Bir Yusuf Masalı: Cat Stevens
Cat Stevens 1977 yılının soğuk bir cuma günü Londra Merkez Camii’ne gider. Kalabalıktan çekinir ve camiye girmek için cuma namazının bitmesini bekler. İmamı bulur, Müslüman olmak istediğini söyler. Ve o an gelir; Kelime-i Şehâdet’i tekrarlayan Yusuf İslam, artık İslâm ailesine katılmıştır.
Arayanlar bulmaya en yakın kişiler olsa gerek. İbrahim Peygamberin çok bilinen bir kıssasıdır:
- Sırasıyla parlak bir yıldızın, Ay’ın ve Güneş’in alemlerin yaratıcısı olduğunu düşünmüş; hepsinin bir bir yitip gitmesinin ardından ise muhakeme yaparak Allah’ın varlığını idrak etmeye biraz daha yaklaşmıştır.
Peygamber kıssalarının izdüşümlerine modern zamanlarda çok sık rastlanmasa da öyle bir hikâye var ki; hâlâ sıcak ve fazla uzaklaşmış olamaz! Yusuf Cat Stevens, dünya müzik endüstrisinin en tepedeki birkaç isminden biriyken aradığını bulduğu düşüncesiyle sahip olduğu şöhreti ve renkli hayatı bırakmış, uzun sorgulamaların sonucunda kalbine dönmüştü. Takvimler ise 1977’yi gösteriyordu. Haydi şimdi filmi biraz geri saralım…
Kıbrıslı Rum bir baba ile İsveçli annenin çocuğu olarak 1948’te Londra’da dünyaya gelir Cat Stevens. Gerçek ismi Stephen Demetre Georgiou’dur. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını şehrin sanat ve eğlence merkezi olarak kabul edilen; sinema, tiyatro, müze ve kitapçıların art arda sıralandığı West End bölgesinde geçirir. Çocukken onun gibi olmaya heves ettiği İsveçli dayısı Hugo bir ressamdır ama zengin değildir. O ise zengin olmak istemektedir ve önünde kısa sürede büyük bir başarı yakalayan Beatles örneği vardır. Diğer yandan Amerikan rüyasının sunduğu hayat biçimi de ona çok cazip gelmektedir. Albüm çıkartmak için anlaştığı yapım şirketi Stephen’e ‘Cat Stevens’ ismini verir. 1967’de ilk albümü ‘Matthew and Son’ çıkar, diğer yandan başka şarkıcılar için de şarkı sözleri yazmaktadır.
Şarkıları İngiltere’de müzik listelerinde üst sıralara çıkar çıkmasına fakat 1968’de henüz 20 yaşına yeni basmasına rağmen iyi olan sağlığını şöhretle birlikte edindiği kötü alışkanlıklar yüzünden kaybeder. Doktorlar verem teşhisi koyar, şehir merkezinden uzak bir hastaneye yatırılır ve tedavi süreci başlar.
Cat Stevens, o dönemi kitabında şöyle anlatır: “Bir anda kendimi hastane yatağında serilmiş halde buldum. Pop dünyası yanımdan ışık hızıyla geçerken ben tavana bakıp merak ediyordum: Ne olmuştu?”
O dönem Batı’da transandantal meditasyona ilgi yüksektir. Bir arkadaşından Budizm ile ilgili bir kitap edinir, hem okumaya hem de meditasyona başlar. Sorgulamalarının merkezinde varoluş ve ölümden sonra ne olacağı sorusu yatmaktadır. Bir yıllık bir nekahet dönemini hayatın ne kadar kırılgan olduğunu düşünmekle geçirir. Müziğe geri döner ama artık yazdığı şarkı sözleri daha anlamlı ve derindir. Ruh halini şarkılarına yansıtır:
- “Keşke bilsem, keşke bilsem,
- Nedir beni ben, seni sen yapan, bilsem.
- Sadece bakış açısıdır değişen” (I wish I wish / Mona Bone Jakon Albümü, 1970)
Cat Stevens’ın kendini arayış çabasının bir aksi olan deruni şarkılar dönemin modası mistisizmin de etkisiyle başta İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere birçok ülkede müzik listelerinde zirveye çıkar. O bir yandan müzik yapar, bir yandan da araştırmalarını sürdürür.
Hinduizm, Taoizm, Nümeroloji gibi alanlarla ilgilenir. Bugünden o günlere bakıldığında Cat’in dünyaca ünlü bir müzisyen olmasına rağmen içinde oturmayan bir şeyler olduğu; huzursuzluğu ve sürekli daha yüce bir şey aradığı açık bir şekilde görülebilir.
