Yıllardır yüz yüze görüşmediğim bir arkadaşım Umman’a gittiğimi duyunca beraber gezmeyi teklif etmişti ve artık ülkeye girebilmek için aynı pasaport sırasında bekliyorduk. Görevli memurun pasaporta giriş damgasını vurduktan sonra yüzüne hafif bir gülümseme yerleştirerek “Dışarda çok sıcak var, Allah kolaylık versin” uyarısını terminal binasından çıkınca yüzüme vuran olağanüstü kuru sıcakla ancak idrak edebildim. Gezi boyunca hava ortalama 40 derecede seyredecekti ve buna alışsam iyi olurdu, gidip terminal girişindeki bir hurma ağacının dibinde şehir merkezine gidecek otobüsü beklemeye koyuldum.
Kalacağımız otelin olduğu mahalleye 15 dakikalık bir otobüs yolculuğuyla vardık. Dünyanın her yerinde olan ucuz konaklama konseptli oteller burada maalesef yok. Ülkedeki yaşam standartları hakkında ipucu veren bu gelişme gezi boyunca en çok harcama yapacağımız kalemi de göstermiş oluyordu. Çantaları otele bırakıp kendimizi şehrin sıcağına attık.
- Başkent Maskat ve çevresi bir şehir için fazlasıyla temiz. Dikkat çeken bu temizliğe karşın körfez ülkelerinde alışılmışın aksine sokakları sürekli temizlemekle meşgul göçmen insanlar yok. Temiz olmak kültürün bir parçası hâline gelmiş.
Güneşin tam tepede olmasını mazeret etmeden şehri gezmeye başlıyoruz. Şehrin merkezinde sabık sultanın kendi adına yaptırdığı cami, görülmesi gereken yerler arasında. 25 bin kişilik camideki düzen ve bakım muhteşem. Gayrimüslim turistler için ziyaret saatlerini genel olarak öğleden önce bir vakte denk getirmişler, böylece Türkiye’de olduğu gibi turistik camilerde ibadet edenleri rahatsız edecek bir huzursuzluğun önüne geçilmiş. Bu camiden çıkıp şehrin en büyük ikinci camisine, Muhammedü’l-Emîn Camii’ne geçiyoruz. Hayranlığımız burada da devam ediyor. Bazı temel dinî eserlerin yer aldığı cami kütüphanesinde görevliden bilgi alıp hızlıca kitaplara göz gezdirdikten sonra çıkıyoruz.
Umman’da toplu taşıma yalnızca göçmenler için bir ihtiyaç sayılabileceğinden ülkede otobüs haricinde bir toplu taşıma aracı bulunmuyor. Başkentte bile yalnızca birkaç aktif otobüs hattı mevcut. Ülkenin en büyük ikinci şehri Salalah’ta ise yalnızca bir tane otobüs hattı var.
Şehirlerarası otobüs seferleri oldukça sınırlı hatta yok denecek kadar az. Dolmuş gibi kullanılabilen taksilerle şehirleri dolaşmak mümkünse de bu seçenek zor ve pahalı. Araba kiralamak nispeten ucuz ve rahat oluyor.
Kiraladığımız araçla eski şehir Matrah’a yola çıkıyor ve yatsı namazına yetişiyoruz.
- Namazların sıklıkla cem yapılarak eda edildiği Umman’da ezan vakti dışında camiye girdiyseniz ve cemaatle namaz kılınıyorsa ya imamın ya da mihrabın yanında hangi vaktin namazının kılındığını gösteren bir yazı oluyor. Ön yüzünde öğle/akşam, arka yüzünde ikindi/yatsı yazan kâğıdın hangi yönü cemaate dönükse o anda o vakit eda ediliyor demektir. Pratik ve hoş bir uygulama.
Matrah’ın tarihî ve dolambaçlı çarşısını gezerken dükkân çalışanlarının Hint diyarından olması dikkatimi çekiyor. Güney ve Güneydoğu Asya adeta Körfez bölgesine hizmet etmenin telaşında. Denk geldiğimiz bir Pakistanlı esnaftan Diriliş Ertuğrul’u da pazarlığa dâhil ederek bir dişdâşe (cellabiye, geleneksel Arap kıyafeti) satın alıyoruz arkadaşıma.
Erkeğiyle kadınıyla tesettüre azamî önem gösteren Umman halkı turistlerden aynı hassasiyeti beklemiyor olsa bile bu sınırsız özgürlüğe belli alanlarda çizgi çekiyorlar.
Mesela Müslüman da olsa bir erkeğin (uzun ya da kısa fark etmeksizin) şortla camiye girmesine kesinlikle müsaade edilmiyor; hatta caminin avlusunda dahi böyle bulunulması istenmiyor.
