Haçlılara direnişin sembolüydü: Hasankeyf

İki yakasını Dicle'nin ayırdığı tarihî Hasankeyf şehri, Ilısu Barajının su tutması sonucunda 2020 senesinde sular altında kalmıştır.
İki yakasını Dicle'nin ayırdığı tarihî Hasankeyf şehri, Ilısu Barajının su tutması sonucunda 2020 senesinde sular altında kalmıştır.

Yaklaşık 5 bin yıllık tarihe sahip Hasankeyf binlerce mağara evi, kalesi, kiliseleri, camileri ve medreseleriyle adeta zamana meydan okudu. Heredot’a, Büyük İskender’e, Salahaddîn Eyyûbî’ye, Zengî’ye ev sahipliği yaptı. Bu yaşlı şehir onlarca kez yıkıldı. Romalılar, Sâsânîler, Haçlılar ve Moğollar defalarca yerle bir etti; ama yeniden ayaklarının üzerine kalkmayı başardı. Baraj sularının verdiği zararı ne Sâsânîler ne de Haçlılar vermemişti.

Osmanlı’nın önemli tarihçilerinden ve Şerefnâme eserinin müellifi Şeref Han Bitlisî, “Hasankeyf” şehrinin adının nereden geldiğini bir rivayetle şöyle açıklıyordu. Kalenin zalim hükümdarı; Hasan isminde yiğit ve namuslu bir Arap genci haksız yere zindana atmıştı. Hasan günden güne erimeye ve zindanın nemli betonları arasında akıl sağlığını yitirmeye başlamıştı. Derken günlerden bir gün Hasan’ın aklına bilgece bir fikir geldi ve hükümdara şu haberi ilettirdi:

“Ben artık helake yüz tuttum; birkaç günden, hatta birkaç saatten başka bir şeyim kalmadı. Hükümdardan ricam, bana ufak bir fırsat versin, daha önce birlikte getirdiğim atıma bineyim; birkaç saat at sırtında kalede dolaşıp, sahip olduğum atılganlığı ve at biniciliği sanatındaki hünerimi, atı koşturmaktaki ve hızlı cirit atmaktaki ustalığımı hükümdarın gözleri önüne sereyim. Ondan sonra hayatımı bağışlamak ya da beni kaldırmak konusunda hükümdarın işaretine bağlı olacağım.” (Ali Mıynat – Bir Ortaçağ Kenti: Hasankeyf)

Evliyâ Çelebi tarafından çizilmiş olduğu düşünülen bu minyatürde solda Hasankeyf, sağda ise Diyarbakır gözüküyor. Dicle Nehri üzerindeki köprü, Hasankeyf'in hemen dışında, Diyarbakır'dan gelen yolun şehre girişi sırasında net bir şekilde tasvir edilmiş.
Evliyâ Çelebi tarafından çizilmiş olduğu düşünülen bu minyatürde solda Hasankeyf, sağda ise Diyarbakır gözüküyor. Dicle Nehri üzerindeki köprü, Hasankeyf'in hemen dışında, Diyarbakır'dan gelen yolun şehre girişi sırasında net bir şekilde tasvir edilmiş.

  • Hasan’ın bu isteğini kabul eden hükümdar, surlarla çevrili meydana bir at getirtti ve Hasan’ın hünerlerini izlemek için meraklı gözlerle bekledi; ama Hasan ata bindiği gibi surlardan atlayarak kendisini Dicle’nin soğuk sularına bıraktı. Bu manzarayı şaşkınlık içerisinde izleyen ahali bağırmaya başladı.
  • Hasan keyf (nasıl yaptı)!
  • Hasan keyf (nasıl yaptı)!
  • Hasan keyf (nasıl yaptı)!”

Bitlisî’nin bu rivayetini, bir başka önemli tarihçi-seyyahımız Kâtip Çelebi’de de aynen nakledilmişti.

