El Kaide
El Kaide kurulduğu günden beri özellikle ABD’nin üslerine ve askerî birliklerine yaptığı saldırılarla gündeme geldi. Bunun yanı sıra, gerçekleştirdiği bazı saldırılarda sivil Müslümanların da hedef olması ve yaşanan ciddi can kayıpları, İslâm dünyasının genelinde örgüte mesafeyle bakılmasına yol açtı. Ayrıca, Batılı hedeflere örgütün düzenlediği saldırılar sonrasında kadim İslâm şehirlerinin işgale uğraması, El Kaide’ye yönelik mesafenin artmasının da bir başka sebebini teşkil etti. “Cihadî-Selefî” çizgide konumlandırılan El Kaide, uyguladığı metot ve silahı merkeze alan yaklaşımı nedeniyle geniş halk kitlelerinde kabul görmese de, Batılı güçlere karşı pozisyonu ve İslâm dünyasına sürekli taarruzlar yüzünden, kısmî bir taraftar kitlesine ulaşmıştır.
Usame bin Ladin, Yemen’den Suudi Arabistan’a göç etmiş bir babanın oğlu olarak, 10 Mart 1957’de Riyad’da dünyaya geldi. Babası Muhammed, inşaat ve ulaşım alanında dev projeler yürütmekte olduğundan, Usame’nin çocukluğu da varlıklı bir ortamda geçti. Muhammed bin Ladin, 1931’de günümüzde Saudi Bin Ladin Group olarak bilinen şirketi kurmuş ve devlet ihalelerine girmişti. Ülkenin kurucusu Kral Abdulaziz’in güvenini kazanan Muhammed bin Ladin, kısa sürede büyük zenginliğe kavuştu. Baba bin Ladin, 8 Eylül 1967’de bir uçak kazasında öldüğünde, Usame 10 yaşındaydı. Kendisine ve yaklaşık 58 kardeşine, babalarından çok büyük bir miras kaldı. Aile şirketleri daha çok inşaat üzerine olduğundan, Usame de inşaat mühendisliği eğitimi aldı.
25 Aralık 1979’dan itibaren Sovyetler Birliği ordusu Afganistan’ı işgal etmeye başlayınca, Usame de kendisi gibi binlerce Arap genci gibi “cihad etmek için” bu ülkeye geçti.
1982’de Afgan savaşındaki yerini alan Usame bin Ladin, miras yoluyla kendisine intikal eden serveti, Sovyet işgaline karşı düzenlenen direniş hareketi için harcadı. Bu sırada henüz 25 yaşında olan Bin Ladin, Suudi Arabistan başta olmak üzere, Arap dünyasından gençlerin Afgan topraklarına akın etmesinde büyük rol oynadı.
- Bu dönemde, Filistin asıllı Abdullah Azzam, Usame’nin fikriyatının oluşmasında en önemli figürdü. “Afgan cihadının ideoloğu” olarak da bilinen Azzam, kitapları ve vaazlarıyla, Arap dünyasında geniş kitleleri etkiliyordu.
Afganistan’a gelen yabancı savaşçıların büyük çoğunluğu, Azzam ve Bin Ladin tarafından kurulan “Mektebetu’l-Hidemât” adlı oluşum çatısı altında örgütleniyordu. Bu örgütlenme ve insan kaynağı, savaşın son evresinde, bugün El Kaide ismiyle bildiğimiz yapılanmanın da temelini oluşturacaktı.
El Kaide, 11-20 Ağustos 1988 tarihleri arasında Afganistan’da düzenlenen bir dizi toplantının ardından, Sovyetler Birliği’ne karşı savaşmış dokuz önemli ismin katılımıyla kuruldu. Örgütün kurulduğu yerin bir askerî kamp olması, kuruluşa da isim oldu. “El Kaide” kelimesi, “askerî üs” anlamına gelen Arapça bir kelimeydi. El Kaide isminin, Afganistan’a giden savaşçıların isimlerinin tutulduğu bir bilgisayar programı olduğu da iddia edilmiştir.