Avm vb. yerlerde böyle bir yasak yoksa da bu şekilde giyinilmesi hoş karşılanmıyor. Açık alanda sözlü bir uyarıya muhatap olma ihtimali düşük ancak ülkeyi gezerken bu duruma saygı gösterilmesi herkes için en iyisi. Matrah kalesini gezmek ve sahilinde yürüyüş yapmak için yakıcı güneşin olmaması iyi. Soğuk portakal suyu sıktırıp yürüyerek şehrin kalesini, sokaklarını, dükkânlarını ve camilerini gezmeye koyuluyoruz.
- Yürüyüp gezilecek alanı dolaştıktan sonra yine Matrah’ta arabayla turlarken kendimizi bir anda saltanat sarayı ve hazine bakanlığının önünde bulduk. Türkiye’den gelen biri için anlaşılması güç bir güven ortamı olan ülkede sultanın resmî karşılamaları yaptığı, altından kolonlarıyla ünlü saraya giden yollarda ve kapısında dahi bir askere/polise denk gelmedik.
Hazine bakanlığı da böyleydi. ‘En son çıkan memur kapıyı kapatsın’ izlenimini bakanlık binasının duvarlarını kale yapıp top oynayan çocuklar teyit ediyordu adeta. Serinleyen hava geziye devam etmemizi teşvik ediyorsa da yorgunluk ağır basıyor ve Maskat’a, otelimize dönerek günü bitiriyoruz.
Gün, güneşe göre planlandığı için işletmeler ya çok erken açılıp öğlen mola yapıyor ya da ikindi vakti açılıp gece geç saatlere kadar çalışmaya devam ediyorlar.
Ertesi gün, öğleden önce buluştuğumuz Ummanlı televizyon muhabiri ‘Id (Türkçe karşılığı Bayram) alışveriş merkezlerini gezmeyi teklif ediyor. Araplar arasında yaygın bir tatil aktivitesi olduğunu bildiğim için garipsemiyorum ve kabul ederek peşine takılıyoruz.
Umman ve halkı hakkında muhabbet etmek için güzel bir fırsat. En az bizim Umman’a olan merakımız kadar Türkiye’ye ilgi duyan ‘Id Trabzonlu olduğumu duyunca köyden birkaç fotoğraf göstermemi istiyor, telefon galerimden birkaç çay tarlası gösterdiğimdeyse ağzı kulaklarına varıyor. Anlaşılan Trabzonlu olmanın gezi boyunca avantajını yaşayacağım
Maskat’ın meşhur sahili Qurum’da yorulan bedenlerimizi denizle dinlendirip Umman’ın en eski yerleşim yerlerinden Nizva için yola çıkıyor ve iki saatlik yolculuğun ardından gece yarısı şehre varıyoruz.
İki gece bir gün ayırdığımız Nizva’da günün aydınlanmasıyla şehrin mütevazı ve sakin yüzü ortaya çıkıyor. Burada eski şehir daha hayat dolu. Fes şehri gibi dar sokakları, toprak renginin hâkim olduğu kasaba görüntüsü, birbirinden ayırt edilmesi zor binalardan kiminin bin yıllık tarihe sahip oluşu ihtimali gibi manzaralar insanı yürürken heyecanlandırıyor.
Alıcı gibi merakla incelediğimiz yapılardan birinin diğerlerine göre bariz bir şekilde daha yüksekte olması dikkatimi çektiğinde kapısının açık olmasını fırsat bilip merdivenini çıkmaya başlıyorum. Ancak giriş kapısına kadar ulaşmamıza rağmen buranın ne olduğuna dair bir fikir edinemiyoruz. Kapıyı aralayıp içeriye bakınca anlıyoruz ki tarih kokan bir caminin avlusundayız.
Minare ve kubbesi olmayan mabedin cemaati, biz abdest alıp içeri girinceye kadar dağılmaya başlamış. Namazı eda edip Kur’ân okuyan bir amcanın yanına yanaşarak cami hakkında sorular sormaya başlıyoruz. Nizva’nın en eski ikinci camisinde bulunduğumuzu, imamlarını, bu camiye emeği geçenleri anlatıyor ve camide bunlar hakkında yazılmış kitabeleri gösterdikten sonra şehirdeki en eski camiye beraber gitmeyi teklif ediyor.
Yaşlı amca çocukluğunun geçtiği toprak kokulu sokaklardan bizi mescide ulaştırıyor. Şevazine Mescidi, ilk gittiğimiz mescit gibi etrafındaki yapılardan daha yüksekte. Kapıda gayrimüslimlerin giremeyeceğine dair bir uyarı levhası var. Mescit ve müştemilatı temiz olduğu kadar bakımlı da. Peygamberimizin yaşadığı dönemde, hicrî 7 senede inşa edilmiş. Geçmişte birçok âlimin ders halkaları ev sahipliği yapan bu yer, aynı zamanda Umman’ın en eski ikinci mescidiymiş.
Eski ve yeni ayırt etmeden şehirleri gezdiğimiz kısmın sonuna geldik. Buradan sonra bitmek bilmeyen çöl yolları, yollardaki seraplar, azametli dağlar, dağlara hayat veren vadiler, şelaleler ve dereler bizi bekliyor...