Kûfe-Necef-Kerbelâ hattında yolculuk
Hz. Ali 661 yılında Kûfe’de şehit edildiğinde, naaşı Kûfe’nin 10 km batısında yer alan Necef’e defnedilir. Necef şehrinin gelişmesi de, Hz. Ali’nin kabrinin burada yer alıyor olması dolayısıyladır. Her ne kadar Hz. Ali’nin cenazesi gizli bir şekilde Necef’e defnedilmiş olsa da, sonradan yaygınlık kazanan Hz. Ali’nin buraya defnedildiği haberi ile bu şehir Şiîler tarafından kutsal bir şehir olarak benimsenir, günümüzde de Şiî dünyasının en önemli merkezlerinden biri olarak önemini muhafaza eder.
Hz. Ali, 661 yılında Kûfe’de şehit edildiğinde, naaşı Kûfe’nin 10 km batısında yer alan Necef’e defnedilir. Hz. Ömer’in emriyle Sa‘d b. Ebû Vakkas tarafından kurulan Kûfe’ye nazaran daha sonra kurulan Necef şehrinin gelişmesi de, Hz. Ali’nin kabrinin burada yer alıyor olması dolayısıyladır. Her ne kadar Hz. Ali’nin cenazesi gizli bir şekilde Necef’e defnedilmiş olsa da, sonradan yaygınlık kazanan Hz. Ali’nin buraya defnedildiği haberi ile bu şehir Şiîler tarafından kutsal bir şehir olarak benimsenir, günümüzde de Şiî dünyasının en önemli merkezlerinden biri olarak önemini muhafaza eder.
Kûfe, aslında bakılırsa benim gittiğim hat içerisindeki en son yerdi. Önce Kerbelâ’da bulunmuş, ardından Necef’e kara yoluyla gelmiş, sonrasında da Kûfe’ye taksi ile ulaşmıştım. Seyahat rotama göre değil de tarihî olaylar sırasına göre anlattığım için, söze Kûfe ile başladım.
Necef’ten kısa bir taksi yolculuğuyla ulaştığım Kûfe hakikaten görülmeye değer, tarihî havası hâlâ solunabilen bir yer. Kûfe’den Necef’e döndüğüm günün akşamında şöyle bir not düşmüşüm: “Bugün Kûfe'de idim. Meğer Irak ne kadar da güzel; Saddam, Amerika ve IŞİD tahribine rağmen ne de tükenmeyen bir menba imiş. Her şey eminim daha da güzel olacak ama yıllardır sıkıntı yaşayan Irak insanı bırakalım da önce biraz soluklansınlar…”
Kûfe’deki tarihî yapılar bir veya iki taneyle de sınırlı değil üstelik. Hicrî birinci yüzyılda yapıldığı düşünülen Mescidü’s-sehle’nin yanından geçip, Hz. Ali’nin şehit edildiği mescid ile evine doğru uzanan uzunca yolu aşıyoruz. Buralar tabi hâlâ sıcak bölgeler, olası bir saldırıyı engelleme amacıyla uygulanan güvenlik önlemlerini hoş karşılamak gerekir. Ama mesela hem Kûfe Mescidi’nin, hem de Hz. Ali’nin sade evinin fotoğrafını çekememiş olmak fazlasıyla canımı sıktı. Birkaç kare almak için yaptığım uğraşılardan da bir netice elde edemedim maalesef.
Günümüzde oldukça bakımlı bir durumda olan Kûfe Mescidi, önemini her şeyden önce Hz. Ali’nin burada şehit edilmiş olmasından alıyor.
Hz. Ali’nin, Hâricî suikastçı Abdurrahman İbn Mülcem’den aldığı darbe ile şehit düştüğü mihrap ise ziyaret dolayısıyla türbeye girenlerin büyük bir vecd ile uğradıkları ilk yer.
Hz. Ali’nin sade evi de hemen caminin yanında yer alıyor. Hz. Ali’nin kefenlendiği yer burasıdır aynı zamanda. Kefenlenmesinin ardından oğulları Hasan, Hüseyin, Muhammed b. Hanefiyye ile Abdullah b. Cafer’in omuzlarında defnedilmeye de buradan kaldırılır. Gerek Kûfe Mescidi’nin avlusunda gerekse bu evin sade odalarının içinde gezerken farklı bir hava sizleri alıp götürebiliyor. Bu arada Kûfe Mescidi’nde kabirler de var. Mescid içerisinde birbirlerine yakın yerlerde bulunan kabirler Müslim b. Akîl, Hânî b. Urve ile Muhtâr es-Sekafî’ye ait.
