el-Cezîre: Alternatif bir habercilik projesi
Yapılan habercilik, usta gazeteciler tarafından profesyonelce yapılmaya çalışılıyor, işin içine duyguların girmesine izin verilmiyordu. Uluslarası kamuoyuna taşınan haberler uluslararası arenada kimi rahatsızlıklara da sebep olmuş, el-Cezîre’ye kimi döz dağı verme teşebbüsleri meydana gelmişti. Dünyanın, özellikle de Ortadoğu’nun bitmeyen sıcak gündemi el-Cezîre’nin kayıttan çıkmasını engelliyordu.
1996 yılında kurulduğu tarihten itibaren Ortadoğu ağırlıklı olmak üzere dünyanın pek çok noktasında yaşanan sıcak gelişmeleri ekrana taşıyan el-Cezîre, geçtiğimiz günlerde arkasında koca bir 25 yıl bırakmış oldu. Yayın hayatına başladığı tarihten kısa bir zaman sonra, gerek ortaya konulan sermaye gerek buna bağlı olarak oluşturulan altyapısının meydana getirdiği netice sayesinde dünya kamuoyunun dikkatini çekmeyi başaran Katar merkezli bu basın kuruluşu, hiç şüphesiz sayısız gazetecilik başarısına da imza attı. Gazetecilik bakımından sahip olduğu önem bir tarafa el-Cezîre, Arapça ile alakadar olan kişiler için de adeta bir eğitim merkezi hüviyetinde olmuştu. Şahsen 25 yıllık yayın hayatının üçte ikisinden fazlasına doğrudan şahsım olarak ben şahitlik etmiş, bu kaynaktan gerek Arapça ile ünsiyetimin meydana geldiği talebelik yıllarımda gerek gazeteci olarak beni besleyen bir haber kaynağı olarak kariyer hayatımda fazlasıyla müstefîd olmuştum.
Kanalın aynı zamanda isim babası olan Hamad bin Halîfe Âl Sânî, Katar emiri olduğu 1995 yılından hemen bir yıl sonra el-Cezîre projesini hayata geçirmiş, kanalın ilk beş yılı için yaklaşık 140 milyon dolara tekabul eden 500 milyon Katar riyali vermişti. Katar, olabilecek belki de en doğru zamanda bu teşebbüste bulunmuştu. Gazeteci Hugh Miles tarafından kaleme alınan Al-Jazeera: the inside story of the Arab news channel that is challenging the West (el-Cezîre: Batı'ya meydan okuyan Arap haber kanalının içyüzü) isimli eser kanalın kuruluş süreciyle alakalı doyurucu bilgi veriyordu. Suudi Arabistan kaynakları tarafından fonlanan ve 1994 yılında yayın hayatına başlayan BBC Arapça’nın, kurulduğu tarihten kısa bir zaman sonra yayın hayatına son vermesi, mevcut kadronun el-Cezîre tarafına kaymasına sebep olmuştu.
Haberde dışa bağımlılığa son verilecek, Batı medyasının iki yüzlü yayın politikasına bir alternatif oluşturulacak, profesyonel manada gazetecilik yapılacaktı. Batı dünyasının hakim olduğu medya sektörü karşısında onun her şeyi düşünerek yapması, hitap edilecek olan, farklı fraksiyonlara sahip Arap dünyası karşısında uygun bir dil kullanması gerekiyordu. el-Cezîre tarafından kanalın kuruluşunun 25. yıldönümü vesilesiyle yayınlanan iki bölümlük belgesel, bu bakımdan yapılan gayretleri net bir şekilde ortaya koyuyordu. Yusuf el-Kardâvî’nin kendisine İslâmî mevzudaki soruları cevapladığı “eş-Şerîah ve’l-hayâh”, Faysal Kâsım’ın sunduğu ve ateşli tartışmaların yaşandığı “el-İtticâhü’l-müâkis” ve daha nice program önemli boşlukları doldurmuştu. Arap dünyası için yeni bir basının doğuşu hedeflenirken, bununla aynı zamanda Arap dünyasının uyanmasına da azmedilmişti. İçinde bulunulan ve en az şimdiki kadar keşmekeşte olan Ortadoğu coğrafyası el-Cezîre’nin hızlı bir şekilde sahaya inmesine sebep olmuştu.
