Kudüs semalarında bir Osmanlı tayyaresi
Bundan 109 yıl önce Kudüs halkı istedi, Osmanlı tayyareleri havalandı. Bu uğurda üç hava şehidi verildi. Kudüs semalarında ve üç kıtada ay yıldızlı bayraklar dalgalandı.
Tarihler 1913’ü gösterirken Cihan İmparatorluğu Devlet-i Âli Osmanî iyiden iyiye gerileme sürecine girmiş, kısa sürede Avrupa kıtasındaki yaklaşık 175.000 km2 toprağını kaybetmiş ve çöküşün sancıları artık şiddetli şekilde hissedilmeye başlanmıştır.
Dünyada Fransız İhtilali ile başlayan milliyetçilik akımı ve beraberinde getirdiği toplumsal dönüşüm, Osmanlı Devletinin gayrimüslim tebaa ile ilişkilerini derinden sarsmıştır. Yapılan yoğun dış istihbarat çalışmaları ve maddi destekle Osmanlı hem içeriden hem de dışarıdan etkilerle başlayan Balkan Harbi'ne girmiş ve ağır bir yenilgi almıştır.
Savaşın sonuçları ağır olmuş ve Osmanlı Devleti bir anda 5.500.000 kişilik bir nüfus kaybı yaşamıştır. Üstelik bu miktar genel nüfusa göre %25 gibi yüksek bir rakamı karşılamaktadır. Oluşan bu kötü tabloda bile Osmanlı, mevcut haliyle durumu korumak istemektedir. Çünkü dış güçlerin bu sefer de Arap halklarını isyana teşvik için çeşitli çalışmalar yapıldığı bilinmektedir.
Dış güçlerin yeni hazırlığı: Arap İsyanı
Diğer birçok devlet gibi özellikle İngiltere de, Osmanlı coğrafyasında doğal kaynakların yeterince fazla olduğunu tespit etmiş bulunuyordu. Kaynaklara ulaşmak için Arap coğrafyasının da Türklerin egemenliğinden alınması ve Arapların bağımsız devletler haline getirilmesi büyük önem arz etmekte, bu amacın gerçekleştirilmesi için de Arap milliyetçiliğinin kışkırtılması gerekmekteydi.
İttihat ve Terakki yönetimi de gelişmeleri endişe ile izliyor ve ülke sınırları içinde kalan, çoğunluğunu Türk ve Arapların oluşturduğu toplumun kenetlenmesi gerektiği gerçeği ile yüzleşmiş bulunuyordu. Bu şartlar altında İttihat ve Terakki iktidarı, Türkçülüğe ağırlık vermesine rağmen, İslam toplumları arasındaki bağların güçlendirilmesini önemli görmeye başlamıştı, üstelik bu bağları güçlendirmek zor olmayacaktı.
Bu alanda Sultan İkinci Abdülhamit’in bir projesi olan Hicaz Demir Yolu’nun başarılı bir şekilde tamamlanması ve Osmanlı toplumunda mevcut olan bazı ön yargıların yıkılması önemli bir aşama olarak hafızalarda yerini korumaktaydı. Bu sebeple Müslümanlar arasındaki birliği güçlendirmeye yönelik bir girişimin altyapısını oluşturmada fazla bir güçlük çekilmeyeceği öngörülmüştü. Hiç ummadıkları bir yerden gelen telgraf ise bu fırsatı onlara sunacaktı.
"Tüm dünyaya Fransız havacılığının gücünü göstereceğiz"
28 Eylül 1913 tarihine gelindiğinde La Gazette de Paris gazetesi, duyunca insanların hayretle okuyacağı bir haberi manşetten gururla duyuruyordu. "Tüm dünyaya hava kuvvetlerimizin gücünü göstermek amacıyla Fransa hava kulübü tarafından organize edilen girişimle Pilot Daucort ve yardımcısı Roux, Paris-İstanbul-Kudüs-Mısır arasında tayyare ile oldukça zor ve inanılmaz bir uçuş gerçekleştirecek ve tüm dünyaya hava gücümüzü gösterecek’’ deniyordu haberde.
Daha önce hiç denenmemiş olan bu uçuş tüm dünyanın dikkatini çekecek, yaklaşık 5400 km sürecek olan oldukça riskli ve uzun soluklu bir uçuş olacaktı. Paris’ten başlayan uçuş İstanbul ve Kudüs rotalarına da uğrayıp 40 gün sonunda Kahire’de son bulacaktı.
Kudüs’te gözler gökyüzünde
Tarihler 31 Aralık 1913’ü gösterdiğinde Birinci Dünya Savaşının arifesindeki Kudüs’te Notre Dame misafirhanesi önemli bir yılbaşı heyecanına şahitlik ediyordu. Gökyüzünde süzülen tayyareden uzanan bir el aşağıda kendisine sevgi gösterileri ve tezahüratlar ile destek veren topluluğu selamlıyordu. Pilot Daucort ve yardımcısı Roux Kudüs’e tam hedefledikleri tarih olan yılbaşı gecesinde ulaşmayı başarmış, böylelikle sevinçten çılgına dönen Fransız halkının şevk ve gayretlerini artırmış, gurur vesilesi olmuşlardı. Bu uçuşu hayretle izleyen Kudüslü Müslümanların önde gelenleri ise hemen buluşup bir karara varmışlardı.
