Ben buraya nasıl geldim?

Kafkasya'nın nefes kesici tabiatı, Rusların buraya gözlerini dikmelerinin nedenlerinden biriydi.
Kafkasya'nın nefes kesici tabiatı, Rusların buraya gözlerini dikmelerinin nedenlerinden biriydi.

Çocukluğumdan bu yana müthiş bir kültür karmaşası içinde büyüdüm. Arkadaşlarım, okulum, gittiğim yerlerde duyduğum dil, söz konusu ailem, akrabalarım olduğunda yerini yarısından fazlasını anlamadığım, farklı bir kelam işitmeye bırakıyordu. Düğünlerde gördüğüm davul-zurna mızıkaya-akordeona dönüşüyor, bayraklar değişiyor, yediğim yemekler bir farklılaşıyordu ailemle. Garipserdim ama sorgulamazdım hiç. Çeçen’iz biz, bir onu bilirdim ama Türkiye’nin bir şehri sanırdım orayı, ya da bizim köyün adı olmalıydı. Kendim araştırana kadar buna böyle inanmıştım, kimse de bana Çeçen nedir anlatmamıştı.

Sonrasında tarih derslerimi hatırlarım, ne mübarek bir şeydi benim için Osmanlı torunu olmak. Şanını dinledikçe gururlanır, duygulanırdım. Şaşırırdım bu koca imparatorluğun kudretine, ne şanslıyım diye düşünürdüm. Osmanlı devletine olan hayranlığım tarihimi daha iyi öğrenme ihtiyacı doğurmuştu bende. Koskoca Osmanlı torunu, soyunu bilmeliydi elbette. Araştırdım, araştırdıkça hayranlığım arttı. Ben kimlerdenim? Buna gelmişti sıra.

İlk ve büyük şaşkınlığım Türk olmadığımı öğrendiğim zaman olmuştu. İlki buydu ama arkası hiç kesilmedi bu şaşkınlıkların. Türk değildim, Çeçen demek bir şehir veya köy adı değildi. Çeçenistan vardı, Kafkasya vardı başka bir memleket olarak, dili farklı, kültürü farklı, bayrağı farklı. Bambaşka bir dünya. En büyük şaşkınlığım ise hayranı olduğum o yüce devletin, hayranı olduğum hükümdarları bu devlet üzerinde o şanlı tarihi yazdığı zamanlarda benim dedelerimin burada dahi olmamasıydı. Türk değildim ama buradaydım. Ama tarihinde dedelerim yoktu. Birbirimizden farklıydık ama her şeylerini biliyordum, dilleri dilimdi. Bayrakları bayrağım. Koskoca bir karmaşa kafamı kemire dursun, küçüklüğümden beri akraba ortamında işittiklerim bir yap-boz parçası misali yerli yerine oturuyordu sanki.

Araştırdım, okudum, daha çok araştırdım ve öğrendim. Benim bambaşka bir tarihim, bambaşka dedelerim, başka kahramanlarım varmış. Ben buraya nasıl geldim? Okudukça, bunu öğrendim.

İşte Kafkasya, İşte Vatanım

Kafkasya, Karadeniz ve Hazar Denizi arasında yer alan, Avrupa ve Asya'nın sınırında bulunan bir bölgedir. Bu topraklar dünyanın en büyük sıradağlarına sahiptir. Bu sebeple burada yaşayan halklar birbirinden farklı isimlere, dillere sahiptir. Dil ve bayrakları birbirinden farklı olan bu halklar kültür bakımından benzer, hatta aynıdır denilebilir. Kısacası Kuzey Kafkasya halkları, bir ağacın farklı dalları gibidir. Bu ağacın dalları: Abhazya, Adıgey, Astrahan Oblastı, Çeçenistan, Dağıstan, İnguşetya, Osetya, Kabardey-Balkar, Kalmukya, Karaçay-Çerkes’tir.

Neden Kafkasya?

Kafkasya, gerek stratejik konumu gerek zengin kaynakları gerekse toprak bütünlüğü kurma açısından Rusya için oldukça önemli bir yere sahipti. 1556'da tahta geçen Çar IV. İvan'dan başlayan, I. Petro'yla giderek güçlenen ve Batı’dan aldığı silahlarla ordusunu geliştiren Rusya'nın, emellerinin gerçekleşebilmesi için ortadan kaldırılması gereken en önemli engel Kuzey Kafkasya'ydı ve neye mal olursa olsun bu mesele halledilmek zorundaydı.

Savaş Başlıyor

Rusya’nın 1552’de Kazan’ı ve 1556’da Astrahan’ı hakimiyet altına almasıyla birlikte başlayan Kuzey Kafkasya ilerleyişi, zamanla çatışmalara, taarruzlara, işgallere dönüşmeye başladı. 1774’te imzalanan Küçük Kaynarca Anlaşması ile Kırım’ın bağımsız olması, devamında Kabardey’lerin Rusya’yı terk etme zorunluluğunu getirdi. Rusya’nın Kafkasya üzerinde ilerleme çabaları 1777’de Rus-Çerkes çatışmasına sebebiyet verdi.

Kafkasya’nın ilk örgütlü direnişi, 18. yüzyılın sonlarına doğru Dağıstanlı Şeyh Mansur tarafından gerçekleştirildi. 5 yılın sonrasında Şeyh Mansur’un şehit olmasıyla yerini Gazi Muhammed, onun da şehit edilmesiyle 1865’te Şeyh Şamil almıştı.

