Kudüs kilidini açan zafer: Hıttîn
Salahaddîn Eyyûbî komutasındaki İslâm ordusunun, 4 Temmuz 1187'de Haçlıları Hıttîn'de ağır bir yenilgiye uğratmasının üzerinden 8 asırdan uzun bir süre geçti.
Malazgirt Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasından sonra Bizans, Anadolu topraklarında büyük bir tehlikenin gölgesi altında kalmıştı. Kasım 1096 yılında Clermont konsilinde alınan karar neticesinde Katolik Kilisesi'nin dinî lideri olan Papa, Türkleri Anadolu’dan atmak ve din kardeşlerini kurtarmak maksadıyla bir Haçlı seferi çağrısında bulundu.
- Katolik Kilisesi, Anadolu üzerine bir saldırı planı üzerine yoğunlaşmışken Türk-İslâm dünyası ise iç karışıklıklarla mücadele etmekteydi. Büyük Selçuklu Hükümdarı Melikşah vefat etmiş, devlet içerisinde taht mücadeleleri peyda olmuştu.
Bunun yanı sıra Abbasîlerin dünyevi iktidarı Selçuklulardan geri alma çabaları, siyasi ve ekonomik karışıkları derinleştirmiş; önceden beri bölgede var olan mezhep kavgaları, Anadolu toprakları üzerindeki birliği tamamen dağıtmıştı. Tüm bu fırsatlardan istifade eden Haçlı ordusu, 1097 yılında Anadolu’ya ayak basarak İznik ve Batı Anadolu’yu ele geçirdi. Bu topraklarda kalıcı olmak isteyen Haçlılar, Urfa ve Antakya’yı işgal ettikten sonra hedeflerine Kudüs’ü koydular. 1099 senesinde Kudüs’ün işgaliyle Kudüs Haçlı Krallığı kurulup Haçlıların zaferi ilân edilmiş olacaktı.
Haçlı liderler her ne kadar Anadolu ve Kudüs’te prenslik ve krallıklar kurmuş olsalar da bölgedeki demografik yapının Müslümanların lehine olması bir tehlike arz etmekteydi. Bu durumun farkında olan Haçlı liderler, zaferle sonuçlandırdıkları I. Haçlı Seferi’nin ikinci dalgası için Papa’dan yeni bir askerî güç talep ettiler.
1101 yılında haçlıların başlattıkları ikinci dalga, Anadolu’da sert bir kayaya çarptı. Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan; Danişmendli Beyliği, Doğu Anadolu Türk beylikleri ve Suriye Selçuklu Melikliği ile Büyük Selçuklu’ya bağlı valilerle ittifakta bulunarak haçlı ordularını yendi. Böylece bölgede kalıcı olmak isteyen prenslikler ve krallıkların ümitleri boşa çıktı.
Yaklaşık dört sene sonra 1105 tarihinde Büyük Selçuklu Devleti hükümdarı olan Muhammed Tapar, taht kavgalarına son vermişti. Aynı zamanda Türk-İslâm birliğini sağlamayı da isteyen Tapar, bazı girişimlerde bulundu. Musul valisi Mevdud ile bölgedeki yerel beyler ve emirlere mektuplar yazdı.
- O, mektuplarla tam olarak bir fiili birlik sağlayamamış olsa da Haçlı seferlerinden bu yana Türk-İslâm dünyasının fikri birliğe ulaşmasını sağlamıştı. Zira yazılan mektupların etkisinden olacak ki Musul Valisi Mevdud, Urfa Haçlı Kontluğu’nun üzerine seferler düzenleyerek kontluğun, Fırat Nehri’nin doğusunda kalan topraklarını ele geçirmişti.
Urfa Haçlı Kontluğu’nun tamamen ortadan kaldıran kişi ise İmâdüddin Zengî olacaktı. El-Cezire, Irak ve Suriye topraklarında pek çok fetihlerde bulunan İmâdüddin Zengî, İslâm dünyasının uzun süredir beklediği siyasî birliği de sağlamak üzereydi.
Irak Selçuklu Sultanı Mesud’un emriyle Urfa Haçlı Kontluğu’nun üzerine yürüyen İmâdüddin, I. Haçlı Seferi sonrasında kurulan bu devleti ortadan kaldırdı.
