İsrail'in Beyrut kuşatmasından sağ kurtulanlar Gazze'de tarihin tekerrür ettiğini görüyor
Beyrut sakinleri, İsrail'in 42 yıl önce kuşatma altına aldığı Lübnan’da ortaya koyduğu taktikleriyle bugünkü Filistin’e yönelik işgali arasında büyük benzerlikler olduğunu ortaya koyuyor.
Hamra'nın en parlak dönemi
Uzun süredir Ortadoğu'nun kültürel ve entelektüel merkezi olarak görülen Hamra'da, Lübnan İç Savaşı'na giden yıllarda sinema salonlarından yayın evlerine, bölgenin dört bir yanından gelen siyasî muhalifler ve sürgün edilmiş insanlarla dolu kafelere kadar her şey vardı.
Sürgün edilenler arasında Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) lideri Yaser Arafat ve ünlü Filistinli yazar ve devrimci Ghassan Kanafani de dahil çok sayıda Filistinli vardı. 1970'deki iç savaştan sonra Ürdün'den sürüldükten sonra Filistinli siyasî liderlerin geri kalanıyla birlikte Lübnan'a gelmişlerdi.
İsrail'in Filistin'in büyük bir bölümünü işgal ettiği 1967’deki savaşının ardından, 1948'deki Nekbe'yle birlikte ikinci bir sınır dışı edilme dalgasıyla yüzleşmek zorunda kalan yüz binlerce Filistinli, bir kez daha İsrail’in tüm kanlı şiddetiyle evlerinden sürülmüştü.
- Sürgün edilen Filistinlilerden birçoğu, direniş savaşçılarının İsrail'e saldırılar başlattığı ve sonunda Ürdün'ün onları sınır dışı etmesine yol açan misilleme saldırılarına maruz kaldığı Ürdün de dahil olmak üzere komşu ülkelere gitmişti.
Kasım 1969’da Arafat ve Filistin Silahlı Mücadele Komutanlığı Lübnan'la Kahire Anlaşması'nı imzalamıştı; bu anlaşma esasen Filistinli savaşçıların varlığını ve faaliyetlerini onaylıyor ve Filistin'e Lübnan'daki 300 binden fazla Filistinliye ev sahipliği yapan 16 mülteci kampı üzerinde kontrol hakkı veriyordu.
- Ancak İsrail, Filistin direnişinin varlığını gerekçe olarak göstererek 1978'de ülkenin güneyinden başlayarak 1982'de başkent Beyrut'a kadar uzanan bölgeyi işgal edip yoğun bombardımanlar eşliğinde şehri kuşatma altına aldı.
İsrail ve Lübnanlı Hristiyan Falanjistlerin, Beyrut’ta hiç Filistinli bırakmama noktasında mutabakata vardığı katliamlardan en korkuncu, 16 Eylül 1982'de başlatılan Sabra ve Şatilla Katliamı idi.
20 bin Filistinli mültecinin yaşadığı Sabra ve Şatilla Mülteci Kamplarına gerçekleştirilen ve İsrail'in eski Savunma Bakanı Ariel Şaron'un yönettiği üç gün süren saldırılarda, 3 binden fazla savunmasız Filistinli mülteci katledildi. Çoğunluğu yaşlı, kadın ve çocuklardan oluşan Filistinli mülteciler, milislerin kullandığı ağır silah ve bombaların yanı sıra balta ve kesici aletlerle vahşice öldürüldü.
- Dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan’ın, İsrail Başbakanı Menachem Begin ile yaptığı telefon görüşmesinde "holokst" olarak adlandırdığı söylenen kanlı kuşatma ve katliamın acısı, bugün, o günleri unutmakta zorlanan Batı Beyrutlular için hâlâ taze.
Beyrut – Gazze arasındaki paralellikler
Pek çok Batı Beyrutlu, 42 yıl önce yaşanan kanlı şiddet ile Gazze'de 3 aydır devam eden soykırım arasında paralellikler görüyor.
“İsrail'in taktiklerine şaşırmadım” diyen Beyrutlu roman yazarı ve şehrin Sivil Savunma Birimi'nin eski üyesi olan Ziad Kaj,
Artık tek fark, kaç kişinin öldüğü
diyor.
Gazze Şeridi’nde 7 Ekim'den bu yana yaklaşık yarısı çocuk olmak üzere 22 binden fazla Filistinli öldürüldü. Batı Beyrut kuşatmasında ise Beyrut ve çevredeki banliyölerde, yüzde 80'i sivil olan yaklaşık 5.500 kişinin öldüğü tahmin ediliyor.
