalı askerler de Bilyek ve Lyubisaviç’te esir alan hemşerileri üzerinden pasivize edilmişti.
Önlerine gelen herkesi öldüren, evleri yakıp yıkan gözü dönmüş Sırpların komutanı Ratko Mladiç, öğleden sonra şehre girdiğinde etrafındaki kameralara bakarak şöyle söyleyecekti: "İşte 11 Temmuz 1995’te Sırp şehri Srebrenitsa’dayız. Büyük bir Sırp bayramı arifesinde iken bu şehri Sırp milletine armağan ediyoruz. Nihayet, dahiyalara karşı gerçekleştirdiğimiz ayaklanmadan sonra, bu toprakta Türklerden intikam almamızın vakti geldi." Aynı anlarda Nihad Catic ve arkadaşları, doğup büyüdükleri Srebrenitsa’yı arkalarında bırakıyor ve güvenli bir yere ulaşmak ümidiyle orman içlerine doğru ilerliyordu.
***
Hajra Catic savaşta kaybolan eşi Junuz ve oğlu Nihad’a ait en ufak bir iz bulmak için yıllarca çabalamış; yetkililerin yaptığı çalışmalarla yetinmeyip kendisi de bölgede dolaşarak sevdiklerine ait bir parça aramıştı. Nihayet 2005 yılında Kozluk yakınlarında tespit edilen bir toplu mezardan çıkarılan kemiklerden bazıları Junuz Catic’le eşleşmiş ve talihsiz adam en azından bir mezar sahibi olmuştu.
Hajra’nın, arkadaşlarıyla birlikte orman yolundan giden Nihad’a dair edinebildiği tek bilgiyse, oğlunun bir şarapnel parçasıyla yaralandığı ve en son o halde görüldüğü olmuştu. Genç adamın son kez görüldüğü bölgeyi didik didik arayan Hajra Catic, burada da aradığını bulamamıştı. Bugün hala Nihad’a dair bir haber alamayan ve oğlunun bir mezarı olduğunu göremeyen Hajra, yaşadığı acıyı şöyle anlatacaktı: “Artık oğluma ait bir şey bulunacağına inancım kalmadı ve bunu başaramadan öleceğim için çok üzgünüm…”
***
- Sırp güçlerinin 11 Temmuz günü Srebrenitsa merkezine girmesiyle birlikte on binlerce Müslüman Boşnak, şehri terk etmiş ve bir kısmı yakınlardaki Potoçari’de bulunan bir fabrikaya sığınırken bir kısmı da orman yoluyla Tuzla’ya doğru yola çıkmıştı. Birleşmiş Milletler Koruma Gücü’ne bağlı askerler tarafından Potoçari’deki fabrikada “koruma” altına alınan yaklaşık 25 bin Boşnak, ilerleyen saatlerde öylece Sırplara teslim edilmiş; çocuklar da dahil erkeklerin büyük kısmı acımasızca öldürülürken kadınların da bir çoğu tecavüze uğramıştı. Tarihin şahitlik ettiği en büyük zulümlerden ve soykırımlarından biri, binlerce mazlumun çığlıklarıyla birlikte eski bir akü fabrikasının duvarlarına siniyordu.
Orman yolundan Tuzla’ya varmaya çalışan birçok Boşnak’ın akıbeti de geride kalanlardan farklı olmamıştı: Keskin nişancılar tarafından tek tek öldürülenler, gruplar halinde kaçarken yakalanıp topluca infaz edilenler, asılanlar, kesinler, kurşuna dizilenler… Srebrenitsa’daki her karış toprakta, her taşta, her duvarda hissedilen ölüm, yemyeşil ağaçlarda da yer bulmuştu kendine. Günler ve gecelerce devam eden soykırım boyunca herhangi bir müdahaleyle karşılaşmayan Sırplar, tahayyül ettikleri her bir caniliği hayata geçirmiş; gruplar halinde infaz ettikleri Boşnakları yine öylece toplu mezarlara doldurmuştu.