- “Hiçbir yerden kilometrelerce uzakta
- Belli, çok zamanım var daha oraya ulaşmaya” (Miles from Nowhere, Tea fort he Tillerman Albümü, 1970)
Tüm bu arayışla paralel bir şekilde konserler de devam etmektedir. ABD programı için menajeri ile Los Angeles’ta yaşayan albüm şefi Jerry Moss’u ziyarete gider. Okyanus yakındır ve Cat biraz yüzmek ister. Apar topar suya atlar ve açılır. Bir müddet sonra üşüdüğünü hissedip dönmeye çabalasa da buna gücünün olmadığını hisseder. Farkına vardığı bir diğer nokta da akıntının onu kıyıdan uzaklaştırdığıdır. Menajeri ise onu ne görebilecek ne de duyabilecek bir noktada plajda beklemektedir. O kritik anları kitabında şöyle aktarır:
“Artık bacaklarım ve kollarım kıyıya geri yüzemeyecek kadar yorgun ve halsizdi. Buraya kadarmış… Nihayet, o son anda başka bir yerden yardım gelmeyeceğini anladım ve dua ettim. ‘Tanrım, beni kurtarırsan sana hizmet edeceğim.’ O anda arkamdan hafif bir dalga beni öne doğru itti. Hemen akabinde ihtiyacım olan bütün güçle kıyıya doğru yüzdüm. Birkaç dakika sonra ayaklarım yere basmaya başladı. Kıyıya ulaştım, güvende ve hayattaydım. İşte benim kader anım buydu.”
Cat Stevens yıllar sonra verdiği bir röportajda başına gelen bu hadisenin Kur'ân’da da geçtiğini ifade eder ve Lokman Suresi’nin 32. ayetini hatırlatır. Başına gelenin ilahî bir senaryonun parçası olduğuna şüphe duymaz. Ayet şöyledir:
- “Dalgalar onları kara gölgeler gibi kapladığında içten bir inanç ve bağlılıkla sadece Allah’a yakarırlar; Allah kendilerini sağ salim karaya çıkardığında ise içlerinden bir kısmı ortada kalır. Hıyanete gömülmüş nankörler topluluğundan başkası ayetlerimizi inkâr etmez.”
Beklediği zamanın kapısı artık açılmıştır. Cat, varlığına zaten inandığı Tanrı ile okyanusun ortasında yeni bir sözleşme yapar. Hem de müzik dünyasında imzaladığı milyonluk sözleşmelerin çok ötesinde…
Ağabeyi David, Yahudi bir kızla evlidir ve kızın ailesini ziyaret etmek için çift Filistin’e gider. O sırada David bir turist merakıyla Kubbetu's-Sahra’yı gezer. Caminin içindeki atmosfer ve huzurdan çok etkilenir. Daha sonra Londra’da İslâm Festivali’ne katılır; turist olarak Filistin’de deneyimlediği hissi festivalde de yakalar. Bir an aklına kardeşi Cat düşer; doğum günü yaklaşmaktadır. Onun dinî kitaplara başlayan ilgisini hatırlar ve gözüne çarpan altın yaldızlı Kur'ân-ı Kerîm mealini kardeşine doğum günü hediyesi olarak satın alır. İşte bu vesileyle bir viraj daha dönülür.
“Kur'ân’ı baştan sona okumam bir yılımı aldı.” der Cat Stevens. Başta İslam ile ilgili şüpheleri vardır. Babası Kıbrıslı bir Rum olduğu için Müslümanlara dair algısı çok da olumlu değildir. Bu yüzden Kur'ân’ı okurken önyargılarını bir kenara koymaya özen gösterir. Ancak okudukça şaşırır; kitapta Arap ya da Türk milliyetçiliğinden bahsedilmemekte; bilakis tüm insanlık tek bir aile olarak kabul edilmektedir. Okuduklarından çok etkilenir, hata aradığını ancak hata aradıkça hatanın sadece kendisinde olduğunu anladığını belirtir.