Yaklaşık 5 bin yıllık tarihe sahip Hasankeyf binlerce mağara evi, kalesi, kiliseleri, camileri ve medreseleriyle adeta zamana meydan okudu. Heredot’a, Büyük İskender’e, Salahaddîn Eyyûbî’ye, Zengî’ye ev sahipliği yaptı.

Bu yaşlı şehir onlarca kez yıkıldı. Romalılar, Sâsânîler, Haçlılar ve Moğollar defalarca yerle bir etti; ama yeniden ayaklarının üzerine kalkmayı başardı. Baraj sularının verdiği zararı ne Sâsânîler ne de Haçlılar vermemişti.

Ortadoğu'yu tabir-i caizse ilmek ilmek işleyen, Arap diyarında “Çölün kızı" olarak nam salan, devlet yıkıp devlet kuran, sınırlar belirleyen, hedeflerine bir bir ulaşan İngiliz ajan Gertrude Bell’in arşivinden Hasankeyf.
Ortadoğu'yu tabir-i caizse ilmek ilmek işleyen, Arap diyarında “Çölün kızı" olarak nam salan, devlet yıkıp devlet kuran, sınırlar belirleyen, hedeflerine bir bir ulaşan İngiliz ajan Gertrude Bell’in arşivinden Hasankeyf.

Tarihin gölgesinde bir şehir

Büyük Britanya konsolosluğu da yapan J. G. Taylor, 1861 yılında bugünkü Türkiye’nin Güney Doğu bölgesine yaptığı kapsamlı bir seyahatte Hasankeyf’i şöyle tanımlıyordu:


“Kesme taşlardan pürüzsüz duvarlarla çevrili son Eyyûbî eserler, ayrıca bazı cami kalıntılarına sahip Artuklu ve Eyyûbîlerden kalma eski şehir kalıntıları dağların eteğinde küçük bir ovada, Dicle Nehri’nin kenarında yer almaktadır. Kasabanın aşağısındaki nehirde Batman Suyu üzerindekine benzeyen üç büyük ve üç ondan daha küçük, şimdi kalıntıları kalmış köprü ayakları vardır. Nehrin kenarına yakın üç feet yüksekliğindeki köprü ayağı (payanda) üzerinde Parth işçilerinin erkek figürlerini temsil eden bazı kabartmalar bulunmaktadır ki bunlar ne yazık ki nehir akıntılarından dolayı deforme olmuştur. Modern şehrin doğu ucunda eski kalenin avlusundan nehre ulaşan kayaya oyulmuş iki yüz basamaklı dolambaçlı görülmeyen bir yol vardır. Biraz daha ilerde ilkine benzer şehir halkının Dicle’den su elde etmek için kullandığı basamak kalıntıları vardır.”

Tarihî Hasankeyf Köprüsü’nün kalıntıları.
Tarihî Hasankeyf Köprüsü’nün kalıntıları.

  • Bu antik şehir sonraları İngiliz casus Gertrude Bell’in de dikkatini cezbetmişti. Bell, Hasankeyf’e dair sayısız fotoğraf çekmişti.

Şehrin nasıl kurulduğuna dair rivayetler bir kenara bırakıldığında, ilk yerleşiminin milattan önce 5 bin yılına dek dayandığı tahmin edilmektedir. İnsanların Hasankeyf’i ilk defa tercih etmelerinin sebebi, volkanik yapıların sonucunda oluşan binlerce mağaranın ev olarak kullanılabilmesi ve geçtiği yere bereket taşıyan Dicle Nehri’ydi.

Asurlular döneminde şehir hızlı bir gelişme göstermişti; ama bölgenin modern bir şehir olmasını sağlayan gelişme Roma ve Sâsânî çekişmesiydi. Sürekli bir çatışma halinde bulunan iki ülke üstünlük sağlamakta zorlanıyordu. Romalılar tahkim ettiği kalelerine bir yenisini ekleyerek Sâsânîlerin bölgedeki gücünü tamamen kırmak istiyordu. Bu stratejik üstünlüğü sağlayacak kale, Hasankeyf’e inşa edildi.