İstanbul’a ulaşan telgraf
Kudüslüler o gün, başkent İstanbul’a bir telgraf gönderip, Osmanlı sancağını gururla taşıyan bir Osmanlı tayyaresini Kudüs semalarında görmek istediklerini bildirdiler. Hem yöneticilerin hem de tayyarecilerin kışın zorlu hava şartlarını mazeret olarak öne sürmelerini önlemek için bir de ödül koydular. Kudüs halkı, havadan ilk defa Kudüs’e vasıl olacak Osmanlı pilotlarına 200 lira ödül vadediyor, Osmanlı ordusuna da bir tayyare hediye etmeyi taahhüt ediyordu. Yeter ki Osmanlı tayyareleri, Kudüs semalarında arz-ı endam edip Osmanlı bayrağını, ay yıldızlı sancağı dalgalandırarak dosta düşmana kendini göstersin diyorlardı.
Hem diyordu Kudüslüler, Fransız tayyareciler, bu muvaffakiyeti gösteriyorsa, bizim tayyarecilerimiz niçin böyle bir kudret ve maharet gösteremesinlerdi ki?
Telgraf İstanbul'a gönderilmiş ve elden ele nihayet Enver Paşa'ya kadar ulaştırılmıştı. Enver Paşa hemen Dolmabahçe Sarayı'na gidip Sultan Reşat ile bu daveti görüştü ve Balkan Savaşları sebebiyle prestij kaybına uğrayan ordu için önemli bir itibar kazanma fırsatı olarak bu seferin yapılmasına karar verildi.
Bu uçuş sayesinde; dünyanın hızla savaşa sürüklendiği bir zamanda hem Osmanlı’nın gücü ve azmi Batı’ya ve tüm dünyaya gösterilmiş olacak hem de Osmanlı pilotları tayyarecilik âleminde büyük bir ün ve şeref kazanacaktı. Daha da önemlisi pilotların bu seferde gösterecekleri azim ve cesaret, ümmetin kalbinde büyük bir iftihar hissi uyandıracak ve Osmanlı toplumunun kenetlenmesini sağlayacak, halkın öz güveninin, motivasyonunun ve devlete olan güveninin artmasında da önemli bir rol oynayacaktı.
- Fransız pilotların başarısı ile dünyada genel bir kanı olarak havacılığın ancak Batılılar tarafından yapılacak bir uğraş olduğu, Türklerin ve Müslümanların böyle bir şeyin hayalini dahi kuramayacakları inancı hakimdi. Bu bakımdan seferin bu algıyı kırmak için psikolojik etkisi de oldukça önemliydi.
Hatta seferin önemine binaen sultanın emri ile gönderilecek tayyare sayısı ikiye çıkarıldı. Teklif kabul edildikten sonra derhal hazırlıklara başlandı. Rota, önce İstanbul-Kudüs şeklinde düşünüldü. Ancak, daha sonra Kahire ve İskenderiye kadar uzatılması uygun bulunuldu. Çünkü bu bölgede yaşayan İngiliz idaresindeki Müslüman halkın nezdinde Osmanlı etkisinin ve sevgisinin teşvik edilmesi ve siyasî açıdan etkinlik kazanılması önemliydi. Ayrıca tüm dünyanın gözü kulağı bu uçuşta olacak ve henüz üç yıllık bir geçmişe sahip olan Osmanlı havacılığı rüştünü ispatlamış olacaktı.
Kıtalar arası bir tayyare seferi başlıyor
Türk havacılığının dünyaya ispatı niteliğindeki bu uçuş dönemin şartları göze alındığında oldukça riskli ve çok uzun mesafeli bir güzergahın kat edilmesi demekti. Sefer 14 meydana iniş ve kakış şeklinde toplam 2515 km’nin aşılması anlamına geliyordu. Dolayısıyla yaklaşık 25 gün sürmesi planlanan sefer için ülkenin yetiştirilmiş en iyi tayyare pilotları seçilecekti. Böylelikle uçuş için milletin bağışları ile alınan “Muavenet-i Milliye” isimli uçakla Pilot Yüzbaşı Fethi ve Rasıtı Üsteğmen Sadık,“Prens Celalettin” isimli diğer uçakla ise Pilot Üsteğmen Nuri Bey ve Rasıtı Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey, seferi gerçekleştirmek için en uygun görülen pilotlar olarak seçildiler ve vakit kaybetmeden hazırlıklara başladılar.
Haydi aslanlarım; Kudüs halkına selamlarımızı götürünüz
Nihayet beklenen gün gelmiş ve 8 Şubat 1914’de Ayastefanos’da yani bugünkü Yeşilköy de halkın ve sarayın ileri gelenlerinin de iştirak ettiği bir tören yapılıyordu. Törende dualar okuyan talebelerin yanı sıra dünya gazetelerinin İstanbul muharrirleri de hazır bulunmuşlardı. Enver Paşa burada Osmanlı tayyarecilerini cesaretlendiren, bir konuşma yaptı. “Ey Osmanlı tayyarecileri” dedi Enver Paşa;
Bütün maharetinizi ve gayretinizi göstererek Osmanlı sancağını muvaffakiyetle seyahatin gayesine ulaştıracağınızdan eminim. Haydi, aslanlarım şimdi yola çıkınız ve Kudüs halkına selamlarımızı götürünüz. Cenab-ı Hak hepinize selamet versin.
İlk olarak Nuri Bey’in kullandığı “Prens Celalettin”, on dakika sonra da Pilot Yüzbaşı Fethi’nin kullandığı “Muavenet-i Milliye” havalandı. Nuri Bey hava kapalı olmasından dolayı, Bursa üstünden geri dönse de vazgeçmeyecekti. Saatler sonra başka rota izleyecek şekilde tekrar havalandı, Fethi Bey ise şimdilik sorunsuz olarak yolculuğuna devam ediyordu.