Örgütün resmî kuruluş amacı, Sovyetler Birliği’ne ve genel anlamda komünistlere karşı mücadele olarak belirlenmişti. Ancak daha sonraki yıllarda, şartların değişmesiyle birlikte El Kaide de hedef değiştirdi. Bu değişim, 23 Ağustos 1996’da Londra’da yayımlanan Kuds el-Arabî gazetesine konuşan Usame bin Ladin’in diliyle, dünyaya resmen ilân edildi. Usame, söz konusu beyanında “ABD’yi ve dünya genelindeki Amerikan askerlerini” meşru hedef olarak gördüklerini belirtiyordu.
- Örgütün resmî hedefleri, “Amerikan güçlerini Arap Yarımadası’ndan çıkarmak, Suudi Arabistan yönetimini devirmek, İslâm’ın mukaddes beldelerini kurtarmak ve dünya üzerindeki bütün İslâmî devrimci hareketleri destelemek” olarak sıralanıyordu.
15 Şubat 1989’da Sovyetler Birliği’nin Afganistan’daki son askerlerinin de artık çekilmek durumunda kalmasıyla birlikte Afgan direnişi de başarıya ulaşınca, ülkedeki yabancı savaşçıların akıbeti sorusu gündeme geldi. Savaşçıların bir kısmı diğer çatışma bölgelerine taşınırken, bir kısmı evlerine döndü. Ancak ciddi bir kesim de, ülkelerine dönmeleri halinde tutuklanmaları ihtimaline karşı, Afganistan’da kalmayı tercih etti.
Usame, bu süreçte Afganistan’dan ayrılarak ülkesine dönmeyi seçenler arasındaydı. Hâlâ zengin bir genç olsa da, siyasi ve askeri açıdan bambaşka tecrübeler edinmişti. 2 Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesiyle patlak veren Körfez Krizi’nin başında, Suudi Arabistan Kralı Fahd bin Abdulaziz ve Savunma Bakanı Prens Sultan’la yaptığı görüşme, Usame açısından dönüm noktalarından birini teşkil edecekti.
Suudi yönetimine, “ABD’den yardım almayın, emrimdeki 30 bin savaşçıyla ben bu toprakları işgalden koruyacak güce sahibim” mesajını veren Bin Ladin, hükûmeti şaşkınlık ve endişeye sevk etti. Bu teklif reddedildi, ardından Amerikan kuvvetleri Suudi Arabistan topraklarına konuşlandırıldı. Usame de bunun üzerine ailesiyle birlikte ülkeyi terk ederek önce Pakistan’a, oradan da Sudan’a gitti.
1991-96 arasındaki beş yılı Sudan’ın başkenti Hartum’da geçiren Usame bin Ladin, bu dönemde bir yandan inşaat ve ticaret işleriyle meşgul oldu, diğer yandan da El Kaide’nin örgütlenme sürecini devam ettirdi. Eritre’de silahlı mücadele yürüten Eritre İslami Cihad Hareketi’ne sağlanan finansal ve lojistik destek de, yine bu dönemde Bin Ladin’in bizzat organize ettiği işlerdendi.
El Kaide, 1990’ların başından itibaren Bosna’da ve diğer Balkan ülkelerinde de örgütlenmeye başladı. 1992’de ilk çatışmalar patlak verdiğinde, El Kaide savaşçıları Bosna’ya çoktan akın etmişti.
26 Şubat 1993’te ABD’nin New York kentinde bulunan Dünya Ticaret Merkezi’ne düzenlenen bombalı saldırı, El Kaide tarafından organize edildi. Bir örgüt üyesinin, bomba yüklü araçla gerçekleştirdiği saldırıda 6 kişi hayatını kaybetti, 1000’den fazla kişi de yaralandı. Saldırının esas hedefinin kulelerin yıkılması olduğu, yapılan soruşturmalar sonucu anlaşıldı.
Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in 27 Haziran 1995’te Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da bir suikast girişimine maruz kalması, Suudi Arabistan’ın Huber kentinde Amerikan askerlerinin konakladığı Khobar Towers binalarına 25 Haziran 1996’da düzenlenen saldırı ve diğer bazı olaylar nedeniyle okların kendisine çevrildiği Usame bin Ladin, 1996’da Sudan’ı terk ederek yeniden Afganistan’a geçti.