1462-1482 yılları arasında Hasankeyf'e hâkim olan Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın, Otlukbeli Savaşı'nda (1473) yaralanıp burada ölen oğlu Zeynel Bey için yaptırılan Zeynel Bey Türbesi.
1462-1482 yılları arasında Hasankeyf'e hâkim olan Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın, Otlukbeli Savaşı'nda (1473) yaralanıp burada ölen oğlu Zeynel Bey için yaptırılan Zeynel Bey Türbesi.

İslâm beldesi olarak Hasankeyf

Romalılarda Ciphas, Süryani kaynaklarda Hesna de Kepha olarak isimlendirilen bu şehre Araplar Hısn Keyfa demişlerdi. “Hısn” anlamı kale, “Keyfa” ise Arapçada kaya anlamına geliyordu.

Şehrin, İslâm devletinin sınırlarına ilk defa Hz. Ömer zamanında Hâlid bin Velîd komutanlığı sırasında katıldığı kabul edilmektedir; ancak Hâlid bin Velîd’in bizzat kalenin fethinde bulunup bulunmadığı tartışmalı bir konudur. Kalenin fethini ise Yukanna isimli İslâm komutanının yaptığı bilinmektedir.

Hâlid bin Velîd’in Hasankeyf fethine katılıp katılmadığı tartışmalı bir konu olsa da sonraları Haçlılar karşısında büyük mağlubiyetler yaşayan Müslümanlar, bu kalenin fethine büyük anlamlar yükledi. Şüphesiz bunda Hasankeyf’teki Müslüman ahalinin Haçlılara karşı ortaya koyduğu kahramanca mücadele de etkiliydi. Örneğin, kalenin fethine Peygamber’in ashabının yetişerek Yukanna’yı fethe giden yolda desteklemesi, Vâkıdî’nin Fütühatnâme’sinde şöyle anlatılmıştır:

“Nihayet iki taraf karşılaştı ve yaman bir savaş başlamıştı. Yukanna zor durumdaydı. Tam bu sırada uzaktan tozu dumana katan bir grup geldi. Az sonra gelenlerin eshab-ı Resulullah olduğu anlaşıldı. Adeta yarışırcasına geliyorlardı. Yuhanna gelenlerin Hâlid bin Velîd’in kumandasındaki üç bin kişilik asker olduğunu gördü. İyaz, bu kuvvetleri Yukanna’ya bir zarar gelme endişesiyle yollamıştı. Tam savaşın kızgın anında yetişen Halid: ‘Ey iman ve Kur’an ehli vurun şu kâfirlere, Rabbinizi zikrederek saldırın’ dedi. Yukanna yardım gelince adeta coştu, kale komutanını elbisesinden tanıdı. Ona doğru yürüdü. İkisinin arasında yaman bir mücadele başlamıştı. Karşılıklı hamleler birbirini kovalıyordu. Nihayet Yukanna bir fırsat iyi değerlendirdi, vurduğu bir darbe ile onu öldürdü. Hâlid ise adamlarıyla ateşin odunu yakması misali onları biçti. Yukanna kale sahibini öldürdükten sonra, başını kesti ve mızrağının ucuna taktı. Hey! Kimin için çarpışırsınız reisiniz öldü diye bağırdı. Mızrağın ucundaki başı gören askerler kaçmaya koyuldu. Çoğu ölmüş, hayatta kalanlar ise dağa doğru kaçmıştı. Kalede Yutalikun’un öldürüldüğü haberi bomba tesiri yaptı.” (Ali Mıynat – Bir Ortaçağ Kenti: Hasankeyf)

Haçlılara karşı Müslümanlara cesaret verdi

Bir süre Hamdânîlerin eline geçen Hasankeyf, Mervânîlerin bölgede etkili bir şehir durumuna yükseldi. Mervânîlerin en büyük hatası ise Büveyoğullarına karşı yanında durduğu Selçuklulara ihanet etmesi oldu.

Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, Mervânîlerin üzerine sefere çıkarak bölgede elde etmiş oldukları gücü büyük oranda zafiyete uğrattı. Her ne kadar Tuğrul Bey geçmişte büyük yararlılıklar gördüğü Mervânîlerle doğrudan bir çatışmaya girmemişse de bu sefer bölgede Mervânî gücünü kırmaya yetmişti. Mervânî siyaseti bu askerî seferden sonra vezirlerin politik hamlelerine göre belirlenen küçük bir vilayet konumuna düştü.

  • Selçuklular, Gevherâyin komutasındaki orduyla Hasankeyf’i tamamen topraklarına kattı. Selçuklu’ya bağlı bir komutan olan Artuklu Sökmen Bey’in şehri ele geçirmesi ise bu kentin kaderini tamamen değiştirecekti. Sultan Alparslan’ın önemli emirlerinden birisi olan Artuklu Sökmen Bey, şehri ele geçirdikten sonra kaleyi yeniden tahkim etmiş ve bölgede önemli bir üst haline getirmişti.

Artuklu’nun aynı zamanda Kudüs’ü ikta etmiş olması bu şehrin idarecilerine manevi bir misyon da katmıştı. Haçlılara karşı önemli zaferler elde eden Artuklular, Hasankeyf’e birçok önemli eser kazandırdı.

Hasankeyf’in asıl kimliğini Salahaddîn Eyyûbî ile bulduğunu söylemek mümkündür.

Mısır’ı, İmamüddîn Zengî’nin komutanı ve aynı zamanda amcası olan Şirkuh ile beraber fetheden Salahaddîn, genç yaşında Mısır Fâtımî devletine vezir olmuştu. Buradaki görevi sırasında Zengî’ye karşı herhangi bir itaatsizlikte bulunmayan Salahaddîn, Zengî’nin ölümünden hemen sonra Mısır’da bağımsızlığını ilân etti.

İslâm Halifesi, el-Cezire bölgesinin hâkimi olarak Salahaddîn’i ilân edince Hasankeyf de bu akıllı ve cesur komutanın hâkimiyetine geçmişti.

Şehrin mimari eserleri: Mağara evler

Ünlü Oryantalist Carl Ferdinand Friedrich Lehmann-Haupt, Hasankeyf’in doğa harikası mağara evlerini, Anadolu’nun tarih öncesi yerleşim planı ve alışkanlığının bir eseri olarak açıklamaktadır. Bunu da Hasankeyf’te yaşayan Kalderilerin Batı Anadolu mağara evlerinde yaşayan Karialılarla yaptığı analoji üzerinden açıklamaktadır:

“Nasıl ki ‘kaya evlerinin (mağara evleri)’ Küçük Asya (Anadolu)’da oturan insanların ortak özelliği olduğu gibi Batı ve Doğu Dicle’de oturanlar yani Kalderiler içinde bu mağara evler sanatsal ve teknik unsurlarının mükemmellikleri en önemli karakteristik özelliğiydi. Ki bu özelliklerden dolayı Kalderilerin Batı Anadolu’da bulunan Karia’lılar ve Likyalılarla bir teması olduğuna inanmak zorundayız.”

Lehmann-Haupt, evlerin fiziksel özelliğini ise şöyle açıklamaktadır:

“Kalderiler düzenli kapıları, pürüzsüz, düz, yüksek ve geniş duvarlarıyla gerçek birer kaya evleri oluştururlardı. Hasankeyf’teki yaklaşık bin tane mağara evinin ve buraya yakın bölgedeki benim bildiğim mağara yerleşimlerinin hiçbirisi Kalderilerin ki kadar değildir. Yani bir mağara evi sıfatını geçmemiştir. Kalderilerin ki kadar özenerek yapılmamıştır. Yuvarlak bir mağara girişi ve yuvarlak odalardan oluşmuş bir doğal mağara tipidir.”