Nuri Bey’in kullandığı “Prens Celalettin” isimli tayyare özellikle motor yönünden zayıftı ve bundan dolayı aralarında bir haftalık fark oluşmasına mâni olamadı. Ancak pilotlar için bu talihsizlik mühim değildi. Menzile varma gayreti ve Müslümanların iftihar vesilesi olmak onlar için her şeyi göze almak demekti. Hele ki efendimizin miracına şahit olmuş Mescid-i Aksâ’da namaz kılmak bahtiyarlığı ile kurulan hayaller onların gayretlerini iyiden iyiye artırmıştı.
Nuri Bey gibi Fethi Bey de yolculuğuna hava şartlarından dolayı zorluklarla devam edecekti. 10 Şubat’ta Eskişehir, sonrasında Afyon, Konya, Tarsus, Adana, Halep oradan ise 15 Şubat’ta Humus’a, takiben Beyrut’a ulaştı. Pilotlar her gittikleri yerde alkışlarla ve sevinç gösterileri ile karşılanıyor, ikramlar ve dualar ile uğurlanıyorlardı.
- Herkesin gözlerinde ki umut, yüreğindeki vatan sevgisi pilotların adeta yakıtı oluyor ve gittikleri yerlerde neredeyse dinlenmeden yolculuklarına devam ediyorlardı.
Beyrut’ta da ileri gelenler tarafından karşılanan Fethi ve Sadık Beylerin eşraf ve yabancı temsilciler ile burada çektirdikleri fotoğraflar dönemin basın organlarında yer almıştı. Fethi Bey özellikle Toros Dağlarını geçerken çok zorlandıklarını şöyle aktarıyordu. “Şiddetli rüzgâra ve yüksek irtifaya zor dayandık, hele ki Tarsus’a geldiğimizde neredeyse Toros Dağlarının tepesindeki karlara değerek zirveyi aşmış bulunduk. Elhamdülillah, Fransız pilotların bile ilk seferde geçemediği bu karlı dağları ilk denememizde geçmeyi başararak yolculuğumuza devam ediyoruz. Menzilimiz mübarek vatan toprağımız olan ilk kıblemiz Kudüs, ardından İngiliz mezaliminin işgali ile inleyen Kahire’dir. Müslümanlar dualarını bizlerden esirgemesinler. Ola ki Rabbim bizi inşallah muvaffak ede…’’
Pilotlarımız zor şartlara rağmen yola devam ediyorlar
Artık zor duraklar aşılmış, yüzlerce kilometre kat edilmiş ve Türk pilotlarının Kudüs’e ulaşmaları için ciddi hiçbir engel kalmamıştır. Fethi Bey rotasına devam edip 24 Şubat’ta Şam’a ulaşırken Nuri Bey de farkı kapatarak 23 Şubat'ta Halep’e zor şartlar altında ancak ulaşabilmiştir.
Burada görkemli bir törenle karşılanan Osmanlı tayyarecileri onuruna, ziyafet üzerine ziyafet düzenleniyor, halk sevgisini bu şekilde gösteriyordu. Ancak Fethi Bey ve Sadık Bey, Şam’da daha fazla oyalanmak istemediklerinden 27 Şubat 1914 tarihinde, saat sabah sekiz civarında Kudüs’e doğru havalandılar. Fethi Bey râsıtı Sadık Bey’e her defasında, nasip olursa öğlen namazını Kudüs’te Mescid-i Aksâ’da kılacaklarını büyük bir sevinçle hatırlatıyordu.
Tanin muhabirinin ifade ettiğine göre, Fethi ve Sadık Bey gitmişlerdi ama beraberinde bütün Şamlıların gözyaşlarını da dualarını da selamlarını da götürmüşlerdi. Onları teselli edecek tek şey, Kudüs'e selametle ulaştıklarını bildiren bir telgraftı. O yüzden Şam’daki herkesin gözü kulağı telgrafhanedeydi aynı anda Kudüs’teki Müslümanların gözü ise gökyüzünde dalgalanacak Osmanlı sancağını hasretle arıyordu.
Kudüs’e saatler kala
Yolculuk tüm dünya medyasında zaman zaman yer alıyor ve muharrirler Türk tayyarecilerin büyük bir azim ile hedeflerine her geçen gün yaklaştıklarını ve Kudüs’e artık sadece saatler kaldığını bildiriyordu.
Fethi ve Sadık Beyler ayrıldıktan birkaç saat sonra ikinci tayyare Şam semalarında göründü ve Nuri ve İsmail Beyler büyük bir coşkuyla binlerce insan tarafından coşku ile karşılanmışlardı. Şam halkı ve Nuri Beyler büyük bir heyecanla artık Kudüs’ten gelecek müjdeli haberi beklemeye koyulmuştu. Ne var ki, aradan saatler geçmiş ancak Fethi Bey’in uçağından henüz haber alınamamıştı. “Şimdi” diye yazıyordu Tanin muhabiri, “Yalnız Fethi ve Sadık Beylerin selametle Kudüs’e ulaştıkları” haberini almak kalıyordu. Fakat Kudüs’ten hâlâ ses seda yoktu.