Kafkasya Dağlılarının İstiklâl Mücadelesinde Müslüman din adamları önemli rol oynadılar. Özellikle, Kafkasya'daki halkın özgürlüklerine düşkünlüklerinde İslamî duruş önemli bir mevzi sağladı ve 19. yüzyılda Rusya'nın Kafkasları işgal etmesini yıllarca geciktirdi. Aynı zamanda Kafkasya halkları arasında birlik ve dayanışma oluşturulmasına vesile teşkil edip, Ruslara karşı “Birleşik Kafkasya” ideali etrafında toplanılmasını sağladı.

1829 Gazavat Savaşları, Kafkasya mücadelesinin en önemli dönüm noktalarından biriydi. Bu tarihten sonra artık bu sadece bir savaş değil, bir direniş, bir özgürlük mücadelesi olmuş ve tüm Kafkas halkı bu uğurda birleşmişti. Cesareti, halkları harekete geçirmedeki ustalığı, politik ve taktik yeteneği ile Şeyh Şamil, bu hareketin en kıdemli ve en karizmatik önderi olmuştu. 25 yıl Rus saldırılarına direnişi sonrası halkının daha fazla zulüm görmemesi arzusuyla esir olmayı kabul eden Şeyh Şamil’in, 1859 yılında teslim olmasıyla Müslümanların Ruslara karşı yaptıkları savunma harekâtı kuvvetinden çok şey kaybetti. Bu tarihten sonra mücadele bir süre daha devam ettiyse de genel direniş 1863-1864 yıllarında sona erdi.

1763-1864 yıllarındaki Rus-Kafkas savaşları, tarihin en kanlı savaşlarından biri olarak kayıtlara geçti. 101 yıl süren savaşta yüzbinlerce Kafkasyalı hayatını kaybetti. Son olarak da Soçi’deki direnişin Rusya aleyhine sonuçlanması, Kafkasya halkı için en acı zamanların başlangıcı oldu.

21 MAYIS 1864 – Sürgün Değil Soykırım

Rus General R.A.: “Çerkes toprakları devlete lazımdı, onların kendilerine ise hiç gerek yoktu.”

Rusya, Kafkas halklarının vatanlarından sürülmelerini düzenlemek amacıyla bir komisyon oluşturdu. Resmi olarak Kafkasya'dan yerli halkların Osmanlı topraklarına sürülmesi, askeri ve siyasi bir önlem (!) gerekçesiyle kabul edildi. Böylece Kafkas halklarının ölüm fermanı imzalanmış oldu.

Kont Lev Tolstoy : “Gece karanlığının örtüsü altında Rus askerlerin, ikişer üçer, evlere girmesini izleyen dehşet sahneleri öylesineydi ki bunları hiçbirini resmî rapor görevlisi raporuna aktarmağa cesaret edemezdi”

Ruslar, Kafkas halklarını kendi vatanlarından sürmek bir yana dursun geri dönme ihtimaline karşı sahip olduğu her şeyleri yakıp yok ettiler. Halk, ya kalıp ölecekti ya da bir dirhem yaşama umuduna sarılıp gidecek…

Grand Dük Michael: “Dağlılar teslim olmuyor diye biz görevimizi yarıda bırakamazdık. Yarısının temizlenebilmesi için öbür yarısının yok edilmesi gerekiyordu.”

Yaklaşık 1,5 milyon insan Çerkes, Tuapse, Soçi ve Sohum gibi liman kentlerine toplanarak başta Varna, Samsun, Sinop ve Trabzon olmak üzere Osmanlı topraklarına sürüldü. Gemilere kapasitesinden çok daha fazla insan yüklenmişti. Sürgün sırasındaki yol şartları, salgın hastalıklar, açlık gibi nedenlerden dolayı, resmi olmayan rakamlara göre 400 bin ila 500 bin arasında Kafkasyalı hayatını kaybetti. Sağ kalmayı başaranlar ise Osmanlı Devleti’nin farklı şehir ve köylerine yerleştirildi.

Acı Anılar…

İnsanlar yanlarına ekmek ve su alabildiyse şanslıydı. Anneler evlatlarını, evlatlar anne-babalarını, kardeşler, akrabalar birbirini bir daha görmemek üzere ayrılmışlardı birbirlerinden. Kucaklarında ölen evlatlarını denize atılmasın diye sessizce saklamaya çalışan anneler, annesinin cesedinde süt arayan yavrular ve daha niceleri. Karadeniz kıyılarına vurmuştu cansız bedenler. Balık yemezdi eskiden Kafkas halkı, bilirler ve inanırlardı ki yem olmuştu aileleri o balıklara.

Teşekkür

Sürgün kararı sonrası Osmanlı Devleti siyasi ekonomik olarak zor günler geçirmesine rağmen, Kafkas halkına hiçbir çıkarı olmaksızın kucak açtı. Hiçbir zaman kapanmayacak yaralarına daima merhem sürdü. Vatan kaybetmenin ne demek olduğunu iyi bilen bu halkta, bulduğu ikinci vatanı kaybetmemek için elinden geleni yaptı.

Sonsuz teşekkür, vatansızların vatanına…