Srebrenitsa’daki katliam devam ederken 12 Temmuz günü “acil” koduyla toplanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Sırp güçlerinin bölgeden çekilmesi yönünde bir karar ilan etse de, bu karar dünyadan yükselmeye başlayan tepkilerin gazını almaktan başka bir işlev görmemiş ve Sırpları durdurmamıştı. İzleri asırlar boyunca silinmeyecek sistematik bir soykırım yürüten Ratko Mladic ve askerleri, 8 binden fazla Boşnak erkeğini ormanlık alanlarda, fabrikalarda ve depolarda katletmiş; bir o kadar kadına da işkence ve tecavüz etmişti. Srebrenitsa, insanlık tarihine kapkara bir leke olarak geçecekti.
***
- Mart 1992’de başlayan Bosna Savaşı, Aralık 1995’te imzalanan Dayton Anlaşması’yla sona erdi; Bosna Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzetbegoviç, Sırbistan Cumhurbaşkanı Slobodan Miloşeviç, Hırvatistan Cumhurbaşkanı Franyo Tucman ve ABD Başkanı Bill Clinton’ın elçisi Richard Holbrooke’un katılımıyla Bosna-Hersek Cumhuriyeti resmen ilan edildi.
Avrupa’nın orta yerinde yıllarca devam eden savaş, büyük çoğunluğu Boşnak olan 200 bini aşkın insanın ölümüne, binlercesinin sakat kalmasına ve bir milyonu aşkın insanın da evini terk etmesine sebep olmuş; İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yaşanan en büyük soykırıma zemin hazırlamıştı. Bunca yaşanan acı ve zulmün ardından tarafların tamamının katılımıyla imzalanan anlaşma, en azından kısa vadede suların durulmasını sağlamış gibi görünse de ileriye dönük yeni sorunların tohumunu ekmişti.
- Savaş süresince yaptıklarıyla “Bosna kasabı” olarak anılan Slobodan Milosevic, Ratko Mladic ve Radovan Karadzic gibi isimler, savaşın sona ermesinden yıllar sonra “insanlığa karşı” işledikleri suçlar sebebiyle Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılandı. Milosevic, 2006 yılında devam eden davası sırasında hücresinde ölü bulunurken; Mladic ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı ve Karadzic de 40 yıl mahkumiyetle cezalandırıldı. Savaş süresince Boşnak halkının liderliğini yapan Aliya İzzetbegoviç ise bağımsız Bosna-Hersek’in ilk cumhurbaşkanı olarak görev yaptı ve Ekim 2003’teki vefatına kadar da bu görevini sürdürdü.
Srebrenitsa’da yaşanan soykırımda hayatını kaybedenlerin birçoğu yıllar içinde bulunan toplu mezarlardan çıkarılan kemikler vasıtasıyla tespit edildi ve bugüne kadar kimliği belirlenen 6 bin 610 kurban, her yıl 11 Temmuz’da düzenlenen törenlerle Potoçari’deki akü fabrikasının karşısındaki soykırım mezarlığına defnedildi. Büyük bir titizlikle yürütülen arama çalışmalarına rağmen hala kendisine ait bir ize rastlanmayan bini aşkın kurban bulunuyor. Bu kurbanlardan biri de 10 Temmuz 1995’da Srebrenitsa’dan yapılan son radyo yayınının sahibi Nihad “Nino” Catic…
Nihad’ın annesi Hajra Catic’in kişisel çabaları da oğluna ulaşılması için yeterli olmadı ve bugün hala “kayıp” durumundaki genç adamla ilgili malumun ilamı bir türlü gerçekleşmedi. Yakın tarihinde büyük acılar yaşayan Bosna-Hersek ise, tıpkı Nihad Catic gibi, Dayton Anlaşması’yla kendisine dayatılan malumun ilam edileceği günün tedirginliğiyle yaşamaya devam ediyor…