7-8 yaşlarındayken babam bir gün eve bir dünya atlası getirdi. Milli Gazete’nin kuponlarıyla aldığını hatırlıyorum. Büyük Dünya Atlası’ydı adı. Kapağında kocaman bir dünya resmi vardı. Atlasın her bir sayfasını çevirdiğimde dünyada ne kadar çok farklı ülke ve her ülkenin kendine has bir kültürü olduğunu şaşkınlıkla gözlemliyordum. En çok dikkatimi çekenlerden ülkelerden biri de Fas’tı. Rengarenk mimarisi ve giysileriyle zihnime kazınmıştı bu otantik ülke. Deri tabakhanelerinin görselleri ise bizzat yerinde görene kadar hep aklımın bir köşesinde kalmayı başardı.
Yirmi küsür yıl sonra nasip oldu gitmek. Fas gerçekten ilginç ve bir o kadar da otantik bir ülke. Otantikliğinin sebebi yaklaşık 5 asırdır aynı hanedan tarafından yönetilmesi olsa gerek.
- 1912’de Fransa ve İspanya himayesine girmesinden sonra yapılan Avrupaî yapıları saymazsak tüm ülke neredeyse tek tip otantik bir mimariye sahip. Yeni inşa ettikleri camilerde bile örneğin bu geleneği sürdürmeleri takdire şayan. Sözgelimi dışarıdan baktığınızda, geçen sene yapılmış bir cami ile yaklaşık bin sene önce inşa edilmiş Karaviyyin Camii’yi birbirine benzetebilirsiniz.
Bu açıdan ülke tam bir mimari görsel şölen sunuyor. Bizim buralardaki gibi tuhaf modern mimari denemelerle hiç karşılaşmadım desem yeridir. Camiler dışarıdan büyük görünüyor fakat kemerli yapıları sebebiyle olsa gerek içleri genelde küçük oluyor.
Fas’ın ilk göze çarpan diğer bir özelliği de renk cümbüşü. Her şehrin kendine has bir rengi olduğu gibi insanlar da adeta kasıtlı olarak rengarenk giyiniyorlar. Ansızın karşınıza pespembe cellabiyesiyle yaşlı başlı bir teyze çıkabilir mesela. Herhangi bir çarşıda 10 dakika yürümeniz, tüm renk tonlarından kıyafet görmeniz için yeterli olacaktır.
- Şehirlerin ayırt edici renkleri de dikkatimi çekti. Rabat beyaz-kahverengi, Tanca beyaz-yeşil, Tatvan beyaz-yeşil, Şafşavan beyaz-mavi, Fes beyaz-kahverengi, Kazablanka beyaz, Marakeş ise kırmız-yeşil rengini taşıyor ağırlıklı olarak.
Fakat ne yazık ki bu renk cümbüşü veya ülkenin dört bir yanında adım başı astıkları Fas bayrakları arasında bir tane bile Filistin bayrağı yahut rengi görmemek beni hem şaşırttı hem üzdü. İki ay kadar önceki Kahire gezimde pek çok yerde Filistin bayrağı ve destek yazıları görmüştüm. Hatta geçen ayki Balkan turumda Hristiyan ülke Karadağ’ın nispeten ücra bir yerinde bile duvara çizilmiş büyükçe bir Filistin görseli beni ziyadesiyle mutlu etmişti. Fas bu açıdan bende bir hayal kırıklığı oldu.
- Rotamızı Rabat gidiş-dönüş olmak üzere altı şehir gezecek şekilde planladık: 1. Rabat 2. Tanca 3. Şafşavan 4. Fes 5. Kazablanka 6. Marakeş.