En çok da Yusuf Peygamber'in hikâyesi sarsar. Hikâyenin sonunda Yusuf, kendisini kuyuya atmış kardeşleriyle karşı karşıya gelir fakat onlar bunun farkında değildir. Yusuf hakkında kötü konuşup iftira ederler. Yusuf onları sabırla dinler. Yusuf’un bu duruşu onu derinden etkiler. Birkaç yıl öncesinde yazdığı ve çok tutulan ‘Father and Son’ şarkısındaki sözleri hatırlar. Orada şu cümleler geçer: Bildiklerimi kendime saklayıp da ağladığım bütün o zamanlar…
Bu tevafuku fark ettiği an gerçekten ağlamaya başlar. Aradığını bulduğunu düşünür. Tüm başına gelen ve musibet gibi görünen talihsizlikleri anlamlandırır; verem olması ve okyanusta boğulmaktan son anda kurtulması aslında kilitlerini açan anahtarlardır. Kalbinin kapıları artık aralanmıştır.
- 1977 yılının soğuk bir cuma günü Londra Merkez Camii’ne gider. Kalabalıktan çekinir ve camiye girmek için cuma namazının bitmesini bekler. İmamı bulur, Müslüman olmak istediğini söyler. Ve o an gelir; Cat Stevens Kelime-i Şehâdet’i tekrarlayarak İslâm ailesine katılır.
Üç kitapta da bahsedilen ve Kur'ân’ı okurken çok etkilendiği Yusuf Peygamberin ismini almak ister. Adını Yusuf İslam olarak değiştirir. Yıllar sonra ‘Sizi Müslüman olmaya iten sebep neydi?’ sorusuna ise şöyle cevap verir:
“Müzik dünyasındaki çöküş, ahlaki yozlaşma beni bir şeyleri sorgulamaya itti. Bazıları bu durumu unutmak için uyuşturucu ve alkol bataklığına saplanıyor. Ben asla böyle bir şey yapmadım. Hayatta çok ciddi ve cevaplanmaya muhtaç soruların olduğunu fark ettim.”
Cat Stevens 29’unda Müslüman olur. Müzik endüstrisindeki bozulma ile nasıl mücadele ettiğini anlatırken aslında bu durumu aşamayanlara da işaret eder. Alkol ve uyuşturucu döngüsüne giren isimler gelir akla: Brian Jones, Jimi Hendrix, Janis Joplin ve Jim Morrions; meşhur 27’ler kulübü. O yılların müzik dünyasının en kült isimleri 1969-71 yılları arasında hepsi de 27 yaşındayken hayatlarını kaybeder. Ortak sebep ise uyuşturucu kullanımı ve intihardır. Dönemin ruhunu gözler önüne seren bu detay; aslında Cat’in nasıl bir uçurumun kenarından döndüğünün de kanıtıdır.
Yeni ismiyle Yusuf İslam, Müslüman olduktan sonraki ilk günlerini ‘Kendimi o kadar özgür hissediyordum ki adeta uçuyordum.” diye aktarır. Ailesi önceleri onun yeni bir hevese kapıldığını düşünür, durumun ciddiyetini sonradan fark eder. Başta anne ve babası olmak üzere ailesine duyduğu şefkat Yusuf’un ilk tebliği onlara yapmasına sebep olur. Onun inandığı tebliğ yöntemi ise İslâm’ı hayatında olabildiğince doğru yaşayarak iyi bir örnek teşkil etmekten başka bir şey değildir.
- İslâm’ı dışarıdan değil de içeriden gözlemleyerek anlamaları Yusuf’un ailesinin de Müslümanlığı seçmesinde önemli bir etken olur.
Yusuf’un İslâm’ı seçmesinden sonraki ilk farkındalıklarından biri de Müslümanların halidir. İnsan nasıl içinde bulunduğu odanın havasızlığını fark edemez de dışarıdan gelen birisi bu durumu rahatlıkla anlar. Yusuf da Müslümanların, Kur'ân’daki mesajın yüceliğinden ve kutsal kitapta verilen mesajdan ne kadar uzaklaştıklarını gözlemler. Bu durumu çok uzun süredir bir dağın tepesinde yaşayan ve bu gerçeği unutan bir topluluğa bir ziyaretçinin gelip bir dağın tepesinde yaşadıklarını söylemesine ve orada yaşayanların buna şaşırmasına benzetir.
Artık her şey yerli yerine oturmuş gibidir fakat müziğe devam edip etmeyeceği Yusuf’un aklını kurcalar. Müslüman olurken tanıştığı imama müzik ile ilgili düşüncelerini sorduğunda, imam kendisine sahne performanslarından uzak durmasını söylese de müziğe devam etmesi konusunda cesaretlendirir. Bu konunun aslında inanç esaslarından biri olmadığını fıkıh ile alakalı olduğunu anlatır. İmama göre müzik bazı ahlaki ilkelere uyulduğu sürece serbesttir.
