Bir yolculuğa çıkalım… Olgunluğun manasının çocukların duruşundan öğrenildiği, insanın kendi hakikatine uyandığı bir yolculuğa… İnsanı kendisine döndüren, ihya eden bir serüvene...
Görmek ve bilmek isteyene yol bir öğretmen edasıyla, tarihi, dünyayı, mekânı, insanı bütün geçmişi ile anlatır. İnsanı anlamaya ve anlamlandırmaya davet eder. Bu davete icabet etmek ise insanı dizginler ve düşünmeye iter… Kemal Sayar’ın ifadesiyle “İnsan yolda ve yolla inşa olur…”
Hayatımın birçok döneminde hep inandığım bu yol-mekan-insan ve ihya olma durumu ile yeniden kendinle hesaplaşma düsturunu geçen hafta gittiğim Arakan yolculuğunda bir kez daha tahayyül ettim. Bundan iki yıl önce Yeni Şafak gazetesinde çalışırken, Myanmar ordusunun saldırılarından kaçan Arakanlı Müslümanların hikayesine odaklanmış ve onların acı dolu yolculuklarını, zulümden kaçışlarını dilimiz döndüğünce anlatmaya çalışmıştık.
O gün kadın, çocuk, genç yaşlı yüzbinlerce insanın nehirleri ve dağları aşan, vatanlarından kaçış hikayelerini önce anlamaya sonra da anlatmaya çalışmıştık. Bir süre gündemde kalan Arakan’daki katliamlar, Filistin, Kudüs, Halep, Yemen, Afrika veya dünyanın herhangi bir bölgesinde yaşanan trajedilerin değişen gündemlere kurban gitmesi, unutulması gibi unutulup gitti bir süre sonra... Ama biz başka alemlerde yaşamaya devam etsek de öldürülme endişesinden umuda kaçan yüzbinlerce insan birer kayığın içerisinde kendilerini Bangladeş kıyılarına atmanın telaşını yaşamayı sürdürdü.
Rakhine (Rakhayn) bizdeki ismi ile Arakan, Myanmar sınırları içerisinde yer alan bir bölge. Şu an resmi rakamlara göre sadece 300 bin Müslümanın kaldığı Arakan’da son göç dalgası ile birlikte 1,3 milyon insan vatanını terk etmek zorunda bırakıldı.
İnşa ve ihyadan yıkıma
Başta da belirttiğimiz gibi Arakan, bu acıların yaşandığı ne ilk ne de son mekânı oldu ve olacak. Nitekim insanlık tarihi bize dünyadaki çatışmaların süreklilik halinde asırlar boyunca devam ettiğini hatırlatır. Bugün yanı başımızda terör örgütlerinin ve devletlerin saldırıları nedeniyle onlarca kent ve milyonlarca insanın hayatı birer enkaza dönüşmüş durumda. Oysaki tarih bize özellikle İslam’ın yayılmasıyla birlikte yakın coğrafyamızda bir inşa ve ihya hareketinin de başladığını gösterir. Medine toplumunun içerisinden çıkan gelenek ve anlayış farklı medeniyet noktaları ile birleşerek Şam, Bağdat, Semerkand, Buhara, Endülüs, Halep, Sana ve İsfahan gibi kentleri inşa ve ihya etti. Bu mekanlar yüzlerce insanın akın ettiği ve inşa hareketinin başlatıldığı merkezler oldu. İstanbul, Kahire, Marakeş ve daha birçok kent bu inşa serüveninin devamı olarak öne çıktı ve diğer kentlerle birlikte Emeviler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlı dönemlerinde ilmin ve bilimin önemli merkezleri olarak öne çıktı. Kuzey Afrika’dan Hint kıtasına kadar bu coğrafya insanlığın ihya edildiği ve çeşitli medeniyetlerin inşa edildiği noktalar oldu.
Moğol saldırıları bu olguyu temelde değiştiren ve kırılganlaştıran bir faktör olarak bilinir. Moğollar Semerkand’dan Buhara’ya, Nişabur’dan Bağdat’a büyük bir istila ve yıkım gerçekleştirdi. Birçok gözlemciye göre istilalardan sonra bu kentler bir daha eski renkli dünyasına hiçbir zaman kavuşamadı. Hayatta kalma noktasındaki dengesini asırlar boyunca sürdüren bu coğrafyanın ana merkezleri, zaman zaman imparatorluklar arasında el değiştirip farklı ülkelerin sınırlarına dahil olsa da o eski mucizesinden uzak kaldı.