Hz. Ali’nin Necef’teki azametli türbesine gelen ziyaretçiler çok daha fazla bir yoğunluk oluşturuyor. Türbeye girerken kapının eşiğini öpen insanların sevgisini kelimelerle anlatmak zor. Adeta Hz. Ali’nin türbesinin etrafında teşekkül eden ve bugün oldukça büyük bir şehir olan Necef kenti, Şiî dünyanın da en önemli ilim merkezlerinden biri konumunda.
Bilindiği gibi Şiî inancında “merci-i taklîd” müessesesi mevcuttur. Bu, en kısa tabiriyle “fetvasına başvurulan en yetkili müctehid” anlamına gelir. Irak’da 4 merci-i taklîd bulunur. Bunlar, bu müessesenin Irak’taki, hatta Şiî dünyasındaki en büyük ismi olan Ayetullah Sistânî, Afgan asıllı İshak Feyyâz, Pakistan asıllı Beşîr Necefî ve Iraklı Saîd el-Hekîm’dir. Sadece Sistânî gibi önemli bir ismin bile burada yaşıyor olması, Necef’in ne kadar da önemli bir yer olduğunu göstermesi bakımından yeterlidir. Kaldı ki diğer 3 taklid mercii de Necef’te yaşar. Bunlar, Şiîler açısından oldukça önemli makamda yer alan insanlar.
Şehadeti sırasında çevresinde sadece 70 kişi kadar aile efrâdı kalan Hz. Hüseyin, bu halde Kerbelâ’ya varmıştı. Bu sırada arkasını Fırat’ı alarak Hz. Hüseyin’in suyla irtibatını kesen Emevî kuvvetlerine ait binlerce asker yerlerine konuşlanmıştır. Gelişen bir takım müzakereler sonunda kanını akıtmanın doğuracağı veballe alakalı karşısındakileri uyaran Hz. Hüseyin, geri bile dönebileceğini söyledi, ama karşı tarafı ikna edemedi. İslâm tarihinin şüphesiz en büyük dramı 680 yılında Kerbelâ’da yaşandı.
Hz. Hüseyin’in kesilen mübarek başı Dimeşk’e, Yezid’e gönderildi.
Dimeşk’e götürülen aile efradı da aynı şekilde Yezid’in huzuruna çıkarılır ki, bunların en önemlilerinden biri hiç şüphesiz Hz. Hüseyin’in anne-baba bir kardeşi Hz. Zeynep’tir. Kaynaklarda yer alan ve bugün elimizde olan Hz. Zeynep’in Yezid’e hitaben yaptığı konuşma tüyleri diken diken edicidir.
- Ayrıca Hz. Zeynep yine Kerbelâ’da bulunan Hz. Hüseyin’in oğlu Zeynelâbidîn’in öldürülmesini de engelleyerek Ehl-i Beyt’in devamlılığını sağlayan kişi olarak, Şiî inancında oldukça önemli bir yere sahiptir.
Bilindiği gibi Zeynelâbidîn, 12 imamın dördüncüsüdür ve silsile kendisiyle devam eder. Her ikisi konusunda da tam kesin bir netlik olmamakla birlikte maruf ismiyle Seyyide Zeynep’in mezarı Şam’da kendi ismiyle anılan bir mahallede bulunurken, Hz. Hüseyin’in kesik başı da Emevî Camii’nin avlusunda bir bölmede medfundur. Suriye’de yaşadığım zaman zarfında buralara defalarca ziyaretlerde bulunmuştum.
Kerbelâ’yı gezerken, oldukça duygu dolu anlar yaşadım. Öyle ki ağlamamak için dudaklarımı bile ısırmak zorunda kalmıştım bir ara. Kerbelâ faciasında katledilenler arasında Ali el-Asgar da vardır. Daha birkaç aylık olan ve annesinden süt emen bu bebek de Kerbelâ’da katledilenlerden birisidir. Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilen ve kabri babasının yanında olan diğer oğlu Ali el-Ekber’den ayırt etmek amacıyla böyle anılan Ali el-Asgar’ın mübarek bedeni babasının göğsünde toprağa verilir. Benim için en duygulandırıcı yer de burası oldu. Duygulanmam belki de empati yapmam dolayısıyla idi. O ziyaret esnasında benim de bebeğim birkaç aylıktı. Bu inanılmaz acıyı düşünmek gözlerimi doldurdu haliyle.
- Hz. Hüseyin’in türbesinde kendi ailesinden başka, gerek kompleks içinde gerek buranın dışında çok sayıda kişiye ait mezar vardır. Bilindiği gibi Fuzûlî’nin mezarı da burada yer alır.
Hz. Hüseyin’in oldukça büyük olan türbesi ziyaretçi seline uğrar. Türbenin bulunduğu yer aynı zamanda Kerbelâ Vak’ası’nın da yaşandığı yer ve çevresidir. Hz. Hüseyin’e ait olan türbenin birkaç yüz metre yürüme mesafesinde ise yine Kerbelâ şehidi olan Hz. Hüseyin’in baba bir kardeşi Hz. Abbas’ın, maruf ismiyle Alemdar Abbas’ın türbesi bulunur.