- 1990’ların başlarında başlayıp 2000’lerin başlarına kadar devam eden Cezayir’deki iç savaş, Sudan’da yaşanan siyâsî gerilimler, 1997’de yılında Mısır’ın el-Uksur şehrinde gerçekleşen ve çok sayıda turistin ölümüyle neticelenen saldırı, 1998'de, Amerika Birleşik Devletleri'nin Tanzanya'nın başkenti Darüsselam ile Kenya'nın başkenti Nairobi'deki büyükelçiliklerine birkaç dakika arayla düzenlenen bombalamalar, Amerikan savaş gemisi USS Cole’a el-Kâide tarafından yapıldığı iddia edilen 2000 yılındaki füze saldırısı, Amerika’nın Sudan’daki ilaç fabrikasını bombalaması ve bunun gibi daha nice gelişmeler emekleme dönemindeki el-Cezîre’nin ilk yıllarının oldukça yoğun geçmesine sebep olmuştu.
Fakat yine de olup biteni dünya kamuoyuna servis etme noktasında gayet başarı elde etmişti. Özellikle Amerika’nın Irak işgalinde yaşananları ekrana taşıma noktasında gösterdiği performans bu genç kanalı parmakla gösterilen kanallar arasına almaya yetmişti. 2006 yılındaki Lübnan-İsrail Savaşı doğrudan sahadan aktarılmış, Filistin’de olup bitenler yakından takip edilmişti. Yâsir Arafat’ın İsrail tarafından ablukaya alınan karargahına ilk giren el-Cezîre olduğu gibi, Arafat’ın tedavi için gittiği Paris’ten vefat haberini veren de ilk kendileri olmuştu. İşgalci İsrail’in Cenîn’de yaptığı katliam Batı medyasının sümen altı teşebbüslerinin aksine net bir şekilde ortaya konmuştu.
Yapılan habercilik, usta gazeteciler tarafından profesyonelce yapılmaya çalışılıyor, işin içine duyguların girmesine izin verilmiyordu. 1998 yılında Kral Hüseyin’in bir tartışma programında tenkid edilmesi sebebiyle kanalın Amman ofisi kapatılmıştı ama bir sonraki yılın ilk aylarında Kral Hüseyin’in ölümü el-Cezîre tarafından ihmal edilmemiş, cenaze programı yakînen takip edilmişti.
- el-Cezîre, Arap liderlerin alışık olmadığı bir taassubu yıkmaya çalışıyordu: fikir hürriyeti...
Ahmed Mansûr “Bilâ hudûd” programında, 1999 yılında gerçekleşen Cezayir cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kuvvetli adayı olan Abdülazîz Bûteflîka ile bir söyleşi gerçekleştirmiş, Bûteflîka’nın bir yerde öfkelenmesi söyleşi sonrasında hemen el-Cezîre’nin Cezayir ofisinin kapatılmasına müncer olmuştu. İkinci İntifada döneminde el-Cezîre’nin, olan biteni dünya kamuoyuna servis etmesi İsrail’i rahatsız etmiş, bu kanal çatısı altında çalışan gazetecilerin akreditasyonları dondurulmuştu. Sadece bu taraftan da değil, yapılan bir yayın sebebiyle Yâser Arafat döneminde kanalın Ramallah ofisi de beş günlük kapatma cezasına uğramıştı.