Yusuf, imamın cevabıyla yetinmez. Özellikle Suudi Arabistanlı bazı din alimlerinin müziğin haram olduğuna dair sözleri; mevzunun çok tartışmalı olduğu konusunda onu ikna eder ve Yusuf müziği bırakma kararı alır. Bunda medyanın Müslüman olduktan sonra kendisi aleyhine yaptığı haberlerin de etkisi vardır. “Benim için en iyisi buradan uzaklaşmak..” diye düşünür ve müzik kariyerinin üzerini çizerek yeni hayatının tadını çıkarmaya çalışır.
Evlenir ve çocukları olur. Artık kendini sosyal işlere, özellikle de Müslüman çocukların okul ihtiyacı konusundaki çalışmalara adar. Müzik aletlerini ve en önemlisi de çok sevdiği gitarını bir hayır kurumu için satar. Müzik yapmayı bırakmıştır ancak şarkılarının telif ücretleri gelmeye devam ettiği için kalbini ‘Harama mı bulaşıyorum?’ endişesi kaplar.
- Şarkılarının hepsini helal, haram ve mekruh olarak üç kategoriye ayırır. Haram ve mekruh bulduğu şarkılarından gelen telifleri doğrudan hayır kurumlarına aktarır. Helal olduğuna kanaat getirdiği şarkılarından gelen paranın kendi ve ailesi için yetecek kadarını alır; geriye kalan kısmı da farklı yerlere sevk eder.
Diğer yandan da İslâm’ı öğrenmeye ve anlamaya devam etmektedir. Sünni İslâm’ın dört ana mezhebini ve Şii İslâm’ı öğrenir. Bir arkadaşının verdiği dini davranış kuralları kitabını okuduğunda ise donup kalır. Oradaki bir ifadede kesilen saçın ve tırnakların toprağa gömülmesi gerektiği yazmaktadır. Tüm bunları Kur'ân ve Hadis’te bulamayan Yusuf, İslâm’ın taklidine kapılmaktan korkar ve sadece Kur'ân ve sünneti hayatının merkezine almaya özen gösterir.
Ama bir yandan da serttir. Ali Köse’nin ‘Üç Yusuf Bir İslam’ yazısındaki ifadesiyle değişimi en sert olanlar aynı zamanda geçmişe dönmekten de en çok korkanlardır. Müzikten kaçışının sebebi de budur. Yusuf İslam’ı Cat Stevens ile yan yana getirebilecek her şeyden uzak durmaya çalışır. Belki de tüm bunların arkasında kendi cahiliye dönemine dönmekten gelen bir korku vardır. Kıyafet tercihleri de bunu doğrular. Uzun entari ve sarık giymesinin nedeni eski dönemi ile köprüleri yıkmaktır. İlk olarak İslâm’ın yerel ve tarihsel yorumlarından birini kabul etmesi; korkusunu yendiğinde etkisini yitirecek, dengeyi bulacaktır.
1979’daki İran İslâm Devrimi hem dünyada hem de İngiltere’de İslâm’a olan bakış açısını olumsuz yönde etkiler. Ancak buna rağmen Batı’da Müslümanların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. 1989’da Salman Rüşdi’nin düşünce özgürlüğü adı altında İslam’ı hedef alan Şeytan Ayetleri kitabı piyasaya çıkar. Ayetullah Humeyni, Rüşdi’nin öldürülmesi gerektiğine dair bir fetva yayımlar.
TV’de yayımlanan bir tartışma programında Humeyni’nin fetvası Yusuf’a da sorulur. Ağzından, Humeyni’yi arayıp Rüşdi’nin nerede olduğunu söyleyebileceği anlamına gelen birtakım sözler dökülür. Bu cevabın ardından Yusuf İslam’a medyada bir linç kampanyası başlatılır. Plakları yakılır, şarkıları ABD’deki radyo istasyonlarında yasaklanır.
Konuşma özgürlüğünün yalnızca dini vahşileştirmek isteyenlere tanınmasını iki yüzlü bulsa da yıllar sonra o süre zarfında kimsenin sağlıklı düşünemediğini ve tartışmanın içine çekilerek pişman olduğu laflar ettiğini dile getirir. Fetvayı asla kabul etmediğini, bir Müslümanın şiddetle yan yana gelmemesine inandığının altını çizse de medya neyi sansasyonel bulduysa onu başlığa çıkartır.
