Suriye’de başlayan halk ayaklanmasının bir savaşa dönüşmesiyle birlikte, ölü sayısının 600 bini çoktan aştığı belirtiliyor. Şu anda uluslararası sistemi meşgul eden sorunların başında gelen Suriye krizi, etkileriyle ve yol açtığı sonuçlarla önümüzdeki on yıllar boyunca hem bölgemizi hem de dünyayı sarsmaya devam edecek gibi görünüyor.
2011’in mart ayında Suriye’deki barışçıl gösterilerin başlaması, İran’ın desteklediği Beşşar Esed rejiminin durumuna kanlı bir şekilde müdahalesi ve sonrasında savaşa dönüşen protestolar, şu soruları hep akla getirdi: İranlılar, ülkelerinin böylesine kanlı bir savaşta başrol oynaması konusunda ne düşünüyorlardı? Suriye’den katliam görüntüleri geldikçe, olan biteni kendilerine nasıl izah ediyorlardı? Ülkelerinin bu yıkıcı askeri müdahalesini protesto eden İranlılar var mıydı?
Şimdiye kadar çok sorulan ancak cevabı pek verilmeyen bu sorulara, İranlı araştırmacı Hamid Haşimi, oldukça kapsamlı bir makaleyle cevap aradı. Muftah.org adlı sitede yayımlanan yazısında Haşimi, İran toplumunu belli sınıflara ayırarak, her bir sınıfın Suriye krizindeki duruşunu irdeledi. Oldukça ikna edici bir çerçeve çizen makalenin can alıcı vurguları şöyle:
1979’da Batı destekli otokrat bir rejimi deviren İranlıların, Suriye’deki olaylara şüpheyle yaklaşmasını ve “Batı komplosu” olarak bakmasını “anlaşılır” bulan Haşimi’ye göre, toplumsal anlamda ilk sınıf “hükümet yanlısı İranlılar”. Geniş bir tabanı oluşturan bu grubun, Suriye politikasını sorgulamak şöyle dursun, gelişmelerden doğru dürüst haberdar bile olmadıklarını, üstelik olayları takip etmediklerini kaydeden Haşimi, bu kesimin zihin konforunu bozmamakta ısrar ettiğini kaydediyor.
Aralarında rejim karşıtları da bulunmasına rağmen, İranlılık kimliği üzerinden rejime yaklaşan ikinci kesim, “milliyetçiler”. Hamid Haşimi, bunların da “milli menfaat” kavramı çerçevesinde Suriye’deki olaylara göz yumduğu kanaatini ifade ediyor. Bu kesim içindeki Arap antipatisinin de Suriye’yi görmezden gelmeye büyük etken olduğunu savunan yazar, Beşşar Esed rejiminin “İslamcıları” tepelemesinin işlerine geldiğini belirtiyor.
Üçüncü toplumsal sınıfı temsil edenler ise “reformistler”. Mevcut İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin 2013’te cumhurbaşkanı seçilmesiyle fiilen iktidara gelen reformistler, normalde Suriye olaylarına sempatiyle yaklaşırken, Ruhani hükümetinin sert retoriğine onlar da boyun eğdi. Hasan Ruhani’nin şu anda Suriye’de uygulanmakta olan askeri doktrini kaleme alanlardan biri olduğunu da düşündüğümüzde, yazara göre, reformistlerin birer savaş çığırtkanına dönüşmesinde anlaşılmayacak bir taraf bulunmuyor.
İran’ın dördüncü toplumsal tabakasında “solcular” var. Hamid Haşimi’nin gözlemlerine göre, İranlı solcular, gidişatı etkileyecek bir güce sahip olmadıkları gibi, dile getirdikleri görüşlerin halkta karşılık bulması da hemen hemen imkânsız. Haşimi, İranlı solcuların, dünyadaki solcuların basit ve silik kopyası olduğu yorumunu aktarıyor.
“Katı Şiiler”, İran toplumunun beşinci ana parçasını oluşturuyor. Bunların da tamamen mezhepsel saiklerle Suriye’deki katliama çanak tuttuğunu kaydeden Haşimi, bu grupların içinde mevcut İran yönetimini gayri meşru olarak görenlerin bile, Suriye olaylarında rejimin yanında saf tuttuğunu belirtiyor. Katı Şiilere göre, Suriye’de yaşananlar, “Vahhabiliğe karşı mücadele” başlığına dâhil.
Tüm bu sınıflandırmaların ardından, “Peki, geriye kim kaldı?” diye soran Hamid Haşimi, İran toplumu içinde tüm bu grupların içinde yer almayan yeni ve genç bir neslin de yetişmekte olduğunu vurguluyor. Henüz etkili ve yetkili durumda olmayan bu genç neslin, orta vadede İran toplumunun gündemini belirleyecek bir noktaya geleceğini düşünen Haşimi’ye göre, Suriye’de yaşananlar, günün birinde İranlıların hepsi tarafından ayrıntılı bir şekilde tartışılacak.