İslâm dünyasında büyük bir sevincin yaşanmasını sağlayan bu fetih, aynı zamanda haçlıların bölgeden tamamen çıkarılmasına dair ümitleri de arttırmış oldu. Hristiyan dünyası ise bu hezimet karşısında II. Haçlı Seferi’ni başlatacak, ancak Anadolu Selçuklu Türkleri ve sair beyliklerin mücadelesi neticesinde bu seferden kesin bir yenilgiye uğrayarak Avrupa’ya dönmüş olacaklardı.
İmâdüddin Zengî ile başlayan siyasî birliği sağlama çabaları, Nureddin Mahmud Zengî’nin Musul Atabeyi olarak haçlılara karşı kazandığı zaferler ve siyasî manevralarıyla artık tam anlamıyla gerçekleşmişti.
- Zengî’yle birlikte Halep ve Dımaşk ilk kez birleşmiş, bunun yanı sıra Antakya, Trablus ve Kudüs Haçlı Krallıkları karadan Türkler tarafından çevrelenmişti. İslâm dünyasında özlenen birliği sağlayan Zengî, artık bölgenin de en güçlü Müslüman hükümdarı olmuştu.
1174 yılında Nuredddin Zengî’nin vefat etmesiyle tarih sahnesine çıkacak olan isim Salahaddîn Eyyûbî olacaktı. Babası ve amcasının, Irak Selçuklu Devleti’nde üst düzey görevler yapmasından dolayı Türk devlet terbiyesi ve töresi bakımından oldukça donanımlı olan Salahaddîn, genç yaştan itibaren devlet içerisinde önemli vazifeleri yerine getirmekteydi.
Salahaddîn, zaman içerisinde kazandığı tecrübelerle devlet içerisinde en güçlü emir konumuna yükseldi. O, Zengî’nin vefatıyla Türk-İslâm dünyasının içine düşmek üzere olduğu siyasî birliğin bozulmasını da önleyecek olan isimdi. Zira Haçlı tehlikesi tüm canlılığıyla bölgede kendisini hissettirirken emirler ve naibler hortlayan iktidar hevesiyle yanıp tutuşmaktaydılar.
Salahaddîn, birliğin dağılmasını önlemek amacıyla öncelikle Mısır’daki iç ve dış sorunları çözdükten sonra Dımaşk’a giderek Nureddin Zengî’nin oğlu tarafından kendisine karşı kurulan ittifakı dağıttı. Abbâsî halifesinin de kendisini tanımasıyla Zengî’den sonra bozulmak üzere olan siyasî birlik, tekrardan sağlanarak Eyyûbî Devleti kuruldu.
Sultan vasfıyla ilk hedef olarak siyasî birliği tekrardan sağlayan Salahaddîn, artık ikinci hedefini gerçekleştirmenin yollarını arıyordu; Kudüs’ü fethederek Haçlıları bölgeden çıkartmak.
Salahaddîn, bu çerçevede Haçlılara karşı büyük başarılar kazandı. Öncelikle Merc-i Uyun’da Haçlıları hezimete uğrattı. Daha sonra Ürdün Nehri üzerinde stratejik bir konuma inşa edilmiş olan Beytülahzan Kalesi’ni fethetti.
Bu başarılı akınlara rağmen Haçlılara karşı kesin zaferle sonuçlanacak bir savaş, Salahaddîn'in en büyük arzusuydu. Ancak Salahaddîn'in elinde bulundurduğu gücün farkında olan Haçlılar, ona bu fırsatı vermiyorlardı.
1186 yılının sonbaharında Salahaddîn'in beklediği fırsat sonunda ayağına gelmişti. Kerek-Şevbek prinkepsi Renaud de Chattillon’nun kendi toprakları üzerinden geçen Müslüman bir ticaret kervanını yağmalaması ve kafileyi esir alması Salahaddîn'i oldukça kızdırmıştı.
Saldırmazlık anlaşmasına rağmen Renaud de Chattillon’nun bu davranışı üzerine sultan, kervandan gasp edilen malların ve tutsak edilen askerlerin iade edilmesini talep etti. Ancak onun bu talebi prinkeps tarafından reddedilince 1187 yılında Kudüs Haçlı Krallığı üzerine bir sefer yapılmasına karar verildi. Artık cihat çağrısı yapılmış, Kudüs üzerine yürüyecek olan askerler toplanmaya başlanmıştı.
