Hindistan'da İslam nasıl yayıldı?

İslam dünyasının en kalabalık topluluklarından olan Hint Müslümanları, Güneydoğu Asya’nın çok etnisiteli, çok dinli ve çok kültürlü dokusunun temel parçalarından biridir.

İslam dünyasının en kalabalık topluluklarından olan Hint Müslümanları, Güneydoğu Asya’nın çok etnisiteli, çok dinli ve çok kültürlü dokusunun temel parçalarından biridir. Bugün sayıları üç yüz milyonu bulan Hint Müslümanları’nın İslam ile nasıl tanıştıkları konusunda farklı rivayetler bulunmaktadır. Tarihsel olarak bakıldığında Hindistan’da İslam’ın yayılışını ve genişlemesini üç başlıkta incelemek mümkündür. Bunlar; ticaret maksadıyla bölgeye gelen Müslüman tüccarların etkisi, İslam’ın uzak diyarlara yayılmasını amaç edinen kumandanların fetih hareketleri ve son olarak sufi, derviş ve mollaların İslam’ın prensip ve ilkelerini bölgede tebliğ etmek için çaba göstermeleridir.

Askeri olarak Müslümanların Hindistan’a ilk ilerleyişleri hicri birinci asra kadar uzanırken kervan ticareti vasıtasıyla karşılıklı etkileşimlerin temelleri atılmıştır. Hindistan’da ilk çağlardan beri milyonlarla ifade edilen çok tanrılı; mitolojik ve animist özellikler bakımından iç içe geçmiş ve milli kimlik kazanmış bir din anlayışı vardı. Bu bağlamda İslam’ın Hindistan’a kalıcı olarak girmesi askeri faaliyetler ile ekonomik etkileşimlerden daha ziyade sufi, derviş ve mollaların İslam’ı tebliğ etmek maksadıyla bölgeye göç edip yerleşmeleri sayesinde olduğu belirtilmelidir.

El-Hazin, ‘‘Lihabü't-Te'vil fİlle'ani'ı-Tenzil’’ adlı eserinde İslami literatürde Hindistan topraklarının ‘‘hubtit-ı Adem’'in yani Hz. Adem'in cennetten dünyaya indiği mahalli olarak geçtiğini aktarmaktadır. Ancak uzun süre bigâne kalınan Hint coğrafyasına ilk gelen Müslümanlar, coğrafya, din, dil, kültür ve medeniyet açısından kendilerinden tamamen farklı bir tablo ile karşılaşmışlardır. İslam dininin evrensel mesajının Hindistan’a ulaştırılması için dervişler harekete geçmişler, yerli halkın arasına karışıp dillerini öğrenmişler ve Müslümanlığın hızla yayılmasına ortam hazırlamışlardır. Gönüllü olarak irşad faaliyetine girişen sufi dervişler İslam’ın iman ve inanç esasları ile ahlaki özünün tayışıcıları olmuşlardır. Pek çok tarikatın kurulması ile hızlanan tebliğ faaliyetleri, tevazu ve hoşgörünün sabırla yoğrulması sonucu etkisini göstermiş, pek çok Hint racası(yöneticisi) İslam’ı kabul etmiştir.

Hinduların daha ilk karşılaşmada, Müslümanları kast dışı ilan ederek onlara Malehç(pis, murdar) lakabını takarak toplum içerisinden tamamen soyutlama girişimlerine rağmen sufi dervişler malları ve canlarıyla, dünyevi anlamda hiçbir amaç gütmeden İslam dininin esaslarının ulaştırılması noktasında gayret göstermişlerdir. Nitekim sufi dervişlerin kurdukları tarikat merkezleri olan hangahlar, birer misafirhane şeklinde kullanılmış ve kapısı herkese açık bırakılmıştır. Hangahlar tebliğ ve irşad faaliyetlerinin merkez üssü olarak planlanmıştır. Bu sayede manevi düzlemde diğer dinlere mensup kimseler ağırlanarak bölge halkıyla bütünleşme arttırılmıştır.

Hindistan’a Müslümanlığın yayılışı ile Anadolu’da yayılışı arasında benzerliklerin olduğu görülmektedir. Nasıl ki Anadolu’nun Müslüman yurdu olmasında Orta Asya ve muhtelif coğrafyalardan gelen derviş ve şeyhlerin etkisi var ise aynı durum Hindistan’ın Müslümanlaştırılmasında da kendisini göstermiştir. Ordulardan önce fethedilecek topraklara giderek İslam’ı anlatan erenler ve dervişler Müslüman kimliğinin sağlam bir şekilde yerleşmesinin başmimarları olmuşlardır.

Mutasavvıfların İslamlaştırma misyonu, gittikleri bölgenin yerel kodlarının sıkı analizi ile uyguladıkları uygun metotlar sayesinde başarıya ulaşmıştır. Adeta ‘‘Tanrılar merkezi’’ olan Hindistan coğrafyasının politeist anlayışı karşısında İslam’ın iman ve inanç esasları ile ahlaki normlarını yerleştirerek başarıya ulaşmak ancak büyük bir azim ve sabrın birlikteliği ile mümkün olabilirdi. Bugün Hint Alt Kıtası’nda kalıcı bir Müslüman nüfuzundan bahsediyor olmamız hiç şüphesiz, sufi dervişlerin hoşgörünün timsali olarak hareket ederek başardıkları İslamlaştırma faaliyetleri sayesinde olduğu vurgulanmalıdır.

Abdulkadir AKSÖZ