Sovyetler Birliği’nin mağlup biçimde geri çekildiği Afganistan, Bin Ladin’in geri döndüğü dönemde, yakın tarihinin en karmaşık dönemlerinden birini yaşıyordu. İşgalin sona ermesiyle birlikte patlak veren iktidar mücadelesi ve iç savaş, ülkeyi içinden çıkılmaz bir kaosa sürüklemişti.
- İşgal döneminde Sovyetler’e karşı direnişi organize eden “mücahitler”, sonrasında birbirlerinin boğazına sarılmıştı. Afganistan, amansız bir iktidar ve güç mücadelesine sahne oluyordu.
Hanefî-sûfî çizgide eğitim veren medreselerde yetişen öğrenciler de, Molla Ömer liderliğinde bu mücadeleye katıldılar. Kendilerine, “Medrese talebeleri” anlamına Taliban ismi verilen bu gruplar, 1996’nın eylülünde başkent Kabil’i ele geçirdi. Ülkede Kur’ân’a dayalı Şeriat hükümlerinin yürürlükte olduğunu duyuran Taliban, kısa süre içinde Afganistan’ın üçte ikisini kontrol etmeye başladı.
Yeni hükûmeti Pakistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri resmen tanıdı.
Taliban’la El Kaide ilişkileri, başından beri hep yakındı. Taliban, kontrolü altında tuttuğu bölgelerde El Kaide’nin faaliyette bulunmasına müsaade etmişti.
Usame bin Ladin, örgütte kendisinin yardımcısı konumundaki Mısır asıllı Eymen Zevâhirî ile birlikte 1998’de bir bildiri yayımlayarak, ABD ve İsrail’e karşı cihat ilan ettiklerini duyurdu. Video kaydı şeklindeki bildiri, dünya basınına servis edilmesinin ardından, kısa sürede bütün dünyaya yayıldı.
11 Eylül 2001’de ABD’nin New York kentindeki Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Savunma Bakanlığı’nın Arlington’daki merkez binasına düzenlenen saldırılarda, toplam2 bin 996 kişi hayatını kaybetti, 6 binden fazla kişiyse yaralandı. Kaçırılan sivil yolcu uçaklarıyla gerçekleştirilen saldırılardan El Kaide sorumlu tutulmuş olsa da, ABD yönetiminin şimdiye kadar konuyla ilgili somut bir kanıt ortaya koymaması, zaman zaman eleştiri konusu yapılmaktadır.
- Dönemin ABD Başkanı George Bush’un, saldırılardan hemen sonra Afganistan ve Irak işgalleri için düğmeye basmış olması, 11 Eylül saldırılarının bahane olarak kullanıldığı şeklinde iddiaların ortaya atılmasına yol açmıştır.
11 Eylül’ün mahiyetine, aktörlerine ve sebeplerine yönelik tartışmalar ne olursa olsun, artık ABD’nin İslâm ülkelerini bilfiil işgal ettiği ve on binlerce sivilin öldürüldüğü kanlı bir döneme giriliyordu.
Afganistan’ın, 11 Eylül saldırılarının üzerinden bir ay bile geçmeden, ABD askerleri tarafından işgaliyle birlikte, El Kaide’ye yönelik operasyonlar dünya çapına yayıldı. Afganistan içinde, Taliban karşıtı Kuzey İttifakı’yla işbirliğine giden Amerikan ordusu, El Kaide’nin Taliban’a desteğine rağmen, yönetimi ele geçirdi. Taliban hükümetinin devrilmesi, El Kaide’nin de büyük oranda Afganistan topraklarını terk etmek zorunda kalmasına yol açtı. Örgütün lider kadrosunun bir kısmı öldürüldü veya tutuklanarak Guantanamo Hapishanesi’ne götürüldü. Afganistan’ın Amerika tarafından işgali, İslâm dünyasında, olan-bitenden El Kaide’nin sorumlu olduğu şeklindeki yorumun da yaygınlık kazanmasına yol açtı.
