Çeviri: Emre Ergin
(Bu makale, yazarından izin alınarak tercüme edilmiştir. Yazının orjinaline şu adresten ulaşılabilir:
https://www.rs21.org.uk/2018/1...)
On sekiz aydır, Çin’in Kuzeybatısı’ndaki Sincan eyaletindeki etnik azınlıklar, eşi benzeri görülmemiş bir baskı altında yaşıyorlar. Bu tahakkümün en aşırı unsuru eyaletin dört bir yanına yayılan, “yeniden eğitim ve talim merkezleri” diye adlandırılan, içinde tahminlere göre birkaç yüz binden bir milyonun üzerinde bir sayıya kadar Müslüman azınlığın belirsiz bir süreyle hapsolduğu kamplar. Kurbanların çoğu Uygur, bölgedeki Çinli olmayan ana etnik grup, ancak bu baskı, Uygurlar gibi İslam’a tabi, Kazakları ve Kırgızları da hedef aldı.
Bu operasyonun ilginç bir özelliği, resmi parti devleti sisteminin içindeki ve dışındaki insanları aynı anda hedef almasıdır. Bir yandan pek çok sıradan Uygur sadece Çin’in dışındaki aile üyeleri ve akrabalarla irtibatı koparmadıkları için, yahut sakal bırakmak veya peçe takmak gibi dindarlık sembolleri gösterdikleri için hapsedildiler. Ancak bu geniş ağın yanında, parti aynı zamanda inisiyatif sahibi makamlardan da etnik azınlıkları tasfiye ediyor. Bu tasfiyenin amacı parti yönergelerini yeterince samimiyetle uygulamadığı düşünülen “iki yüzlü” insanların kökünü kazımak. Bu daha geleneksel Stalin stili tarzı tasfiye parti kadrolarını, entelektüelleri, editörleri ve üniversite yöneticilerini hedef aldı.
Mevkuflardan çok azı dışarı çıktığından, kampların içindeki yönetime dair çok az bilgiye sahibiz, ancak bütün beyanlara göre, akıl almaz bir politik endoktrinasyon ön plana çıkıyor. Bazıları tevkifleri sırasında öldü. Ve kampların dışındaki hayat da içindekinden çok daha iyi değil. Sincan’ın şehirlerindeki ve beldelerindeki bütün kavşaklarda yeni polis karakolları peyda oldu. Kontrol noktaları çoğu yoldaki trafiğin akışını kontrol ediyor. Bayrak yükseltme veya ant içme gibi yeni sadakat ritüelleri müşterek hayatı düzenliyor. Günlük anti-terör tatbikatlarında dükkân sahipleri hayali saldırganlara çubuk ve sopalarla saldırıyor. Camiye katılım gözetleniyor ve güvenlik kameraları caminin içindeki her açıyı izliyor.
Avrupa’daki veya ABD’deki “Teröre Karşı Savaş”a âşinâ olanlar, Çin’in “Terör’e Karşı Savaş”ında bazı benzer prensiplerin iş başında olduğunu fark edeceklerdir: İslamofobik fikirler, meselâ daha dindar oldukları gözlenen insanların, teröre yahut terörü desteklemeye daha meyyal oldukları inancı. Ancak Sincan’da uzun bir geçmişe sahip olan ve bir çözüme ulaştırılamayan emperyal miras nedeniyle, bu operasyon Batı’nın “Teröre Karşı Savaşı”’nın uluslararasında uygulanan haline daha çok benziyor. Meselâ, biyometrik kimlik tespiti ve toplu gözetleme akla Irak’ta ve Afganistan’da kullandığı karşı-kalkışma taktiklerini getiriyor. Patlamaya dayanıklı duvarlarla, dikenli tellerle kaplı bir sokak manzarası, askeri teçhizatın halka teşhirleri ve birliklerin tatbikatları Sincan’ın kendisiyle savaş halinde olan bir yer olduğu hissini güçlendiriyor.