2001 yılında faaliyete giren el-Cezîre’nin internet sitesi, aynı zamanda ilk Arapça haber sitesi olma özelliğine sahip olmuştu. Uluslararası kamuoyuna taşınan haberler uluslararası arenada kimi rahatsızlıklara da sebep olmuş, el-Cezîre’ye kimi göz dağı verme teşebbüsleri meydana gelmişti. Dönemin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld Afganistan’daki savaşla alakalı 2001 yılının Ekim ayında yaptığı basın açıklamasında
“el-Cezîre’nin sürekli Taliban propagandası yapma tarzına sahip olduğunu biliyoruz. Ve propagandanın doğruluğu hakkında yargıda bulunmama gibi bir yapıları var”
dedikten hemen bir ay sonra kanalın Kabil’deki ofisi doğrudan yapılan Amerikan hava saldırısıyla vurulmuştu. Yine Ekim ayı içerisinde ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Richard Boucher “Onların (el-Cezîre) retoriği yumuşattığını kesinlikle görmek isteriz” şeklinde kibar bir tehditte bulunmuştu. el-Cezîre çalışanları da yıldırma faaliyetlerine uğramaktan masun kalamamışlardı.
- Sudanlı gazeteci Sâmî el-Hâc 2001 yılında Pakistan ordusu tarafından tutuklanmış, Amerika’ya teslim edilerek Guantanamo’da 2008 yılına kadar esir edilmişti. Hakkında hiçbir suç unsuru da bulunmayan el-Hâc, yıllarına mâl olan bu töhmet sebebiyle George Bush aleyhine hukukî süreç de başlatmıştı. el-Hâc, görüp geçirdiklerini kaleme aldığı “Prisoner 345” isimli eserinde yazmış, sonrasında bu kitap aynı isimle bugün Youtube’da mevcut olan bir belgesele de dönüştürülmüştü.
Bir başka isim de, Usâme bin Ladin ile 2001 sonrası röportaj yapan el-Cezîre’nin Afganistan muhabiri Teysîr Allûnî olmuş, terörle bağlantısı olduğu gerekçesiyle 2005 yılında İspanya’da tutuklanmış, 2012 yılına kadar tam 7 yıl mahkum kalmıştı. el-Cezîre’nin Amerika’nın Ortadoğu’daki haber ajansı olduğu yönündeki ifadeler, Amerikan mercileri tarafından yapılan ve bu kanalın yayın politikasından duyduğu rahatsızlıkla sâkıt oluyordu. Dönemin Beyaz Saray basın sözcüsü olan Scott McClellan’ın ifadesi bunun bir diğer kanıtı olmuştu:
“Aljazeera'nın yayın içeriğiyle alakalı endişelerimizi dile getirdik. İfade ettiğimiz kimi endişelerimiz devam ediyor”.
Rahatsızlık duyulan içerik de el-Cezîre’nin özellikle ABD tarafından yapılan hava saldırıları neticesinde öldürülen sivillerin görüntülerinden başka bir şey değildi.
Irak’ta yaşanan dram da olabilecek en kapsamlı şekilde uluslararası kamuoyuna taşınıyordu. 2003 yılında, hemen Irak işgalinin başında doğrudan el-Cezîre ofisi de vurulmuş, kanalın Târık Eyyûb gibi öldürülen gazetecileri olmuştu. Dönemin başkan yardımcısı olan Dick Cheney’in kendisine bu saldırıyla alakalı sorulan soruya verdiği cevap şaşırtıcı olmamıştı:
“ABD'nin herhangi bir şekilde gazetecilere kasten saldıracağı iddiası kesinlikle yanlıştır. Buna inanmak için aptal olmak gerekir”.
Amerikan işgalinin en sert vurduğu yerlerden biri olan Fellûce’de, 2004 yılında kanalın ofisi de vurulmuştu. Kanalın çalışanlarından tutuklananlar olduğu gibi işkenceye maruz kalanlar da olmuştu. Ebu Gureyb Cezaevi’nden sızan ve zihnimize kazınan o korkunç fotoğraflar içerisinde kanalın gazetecileri de vardı.
