Geçtiğimiz pazar günü düzenlenen genel seçimler, Ortadoğu’nun en ilginç ülkelerinden Lübnan’ı bir kez daha manşetlere taşıdı. Seçimlerin sonucu, siyasi gözlemcilerin beklentileri doğrultusunda gerçekleşmiş olsa da, Lübnan, küçücük yüz ölçümüne tamamen zıt güçlü etkisiyle Ortadoğu siyaseti içindeki sıra dışı yerini hep koruyacak. Lübnan’ın söz konusu etkisi, birçok uluslararası denklemin tam ortasında, paylaşılmayan bir konumda bulunmasından kaynaklanıyor.
Nüfusu sayılamayan ülke
Lübnan’ı tanımaya girişen herhangi biri, başvuracağı hiçbir kaynakta, ülkenin nüfusuyla ilgili net bir veriye ulaşamayacaktır. Son yıllarda yapılan tahminler de resmi bir veri olmaktan çok, yuvarlak ifadelerdir. Bu nedenle, en resmi belgelerde bile nüfusu ifade eden rakamın yanında “ortalama” notu görülür. Bu ilginç durumun kökeni, Lübnan’ın Fransız Mandası altında yönetildiği 1930’lu yıllara kadar uzanmaktadır.
Lübnan’da en son yapılan resmi nüfus sayımının tarihi 1932. Fransız manda yönetimi, ülkenin siyasi iskeletini bu nüfus sayımının sonuçlarına göre oluşturdu. O zamanın demografik dengeleri, Lübnan’da cumhurbaşkanlarının Maruni Hıristiyan, başbakanların Sünni Müslüman, meclis başkanlarının da Şii Müslüman olmasını öngörüyordu.
Aradan geçen yaklaşık 90 yıllık süreçte Lübnan’ın dengeleri çoktan değiştiği halde (örneğin, Hıristiyanların genel nüfus içindeki oranlarının yüzde 35’e gerilediği tahmin ediliyor), kurulan siyasal sistemin bozulmaması için nüfus sayımına da gidil(e)miyor.
Lübnan tarihinde başbakanlık koltuğuna oturan isimlerden Refik Hariri’nin çarpıcı hikâyesi, ülkenin gerilimli iç siyaseti hakkında da birçok ipucuyla dolu.
Sayda’nın fakir çocuğu
1 Kasım 1944’te, Lübnan’ın güneyindeki Sayda şehrinde fakir bir çiftçinin oğlu olarak dünyaya gelen Refik Hariri, temel eğitimini memleketinden tamamlamasının ardından üniversite öğrenimi için başkent Beyrut’a gitti.
Kısa bir süre Beyrut Arap Üniversitesi’nde okuyan Hariri, 22 yaşındayken çalışmak üzere Suudi Arabistan’a gitti. O dönemde Suudi Arabistan, Lübnan ve Mısır başta olmak üzere Arap dünyasının dört bir yanından gelen çalışanlara ev sahipliği yapıyordu.
Suudi Arabistan’da önce öğretmenlik yapan Hariri, 1970’lerin başından itibaren inşaat sektörüne girdi. Suudi kraliyet ailesine yakın bazı isimlerden, özellikle de Prens Fahd bin Abdulaziz’den büyük yakınlık gören Hariri, 10 yıl gibi kısa bir zaman içinde Ortadoğu’nun sayılı zenginlerinden biri haline geldi.
1975’te Lübnan’da patlak veren ve tam 15 yıl boyunca devam eden yıkıcı iç savaş boyunca, Refik Hariri ülke içindeki farklı çizgilerden politikacıların finansörlüğünü yaptı. İç savaşı sona erdiren 1989 Taif Barış Konferansı’nda da hazır bulunan Hariri, ateşkesin ilânından sonra aktif siyasete atılarak 1992’de başbakan oldu.
Vesayet altında siyaset
Başbakan Hariri’nin dosyasının öncelikleri ülkeyi yeniden imar etmek, Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında gerilim sona erdirilmesi ve İsrail’le kapsamlı bir barış anlaşmasının müzakeresiydi.
Ancak iç savaştan önce Lübnan’a yerleşen Suriye istihbaratı ve ordu birlikleri, Hariri’yi rahat bırakmayacaktı.
Hariri’nin karşısına ilk önce Hıristiyan Cumhurbaşkanı Emile Lahoud çıktı. Suriye’nin kontrolünde hareket eden Lahoud, Hariri kabinesini çalışamaz duruma getirince, 1998’de Başbakan çareyi istifa etmekte buldu.
2000 yılında yeniden başbakanlık koltuğuna oturan Hariri, bu defa İsrail’in uzun bir işgalin ardından çekildiği Güney Lübnan’ın imarı sorumluluğuyla karşı karşıyaydı. Ancak yine Suriye-İran-Hizbullah engelini aşmayı başaramadı. 2004’te, Suriye’nin baskısıyla cumhurbaşkanının görev süresinin uzatılması girişimini protesto için istifasını sunan Hariri, 14 Şubat 2005’te Beyrut’un merkezinde konvoyuna düzenlenen bombalı saldırıyla yaşamını yitirdi.
Suriye birlikleri, aynı yılın nisan ayında Lübnan’dan çekildi. Bu, 29 yıllık bir işgalin de sonuydu. Suriye ve İran vesayetinden bağımsız siyaset yapma çabası suikastla neticelenen Refik Hariri, Lübnan’ın imarına ve dünyaya açılmasına yaptığı katkılardan ötürü, birçok kaynakta “Lübnan’ın Turgut Özal’ı” olarak anılır.
Siyasetin tek seçeneği
Refik Hariri’nin kendisi gibi başbakanlık yapan oğlu Saad, Lübnan siyasetinin -en güçlü değilse de- en önemli aktörlerinden biri. Refik Hariri’nin eğitim bakanlığı da yapan kız kardeşi Behiye Hariri de yine Lübnan siyaset sahnesinin göz ardı edilemeyecek figürlerinden.
Ellerinde tuttukları finans ve medya kaynaklarının da etkisiyle, Hariri ailesi, ülkedeki Sünni halkın tek seçeneği durumunda. Daha önce başbakanlık görevinde bulunmuş olan Fuad Sinyora ve Necib Mikati gibi bazı isimler de öne çıkmaktaysa da, bunların hiçbiri Hariri’lerin ağırlığına sahip değil.
Lübnan siyasetindeki Sünnileri Suudi Arabistan, Şiileri İran, Maruni Hıristiyanları da Fransa destekliyor. Sünnilerle Şiiler arasındaki gerilimden ötürü, her üç kesimle de diyalog kurabilen tek ülke Fransa. Lübnan’ı eski mandası olarak her zaman önemsemiş bulunan Fransa, iç siyasetin her alanına müdahale etmeye çalışmasıyla da dikkat çekiyor.