Çin’de İslam ve Anti-Terör
Çin’in bu politikaları özellikle neden bu zamanda uygulamaya koyduğu muamma. Bu yönelimi önceleyen tasarılar hakkında hâlâ bir sezgimiz yok, ancak Sincan’ın yöneticilerinin kendilerine Çin’in kuzeybatısını kati olarak güvenceye almak konusunda tarihi bir görev addettiklerini varsayabiliriz. Parti -kısa bağımsızlık dönemleri hariç- on sekizinci yüzyılın ortasından beri Pekin’e bağlı bölgeyi entegre ve asimile etme konusunda daha az müdahaleci, tedricî yaklaşımlar hakkında sabrını tüketti. Çin’in dışarıya yöneldiği ve Avrasya kıtasının ekonomik entegrasyonunun ipini çektiği şu günlerde politik ve kültürel homojenlik eksikliği bir engel teşkil ediyor.
Sincan’ın Çin Halk Cumhuriyeti’yle ortak tarihinin çoğunda, korkulan öcü “etnik ayrımcılık”, yani Uygur milliyetçiliği oldu, Uygurların dinî yaşamının bu boyutta damgalanmasının ise geçmişte emsali yok. Görünürde teröre ve dini aşırılıkçılığa bir cevap olan bu operasyonun amacını Çin medyası “teröristleri normal insanlara çevirmek” olarak tanımlıyor. Ancak aslına bakılırsa terör Çin’de ender rastlanan bir durum. Sıradan Çinli vatandaşları hedef alan şiddetin örnekleri var, meselâ 2014’te Kunming’te bir tren istasyonunda bıçaklı bir saldırı gerçekleşti, patlayıcı yüklü bir araç Urumçi’de kalabalığa doğru sürüldü. Ancak Çin’in terörizm olarak tanımladığı şeylerin çoğu, aslında güvenlik güçleriyle küçük ölçekte çatışmalardan ibaret. Genel olarak, Sincan toplumu oldukça demilitarize ve Çin topraklarında bilinen aktif bir direniş organizasyonu yok.
Çin, terörizmi, politikalarını meşrulaştırmak için kullanmasını, “dış güçler”in Sincan’da barışı ve refahı tehdit ettiği iddiasına dayandırıyor. 2001’de, ABD Doğu Türkistan İslam Hareketini terörist bir organizasyon olarak listeye geçirdikten sonra Afganistan’dan bir grup Uygur Guantanamo’da mahkûm edildiğinde Çin kendi haklılığının kanıtlandığını düşündü. Ancak, varlıklarını reddetmesek de, mevzubahis bütün militan organizasyonlar, küçük, parçalı ve kısa ömürlü ve Çin’e meydan okuma kabiliyetleri yok. Aynısı Ortadoğu’ya daha yakın geçmişte gelen Uygurlar için de söylenebilir. Güzergâhı belirsiz olmaya devam eden yollar ile, birkaç bin Uygur Irak’ta İŞİD’le veya Suriye’de cihatçı muhaliflerle savaştılar.
Çin’in İslâm hakkındaki uygulamaları son on yılda “yasadışı dinî aktivitelere” tepkisel ve dönemsel baskılar olmaktan önleyici bir şekilde radikalleşme işaretlerini tespit edip müdahele etmeye dönüştü. Bu toplumda yerleşirken, hemen sonra radikalleşmenin işaretlerini taşımamak yetmemeye başladı – herkes aktif bir şekilde ve kamu önünde, bu davranışsal göstergeleri inkâr etmek durumunda kaldı. Sigara önerildiğinde, yapılacak güvenli şey onu almak. Restoranlar tetkikten kaçınmak istiyorlarsa, alkol satmak zorundalar. Bir kere, “aşırılıkçıların” Müslümanları dans etmemeye teşvik ettiği duyulduğunda, parti, köy imamlarının halk önünde dans etmesini organize etti. Hoşa gitmeyen eğilimlerin, bunların tam tersinin talim edilerek yok edilebileceği düşüncesi, Sincan’ın toplama kamplarındaki yeniden eğitim talimlerinde mantıksal sonucuna erişiyor.