Tanca’dan Şafşavan’a geçerken Tatvan’a uğrayalım dedik ve iyi ki uğramışız. Bu yüzden şehir sayısı yediye çıktı. Pazardan pazara bir hafta sürecek şekilde planlama yaptık. 1 gece Rabat, 1 gece Tanca, 1 gece Şafşavan, 1 gece Fes, 3 gece Marakeş. Rotamız harita üzerinde şöyle:
1- Rabat
19 Mayıs Pazar akşamı saat 22:50 uçağıyla İstanbul’dan Rabat’a uçtuk. Biletleri Air Arabia’dan aldık. Fas rotasında en ucuz bileti genelde Air Arabia sunar. Uçakta herhangi bir ikram olmuyor. O yüzden beş saat süren yolculuk öncesi bir şeyler yiyip uçağa tok binmeniz iyi olur. Benden önce giden bir arkadaşımda ve kendimde de deneyimlediğim bir husus oldu. Air Arabia’nın biletleri, uçuş vakti yaklaştıkça ucuzluyor. Mesela, ben şubat ayında biletlere baktığımda tek yön gidiş 240 dolardı. Nisan sonunda aynı bileti 130 dolara aldım. 5 saatlik bir uçuş için çok iyi bir fiyat. Bu sadece bir deneyim tabii, risk almak istemeyip erkenden de alabilirsiniz biletinizi.
Fas Türkiye’den 2 saat geride olduğu için 01:50’de indik. Hızlı ve yoğun bir rota planladığımız için araç kiraladık. Fas’ta çok yaygın bir tren sistemi var fakat bir haftada 7 şehir gezmeyi planlıyorsanız araç kiralamanızı tavsiye ederim. Yolcu360 üzerinden kiraladığımız aracı havalimanı içindeki Aircar firmasından teslim alıp gece 2 sularında Rabat’taki otelimize vardık. Hemen otele yerleşip istirahate geçtik. Başkent ve kralın yaşadığı şehir olduğundan olsa gerek Rabat’ın merkez bölgesi ve yeni şehri gayet düzenli ve temiz. Parklar ve yollar son derece bakımlı.
Sabah 9 gibi otelden çıkıp ilk iş soluğu Hasan Minaresi (Kulesi de diyorlar) ve aynı meydanda yer alan V. Muhammed Türbesi’nde aldık. Minare, 1199 yılında üçüncü Muvahhid emiri Yakub el-Mansur tarafından büyük caminin ilk aşaması olarak inşa edilmiş fakat tamamlanamamış. el-Mansur’un niyetinin dünyanın en uzun minaresi ve en büyük camisini inşa ettirme niyetinde olduğu söylenir fakat ölümüyle birlikte inşaat durdurulmuş ve bugün sadece caminin birkaç duvarının başlangıcı ve 348 sütunu duruyor. 80 metre olması hedeflenen minare 44 metrede kalmış. Camiye neden Hasan adının verildiğini ise öğrenemedim. Bu hedefi gerçekleştirmek yaklaşık 8 asır sonra Fas Kralı II. Hasan’a nasip olacaktır. Kazablanka kısmında II. Hasan Camii’ne değineceğiz. Rabat şehrinin Muvahhidler tarafından kurulduğunu da ifade edelim burada.
Meydanın diğer ucunda ise mimarisiyle dikkat çeken V. Muhammed Türbesi yer alıyor. Endülüs ve Mağrib tarzıyla inşa edilen bu türbede Fas’ın bağımsızlık savaşının lideri kral V. Muhammed ve 1962 yılında türbeyi inşa ettiren oğlu Kral II. Hasan ile diğer oğlu Mevlana Abdullah’ın mezarları yer alıyor.
Türbenin dört tarafında inşa edilen kapıların her birinde de Fas’ın Kraliyet Sarayı nöbetçileri, geleneksel kıyafetleri ve ellerinde tüfekleriyle nöbet tutuyor.
Sonraki durağımız Rabat’ın eski çarşısı oldu. Arabayı eski şehrin surları önündeki National Rte 1 Caddesi’ne park edip surlardan içeri girdik. Buradan içeri girip yaklaşık 2 saatte eski şehri, çarşıyı ve hisarı yayan gezip geri dönebilirsiniz.
Rabat’ın gezilecek yerleri zaten büyük oranda Hasan meydanı ve eski şehirden ibaret. Eski şehir Millah yahut Medine olarak isimlendiriliyor burada.
Çarşı, Evdaye Hisarı’nda (Kasbah of the Udayas/Kasbah des Oudaias) son buluyor. Rabat şehrine tepeden bakan bu hisar, Murabıt hükümdarı Yûsuf b. Tâşfîn tarafından Berberî Bergavâta kabilelerine karşı şehri korumak için inşa ettirilmiş. Ana kapıları dahil surlarının tamamı neredeyse ayakta bugün. Bir tarafı Atlantik Okyanusu’na açılırken, diğer tarafı şehre açılıyor. İçinde küçük bir yerleşim yeri ve cami de var.