- Ordusunu toplayan Salahaddîn, 1187 yılının Mart ayında sefer için Dımaşk’ın güney bölgesi olan Ra'sul-mâ bölgesine doğru harekete geçti. Bir süre bu bölgede ordugâhını kuran Salahaddîn, daha sonra büyük oğlu Melik Efdal’i burada toplanmakta olan ordunun başına komutan tayin edip Busra şehrine geçti.
O, hac dönüşüne tekabül eden zamanlar olmasından dolayı Renaud’un hac kafilelerine zarar vermesinden endişe etmekteydi. Kısa bir vakit bu bölgede konaklayan
Salahaddîn'in menziline artık Renaud’un toprakları girmişti. Hacıların dönmesinden sonra Renaud’un topraklarına ulaşan Salahaddîn, bu bölgeyi zorlanmadan ele geçirdi. Onun elinde bulundurduğu güç karşısında korkuya kapılan Renaud ise bu sırada Kerek Kalesi içerisinde saklanmaktaydı.
Diğer yandan Ra'asulmâ’da bırakılan şehzade Melik Efdal’in yanında çeşitli bölgelerden gelen askerler toplanmış ve Salahaddîn’den gelecek emri beklemeye koyulmuşlardı. Ancak sultandan gelecek emir gecikmişti.
Emri altındaki askerleri atıl tutmak istemeyen şehzade, bu durum karşısında inisiyatif alarak gruplara ayırdığı askerleri çeşitli bölgelere keşif yapmaya gönderdi. Taberiyye-Akka bölgesine doğru keşfe giden grup, Templier ve Hospitaler şövalyeleri ile Türkopoller’den oluşan seçkin bir düşman birliğini alt etti.
Düşmanın en seçkin şövalyelerinden oluşan birliğe karşı kazanılan zaferin haberini alan Salahaddîn, Kerek’ten dönerek Aşterâ mevkiinde ordugâhını kuracak ve toplanan tüm askerler bir araya gelmiş olacaktı.
Salahaddîn, Kudüs Haçlı Krallığı’nı tarih sahnesinden silecek olan bu orduyla yakından alakadar olmaktaydı. Emirlerinin ve askerlerinin görev dağılımını yapmış ve onların savaş esnasında davranış biçimlerine dair nasihatlerde bulunmuştu. Ordu içinde zafer ümidinin yüksek olmasını isteyen sultan, askerlere bahşiş dağıtıp vaatlerde bulunduktan sonra kendinden emin bir şekilde otağına döndü.
Salahaddîn'in ordusunda durum böyleyken Haçlı tarafında ise bazı sorunlar yaşanmaktaydı. Liderler ve kral arasındaki anlaşmazlık, Haçlıların Müslümanlara karşı ellerini ciddi manada zayıflatmaktaydı. Fakat
Salahaddîn'in kendilerine doğru hareket halinde olmasının haberi alındığında bu anlaşmazlıklar, yerini tekrardan birliğe bırakacaktı. Kral Guy de Lusignan ve Kont Raymond, aralarındaki anlaşmazlığı hallettikten sonra toplayabildikleri en büyük orduyla Safuriyye denilen bölgede karargâhlarını kurdular.
- Haçlıların harekete geçtiği haberini alan Salahaddîn ise ordugâhını el-Ukhuvane adlı bölgeye kurdu. Öyle ki Ukhuvane, yasemin kokan sarı bayraklardan, gelincik gibi kırmızı sancaklardan renkli bir bahçeyi andırıyordu.
Sultan Salahaddîn, burada emirleriyle yaptığı istişareler sonucunda bir meydan savaşı yapılmasına karar verdi. Alınan karar neticesinde harekete geçen ordu, Taberiyye’nin batısında bulunan Lubya ovasında düşmanın karşısına dikildi.
Müslüman ordusu karşında pasif kalmayı tercih eden düşman, bir türlü harekete geçmiyordu. Bunun üzerine hücum müfrezelerini harekete geçirmek maksadıyla ok atışı emri verildi. Ok yağmurunun altında kalan düşman birliği yerini değiştirmeyerek olduğu yerde kaldı. Düşman tarafından niyetinin bilindiğini anlayan Salahaddîn, askerlerine düşman karşısındaki mevzilerinden ayrılmamaları emrini vererek hassa askerlerinden oluşan bir grupla Taberiyye üzerine yürüdü.