Ne yapılabilir?
Kamplar hakkındaki haberler uluslararası medyaya 2017’nin sonlarında ulaşabildi ve ani bir kamuoyu teyakkuzuyla karşılandı. Pekin’den bir yanıt almaya dair ilk resmi çaba Birleşmiş Milletler’in Irk Ayrımcılığının Önlenmesi Komitesi’nden geldi ve Çin’in delegelerinin kampların varlığını reddetmesiyle yanıtlandı. Sincan otoriteleri kampların hukuk dışı yapılarının farkında olacaklar ki, ekimde vatandaşların dinî aşırılıkla mücadele adı altında tutuklanmasına izin veren yeni bir yasa çıkardılar. Bu gerçekleştikten sonra, Çin medyası -en azından uluslararası muhataplara hitap eden kısmı- Batı’nın eleştirilerine daha doğrudan yanıt vermeye başladı. Global Times kampları meslekî yetiştirme kurumları ve etnik azınlıklara Çin’in ekonomik parlamasından yararlanma fırsatı verecek yirmi birinci yüzyılın çalışma yurtları olarak meşrulaştırdı.
Kasımda Çin’in BM İnsan Hakları Komitesi’ndeki yıllık incelemesinde, bazı üye ülkeler Çin’in uygulamalarına dair eleştirilerde bulundu. Bunun ardından, on beş farklı ülkeden diplomatik temsilciler Sincan parti sekreteri Çın Çüengo’ya bir mektup yazarak toplama kamplarını konuşmak üzere bir görüşme talebinde bulundular. Çin’in dışişleri bakanı bunu beklendik ölçüde sert bir şekilde cevapladı, bu ülkeleri diplomatik protokolü ihlal etmekle ve Çin’in içişlerine karışmakla suçladı.
BM kurumlarından başka, Uygur diasporasının lobicilik faaliyetleri çoğunlukla Washington’da yoğunlaştı ve Sincan sorununu Donald Trump’ın Şi Cinping ile ticaret savaşı yüzleşmesine dahil etmeyi amaçladı. Cumhuriyetçi Marco Rubio ve Chris Smith tarafından yönetilen Çin Hakkında Kongre İcra Komitesi konu hakkında bir sıra oturum düzenledi, bu oturumlar Uygur İnsan Hakları Kanunu’na vesile oldu.
Uygur İnsan Hakları Kanunu bazıları kongrenin Tibet hakkındaki önceki kararlarından mülhem birçok hükmü kapsıyor. Meselâ 2002’den beri Tibet için mevcut olan Tibet Özel Koordinatörü gibi, Birleşik Devletler Sincan Özel Koordinatörü adında bir birimin oluşturulmasını taahhüt ediyor. En başta parti sekreteri Çın Çüengo olmak üzere, Uygurların gördüğü baskıdan sorumlu görülen kişilere doğrudan yaptırım öngören Küresel Magnitski Yasası’nın uygulanmasını talep ediyor. Yasa ayrıca Radyo Özgür Asya aracılığıyla Uygur dilinde Çin’e yapılacak yayınlara verilecek desteğin artırılması fikrini gündeme getiriyor.
Başka bir alternatif olmadığından, Uygurları umutlarını ABD aracılığıyla Çin’e güç yetirmeye bağlamaları yüzünden suçlamak oldukça zor. Ancak bu strateji Uygur davası için sorgulanabilir faydalar ve kayda değer riskler taşıyor. İlk olarak, alınacak tedbirler yüksek ihtimalle etkisiz kalacak. Çin, herhangi bir Magnitski yaptırımına misilleme yapacağına garanti verdi ve insan hakları ihlallerinde bulunan Amerikan yetkilileri bulma konusunda hiçbir güçlük çekmeyecek. Sincan sorununu ABD-Çin Ticaret görüşmelerine dahil etmek, sorunu daha önemli görülen ekonomik ve güvenlik hedefleri için feda edilebilecek bir pazarlık kozuna çevirecek. Tibet’in kendisi bu konuda bir zamanlar bamteli sayılan bir konunun nasıl görmezden gelineceği konusunda canlı bir örnek teşkil ediyor: Tibet Özel Koordinatörü pozisyonu iki yıldır sahipsiz.
