Mülteciler: Asimilasyon, entegrasyon ve diaspora
Mülteciler bağlamında ele alınan asimilasyon, entegrasyon ve diaspora kavramları için birçok farklı çalışma yapılmış, pek çok fikir öne sürülmüştür. Bu konu hakkında önemli bir literatür oluşmuştur. Çoğunlukla örnek ülkeler üzerinden yapılan bu çalışmalar bazen yeterli sonuç verememektedir.
Özellikle “asimilasyon” kelimesini kullanmaktan kaçınan Avrupa ülkeleri, azınlık veya sığınmacıların “entegrasyon” sürecine girmesi gibi “masum” tanımlamalara başvurur. Entegrasyon ifadesi ilk bakışta masum bir ifade gibi görünse de beklenmedik sonuçlar doğurabilir. Mültecilerin entegrasyon sürecinde özellikle, ülkelerin iç siyasetleri derinden etkileyen, farklı sosyolojik tepkiler ortaya çıkar.
Mültecilerin, alışılmadık yaşam pratikleri ve yerleştikleri bölgeler dolayısıyla gözler sürekli üzerlerindedir. Bu durumun ortaya çıkmasında birçok faktörün etkisi vardır. Özellikle Hopkins'in dediği gibi “Ani demografik değişiklikler, belirsizlik ve dikkat yaratır.” Siyasi bir amaç için oy potansiyeli görülüp, dikkate alınmadıkları bir tarafa, medyanın mültecilerle ilgili haberleri yansıtma biçimi de onlara karşı yöneltilen ön yargıları ve olumsuz görüşleri pekiştirmektedir.
Özellikle son dönem “Arap Baharı” ve iç savaşlar ile birlikte dünya gündeminde önemi git gide artan mülteci sorunları yaşandı. Ülkelerindeki iç savaştan kaçan binlerce kişi güvenli buldukları en yakın ülkelere sığındı. Bu ülkeler, başta Türkiye olmak üzere, bu sığınmacılara mümkün olduğunca yardım etmeye çalışıyor, ancak artan rakamlar sorunları beraberinde getiriyor. Mültecilerin birçoğu içinde bulundukları kötü koşulları bir kenara bırakarak göç ettikleri ülkelere adapte olmaya çalışıyorlar. Yeni bir ülkeye intibak süreci tek başına göründüğü kadar kolay olmuyor.
- Bürokratik olarak karşılaştıkları birçok sorun nedeniyle mültecilerin ciddi bir bölümü bir işte çalışamıyor ve plansız yerleşim nedeniyle yaşadıkları bölgelerde pek çok sorunla karşılaşılıyor.
Süreç içinde mültecilerin önemli bir kısmı yüzünü Avrupa’ya döndü. Birçoğu Avrupa'ya gitmeyi ve iltica talep etmeyi denediler. Tabii ki Avrupa'ya ulaşmak isteyen mültecileri zorlu bir yolculuk bekliyordu. Bu yollardan en zor olanı deniz yoluydu. Yüzlerce insan Avrupa’ya ulaşmaya çalışırken kapasitesinden fazla yolcu alan botlar tekneler yüzünden denizde boğuldu.
Bu zorlu yolculuğu sağ salim tamamlayabilenler ise ebeveynlerini, çocuklarını ve akrabalarını geride bırakarak Avrupa kıyılarına ulaştılar. Durumun psikolojik etkileri bir yana, mülteciler özellikle Yunanistan'da karşılaştıkları katı prosedürler nedeniyle planladıkları ülkelere gidemediler. Öte yandan, bu süreçte İsveç ve Almanya gibi ülkeler gönüllü olarak binlerce kişiye ev sahipliği yaptı. Ancak, sorun mültecilerin geçici olarak misafir edilmesiyle bitmiyor, tam aksine asıl sorun burada başlıyordu. Peki bu insanların ulaştığı Avrupa ülkelerine entegre olmaları mümkün mü, mümkünse nasıl sağlanır? Entegrasyonu nasıl anlamalıyız?
Entegrasyon süreciyle ilgili birçok fikir öne sürüldü. Ancak Ager ve Robinson’un önerisinde bahsettiği gibi "entegrasyon" birçok kişi tarafından kullanılan ancak herkesçe başka şekilde anlaşılan bir kelimedir. İlk zamanlarda, sığınmacı olan insanları geldikleri kalabalığa entegre etme amacı taşıyan bu fikir, mültecilerin vatandaşlık alma hakkı elde edecekleri şeklinde yorum ve eleştirilere neden oldu.
- Vatandaşlık tartışmalarının ötesinde, sığınmacı olarak gelen kişilerin bu ülkelere sosyolojik ve psikolojik olarak adapte olmaları ciddi bir konu haline geldi.