1982'de İsrailliler ve Lübnan Kuvvetleri, Batı Beyrut çevresinde kontrol noktaları kurarak elektriği kesmişti. Telefon hatları kesildiği için de dış dünyayla iletişim kurmak oldukça nadirdi.
İsrailli yetkililer sivillere Batı Beyrut'u terk etmeleri çağrısında bulunmuş ve Arafat ile FKÖ'yü "sivil perde arkasına saklanmakla" suçlamıştı.
Kuşatma altındaki Beyrut'a ara sıra temel ihtiyaç maddelerini sokma girişimlerine rağmen tıbbî malzemeler, yiyecek ve diğer ihtiyaçlar ciddi şekilde kısıtlanmış ve kıt miktardaydı.
"Batı Beyrut kuşatılmıştı" diyen Kaj, o günler için "Ekmek, su veya gaz yoktu ve karadan, havadan ve denizden neredeyse her gün bombardıman yapılıyordu." diyor.
70'li yaşlarındaki Hamra sakini Ebu Tarık ise, tıpkı bugün Gazze’de olduğu gibi "Sabahları ekmek arardık ve çoğu zaman onu bulamazdık. Sebze ve et hiç mevcut değildi.”diye ifade ediyor.
- İsrailli yetkililerin Hamas'ı sık sık “canlı kalkan” kullanmakla suçladığı ve nüfusun yüzde 40'ının açlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğu Gazze'de bugün tarih tekerrür ediyor.
Beyrut'ta su kıtlığı, sakinlerin mide rahatsızlıklarına neden olan tatlı gazlı içeceklere veya kirli kuyu sularına başvurmak zorunda kalması anlamına geliyordu. Gazze'de de insanlar içilemez tuzlu su içmeye zorlanıyor
Tıpkı Gazze'de olduğu gibi Beyrut'ta da o kadar çok ölü ve yaralı vardı ki doktorların anestezi yapmaya ne malzemeleri ne de zamanları oluyordu.
Aylarca toplanmayan çöplerle birlikte artan fare ısırıklarının sebep olduğu tifo ve kolera salgını, Beyrutlu çocuklar arasında kontrol edilemeyen bir yangın gibi hızla yayılmıştı. Stres yaygındı ve bombalaman Beyrutlularda aşırı psikosomatik etkilere yol açmıştı.
Gazze'deki sağlık sistemi çöktüğü için insanlarda menenjit, su çiçeği, sarılık ve üst solunum yolu enfeksiyonlarında artış görülüyor.
ABD'li akademisyen Cheryl A Rubenberg, Filistin Çalışmaları'nda, 1982’de sabah 4.30'da başlayan ve akşama kadar devam eden bombardımanın sadece bir haftada "anoreksi, mide bulantısı, ishal, uykusuzluk, tutarlı bir paragraf okuyamama veya yazamama, sürekli rahim kanaması ve sürekli bir sinirlilik ve gerginlik hissi" yarattığını yazmıştı.
İsrail'in Gazze'deki bombalaması üç aydır aralıksız sürüyor; kasım ayı sonunda yalnızca bir haftalık “insanî duraklama” dışında.
Batı Beyrut sakinlerinin çoğu şehirden ayrılarak dağlardaki veya Doğu Beyrut'taki bölgelere kaçmıştı, ancak bazıları çalışmak veya yağmacıları mülklerinden uzak tutmaya çalışmak için geride kalmıştı.
"Beyrut'u yok etmek isteyen düşmana karşı direniş, dayanışma ve özgürlük umudu vardı" diyen 60 yaşındaki Süleyman Bahti, iç savaşın tüm şiddeti ve karanlığına rağmen Hamra’dan ayrılmamıştı.
Bahti, bu "ışık ve umut" atmosferinin, sahada kalan az sayıdaki gazeteci tarafından her gün dünyaya yeni dehşetlerin aktarıldığı Gazze'de devam eden katliamla tam bir tezat oluşturduğunu söylüyor.
Beyrut'taki hastaneler, İsrail'in Batı Beyrut'ta uluslararası yasaklı fosfor bombası kullanmasının ardından, aralarında Güney Lübnan'dan ülke içinde yerinden edilenlerin de bulunduğu 500 bin kişinin olduğu yanık kurbanlarıyla başa çıkmakta zorlanmıştı.
Uluslararası insan hakları örgütleri, bugün, İsrail'in ABD tarafından sağlanan beyaz fosfor bombasını 7 Ekim'den bu yana Gazze ve Güney Lübnan'da defalarca kez kullandığını belgeledi.
1982 kuşatmasını yaşadık ama Gazze’deki bir soykırım. Bu ölümden daha kötü.
diyor Bahti son olarak.
Kaynak: Aljazeera