İkinci olarak, diğer her lobicilik faaliyeti gibi, Çin’in yaptıklarına küresel karşılığın bir kısmını oluşturması gereken ABD’ye dair eleştirilerin, ABD’nin desteğini kazanmak için yumuşatılması veya terkedilmesi gerekiyor. Çin’in dışındaki insanların Uygurlara yardım etmek için yapacağı en iyi şeylerden biri dünya çapında İslamofobi’nin en büyük kaynağı olan “Teröre Karşı Savaş”ı bitirmek olurdu. Batıda terör tehdidi hukuk dışı İHA suikastlarını ve önleyici tutuklamaları meşrulaştırmak için kullanılmaya devam ettikçe, Çin uygulamalarını meşrulaştırmak için emsaller bulacaktır.
Etkili olmak için, Çin’e dışardan yapılacak eleştirilerin şiddeti ve anti-terör adıyla yapılan eziyetleri reddinde tutarlı olması gerekiyor, ancak Washington’un başlıca Çin karşıtlarıyla işbirliği yapmak bunu imkânsız hâle getiriyor. 28 Kasım’da, Marco Rubio Çin Hakkında Kongre İcra Komitesi’nde Çin’in yaptıklarına dair sesini yükselttikten hemen sonra, senatonun Suudi Arabistan’ın Yemen’e karşı savaşına ABD’nin desteğini bitirmeye dair verdiği teklife red oyu verdi.
Üçüncü olarak, bu yaklaşım Uygur aktivizmini Washington’un Çin Şahinlerinin elinde bir silah olarak göstermesi için Çin’e malzeme verip, Sincan’daki güvenlik tedbirlerinin daha da fazla sıkılaştırılmasına sebep olabilir. Meselâ, yeni İnsan Hakları Yasası “Sincan Geneli’ndeki sıkı tedbirlerin ortaya çıkaracağı bölgesel güvenlik tehditleri”nin tespitini amaçlıyor ve Silahlı Hizmetler Komitesi’ni politika görüşmelerine dahil ediyor.
Bu şekilde bir taraftarlığın zayıf noktalarını göstermek Uygurlara gösterilecek uluslararası desteği kesinlikle azaltmamalı. Kendini “anti-emperyalist” olarak adlandıran bazıları Sincan’daki kitlesel istibdat iddialarına şüphe düşürmek için ABD’nin desteğine atıfta bulunuyorlar. Ancak Batı’daki ırkçılığı ve İslamofobi’yi eleştirirken Çin’deki durumu görmezlikten gelen ilericiler sadece solun itibarını zedeliyorlar ve bu konuda yükselen Soğuk Savaş dinamiklerini kalıcılaştırıyorlar. Çin’in Sincan’daki hareketlerini eleştirirken aynı anda Washington’un konuyu kendi amaçları için kullanma çabalarının da farkında olmak gayet mümkün.
Bu eleştirilerin amacı, Şi Çinping’in iktidarının güçlenmesinin baskıcı sonuçlarına daha güvenilir ve tutarlı bir tepki verilmesine olan ihtiyacı vurgulamaktır. Bu sonuçlar yalnızca Sincan'daki Müslümanlar tarafından değil; işçiler, öğrenciler, feministler ve Çin genelinde otoritenin karşısına çıkan herkes tarafından hissedilmekte. Çin dışındakiler çabuk bir çözüm üretemeseler de, devletlerarası diplomasiden ziyade, insandan insana dayanışmaya yönelmek uzun vadede gerçek değişime katkı sağlamada en iyi şansı sunuyor.
David Brophy, "Uyghur Nation: Reform and Revolution on the Russia-China Frontier" ( Uygur Milleti: Rus Çin Sınırında Reform ve Devrim- Harvard University Press: 2016) kitabının yazarıdır.