Aradan saatler geçmiş artık ikindi vakti olmuştu, yine bir haber yoktu. Şam ile Kudüs arasındaki mesafe bu kadar uzak değildi. Tahminlere göre pilotlar öğle vakti Kudüs’te bulunacaklardı. Fakat vakit geç olup haber gelmeyince merak ve endişe iyice artmıştı. Acaba tayyare Kudüs’e giderken bir yere mi indi? İndiği yerde telgraf yok da onun için mi haber gecikti? Acaba benzini mi bitti? Yoksa bir kazaya mı uğramıştı? Bu sorular birbirini izliyor, heyecan ve galeyan anbean artıyordu. Şam, Beyrut, Kudüs merkezleri arasında haberleşme trafiği cereyan ediyor, haberleşmeler uzun müddet sürüyor, yine rahatlatıcı bir haber gelmiyordu. Halkın evlerine gitme zamanı geliyor, fakat herkes sokakta merakını teskin etmeden, pilotların Kudüs’e ulaştıkları haberi gelmeden evine gitmek istemiyordu.
Aynı endişe Kudüslüleri de sarmıştı. Herkes tayyarecileri, merakla saatlerce beklemişti. Muavenet-i Milliye tayyaresinin Şam’dan hareketini telgrafla öğrenen Kudüs Mutasarrıfı üç, dört saatlik bekleyişten sonra iyice telaşa düşmüştü. Önce civardaki bütün yerleşim yerlerine telgraflar çekerek, tayyare ve pilotlar hakkında bilgi istedi, sonra vilayet merkezi olan Şam’a durumu bildirdi. Haber gelmeyince uçağın aranması için her yere askeri müfrezeleri çıkardı. Şam ile Kudüs arasındaki bütün yerleşim yerlerinde sürdürülen araştırma bir süre sonra nihayet sonuç verdi.
Vakit şehadet vakti
Taberiye gölünün güneyindeki Semre Köyü’nde koyunlarını otlatan bir çoban büyük bir ateş topunun ‘’Küfrüharib’’ kayalığına düştüğünü görünce çok korkmuştu. Hemen zaman kaybetmeden köylülere haber verip birlikte kayalıklara ulaştılar. Yanan tayyarenin üzerindeki Türk sancağını gören köylüler gözyaşlarını tutamamıştı. Az ileride ise Kudüs yolunda Türk havacılığının ilk şehitleri Yüzbaşı Fethi Bey ve Yüzbaşı Sadık Beylerin naaşlarını, parçalanmış bedenlerini gördüler. Böylece Kudüs için çıkılan yolculuk vuslata eremeden noktalanmış, iki pilotumuz şehadet şerbetini Kudüs’e az bir mesafe kala içmişlerdi.
O gün kayalıklar arasına düşen ateş, aynı zamanda kendilerinden haber bekleyen tüm Osmanlı toplumunun gönlüne de düşmüştü. Haber, Şam Valiliğine ulaştırılınca Şam Valiliği, durumu Dersaadet İstanbul’a ve Kudüs nezaretine şu telgrafla bildiriyordu: “
Bugün Kudüs’e doğru alafranga saat sekizde buradan (Şam’dan) hareket etmiş olan Muavenet-i Milliye uçağının ezanî saat üç buçukta Kefr-i Harib kasabası yakınında Semre Karyesi (Köyü) civarında düşerek fedakâr ve muhterem süvarileri Fethi ve Sadık Beylerin şehit oldukları ve uçağın parça parça kırıldığı, şimdi Zevriye Nahiyesi Müdüriyetinden alınan telgrafta üzüntüyle bildirilmiştir…
Seneler sonra şair Aka Gündüz şehitlerimizi şu şiir ile yad edecekti:
- Gökte bulutlara bir yoldaştınız,
- Denizler aştınız, dağlar aştınız,
- Nur-u hilal gibi uçup taltınız,
- En son düştünüz toprak üstüne,
- Tarihte bir altın yaprak üstüne.
- Şerefi hayata layık olanlar,
- Vatan millete sadık olanlar,
- Düştüler, gittiler toprak üstüne
- Tarihi nurlayan yaprak üstüne.
- Hamiyet ağlasın, gayret ağlasın,
- Sahibi kalmayan şevket ağlasın,
- Sadık’la Fethi’ye millet ağlasın,
- Düştüler gittiler, toprak üstüne,
- Tarihi ağlatan yaprak üstüne.
Hâlbuki Kudüs halkı, Fethi ve Sadık Beyleri karşılamak için nasıl bir heyecan içinde bekliyorlardı, ne büyük hazırlıklar yapmışlardı. Osmanlı tayyaresi gelecek diye daha gün ağarır ağarmaz halk, meydana akın etmiş, uçağın inmesi için geniş bir alan hazırlanmıştı. Meydan, Kudüslüler tarafından bayraklarla süslenmiş, âdeta bir bayram yerine çevrilmişti. Tüm Kudüslüler, genciyle yaşlısıyla, kadınıyla çocuğuyla meydanı doldurmuş, semada görünecek ay yıldızlı tayyareyi bekliyorlardı. Ne var ki bu bekleyiş çok uzun sürdü. Coşku ve heyecan yerini, önce meraka, sonra endişeye bıraktı. Neredeyse her dakika telgrafhaneye bir kişi gönderiliyor, onların getirecekleri haber dört gözle bekleniyordu.