Müslümanların maruz kaldığı cadı avı ve yükselen İslam karşıtlığı Bosna ve Kosova’da gerçekleştirilen katliamların önünü açar. Daha sonra gerçekleştirilen 11 Eylül Saldırıları ise yeni bir döneme girildiğinin adeta habercisidir.
Yusuf İslam, o gün yaşananlar ile ilgili şu cümleleri kurar. “Allah için çalıştığını iddia eden insanlar tarafından İslâm adına gerçekleştirilen, sonu ölümler ve büyük acılarla biten çılgın teşebbüs Müslümanların adını karalamak isteyenler için başkalarının hayal bile edemeyeceği en büyük fırsat oldu”
11 Eylül’ü Afganistan ve Irak’ın işgali takip eder. İşgal ve yağmaya uğrayan Müslümanlar üzerlerine çökmeye çalışan bu karanlığa tepki gösterir. Silahlar ve bombalar konuşmaya başlar. Yusuf, bazı Müslümanların kullandığı savaş yöntemlerini İslam’a uygun bulmaz. Bu kişilerin kendilerini patlatarak suçsuz insanları; Allah ve Resulü’nün insanlığı özgürleştiren mesajını duyma imkânı vermeden öldürerek dünyayı değiştirebileceklerini düşünmelerini yoldan çıkmak olarak değerlendirir.
Köprüler kurmak gerektiğini düşünmeye başlar. İslâm ateşi yıllar içinde yüreğinde demlenmiştir. O artık ‘Father and Son’ şarkısındaki gibi asi ve bildiğini okuyan delikanlı değil; sağduyulu baba rolüne geçmiştir. Din içinde helal ve haramın dışında yapılmasında bir sakınca bulunmayan; insanların tercihine bırakılan mübahların da olduğuna kani olur. İslâm’ın mesajını insanlığa ulaştırmak için en iyi yaptığı şeyi, müziği kullanmak ister. Bu kararında onu en çok etkileyen ismi ise çevresinde değil; İslâm Tarihi’nde bulur. Bu isim 8. yüzyılda Endülüs’te yaşamış, gerçek ismi Abul Hasan Ali Bin Nafi olan Ziryab’dır.
- Endülüs’ün en büyük musikişinası olarak kabul edilen bu zat müziğin dışında moda, edebiyat, astronomi, kimya, coğrafya ve strateji alanlarında da yetkin bir kişi olarak kayıtlara geçmiştir. Her Müslümanın hissetmesi gerektiği gibi Yusuf İslam da kendini İslâm’ın bir temsilcisi olarak görür ve bu da ona büyük bir sorumluluk yüklemektedir. Dinin kültürel değerlerinin mutlaka canlandırılması ve dünya üzerinde yeniden dolaşıma sokulması gerektiğine inanır.
Yusuf İslam ismiyle 2006 yılında müziğe geri döner fakat zaman içinde adını bir kez daha değiştirecektir çünkü artık hem geçmişiyle barışmıştır hem de İslâm’ı kişisel bir isme sığdırmayı doğru bulmaz. Yaşamına Yusuf Cat Stevens ismiyle devam etmek ister.
Müziğe tekrar başlamasıyla ilgili içinde şüphe olup olmadığına dair sorulan bir soruya “Hayır” der. “Köprülerin kurulması iyidir, şiddetli suları aşmamız için bize yardım eder” cevabını verir. Bir diğer röportajda ise müziğe dönmesini “İnsanların televizyonda en azından bir tane şiddetle yan yana gelmemiş bir Müslüman görmesi gerektiğini düşündüm. O kadar çok Müslüman gelip bunun için bana teşekkür etti ki” diye açıklar.
Gitarını tekrar eline almasının nedeni ise görev edindiği İslam’ın mesajını yayma misyonudur. Bu konuda ayrıcalıklı bir konumda olduğunu düşünür. Dünya üzerinde milyonlarca takipçisi olan bir insanın ürettiği mesajlarla daha iyiye gidilebileceğine inanmakta, bunun sorumluluğunu duymaktadır.
- Peygamber Efendimizin “İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir iş göstereyim mi? Aranızda selamı artırın” hadisini “Aranızda barış mesajını artırın” şeklinde yorumlar. Nasıl hatırlanmak istersiniz sorusuna verdiği “Müslüman bir barış elçisi” cevabı onun İslam yolculuğunda geldiği noktayı da ortaya koyar.
Çok açık ki Müslümanların daha çok Yusuf Cat Stevens’a ihtiyacı var.