Kasbah Mosque (Hisar Camii) olarak bilinen bu cami, Rabat’ın en eski camisi. Kapıdan girdikten sonra yüz metre kadar yürüyüp arka taraftaki muhteşem Atlantik manzarasına ulaşabilirsiniz.
Kaleden çıkınca Rabat’taki son durağımız Endülüs Bahçeleri’ni geziyoruz. Burası hemen kalenin bitişiğinde. Bahçe hakkında fazla malumat edinemedim fakat Endülüs’ten göçen bir aile tarafından Endülüs mirasını yaşatmak için yaptırıldığı anlatılıyor. Aile, bahçenin içindeki konakta yaşarmış.
Öğleden sonra saat 3’te Rabat gezimizi tamamladık. Bir sonraki rotamız ve geceyi geçireceğimiz şehir Tanca’ya doğru yola çıktık. Rabat’ta gezilecek yerlerin rotasını paylaşayım: https://maps.app.goo.gl/LVe5h3...
2- Tanca
İki buçuk süren bir yolculuğun ardından Tanca’ya vardık. Rabat-Tanca arası gayet güzel bir otoban mevcut. O yüzden yolculuk yormuyor. Fakat Tanca-Şafşavan ve Şafşavan-Fes arası için aynısını söyleyemeyeceğim. Yollar kötü değil ama çok virajlı ve çoğunlukla dağlık bölge. Fes-Kazablanka, Kazablanka-Marakeş arasında ise çok güzel otoyollar mevcut.
Yol demişken -Tanca’yı anlatmaya başlamadan önce- başıma gelen talihsiz bir olayı anlatayım. Şafşavan’dan Fes’e giderken bir polis çevirmesine denk geldik. Polis ehliyetimi ve ruhsatı inceledikten sonra, hız sınırını aştığım gerekçesiyle 400 dirhem (1300 TL) ceza yazacağını söyledi. Bunu duyunca irkildim ve şaşırdım tabii, çünkü yurtdışında araba kullanırken kesinlikle hız uyarısı tabelalarına dikkat ederim. Hız sınırına uyduğumu söyleyerek itiraz ettim. O da ısrarla 60 km hız sınırı olan yerde 80 km ile gittiğimi ve radarın beni yakaladığını iddia etti. Bunun üzerine ben de delil göstermesini istedim. Radara yakalandıysam aracımın fotoğrafı yahut cihaz üzerinde bir delili olmalıydı. Bunu duyan polis hemen arkadaşının yanına gitti ve aralarında gizlice bir şeyler konuştular. Sonra diğer arkadaşı yanıma gelip yola devam edebileceğimi söyledi. Bu şekilde yok yere ceza yemekten kurtuldum. Büyük ihtimalle, turistlerden para koparmak için uyguladıkları bir taktik bu. Başınıza gelirse mutlaka delil isteyin, hemen cezayı kabul etmeyin. Yine benzer fakat bu sefer gerekçeli ve polisin haklı olduğu bir olay tam gezimizin sonunda havalimanının girişinde başıma geldi. Kiralık aracı teslim etmek için havalimanına girerken navigasyonun yanlış göstermesi sebebiyle en sağ şeritten bir anda sol şeride kırmak ve döner kavşağa girmek zorunda kaldım. Kavşaktaki polis hemen durdurdu beni ve şerit ihlalinden dolayı ceza yazacağını söyledi. Ben de Türkiye’den geldiğimi ve oraları bilmediğimi, navigasyon yüzünden hataya düştüğümü biraz da yalvararak söyledim ve polis kusurumu affederek beni gönderdi. İki cezadan da bu şekilde kurtulmuş oldum. Tabii tüm bu diyaloglar için, iyi bir Arapça bilgisi ve yerel lehçeye dair bir kulak aşinalığı gerekiyor.