Entegrasyon, ifade edilen politika hedefi ve mültecilerle çalışmak için hedeflenen sonuç olarak önemini korumaktadır. Özellikle, ev ve iş gerekliliklerin ortadan kaldırılması ile ekonomik problemler sosyal problemlere dönüşmesi engellenmeye çalışıldı. İş bulmak, belki de topluma entegre olmanın en etkili yoluydu. İsveç'e iltica etmiş bir mültecinin dediği gibi “Bana göre entegrasyon iştir, eğer çalışırsak bütünleşiriz.” Mülteciler iş bulabildiklerinde; hem ülke ekonomisine fayda sağladıkları hem de kendi maddi durumlarını iyileştirdikleri için, okullar ve üniversiteler gibi toplumun bir parçası olan kurumlardan faydalanmak için daha fazla zamanları olacaktır.
Bu noktada, İsveç ve Norveç'ten örnekler veren Valenta, makalesinde, aynı zamanda şahsi olarak da gözlemlediğim gibi, bu olayın İskandinavya mülteci entegrasyonuna ait geleneğinin bir parçası olduğunu belirtmektedir. İsveç ve Norveç mülteci entegrasyon politikalarının, konut ve istihdam gibi iki önemli ayağı olan yardımlardan bahseder. Bu yardımlarla mülteci entegrasyonunun kolaylaştırması amaçlanır. Bu yardımların ve çözüm planlarının düzgün işlemesi amaçlansa da, bu her zaman mümkün olmamaktadır. Mülteci sorunu, sağ partilerin yükselişi gibi, ülke içindeki sosyolojik ve politik çatışmaları da alevlendirebiliyor.
- Konu vatandaşlık vermeye geldiğinde, şu terimleri gözden geçirmek gerekiyor: Ulus devlet, milliyetçilik, vatandaşlık ve ait olmak.
Mülteci Yerleşimi ve Milliyetçi Popülizm
Popülist partiler ve hükümetler, özellikle Avrupa'da ve dünyanın farklı bölgelerinde artış göstermektedir. Bu durum ülkeler arasındaki ilişkileri etkilerken, mültecilerin ve yabancıların iç politikadaki bakış açılarını da etkilemektedir. Nüfusu az olan ve önemli sayıda mülteci barındıran İsveç ve Norveç gibi ülkeler bu durumdan daha fazla etkilenmektedir. Mülteciler hakkındaki olumsuz fikirlerin yakın zamanda ülkemizde de olduğu gibi ırkçı bir tutuma dönüştüğü görülmektedir.
Bugün için ırkçılık dil, din ve ten renginden öte, temel olarak kendi uluslarını önemsiyormuş gibi görünmek kılıfında yeni sloganlar üretmiş durumda. Bu sloganları birçok farklı ülkeden ve siyasi partiden duyabiliriz. “İnsanlarımıza özen göstermeliyiz”, “Halkımızı göçmenlerin yaptıkları suçlardan korumalıyız”, “Mültecilere evlerine göndermek onlar için en iyi yardım olur” ve “İşlerimizi çalıyorlar”gibi söylemler sıkça karşılaşılan ifadelerdir. İşin garip yanı ise, bu “iş çalan mülteciler” aynı zaman da tembellik ile de suçlanmaktadır…
Öte yandan, Brexit, mülteci düşmanlığı bağlamında da değerlendirilebilir, çünkü şu açıktır ki: “Paramızı AB'ye göndermemiz gerekmiyor, sağlık hizmeti gibi devlet yatırımlarıyla bu parayı halkımız için de kullanabiliriz” gibi söylemler de İngiltere’de gündemi belirleyen sıcak konuların başında geliyor.
Siyasi bağlamda, İsveç Demokratları gibi partiler, doğum oranları nedeniyle demografik değişiklik tehlikesini öne sürüyorlar. Bu teoriye göre, popülasyondaki hızlı değişim “orijinal genleri” sona erdirecek. Ancak, “üçüncü kuşaktan” canlı örnekler göz önüne alındığında, mültecilerin ana dillerinin, üçüncü kuşak tarafından neredeyse tamamen unutulduğu ve bu yeni neslin ev sahibi ülkeye tamamen adapte olduğu görülüyor. Dahası, refah devleti anlayışıyla, mültecilerin ülkeye kazandırılması “kendi” topluluğunun zenginleşmesini teşvik etmek anlamına gelir.
Ager, Duke’den yaptığı alıntı ile durumu daha açık bir şekilde ortaya koymaktadır; “Bu bağlamda, tam vatandaşlık entegrasyon için önemli bir ön koşuldur ve siyasi katılım da dahil olmak üzere mültecilerin sivil hayata tam katılımı beklenir.” Açıklamak gerekirse, Mulinari ve Neergaard’ın de belirttiği gibi “SD'nin İsveç kamuoyundaki ortak görüşünü, İsveçli olma sürecine karar verme yetkisine sahip olma hakkının millete ait olduğunu” iddia eder. Öte yandan, Danimarka gibi bazı ülkeler, sığınmacıların dil öğrenmelerini veya diğer şehirlere ulaşmalarını sınırlamak için şehirlerden uzakta “gettolar” yapmaktadır.