Susuzluğun dayanılmaz bir hal aldığı o Kerbelâ çölünde Hz. Hüseyin, kardeşi Abbas’ı Fırat’tan su getirmekle görevlendirir. Alemdar Abbas’ın kabrinde bulunan, üzerinde okların yer aldığı kırba bunu temsil eder. Hz. Abbas da dramatik bir biçimde şehit edilir. Türbesi belli bir yerde iken, Kerbelâ’da kollarının kesildiği yerde de minik bir türbe vardır. Ziyarete gelen kişiler burayı ziyareti de ihmal etmez. Hz. Hüseyin ile Alemdar Abbas’a ait olan bu iki türbe, ek yapılarıyla birlikte devasa bir külliye meydana getirir.
Bu arada günümüzde Kerbelâ’nın en yakınından geçen Fırat kolu buraya 20 km uzaklıktadır. Emevî kuvvetlerinin sırtını verdikleri Fırat kolu artık olmamakla birlikte, Kerbelâ merkezde bulunan ve sonraki dönemde açılan bir kanalla Fırat’ın burada bir yapay kolu oluşturulur. Bir akşam saati gittiğim bu suyun başında Kerbelâ’yı ziyarete gelenlerin mersiye okumalarıyla karşılaşmıştım.
Yarıdan fazlasını Şiîlerin oluşturduğu Irak toprakları Şiî inancı açısından çok önemlidir. Zira 12 imamın 6 tanesinin mezarları Irak topraklarında bulunur.
- Bu 6 türbenin tamamı “Atabât-ı Mukaddese” olarak geçer ve vakıf statüsünde işler. Her birinden sorumlu bir isim vardır. Bunların tepesindeki isim ise Sistânî’dir.
Bunlardan özellikle Sâmarrâ’daki İmam el-Askerî Türbesi, 22 Şubat 2006’da düzenlenen bombalı saldırıyla epey gündemde kalmıştı. Şimdi Irak’ta sükûnet sağlanmış olmakla birlikte, yakın dönemde ülkenin çeşitli yerlerinde düzenlenen terör saldırılarında çok insan hayatını kaybetmişti. Yapılan büyük saldırılardan biri Kerbelâ’da milyonların gelip buluştuğu Erbaîn törenleri esnasında olmuştu. 24 Kasım 2016’daki intihar saldırısında en az 80 kişi hayatını kaybetmişti. (Hz. Hüseyin’in şehadetinin 40’ıncı gününe “Erbaîn” denir. 20 Safer’de idrak edilen törenler, Kerbelâ anmalarının devamı niteliğindedir.)
Kerbelâ aynı zamanda Saddam Hüseyin döneminin baskılarından bıkan kimi Şiîlerin ayaklanmaya geçtiği yerlerden biridir. Saddam’ın 1991 yılındaki ayaklanmayı şiddetli bir biçimde bastırmasına ait izler, Hz. Hüseyin’in türbesinde kendisini gösterir. Üstelik burası Saddam sonrası dönemde de rahat edememiş, Kerbelâ Amerika’nın buraya ayak basmasından masun kalamamıştır.
Böylesine zengin vakıfların olduğu yerde Amerika’nın olmaması düşünülemez tabi. Fakat Muktedâ es-Sadr’ın lideri olduğu Mehdi Ordusu önemli bir caydırıcı güç olmuştur. Muktedâ es-Sadr’ın da zaten etkin olduğu coğrafya, Necef ve çevresidir. Bu durum, Şiîler arasında kendisine büyük bir sempati kazandırmıştır.
Şia için önemli olduğunu ifade ettiğimiz bu topraklar bizden de büyük parçalar taşır. Zira uzun bir zaman Osmanlı hâkimiyetinde bulunan bu topraklara ait çok sayıda vakfiye Osmanlı arşivlerinde mevcuttur. Bu apayrı bir yazının konusudur.
Gerek Hz. Hüseyin’in gerek Alemdar Abbas’ın türbeleriyle ilgilenen türbedarların kıyafetleri bile Osmanlı döneminden kalma bir gelenek olarak devam eder.
Yapılacak kapsamlı bir inceleme, muhtemelen daha başka yakınlıkları da ortaya çıkaracaktır
Modern bir şehir olma yolunda hızla ilerleyen Kerbelâ’da büyük bir imar ve genişletme faaliyetleri yürütülürken, imar çalışmaları tamamlandığında Kerbelâ Vak’ası’nın yaşandığı yerin daha da belirgin bir hale getirilmesi amaçlanıyor.