Hindistan’a Ortadoğu’dan çıkış
Süveyş Kanalı inşa edilene dek Ortadoğu'dan Asya'ya ulaşım, uzun ve çetrefilli Ümit Burnu rotası yoluyla gerçekleşiyordu. Fırat ve Dicle Nehirlerini kullanarak Hint Okyanusu’na çıkma fikri ise Birleşik Krallık'ın Asya'daki kolonilerine daha hızlı ve güvenli erişebilmesinin yolunu açmıştı. 1836 yılında İngiliz Kâşif Francis Rawdon Chesney'in önderliğinde gerçekleşen keşif hareketleri her ne kadar başarıyla sonuçlansa da Fırat ve Dicle Nehirlerinin su miktarındaki istikrarsızlık, Ortadoğu'dan Hindistan'a hızlı geçişi Süveyş Kanalı'na bırakacaktı.
Süveyş Kanalı’nın tamamlandığı 1868 yılına kadar Avrupa’yı Doğu’ya ve Güney Asya’ya sadece bir rota bağlıyordu. Ümit Burnu’nun çevresinden dolaşılarak Hint Okyanusu’na ulaşılan bu güzergâh, sadece uzun ve zahmetli değil, aynı zamanda tehlikeler de barındırıyordu. Birleşik Krallık’ın kolonileri veya ticaret noktalarıyla olan bağlantısı herhangi bir olumsuz hava muhalefetinde, savaş zamanlarında veya bir başka deniz kuvvetinin saldırısı gibi durumlarda oldukça kırılgan bir hâl alıyordu. Birleşik Krallık’ın varlığını muhafaza edebilmesi bir yerde hakim olduğu topraklara hızlı ve daha güvenli ulaşabilmesine bağlıydı.
- Süveyş Kanalı bunun nihâî neticesi olmuştu ama buraya varana kadar bir öneri daha gündeme gelmişti: Fırat ve Dicle Nehirlerini kullanarak Hint Okyanusu’na çıkmak..
1835-1836 yıllarına ait Fırat Keşfi, Ümit Burnu rotasını devreden çıkartarak buharlı gemiler için kalıcı bir güzergâh bulmayı amaçlamıştı. O dönemde de gündemde olan Kızıldeniz’den Süveyş’e çıkma fikri Fırat’ın kullanılmasına kıyasla daha güç gelmişti. Özellikle Hint Okyanusu’nda görülen muson rüzgarlarının varlığı, devlet kademelerinin Fırat üzerinden olacak rotaya daha sıcak bakmalarına sebep olmuştu. Bu şekilde Bombay ile Basra arasında yılın her ayı geçiş mümkün olabilecekti. Denizin bittiği yerde ise Basra’dan denize dökülen Fırat ve Dicle Nehirleri başlıyordu. Kış aylarında Fırat’ta sefer yapılıp yapılamayacağının belirlenmesi ise işin önemli bir ayağını oluşturuyordu. Bu keşif seyahati için ayrılan ciddi bir bütçe bunun sahadaki neticesini görmek için belirlenmişti.
Parlamento tarafından onaylanan bütçe sonrası keşif için hazırlıklar da başlamıştı. Keşif seyahatinin komutası kendisine verilen Francis Rawdon Chesney, 1830 yılında Süveyş Kanalı’yla alakalı İngiliz makamları tarafından çok da rağbet görmeyen bir raporun da sahibiydi. Aynı zamanda o, kâşif sıfatıyla bugün Irak sınırları içerisinde bulunan Âneh’ten Basra Körfezi’ne ulaştığı bir yolculuğu Fırat üzerinde yapmıştı. Sahip olduğu tecrübe ve azmi İngiliz makamlarının kendisine ümit bağlaması neticesini doğurmuştu.
Kullanılacak iki demir keşif gemisi, aşacakları nehirlere izafeten Tigris (Dicle) ve Euphrates (Fırat) isimlerini almıştı.
Bu gemiler parçalar halinde taşınacak ve Fırat Nehri üzerinde birleştirilecekti. Bu parçalar ve keşif tayfası 31 Ocak 1835 tarihinde Liverpool’dan ayrılmış ve üç aylık bir yolculuğun ardından Akdeniz kıyısında yer alan Samandağ’a ulaşmıştı. Buradan kara yolculuğuyla gemi parçaları Fırat Nehri kıyısında bulunan Birecik’e taşınmış ve burada monte edilmişti. Keşfin başladığı nokta da burası olmuştu. Bu toprakların Osmanlı mülkiyeti içerisinde yer alması şüphesiz buradaki resmî makamlardan izin alınmasını gerekli kılmıştı. Ne var ki bu dönemde Suriye topraklarının idaresinin Kavalalı Mehmed Ali Paşa’da bulunması işlerin istenilen hızda ilerlemesini mümkün kılmamıştı.
Uzunca bir bekleyişin ardından nihayet yola çıkan keşif gemileri epeyce ilerleme imkanı bulmuştu. Ne var ki 21 Mayıs 1836 tarihinde, bugün Suriye sınırları içerisinde yer alan Mûhassen’de şiddetli bir fırtınaya maruz kalmıştı. Euphrates isimli gemi büyük güçlük içerisinde kıyıya geçebilmişse de Tigris batmaktan kurtulamamış ve dakikalar içinde Fırat’ın sularına gömülmüştü. Tayfadan 20 kişi boğulmuş, aralarında Chesney’in de bulunduğu diğerleri ise hayatlarını kurtarmayı başarmıştı. Bundan sonra Euphrates yolculuğuna tek başına devam etmiş ve üç aylık bir yolculuğun ardından Dicle ve Fırat’ın birleştiği Şattularap’a varmış, oradan da Basra Körfezi’ne çıkmıştı.
Kraliyet Coğrafya Topluluğu tarafından başarılı bulunan bu keşif ziyareti, keşfi Narrative of the Euphrates Expedition başlığıyla kitaplaştıran Francis Rawdon Chesney’e devlet nişanı kazandırmıştı. Bu, Hindistan’a çıkmanın yeni rotası manasına geliyordu. Bu sayede iletişim ivme kazanacak, daha da önemlisi İngiliz donanmasının buradaki varlığı bir vakittir baş ağrıtan korsanlığa karşı köklü bir önlem alınmasını mümkün kılabilecekti. Fakat proje gerçekleştirilmeden önce başka incelemelerin daha yapılması gerekiyordu. 1840 yılında yapılan bir başka keşif su miktarındaki istikrarsızlığın buranın kullanılması için mümkün olamayacağını söylüyordu. 1854 yılında Süveyş Kanalı çalışmalarının da başlamasıyla da bu proje tarihe karışmıştı.