Amerika'da, Hopkins’in gösterdiği gibi, insanlar ABD nüfusunun %12’sini oluşturan göçmenlerden nefret ediyor ya da göçmenlerin sorunlarını umursamıyor. Hopkins'e göre, medya günlük deneyimlerin siyasallaştırılmasında kilit rol oynayabilir. Medyanın belirleyici etkisi özellikle 11 Eylül olaylarında görülmüştür. Bu bakış açısına göre çok kültürlülük, siyasi karar vericiler tarafından giderek daha fazla entegrasyonun karşıtı olarak sunuluyor.
Kültürel (ve genellikle dini) farklılıklar öne sürülerek, sığınmacıların İslami terörizme sürüklendiği ileri sürülüyor.
1956'da 200.000 Macar, Sovyet istilası yüzünden ülkesini terk etmek zorunda kaldı ve Macar halkı sığınacak ülke arayan mülteci durumuna geldi. Bu dönemde, çaresiz kalan Macarlara dünya kollarını açtı. Ancak son zamanlarda, Macaristan'daki sağcı hükumet, sığınma talep eden mültecilere karşı sert önlemler alıyor ve mültecileri çoğunlukla geri çeviriyor. Mültecilere karşı yürütülen ırkçı politikalar etnik azınlıklara saldırılar düzenlenmesine davetiye çıkarmaktadır. Ayrıca, hükumetlerin mültecilere yönelik baskıları mültecilerin toptan ülkeden çıkarma girişimlerine kadar varmıştır.
Entegrasyona getirilen eleştiriler
Entegresyon, teorik çerçevede, Emile Durkheim tarafından çalışılan sosyal bilimlerin çok önemli bir teorik perspektifi olan İşlevselcilik teorisinin bir parçasıdır. İşlevselcilik ile tutarlı olarak, insanlar toplumda doğarlar ve çevrelerindeki tüm sosyal etkilerin sonucu haline gelirler. Dahası, asimilasyon iki zorunlu koşul altında ortaya çıkmaktadır: Zorla asimilasyon ve kültürel asimilasyon. Ancak, hem asimilasyon hem de entegrasyon, tıpkı Durkheim'in “intihar” teorisinde olduğu gibi, kişilerin yabancılaşmasına neden olabiliyor.
- Wieviorka’nın, makalesinde söylediği gibi, öncelikle göçmenlerin hiçbirinin asimile edilmek veya topluma entegre olmak istemediğini, bunun yerine ülkede geçici olarak kalmak isteyebileceklerini kabul etmek gerekir.
Asimilasyon araştırmalarında özellikle göz ardı edilen önemli bir nokta, insanların yabancılaştırılmış olmasıdır. Asimilasyon sürecinde asıl amaç, göç etmiş kimselerin topluma uyumunu kolaylaştırmaktır. Ancak, bu yapılmaya çalışılırken insanlardan bazılarının toplumdan uzaklaştığı görülmektedir. Çünkü insanları yeni olana/ farklıya adapte etme çabası, kendi içinde bir yabancılaşma girişimidir. Bu yabancılaşma sürecinin nasıl ortadan kaldırılacağı, bu iki terimin uygulanabilirliği ve anlaşılmasını kolaylaştırabilir.
Diaspora nedir?
Diaspora, entegrasyon kavramı gibi, çokça kullanmasına rağmen herkes tarafından farklı şekillerde anlaşılmaktadır. Basit bir ifadeyle diaspora, (bu bölüm tartışmalı olsa da) insanları bir yerden bir yere göç etmeye zorlandığı durumlarda ortaya çıkar.
Bu bağlamda, yabancı bir ülkede bulunan bir grup yabancıya “diaspora” adı verilir. Göçün diaspora olarak nitelenmesi bu göç hareketinin özellikle zorunlu olarak gerçekleşmesi gerekliliği bazıları tarafından kabul edilmez. Onlara göre, önemli bir nüfusun bir yerden diğerine hareketi ve herhangi bir zorlamaya maruz kalmadan göç etmesi de diaspora olarak görülebilir.
Diasporanın iş, eğitim ve evlilik gibi gönüllü göçün bir sonucu olduğu düşünülmektedir. İlk bakışta, diaspora bu iki terime karşı doğrudan bir savunma gibi görünse de, bu durum tanık olunan grup ilişkilerinde görülmez.
Diasporadaki birçok topluluk, bulundukları ülkelere adapte olmaya ve aynı zamanda bu yönde diplomasi sürdürmeye çalışıyor. Bu, onların daha organize harekete etmelerini sağlıyor. Sığınmacılar, asimile edilmek istemedikleri için, entegrasyon sürecinde devlet politikalarıyla uyumlu hareket etmeye çalışıyorlar.