İbnü’l Esir’den günümüze değişenler
Bugün farklı aktörlerin neden olduğu ve büyük bir yıkımın yaşandığı coğrafyamızda terör örgütü DEAŞ’ın saldırıları ve hava bombardımanları nedeniyle yerle bir olan kentlerden biri olan Musul’da dünyaya gelen döneminin önemli tarihçilerinden biri olan İbnü’l Esir, Moğolların Bağdat’ı talan etmesine şahitlik ederken, yaşananları “Hz. Adem yaratıldığından beri yeryüzünün böyle bir felaketi yaşamadığı söylenirse tereddütsüz inanın” sözleri ile ifade eder. İbnü’l Esir bugün yaşasaydı belki de günümüz “medeni dünyasında” yaşanan katliamları, işgalleri, göçleri büyük bir şaşkınlık ve hayretle yeniden kaleme almak zorunda kalacaktı. Nitekim son birkaç asırda kullanılan farklı silahlar ve 20. yüzyıldan bu yana geliştirilen ve kullanılan modern silahlar ve teknoloji Moğolları kıskandıracak ölçüde insanlığı ve şehirleri yok etmekte ve insanları toplu göçe zorlamaktadır.
Günümüzde İslam coğrafyası bu yıkımın en gözle görünür noktalarından biridir. Kabil’den Bağdat’a, Kudüs’ten El-Halil’e, Trablus’tan Şam’a ve Halep’ten Sana’ya kentler tarihin en korkunç kaderini yaşamakta, medeniyet havzalarından biri olarak gösterilen bu coğrafyanın önemli bir bölümünde ‘mekanların ve insanların yok oluşu’ en büyük travma olarak kendisini göstermektedir. Bu gerçeklik bir taraftan vatanları işgal edilen diğer taraftan da yaşadığı coğrafyadan koparılan, kopmak zorunda bırakılan halklarla daha da derinleşmektedir.
Ne çok kan döküldü…
Nihayetinde Amin Maalouf’un 1983’te yayımlanan “Arapların Gözünden Haçlı Seferleri” isimli ilk kitabında Şam’da görevli bir kadı tarafından dile getirildiği belirtilen “Ne çok kan döküldü! Suriye’deki kardeşleriniz için gidecek bir mekân kalmamışken, Araplar hakarete alışıyor mu? Acemler şerefsizliği kabul mu ediyor?” isyanı bugün tüm İslam coğrafyasını kaplamış durumda. Bugün yalnızca Suriye değil, İslam coğrafyasının birçok ülkesinde ve beldesinde kan ve göz yaşı dökülürken, sivil insanlar için de gidecek bir mekân kalmamıştır. Bu trajedinin en derinden yaşandığı yerlerden biri de Arakan’dır.
Myanmar ordusu ve hükümeti tarafından uzun yıllardan bu yana devam eden sistematik saldırı ve katliamlar nedeniyle yüzbinlerce kişi hayatını kaybederken, milyonlarca insan da yaşadığı toprakları terk etmek zorunda kaldı. Bugün milyonlarca kişi Arakan’dan kaçarak Bangladeş’e sığınmış durumda. Nitekim Bangladeş’in Cox’s Bazar bölgesinde bulunan 24 farklı kampta 1,3 milyon Arakanlı sığınmacı olarak yaşamını sürdürüyor. Yüzbinlerce Arakanlı ise başta komşu ülkeler olmak üzere dünyanın farklı ülkelerine dağılmış durumda.
Gerçekle yüzleşmek…
Arakanlı sığınmacıların yaşadığı Cox’s Bazar’daki kamplara gittiğimde yüzleşeceğim acı gerçekleri bildiğimi düşünerek gittiğimi sanıyordum. İHH İnsani Yardım Vakfının Bangladeş Temsilcisi Abdulhakim Mahmout’un öncülüğünde ekiple birlikte kamplara giriş yaptığımızda sığınmacıların kaldığı uçsuz bucaksız bir nehir gibi uzanan bambu evleri gördüğümde ilk büyük şoku yaşadım. Bu benim bir mülteci kampına ilk ziyaretimdi. Yoksulluğun, kimsesizliğin, imkansızlıkların, kötü yaşam koşullarının gözle görülür şekilde belli olduğu kamplarda kalan ve sayıları yüzbinlerle ifade edilen çocuk sığınmacıların durumu, uluslararası toplumun üzerinde durması gereken en ciddi sorun olarak öne çıkıyor.
Kutupalong ve Balukhali kampları
700 bin sığınmacının kaldığı iki büyük kamp, ciddi sıkıntıların yaşandığı yerlerin başında geliyor. Türkiye’den bazı yardım kuruluşları, BM’ye bağlı kuruluşlar, Endonezya, Malezya, Katar ve Japonya gibi ülkeler dışında Arakanlıların yaşadıklarıyla ilgilenen yok. Aralarında Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin de bulunduğu Müslüman ülkeler 2017’de başlayan göçten sonra bölgeye insani yardım gönderirken, son dönemde bu yardımları kesmiş veya azaltmış durumdalar. Ramazan ayının gelmesi ile birlikte kamplardaki yardımların artacağı düşüncesi hakim olsa da 1,3 milyon sığınmacının sıkıntılarını karşılamaktan uzak kalacağı belirtiliyor. Kamplardaki sağlıksız yaşam koşulları, beslenme noktasındaki yetersizlikler insanların yaşamını da olumsuz etkiliyor. Bölgede Türkiye’nin açtığı sahra hastanesi ile birlikte Malezya, Bangladeş, Japonya ve BM’ye bağlı sağlık kuruluşları bulunuyor. Sadece Türkiye’nin açtığı hastanede günde binin üzerinde hasta tedavi ediliyor. Ama hem hastanelerin koşulları hem de hastaların sayısındaki artış, bölgede hastane ihtiyacını artırıyor.