Dünyanın, özellikle de Ortadoğu’nun bitmeyen sıcak gündemi el-Cezîre’nin kayıttan çıkmasını engelliyordu. Alaka sahasına sadece siyâsî gelişmeler de değil, insanı alakadar eden her şey giriyordu. 2004 yılında Endonezya’da gerçekleşen ve korkunç bir yıkım meydana getiren tsunami felaketinde olay yerine ilk varan kanal da el-Cezîre olmuştu. Bu hiç şüphesiz kanalın yıllar geçtikçe dünyanın çeşitli yerlerinde ofisler açan, geniş bir ağ oluşturan yapısıyla mümkün olabiliyordu. Bir habere ilk ulaşmak bir gazetecilik başarısıydı ve el-Cezîre bunu gerçekten de iyi yapıyordu. Nijer’de yaşanan kıtlıkla alakalı yapılan yayınlar dünya kamuoyuna dikkatini buraya çekme konusunda çok başarılı olmuştu. Nijerya, Somali, Kongo, Güney Afrika gibi nice Afrika ülkesinde yaşanan gelişmelerin takibi de yakînen yapılmıştı. Ogaden ayrılıkçılarının içerisinden bir ilk olarak yayınlanan haberler, Etiyopya’nın baskısıyla 2007 yılında el-Cezîre’nin Somali’deki ofisinin kapatılması neticesini doğurmuştu.
Kanal, daha 10 yaşına basmadan bir ilke daha imza atmış, el-Cezîre Mübâşir’i kurmuştu. Bu şekilde dünyada olan biten ne varsa canlı olarak takibi yapılabilecek, canlı olarak seyirciye ulaşabilecekti. Sahip olunan altyapı bunu rahatlıkla mümkün kılabiliyordu. Hamad bin Halîfe Âl Sânî’nin kanalın 10. yıldönümü vesilesiyle yaptığı konuşmada da belirttiği gibi el-Cezîre 10 yıllık zaman zarfında Arap dünyasında basın hürriyeti bakımından önemli değişikliklere öncülük etmişti. Ve tabi 2006 yılında yayın hayatına başlayan el-Cezîre’nin İngilizce kanalı da aynen Arapçası gibi büyük bir ses getirmiş, habercilikteki başarısıyla kısa zamanda parmakla gösterilen uluslararası kanallar arasında yerini almıştı.
Tabi bunu yaparken de el-Cezîre Arapça’nın 10 yıllık tecrübe birikimi sayesinde bunu başarmıştı. el-Cezîre İngilizce, kuruluşundan hemen iki yıl sonra; 2008 yılında İsrail’in Gazze’ye yaptığı saldırıyı dünya kamuoyunun dikkatine sunmada yeterli performansı göstermişti bile. Aynı şekilde 2006’da kurulan el-Cezîre Araştırma Merkezi hem İngilizce hem de Arapça çok kıymetli ilmî yayın ve programlar gerçekleştiren bir merkez olmuştu. Özellikle Ortadoğu coğrafyası temelinde yayınlanan araştırma eserleri bölgeyi çalışanlar için çok kıymetli bir done sağlıyordu. Bir yıl sonrasında, yani 2007 yılında kanalın belgesel kanalı olan el-Cezîre el-vesâikıyye yayın hayatına başlamış, aynı şekilde sahasında bir ilk olarak çok büyük bir açığı doldurmuştu. Yaptığı çalışmalarla uluslararası arenada çok sayıda ödüle de layık görülen bu yeni kanalın belgeselleri siyâsî, tarihî, dînî vs. pek çok başlıkta ortaya konuyordu. 2010 yılında Mavi Marmara’ya yapılan saldırı, burada bulunan el-Cezîre muhabirinin varlığıyla anında dünya kamuoyuna taşınmıştı. el-Cezîre’nin hem Arapça hem de İngilizce kanalı rüşdünü Arap Baharı’nda göstermiş, her iki dilde yaptığı yayınlar ve olayların merkezinden verdiği canlı yayınlarla olan bitenin takibini yapmıştı. Tunus’ta başlayan olaylar Mısır’a sıçramış, değişim talebiyle sokaklara dökülen insanlara gösterilen özellikle Mısır’daki şiddet tüm detaylarıyla ekranlara taşınmıştı. 