Salahaddîn, Taberiyye Kalesi’ni kuşatarak kısa süre içerisinde iç kale hariç bütün şehri ele geçirecekti. Kontes Ehive ve yakınları kaleye sığınmış bir vaziyette
Salahaddîn'e karşı direnmeye devam ediyorlardı.
Durumun kendileri açısından gittikçe kötüleşmesi üzerine kontes, Haçlı ordugâhına Salahaddîn'e karşı yardım talebinde bulunduğu bir mektup ulaştırdı. Salahaddîn’in taktiği nihayet işe yaramıştı. Zira Haçlılar, kontesin yardım çığlığına olumlu cevap vererek harekete geçtiler.
Bir meydan savaşının gerçekleşmesi için bütün şartlar oluşmuştu. Haçlı ordusunun Taberiyye’ye hareket haberini alan Salahaddîn, kaleyi muhasara edecek bir miktar asker bıraktıktan sonra ana ordusunun başına döndü.
- Sultan Salahaddîn, tedbirli davranarak haçlı ordusu gelmeden bölgedeki su kaynaklarına hâkim olmuştu. Ancak haçlılar bu kaynaklardan birini ele geçirmeyi başarmışlardı. Diğer kaynakları kaybetmek istemeyen sultan, ordunun sağ ve sol kanatlarından haçlıları ok yağmuruna tuttu. Bu ok atışları su kaynaklarını koruduğu gibi Haçlıların yönlendirilmesini de sağlıyordu. Bunun neticesinde haçlı birliği ok atışlarının da etkisiyle Hıttîn bölgesinde mevzilendi. Her iki ordu da geceyi ertesi gün yapılacak olan çarpışmaya hazırlıkla geçirecekti.
Nihayet gün ağarmış ve savaş başlamıştı. Müslümanlar üzerine yürüyüşe geçen Haçlıları yine atılan oklar karşılayacaktı. Yaydan fırlayan oklar, kısa ve süratli yolculuklarını düşmanın sinesinde tamamlıyordu.
Haçlıların bu ok yağmuru altında ağır kayıplar vermesine rağmen henüz göğüs göğse çarpışma başlamamıştı. Bu sırada saflar arasında olan Salahaddîn, askerlerini hamle yapmaya teşvik ediyordu. İki ordu tam anlamıyla çarpışmaya başladığında ise sultanın Menkubers adındaki memlûkü, savaş meydanındaki cesaretiyle orduyu adeta şahlayacaktı.
Atının üzerinde en önde bulunan Menkubers, kahramanca düşman saflarının arasına daldı. Silah arkadaşlarının kendisini takip etmemesinden dolayı düşman arasında tek başına çarpışarak şehit oldu. Onun şehadetine şahit olan askerler artık hep birlikte hücuma geçmişlerdi.
Diğer yandan ordunun sağ cenahını oluşturan ve Gökbörü’nün komutasında olan birlik, savaş meydanındaki kuru otları tutuşturarak Haçlıların duman içerisinde kalmasını sağladı. Ateşin ve dumanın içerisinde çaresiz kalan düşmanın artık hamle yapma gücü zayıflamış ve safları parçalanmıştı.
- Savaşın kaybedildiğinin farkına varan Kral Guy ve komutanlar, canlarını kurtarmak maksadıyla tepelere doğru çekildiler. Ancak bu kaçış çok uzun sürmeyecek, Salahaddîn Hıttîn Tepesi’ne çekilen kralı ve yanındakileri esir alacaktı. Böylelikle gün ağarırken başlayan Hıttîn Meydan Muharebesi, kesin bir zaferle sonuçlanmış oluyordu. 4 Temmuz günü batan güneşle Kudüs Haçlı Krallığı karanlığa gömülerek artık üzerine hiçbir güneşin doğuşuna şahitlik edemeyecekti.
Hıttîn'de kazanılan bu zaferle Kudüs’ün kapısını aralayan Salahaddîn, yaklaşık üç ay sonra miraç gecesine tekabül eden bir günde Kudüs’ü fethetti. Böylece o, sultan olarak ikinci hedefini de gerçekleştirip adını tarihe silinmeyecek bir şekilde nakşetti.