11 Eylül’den sonra, İslâm dünyasının çeşitli yerlerinde silahlı mücadele sürdüren çok sayıda oluşum, El Kaide’ye bağlılıklarını ilan etti. Örgüt artık dünya çapında “çatı” bir kuruluşa dönüşmüştü. Saldırıların bizzat Usame bin Ladin tarafından planlanıp emredildiğine dair somut kanıta ulaşılamasa da, El Kaide, bütün dünyanın gözünde olayın failiydi. Öte yandan, El Kaide’ye göre, 11 Eylül saldırıları “Amerika yenilmez” algısını yerle bir etmişti. ABD’nin imajına vurulan bir darbe olması bakımından, saldırıların sahiplenilmesini uygun gören örgüt üyeleri de vardı. El Kaide, çoktan bir sembole ve gücünün çok üzerinde bir etki alanına kavuşmuştu.
20 Mart 2003’te başlayan Irak işgali ise, bambaşka süreçleri beraberinde getirecekti. ABD Dışişleri ve Savunma bakanlıklarının, “Saddam Hüseyin’in elindeki kimyasal silahlar” ve “Irak’taki El Kaide varlığı” başlıklı bahanelerinin yalan olduğu ise, kısa süre sonra ortaya çıkacaktı.
Amerikan işgalinin fiilen başlamasıyla, Irak ordusunun hatırı sayılır bir mukavemet gösterememesi, yerel direniş hareketlerinin oluşmasına yol açtı. Çoğunluğunu Sünnî grupların oluşturduğu direniş hareketlerinden birisi de şüphesiz El Kaide bağlantılı bir örgüttü.
Ürdün asıllı Ebû Mus’ab ez-Zerkâvî tarafından kurulan “Irak El Kaide’si” isimli yapılanma, bağlı bulunduğu örgütten daha radikal görüşlere sahipti. El Kaide, savaşın Batı’ya karşı verilmesi gerektiğini savunurken, Irak El Kaide’sine göre, Şiîler de meşru birer hedefti.
- Şiîlerin ibadet mekânlarına canlı bomba saldırıları düzenlemek de dâhil, çok sayıda eylemde El Kaide ile ters düşen Zerkâvî grubu, nihayet merkez yönetimle bağlarını tamamen kopardı. Bu oluşum, daha sonra DAEŞ’in çekirdeğini teşkil edecekti.
İslâm coğrafyasındaki hemen tüm çatışma bölgelerinde var olan silahlı grupların şemsiye örgütü haline gelen El Kaide, Suriye’deki savaşta da Nusra Cephesi adıyla aktif rol oynadı. Günümüzde Yemen, Somali, Cezayir, Mali, Mısır, Çeçenistan, Nijerya, Özbekistan ve daha birçok ülkede, örgütle bağlantılı silahlı gruplar, eylemlerini sürmektedir.
El Kaide lideri Usame bin Ladin, Pakistan’ın Abbudabad şehrindeki bir evde kaldığının tespit edilmesinin sonrasında, 2 Mayıs 2011’de Amerikalı özel birliklerin düzenlediği bir harekâtta öldürüldü. Bin Ladin’in ortadan kaldırılmasının ardından, örgütün liderliğini, yıllardır yardımcısı olarak görev yapan Dr. Eymen Zevâhirî üstlendi. Zevâhirî, hâlen bu görevini sürdürmektedir.
El Kaide kurulduğu günden beri özellikle ABD’nin üslerine ve askerî birliklerine yaptığı saldırılarla gündeme geldi. Bunun yanı sıra, gerçekleştirdiği bazı saldırılarda sivil Müslümanların da hedef olması ve yaşanan ciddi can kayıpları, İslâm dünyasının genelinde örgüte mesafeyle bakılmasına yol açtı. Ayrıca, Batılı hedeflere örgütün düzenlediği saldırılar sonrasında kadim İslâm şehirlerinin işgale uğraması, El Kaide’ye yönelik mesafenin artmasının da bir başka sebebini teşkil etti.
“Cihadî-Selefî” çizgide konumlandırılan El Kaide, uyguladığı metot ve silahı merkeze alan yaklaşımı nedeniyle geniş halk kitlelerinde kabul görmese de, Batılı güçlere karşı pozisyonu ve İslâm dünyasına sürekli taarruzlar yüzünden, kısmî bir taraftar kitlesine ulaşmıştır. Örgütün finansmanı, insan ve silah kaynağı, karar alma mekanizmalarına yabancı istihbarat örgütlerinin sızma ihtimali gibi konular ise, tartışma konusu olmaya devam etmektedir.