21. yüzyıl Ortadoğu coğrafyasının belki en çok konuşulan ve daha da konuşulacak olayı olan Arap Baharı’nın Arap dünyasına yayılmasında el-Cezîre’nin hiç şüphesiz büyük bir rolü olmuştu. Mısır otoritesi tarafından el-Cezîre’nin Kahire’deki ofisinin kapatılması kuvvetle muhtemel kanalın Arap dünyasındaki tesiriyle alakalıydı. Mursî döneminde açılan ofis, 2013 yılında gerçekleştirilen askerî darbe neticesinde canlı yayın esnasında müdahaleye uğramıştı. el-Cezîre darbeciler için kesinlikle kesilmesi gereken bir sesti. Olayların hızlı bir şekilde sıçradığı Yemen’de de el-Cezîre aynı durumla karşılaşmıştı. Libya’ya sıçrayan devrim ateşi el-Cezîre’nin yakın takibiyle uluslararası kamuoyuna aktarılmıştı. Burada uğradığı saldırı neticesinde kanalın vefat eden ismi de olmuş, yaptığı çekim dönüşünde silahlı saldırıya uğrayan Ali Hasan el-Câbir hayatını kaybetmişti. Suriye’de başlayan olayları da yakînen takip eden el-Cezîre belki de en ağır bedeli burada ödemiş, kısa zamanda ofisinin kapatılmasından başka çok sayıda gazetecisini toprağa vermişti. 15 Temmuz askerî darbesinde gösterdiği performans ile Türkiye’deki pek çok basın kuruluşunu geride bırakmıştı. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır'ın Katar’a ambargo uyguladıkları dönemde ondan istedikleri taleplerden biri de el-Cezîre’nin kapatılması olması hiç şüphesiz kimi deliklere çomak sokmasından kaynaklanıyordu. Kurulduğu tarihten beri maruz kaldığı yıldırma politikaları geçmişte kalmamıştı. 2021 yılının Mayıs ayında İsrail savaş uçakları Gazze’de içinde de el-Cezîre’nin yer aldığı koca binayı yerle bir etmişti.
- Balkan coğrafyasına hitap eden kanalını kurmasından başka hızlı ilerleme kaydeden sosyal medyayı da ihmal etmeyen el-Cezîre; AJ+ başlığı altında Arapça, İngilizce, İspanyolca ve Fransızca ile boy göstermiş ve kısa zamanda büyük bir popülerlik elde etmişti.
Karşımızda 25 yıllık başarıyla dolu bir habercilik hikayesi vardı ama bunlar arasında teşebbüs edilip de neticelenmeyen girişimler de olmuştu hiç şüphesiz. el-Cezîre Türk bunun bir misaliydi. Ragıp Soylu tarafından Middle East Eye’da kaleme alınan The real reasons why Qatar shut down Al Jazeera Turk (Katar'ın el-Cezîre Türk'ü kapatmasının gerçek sebepleri) bunu net bir şekilde ortaya koymuştu. el-Cezîre Türk’ün kapatılmasının arkasında Türkiye ile alakalı haber yapan gazetecilerin kimi tutumları olduğu kadar, 2013 yılında Katar emiri olan Temîm bin Hamad bin Halîfe Âl Sânî’nin medya politikasını değiştirmesi de müessir olmuştu. Diğer taraftan el-Cezîre, TRT World kurulurken bu yeni kanal için önemli bir tecrübe imkanı sağlamıştı. Bu dönemde Katar’dan istihdam edilen tecrübeli gazetecilerin de birikimiyle TRT World uluslararası haber kanalları liginde olma yönünde iddialı bir girişim yapmış, kurulduğu 2015 yılından bu yana önemli habercilik başarılarına imza atmıştı.