Gelelim Tanca’ya: Cebelitârık Boğazı’nın sona erip Atlas Okyanusu’nun başladığı noktada yer alan bu küçük şehrin tarihi çok eskiye, Fenikelilere kadar (M.Ö. 800’ler) dayanıyor. İslâmiyet’le tanışması ise meşhur Kuzey Afrika fatihi Ukbe b. Nafi tarafından 681’de fethedilince olmuştur. O gün bugündür bir İslâm beldesi olarak varlığını sürdürüyor.
Pazartesi akşam üstü Tanca’ya ulaştık. Aracımızı park edip eşyalarımızı bıraktıktan sonra hemen eski şehre yürüdük. Haritadan bakıp en yukarıdan girmek istedim eski şehre. Bu sayede yukarıdan aşağı doğru sokaklarını adımlamak mümkün olacaktı. Bab Kasbah kapısından girip biraz yürüdükten sonra sol tarafımızda Bab Bahr kapısına denk geldik. Kapıdan çıktığımızda bir anda Atlantik Okyanusu önümüzde serildi. Muhteşem bir manzaraydı. Sol tarafımızdan güneşin batıyor oluşu ise manzaraya ayrı bir güzellik katıyordu.
Naneli yeşil çaylarımızı yudumlarken güneşi Atlantik manzarasında batırdıktan sonra ezan sesleri arasında eski şehrin dar sokaklarından aşağı inmeye başladık. Fas’ın diğer şehirlerinin düz dar sokaklarının aksine burası son derece engebeliydi. Fakat bu da şehre ayrı bir güzellik katıyordu.
Akşam namazını Tanca Büyük Camii’nde eda ettik. İlk kez Mâlikî bir imamın arkasında cehri bir namaz kıldım.
- Fas ezanlarının, Türkiye’de alışageldiğimiz estetik ezan ve müezzinlik uygulamalarından yoksun olduğunu ifade etmeliyim. Hiçbir nağme ve makam olmaksızın dümdüz okunuyor ezanlar, kametler de aynı şekilde. Türkiye’deki gibi müezzin eşliğinde tesbihat uygulaması da yok.
Mâlikîlerin tek selamla namazdan çıktıklarını önceden bilmeme rağmen namazın sonunda bunu unutmuş olmalıyım ki imam sağa selam verince sola da selam vermesini bekledim fakat bütün cemaat sessizce sola verince yanımdaki amcayla burun buruna geldik, anlık bir mahcubiyet içinde hemen ben de sola selam verip namazımı tamamladım.
Namazdan sonra caminin yanındaki bir restoranda ilk kez Fas mutfağını deneyimleme şansı buldum. Tabii ki en meşhur yemeği olan Tacin sipariş ettim. Tacin’i etli, tavuklu, köfteli veya balıklı yapabiliyorlar. Farklı sebzelerle birlikte güveçte pişirilen bir yemek. Bir de kuskus (ince bulgur) yemekleri meşhur. Bunu da farklı şekillerde hazırlayabiliyorlar. Her iki yemeği de beğendiğimi söyleyemem. Fakat farklı bir kültüre ait yeni bir lezzet olduğu için mutlaka denenmeli. Her akşam farklı bir Tacin türü denedim ben açıkçası. Mutfaktan söz açılmışken, Fas’ın açık ara en iyi olduğu konu meyve suları. Tropikal meyveler de dahil çeşit çeşit sıkma meyve suyunu doya doya içebilirsiniz. Gayet lezzetli meyveleri.
Akşam yemeğinden sonra eski şehrin dışında yer alan meşhur Gran Cafe de Paris’te kahve içebilirsiniz. Tanca’nın en işlek meydanlarından birinde yer alan bu eski ve meşhur kahve, Fas’ın pek çok önemli siyasi olayına şahitlik etmiş ve aynı zamanda ünlü edebiyatçı ve siyasetçilerin uğrak noktası olmuş zamanında. Biz gittiğimizde kapanmak üzere olduğu için oturma fırsatı bulamadan otelimize döndük.
Ertesi sabah ilk iş, meşhur seyyah İbn Battuta’nın Tanca’daki kabrini ziyaret etmek oldu. Eski şehrin içinde ve belki de en dar sokakların arasında kalıyor kabri. Sabah erken saatlerde gittiğimiz için olsa gerek, kapalıydı. Kapıdaki numarayı arayınca bir amca açtı telefonu ve akşam üstü gelmemizi söyledi. Biraz sonra yola çıkacağımızı, başka vaktimiz olmadığını söylememe rağmen bir türlü ikna edemedim amcayı. Bu yüzden sadece dışarıdan ziyaret edip dönmek durumunda kaldık.