Mağara evlerden sonra en eski yapı olarak muhkem kale karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca er-Rızık Camii de İslâm dönemi önemli eserlerden biri olarak öne çıkıyor.

Şehir Osmanlı hâkimiyetine girdiğinde, buradaki yapıların korunmasına ve ayakta kalmasına büyük önem verilmişti. Örneğin er-Rızık Camii’nin kitabesinde Osmanlı dönemi bir şiirinde şunlar söylenmekteydi:

“Yaptı bir ehl-i hayr hak yoluna,

Bir Makam-ı şerif cay-ı salât,

Aydı yoktur sebat-ı dünyanın,

Ahiret menziline verdi sebat

Nice mescid bahşeder eyler”

Hasankeyf’in imarına büyük katkı sunan Eyyûbî Meliki Süleyman Bey tarafından 1400'lü yılların başında yaptırılmış er-Rızık Camii. Caminin minaresi günümüzde hâlâ ayaktadır.
Hasankeyf’in imarına büyük katkı sunan Eyyûbî Meliki Süleyman Bey tarafından 1400'lü yılların başında yaptırılmış er-Rızık Camii. Caminin minaresi günümüzde hâlâ ayaktadır.

Hasankeyf’teki en önemli yapılardan birisi de Dicle Nehri üzerine inşa edilen köprüydü. Ne yazık ki günümüze kadar ulaşmayan köprü dönemi içerisinde bir mimari harikasıydı. Venedik elçisi Josephet Barbaro 15. yüzyılda gördüğü köprüyü şöyle tarif edecekti:

“Genişliği üç yüz ayak olup üzerine ağaçtan, sadece kendi ağırlığına dayanan ve suyun içine dikilmiş kalasların ucunda yer alan, büyük bir köprü yapmışlar.” (Ali Mıynat – Bir Ortaçağ Kenti: Hasankeyf)

Alman Seyyah Samuel Guyer’de köprü için hayranlık ifadelerini saklayamaz:

“Nehrin yanındaki kayalığın üzerinde bir kale bulunmaktadır. Bu kayalığın alt tarafında da minaresi ile beraber bulunan harap bir cami yer almaktadır. Bu minarenin bulunduğu yerden karşı tarafa kuzeye doğru uzanan Ortaçağ’dan kalma bir köprü bulunmaktadır. Köprünün alt tarafında buradan geçen bütün seyyahlar gibi köprünün mimarisi ile etrafındaki harabelerin çizdiği mükemmel tabloyu seyretmek için durduk. Ortaçağların sonunda bu köprünün orta kısmının taş yerine, tahtayla yeniden yapılandırıldığı görülmektedir. Çünkü 1437’de buradan geçen Venedikli Josaphat Barbaro bu köprü için ortasında hiçbir ayak bulunmadığını belirtir.”

  • Eşsiz mimarisiyle tarihe meydan okuyan Hasankeyf, bilindiği üzere geçtiğimiz yıllarda Ilısu Barajı ve Hidroelektrik Santrali’nin suları altında kaldı. Başta er-Rızık Camii olmak üzere birçok tarihî eser ve yapı taşınsa da tartışmalar bitmiş değil. Binlerce yıllık Hasankeyf’in taşınması tartışmaları daha çok su götüreceğe benziyor.

*Daha ayrıntılı bir okuma için;

Ali Mıynat’ın Bir Ortaçağ Kenti: Hasankeyf ve Batılı Seyyahların Gözüyle Hasankeyf çalışmaları, Muhammed Nurullah Parlakoğlu’nun Gertrude Bell’in Türkiye ve Mezopotamyadaki Seyehatnameleri ve Faaliyetleri çalışması, Zeynep İsen’in Hasan Keyf’in Şehircilik Tarihi isimli çalışması incelenebilir.