Nihayet acı dolu haber, şehrin sokaklarında, çocukların kulaklarında yankılandı. Şehri bir hüzün bulutu kapladı, Kudüslüler mateme boğuldu. Bu elim olayın Kudüslülerde yarattığı hissi, en iyi Tasvir-i Efkâr gazetesinin Kudüs muhabiri Ahmet Bey anlatıyordu:
Şehadet olayı duyulunca bütün şehir sakinleri mateme boğuldu. Milletin bu fedakâr ve fakat bedbaht evlatlarına fatihalar ve dualar ithaf ederek ağlıyoruz.
Şam’da şehitlerimiz defnediliyor
Şehitlerimiz Fethi ve Sadık Beylerin cenazesi 28 Şubat 1914’de Şam’da 100.000 kişilik bir cemaat ile Süleymaniye Cami’nde, Nuri ve İsmail Hakkı Bey’in de katıldığı merasim ile yapılır. Öyle ki tarihçiler o gün Şam sokaklarının bomboş olduğunu belirterek, yaya kaldırımlarında, pencerelerde ve çatı tepelerinde binlerce kişi cenaze namazına gözyaşları ile iştirak etti diyeceklerdir.
İlk Türk askeri hava şehitleri olan Fethi ve Sadık Bey’ler, Emeviye Camii’ndeki Salahaddîn Eyyûbî Türbesi'nin avlusuna kendileri için hazırlanan türbeye defnedilirler. Uçağın enkazı ise İstanbul’a Askerî
Müzeye gönderilir. Ardından tüm imamlara talimat gönderilir; cuma ve pazartesi geceleri Yasin-i Şerif okunması, ertesi cuma da mevlid-i şerifler okutturularak şehitlerin ruhlarına bağışlanması istenir. Tüm Osmanlı halkı o gün şehitlerine ağlamaktadır. Seneler sonra Şam Üniversitesi Tarih Profesörü Ramazan Kasmıeh, pilotların Osmanlı bayrağını Kudüs’te tayyare ile dalgalandıramadıkları için dünya Müslümanlarının günlerce yas tuttuğunu, gayrimüslimlerin ise sevindiklerini yazar.
Kutlu sefer tamamlanacak mı?
Osmanlı tayyarecileri Fethi ve Sadık Beyler, Kudüs’e kilometreler kala geçirdikleri kazayla şehit olunca, Kudüs semalarında İslâm topraklarının gökyüzünde Türk uçaklarının uçurulması ve Osmanlı sancağının dalgalanması hedefi elbette ki yarım kalmayacaktır. Dersaadet kararını vermiş ve her ihtimal düşünülerek Nuri Bey ve İsmail Beyleri yalnız bırakmamak ve onlara yardımcı olmak üzere üçüncü bir ekibin yola çıkması kararlaştırılmıştır. Çünkü seferin yarım bırakılmaması artık bir onur meselesi halini almış ve dünya medyasının da ilgi odağı haline gelmiştir. Öyle ki İngilizler ve Fransızlar "asla başaramayacaklar’’ manşetleri ile psikolojik harplerini çoktan başlatmışlardır.
Üçüncü ekip olarak Pilot Yüzbaşı Salim İlkuçan ile Rasıtı Kurmay Yüzbaşı Kemal Bey gönüllülük esası ile bu sefere talip olunca, “Ertuğrul” isimli uçak ile seyahate çıkmaları kararlaştırılır. 6 Mart 1914’de Nuri Bey, Şam’dan havalanıp, Beyrut’a inerken, üçüncü ekip de İstanbul’da devletin üst seviye yöneticilerinden Talat ve Enver Paşaların da katıldığı bir tören ve şehitler için okunan Mevlid-i Şerif sonrası yolculuğa başlar.
Nuri ve İsmail Beyler Yafa’da
Salim ve Kemal Beyler yolculuklarına çıkmış, Çanakkale’ye ulaşmış iken Nuri ve İsmail Beyler de nihayet Yafa’ya varmıştı. Artık Kudüs’e ulaşmaya ramak kalmıştı. Yafa, Kudüs’ten önceki son duraktı. Yafa halkının ısrarı üzerine, pilotlar burada bir gece geçirmeyi kabul ettiler ve onurlarına düzenlenen ziyafete katıldılar. Ertesi gün, yani 11 Mart 1914 Çarşamba günü öğleden sonra Prens Celâleddin adlı tayyare, Kudüs’e doğru yola çıkacaktı. Ancak Nuri Bey, tayyarenin Beyrut’tan Yafa’ya gelişi sırasında indiği alanı, kalkış için uygun bulmadı ve deniz kıyısında bir kumsalı kalkış pisti olarak seçti. Tayyare oraya getirildi, pilotları uğurlamak isteyen halk da akın akın oraya geldi.
- Binlerce kişinin alkış ve dua sesleri arasında havalanan tayyarenin rotası uğrunda şehitler verilen, Müslümanların ilk kıblesi Kudüs’tü.
Nuri Bey "Şehitlerimiz için ya Bismillah’’ diyerek motoru çalıştırdı ve kendilerini izleyen Yafa halkının önünden süratle havalandı. Ancak olumsuz giden bir şey vardı. Tayyare, karadan deniz üzerine doğru giden rüzgâr yönünde hareket ederken zayıf olan motoru nedeniyle irtifa kazanamamış ve yalpalamaya başlamıştı. Tayyare henüz sahilden yüz metre mesafede iken toparlanamadı ve pilot Nuri Bey’in tüm çaba ve gayretlerine rağmen eğik olarak büyük bir süratle sahilde kendilerini izleyen halkın önünde denize şiddetli bir şekilde düştü. Neredeyse tüm genç erkekler denize atlamış pilotları kurtarmak için yüzmeye başlamıştı. İleride ise suyun üzerindeki pilotların çırpınışları görünüyordu.