3- Şafşavan
Salı günü Şafşavan’a doğru yola çıktık. Tanca-Şafşavan arası 2 saat sürüyor. Yol üstünde sürekli Tetouan (Tatvan) tabelaları görmeye başlayınca neresi acaba diye bir merak sardı bünyemi. Tam da Şafşavan yolu üzerinde bir şehirmiş. Tanca’dan vakitli çıktığımız için Tatvan’a da kısa bir uğrayalım deyip direksiyonu kırdık.
Tanca’nın 40 km doğusunda yer alan Tatvan da Tanca gibi Fas’ın Akdeniz’deki diğer bir önemli liman şehri. Bu şehir de tarihî bir çarşıya sahip. Burayı ayrıcalıklı kılan bir diğer önemli nokta da şehirde kayda değer oranda Yahudi ve Hristiyan nüfus bulunması. Hatta Yahudi mahallesi bile var. Yeni şehir tarafında da büyük bir kilise yer alıyor. İspanyol yönetimi zamanından kalan yapılar da yeni şehirde dikkat çekiyor. 2 saat ayırıp burası da mutlaka ziyaret edilmeli.
Öğleden sonra Tatvan’dan ayrılıp Şafşavan’a doğru yolumuza devam ettik. Rif Dağları’nın eteklerine kurulan mavi şehre ikindi vakti vardık. Şafşavan’da özellikle görülmesi gereken tarihî bir mekân yok. Şehir otantikliği ve mavi rengiyle dikkat çekiyor. Araç ile gelirseniz, eski şehre yani kale içine araç girişi olmadığı için dışarıda bırakmanız gerekiyor arabayı. Fakat yerel halk bütün sokakları mesken edinmiş ve bizdeki değnekçi usulü araç sahiplerinden para alıp araçlarını park ettiriyorlar. Bu yüzden eski şehre yaklaşmaya başlığınız andan itibaren sağdan soldan pek çok adam ellerindeki anahtarları sallayarak aracınıza park yeri göstermek isteyecektir. Bunlara kesinlikle güvenmemelisiniz. Bunun yerine kapalı bir otopark bulup aracınızı oraya park etmek en iyisi. Biz öyle yaptık. Geceliğine 50 dirhem (150 TL) ödedim. Pazarlık yaptım tabi. 80 istediler, 50’ye indirmeyi başardım.
Kale’nin (Kasbah) girişinde tuttuğumuz otelimize yerleştikten sonra gün batımına yakın hemen dolaşmaya çıktık. Şafşavan rahatlıkla 3 saatte gezilebilir. Kaleyi arkanıza alıp yukarıdaki şelaleye (Ras el-Maa) doğru yürüyerek gezinizi başlatıp sonra aksi istikametten aşağı inmek suretiyle daire çizerek bütün eski şehrin sokaklarını adımlayabilirsiniz.
Özel süslenmiş sokak ve merdivenlerde fotoğraf çekinmenin paralı olduğunu da unutmayın.
Masmavi sokaklar arasında yürürken kendinizi gerçekdışı bir âlemdeymiş gibi hissediyorsunuz. Mavinin güven veren ve iç açan tonu insanın içini tarifsiz bir huzurla dolduruyor. Şehrin neden maviye boyandığına dair farklı anlatılar var. Akrep gibi zehirli haşerattan yahut sıcaktan korunmak için yapıldığı en yaygın anlatılar. Sokaklarda yürürken yaşlı bir teyzenin evinin duvarını maviye boyamasına denk gelmemiz de ayrı bir unutulmaz anı oldu bizim için.
Akşam namazını kale meydanındaki Büyük Camii’de kıldık. Şehrin kurulduğu 1471 yılında yapılan bu cami, bölgenin en eski camisi konumunda. Meydanda yemeğimizi yedikten sonra otele istirahate geçtik. Yarın sabah (Çarşamba) Fes’e yola çıkacağız.
Fotoğraflar: Necmettin Salih Ekiz