Kudüs yolunda üçüncü şehit
Çok iyi yüzme bilen Nuri Bey, uçağın su yüzünde kalan kısmının rasıtı ile kendisini beraber taşımasının zor olacağını hesaplayınca yüzme bilmeyen İsmail Hakkı Bey’i kurtarmak için büyük bir fedakârlık göstererek yüzerek kıyıya ulaşmak ister. Kıyafetinin ağırlığına rağmen yüzmeye çalışır, ancak kıyıdan kurtarıcılar yetişemeden çok su yuttuğundan boğularak şehit düşer. Rasıt Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey ise yüzme bilmediğinden henüz batmamış olan uçak parçasının üzerinde kalır ve olaydan sonra bölgeye gelenler tarafından kurtarılır.
Kudüs yolunda yaşanan ikinci elim kaza da böylelikle yine şehadetle sonlanmıştır. Seferin üçüncü şehidi olan Nuri Bey’in naaşı ise gözyaşları ile Şam’a gönderilir ve Salahaddîn Eyyûbî mezarlığına şehit arkadaşlarının yanına defnedilir. Böylelikle üç pilotumuz bu ulvi seferin nişanesi olarak şehadet şerbetini kana kana içmişlerdir.
Edremit’de bir kaza daha
İstanbul, iki şehidinin acısını hafifletmeden, Kudüs yolunda gelen üçüncü şehit haberiyle sarsıldı. Ama hepsi bu kadar değildi. Talihsizlikler art arda yaşanıyor, kötü haber, kötü haber üzerine geliyordu. Salim ve Kemal Beylerin bindiği Ertuğrul adlı tayyare de yine bir felaketle karşılaşmıştı. 13 Mart 1914 Cuma günü Çanakkale Kemerdere’den Edremit’e doğru hareket eden Ertuğrul, bin 700 metre yüksekliğe çıkmış ve bu yükseklikte yoğun sisin içine girmişti. Kara ve denizin görünmediği bu sis tabakasına ilaveten bir de tayyarenin motoru bozulunca yere inmek zorunda kalmışlardı. Salim Bey, zor da olsa uçağı indirmeyi başardı. Ancak inerken gerçekleşen ani çarpma sebebiyle uçak parçalara ayrılmış, Salim ve Kemal Beyler ise yaralı olarak kurtulmuşlardı. Olay mahalline gelen halktan bazıları, uçuş ekibinin yardımına yetişmişlerdi.
Böylece Kudüs seferindeki üçüncü talihsiz olay sonucunda tek teselli pilotlarımızın yaşaması olacaktı. Ancak Ertuğrul tayyaresi kullanılamaz hale gelmişti. Uçak tamir için İstanbul’a gönderildi. O sırada seferi büyük bir ilgi ile izleyen Fransız basını yaşanan olayları ‘Asla Başaramayacaklar’ manşeti ile tüm dünyaya duyuruyordu.
Mescid-i Aksâ’ya hediyemizdir
Harbiye Nezareti Edremit’e yazdığı telgrafla pilotların isterse görevlerinden vazgeçebileceklerini ve evlerine dönebileceklerini haber vererek İstanbul’da onlarca havacılık öğrencisinin gönüllülük başvurusunda bulunduğunu bildirirler. Salim ve Kemal Beyler ise yolculuklarına devam etmek istediklerini ve bu kutlu sefer için gerekirse canlarını dahi verebileceklerini büyük bir gururla ve kararlılıkla iletirler ve İstanbul’a yolculuğa çıkarlar. Pilotları uğurlamaya gelen Edremit Belediye Başkanı Yazıcızade Hakkı Bey ile Karesi Mebusu Ferhat Bey, tayyarecilere Edremitliler adına önemli bir hediye takdim ederler ve Edremit halkından Mescidi Aksâ’ya hediyemizdir derler.
- Pilotlar altın muhafaza içinde korunan ve altın kordonlara bağlı sandukayı açtıklarında Osmanlı sancağına bağlı Kur’ân-ı Kerîm’i görünce gözyaşlarını tutamazlar.
Edremitliler, yeni bir uçak satın alırlar
Bu elim kazadan haberdar olan Edremit halkı ise Yağcızade İsmail Hakkı’nın öncülüğü ile yeni bir uçak satın alınmasına karar verirler. Bütün Edremit halkı bu çağrıya büyük bir teveccüh gösterir ve gerekli bedeli de hemen toplayıp hazır ederler. Böylece Edremitlilerin sipariş ettiği tayyare, 25 gün gibi rekor bir sürede Marsilya’dan İstanbul’a gelir. Böylelikle bu 3.ekibin kullandığı 2.tayyare ve seferdeki 4. tayyareye "Edremit’’ ismi verilir. Aynı zamanda tayyarenin ve pilotların İstanbul’dan gemiyle Beyrut’a gitmesi ve Beyrut’tan uçuşuna devam etmesine karar verilmiştir.
Yeni alınan Edremit tayyaresi 7 Nisan 1914’de İstanbul’a ulaşır. Uçuş denemeleri başarıyla tamamlanan tayyare, pilotlar ile birlikte Saidiye vapuru ile Beyrut’a hareket eder ve nihayet 19 Nisan’da Beyrut limanına ulaşır. Burada Beyrutluların büyük bir coşkuyla bağrına bastığı Türk tayyareciler Salim ve Kemal Beyler, bir gün içinde Edremit tayyaresinin parçalarını sandıklardan çıkartıp kurarak, uçuşa hazır hâle getirirler. Tayyareciler, “Uçağın kurulmasının ardından ne gün hava uçuşa uygun bir hâl alırsa o vakit buradan Kudüs’e gideceğiz. Kudüs’e gitmek için iki buçuk saat kadar bir zaman ister ki bu müddeti nihayet iki bin metre yükseklikten kat edeceğiz.” diyorlardır. Artık, bekledikleri tek şey, uygun hava şartlarıdır. Kötü hava koşulları sebebiyle “tecrübe cevelanını yani deneme uçuşunu” ancak 24 Nisan 1914 Cuma günü yapabildiler. O gün 10 dakika süreyle Beyrut semalarında uçarlar. Hava durumu kritikliğini sürdürüyordur, Yafa ve Kudüs neredeyse tamamen karla kaplıdır. Tasvir-i Efkâr muhabiri Namık, “Havaların bozuk ve yağmurlu gitmesi tecrübe uçuşlarına mâni” oluyordu. Bekleyiş tam bir hafta sürdü. Bu süre içinde tayyareciler, Beyrutluların sevgi gösterileri ve tezahüratları arasında, yaptıkları deneme uçuşları, “Halk tarafından seyir ve temaşa edilmişti.” diye yazacaktır.
Kudüs için vuslat saati: 1 Mayıs 1914
Nihayet beklenen gün gelir, bu yolculuğun başlamasını sağlayan, semalarında ay yıldızlı tayyareleri görmek için her türlü fedakârlığa katlanan Kudüslülerin yüzünün güleceği tarih, nihayet 1 Mayıs 1914’tür. Sadece Kudüslüler değil bütün bir halk heyecan içindedir. Bütün bir Osmanlı halkının gözleri, kulakları telgrafhanelerine gelecek bir müjdeli haberdedir. Osmanlının genç zabitleri de heyecanlıdırlar. Sabahı zor ederler. 1 Mayıs sabahı, güneş doğar doğmaz, saat 05.30’da Edremit uçağı Beyrut’tan hareket eder. Pilotlar üç saat içinde Kudüs semalarına ulaşmayı planlıyorlardır. Sabahın o vakti, binlerce Beyrutlu, tayyarenin kalkacağı alanı doldurmuş, Osmanlı tayyaresini Kudüs’e uğurlamaya gelmişlerdir. Artık her şey hazırdır ve saatler, gönüller, dualar, rotalar Kudüs’e ayarlanmıştır.
“Nihayet tayyrelerimiz Kudüs semalarında”
Salim ve Kemal Beyler nezaretindeki Edremit uçağı kalkıştan üç saat sonra, yani saat 08.30 sularında Kudüs şehrine başarıyla inişlerini gerçekleştirirler. Nihayet bu kez, hiçbir olumsuzluk yaşanmamıştır. İner inmez şükür secdesine varan pilotlar ve orada bulunan binlerce Kudüslü gözyaşlarını tutamazlar. Türk tayyarecileri bağrına basan Kudüslüler, onları hiç bırakmazlar. Öyle ki, Mescid-i Aksâ’da 3.000 kişilik cemaatle namazlar kılınır. 3 Mayıs olarak planlanan ayrılış tarihi, onların ısrarları üzerine ertelenir. Bu ısrarı, gazeteci Nihad şöyle anlatır:
Bu süre içinde Türk pilotları, Kudüs semalarında binlerce Müslümanın göğüslerini kabartan, gururla izledikleri gösteri uçuşları da gerçekleştirdiler, onurlarına verilen yemeklere katılırlar. Kudüs adeta bir bayram yerine dönmüştür.
Kudüs bayram yerine dönüyor
Öyle ki ne zaman pilotlar, Kudüs sokaklarına çıksa, bir coşku dalgası ve insan seli her tarafı kaplıyordur. Bu kez de öyle olmuştur. Önde latif marşlar çalan bir askerî bando, ardında binlerce Kudüslü, tezahürat ve sevinç gösterileri içinde yürüyordur. Tam ortalarında, Salim ve Kemal Bey halkı selamlıyorlardır. Kudüslüler, âdeta el üzerinde taşıdıkları pilotları davetlere taşıyorlardır. Bu şekilde önce Kudüs Mutasarrıfının evine gelen kalabalık, buradan mutasarrıfı da alarak öğle ziyafetinin hazırlandığı mahalle gitmiş, sonra da coşkuyla yemek yemişlerdir.
Kudüs’te heyecan ve coşku had safhadadır. Kudüslüler, onları bir an olsun yalnız bırakmıyorlardır. Pilotlar adeta yıllarca hasretle beklenen sevgili gibidirler. O yüzden Kudüslüler, Türk tayyarecilere doyamamıştır. Gazeteci Nihad’a göre, “Kendilerine (pilotlara) selamet ve muvaffakıyet temenni eden Kudüslüler, Salim ve Kemal Beylerin bu kısa misafirliklerine bir türlü kanaat edememekte, (onları) ellerinden kaçırmaktan korkarak ayrılmalarına rıza göstermemektedirler.”
- Kudüslülerin yürekleri, Halife-i Ruy-i Zemin Hazretleri’nden, Hilafetin ve ümmetin merkezi İstanbul’dan gelen tayyarenin taşıdığı “yalnız değilsiniz” öz güveniyle dolmuştu.
Aynı etkiyi Osmanlı basınında da görmek mümkündü. Tasvir-i Efkâr, 3 Mayıs 1914 tarihli nüshasına “Tayyarecilerimiz Kudüs semalarında” başlığını atarken, tayyarecilerimizi Kudüs üzerinde uçarken gösteren fotoğraflar ile Kudüs manzaraları yayınlıyordu. “Dün” diye yazıyordu Tasvir-i Efkâr, “Okuyucularımıza muhtelif muhabirlerimizden aldığımız telgrafnamelerle müjdelediğimiz veçhile Tayyareci Salim Bey ile refiki Erkan-ı Harbiye Yüzbaşısı Kemal Beyler, evvelki sabah havanın müsaitliğinden bilistifade saat beş buçuk raddelerinde Beyrut’tan hareket ve üç saat kadar uçuştan sonra Yafa üzerinden geçerek, Kudüs’e ulaşmışlardır. Beyrut ile Kudüs arasındaki mesafe, sahili takip etmek şartıyla takriben 275 ile 300 kilometre olduğuna göre tayyarecilerimiz saatte yüz kilometre bir süratle hareket etmişler demektir. Salim ve Kemal Beylerin, talihsiz arkadaşları Fethi, Sadık ve Nuri beylerin üzücü kötü tesadüfler neticesinde bir türlü ulaşamadıkları Kudüs-i Şerif’e Beyrut’tan itibaren bir hamlede ve hiçbir arazı olmaksızın vasıl olmaları hiç şüphesiz bir muvaffakıyettir…”
Kudüslülerin bu büyük teveccühlerinden sonra sevinç ve dualar ile uğurlanan pilotlarımız, yolculuklarına son durak olan ve hukuken Osmanlı toprağı olsa da fiilen İngiltere işgalindeki Kahire’ye kadar devam etmişlerdir. Sırasıyla el-Ariş, Port Said rotalarına uğrayan Edremit tayyaremiz tarihler 9 Mayıs 1914’ü gösterdiğinde ise nihayet Kahire semalarında görünmüşlerdir. Burada da halkın büyük bir sevgisine mazhar olan pilotlarımız son durak olan İskenderiyye’ye 15 Mayıs 1914 günü vararak bu kutlu ve zorlu seferi büyük bir başarıyla nihayete erdirmişlerdir…
Bir seferin düşündürdükleri
Türk pilotların Avrupa’dan Afrika kıtasına yönelen uçuşunda hüzünlü anlar yaşanmış, uçaklar kaybedilmiş ve en deneyimli Osmanlı havacıları bu uğurda şehit verilmiştir. Bu sefer teknolojinin gerisinde kalan bir İmparatorluğun çağı yakalama mücadelesi olarak İstanbul-Kahire Seferi ismiyle ünlense bile Avrupa’dan başlayıp Asya Kıtası'na, takiben Afrika Kıtası'na ulaşması sebebiyle, üç kıtanın üzerinde icra edilen bir hava seferi olarak tarihteki yerini almıştır.
- At sırtında binlerce yıldır huzurla yönettiği toprakları bu kez havadan temaşa eden Osmanlı, dünyaya üç kıtada var olduğu mesajını vererek amacına ulaşmıştır.
Üstelik bu seferin İmparatorluğun masa başında paylaşıldığı bir zamanda yapılması ise oldukça manidardır. Türklerin yeniden Mısır semalarında gözükmesi halkta büyük bir coşku ve heyecana sebep olurken İngilizlerin Mısır’a ulaşan Türk havacılardan oldukça rahatsızlık duymaları ve seferin etkisini düşürecek eylemlerde bulunmaları bu seferin başarıya ulaştığının da en güzel göstergesidir.
Öte yandan seferde şehit verilen pilotlarımız unutulmamış ve onlarında anısına İstanbul Fatih semtinde bir anıt yaptırılmıştır. Yapımı 1914-1916 tarihleri arasında tamamlanan anıt günümüzde halen mevcut olmakla birlikte üzerinde şehitlerimizin isimleri yer almaktadır…
Şehitler yalnız anıtlarla anılmamış ilerleyen yıllarda mecmualarda ve havacılık yayınlarında da anılmışlardır. Seferin anısına yapılan bir diğer anıt ise Şam’da yapılmıştır. Bu yapı üzerinde ise Fethi ve Sadık Bey’ler nezdinde Türk Ordusunun mesajı yer almaktadır: “El-Fatiha”. Osmanlı ordusunun ilayı misali içün Mısır’a gitmek üzere İstanbul’dan tayaran ederek tesadüf eylediği muhalefeti havadan dolayı bu noktada sükut eden Muaveneti Milliye tayyaresinin süvarileri şehid fedakar Yüzbaşı Fethi ve Mülazımı evvel Sadık Beylerin ruhuna” 14 Şubat 1329 ibaresi yer almaktadır. Tabi bu seferde hatıralar ve anılar yalnız taşlara ve anıtlara işlenmemiş aynı zamanda Türk ve Arap halkının duygularında da sefere ait derin hatıralar oluşmuştur.
Bundan 109 yıl önce Kudüs halkı istedi, Osmanlı tayyareleri havalandı. Bu uğurda üç hava şehidi verildi. Kudüs semalarında ve üç kıtada ay yıldızlı bayraklar dalgalandı.
Tam bir asır sonra, insan ister istemez soruyor kendine: Yine uçar mı Kudüs semalarında Türk tayyareleri? Bugün kan ağlayan Orta Doğu’ya ve zulüm altında inleyen İslam coğrafyalarımıza yine ulaşır mı yükü umut, adalet, barış ve insanlık olan tayyaremiz?