Geleceği olmayan çocuklar
Arakanlı mültecileri ülkesinde istemeyen Bangladeş hükümetinin bölgede kalıcı binaların ve hastanelerin yapımına izin vermemesi de kamplardaki insani krizi derinleştiriyor. Doktorlara göre bölgedeki en büyük şans ise, mülteci sayısındaki fazlalığa karşın salgın bir hastalığın bulunmaması. Aksi halde krizin daha da büyüyeceğinden endişeleniyorlar. Doktorlar, hastaların daha iyi sağlık koşullarının olduğu merkezlerde tedavi edilmesi gerektiğini belirtiyor. Özellikle bölgedeki sıcaklar ve nem, ameliyathaneler dahil olmak üzere tedavi merkezlerindeki ortamı olumsuz etkiliyor. Günlük sıcaklıklar nedeniyle ameliyathane ortamında dahi sıcaklıklar ortalamanın çok fazla üzerinde gösteriyor. Çocuk hastalar ve yeni doğan bebekler için uygun şartlar bulunmazken, sağlık durumu ağır olan hastaların Bangladeş’in diğer bölgelerine veya ülke dışına götürülüp tedavi edilmesinin önünde yasal engeller bulunuyor. Bir taraftan Myanmar hükümetinin Arakanlıları ‘mülteci’ olarak tanımlaması ve onlara kimlik vermemesi diğer taraftan da Bangladeş hükümetinin onları istememesinin oluşturduğu baskı nedeniyle yaşanan sıkıntılar bu yasal engellerin başında geliyor.
Kamplardaki çocuklar, aileler, kadınlar ve yaşlılar hem sığınmacıdırlar hem de yasaklıdırlar. Kampların dışına çıkmak yasak, Arakan’a dönüş yasak, imkanı iyi olan merkezlere götürülüp tedavi edilmek yasak, kalıcı bina yapmak yasak, geleceğin hayalini kurmak yasak ve imkansız… Görebildikleri tek şey sonsuz mavisi ile gökyüzü ve dağları tepeleri aşan uçsuz bucaksız bambu evler… Göğün altında nefes almak belki de en büyük serbestlik onlar için… Ama bütün olumsuzluklara rağmen size gülümseyen yüzlerin olması, tozdan yollarda koşuşturan ve kimi çeşme başlarında toplanmış çocuklar ile insanların varlığı, yardıma muhtaç yüzbinlerce masum yüz hafızanıza kazınan hikayelerden birkaçı sadece…
Kamplardaki çalışma şartları düşündürücü
Kendi ülkelerinde ticaret yapma izni çeşitli şartlara bağlı olan Arakanlı sığınmacılar, Cox’s Bazar’daki kamplarda ise küçücük dükkanlarda, seyyar araba ve manavlar ile yol kenarındaki açık alanlarda satış yaparak geçimlerini sağlamaya çalışıyor. BM ve uluslararası kuruluşların öncülüğünde kampların alt yapı problemini çözmek için çalışmalar devam etse de sorunun tamamen çözülmeyeceği düşünülüyor. Bu tür alt yapı çalışmaları Arakanlılar için aynı zaman da bir iş imkanı oluşturuyor. Arakanlıların büyük bir bölümü günlüğü 1 ile 3 dolar arasında değişen yevmiyelerle bu işlerde çalıştırıldıkları belirtiliyor. Bir kişinin bu rakamdan fazlasını almasına ise izin verilmiyor ve başka kişiler çalıştırılıyor. Bu kuralın çok sayıda insanın para kazanabilmesi amacıyla uygulandığı iddia edilse de verilen ücretler ve çalışma şartları oldukça düşündürücü… Kampların içerisinde alışveriş ve ticaret yaygın değil. İnsanların tamamına yakını dışarıdan gelen insani yardımlara muhtaç. Bangladeş ordusu kamplardaki insani yardımların dağıtımından ve kamp içindeki yönetimden doğrudan sorumlu. Askerlerin izni dışında kamplarda yardım dağıtımı mümkün değil ve ancak yardım almak için elinizde yardım alabileceğinizi gösteren karların olması gerekiyor. Kartları olmayan sığınmacılara yardım yapılmasına ise izin verilmiyor. Kamp içinde insani yardımların dışındaki diğer yardımların yapılması ise yasak.
Çocuk sığınmacılar
Kamplarda çocuk yaştaki sığınmacılar için en ciddi sorun ise hiç şüphesiz eğitim başta olmak üzere onları geleceğe hazırlayabilecek her şeyden yoksun olmaları. Vatanlarından uzakta olan çocuklar, bazı yardım kuruluşlarının ve ülkelerin açtığı eğitim merkezlerinde ders alıyor. Kampta kalan toplam çocuk sayısının 520 binin üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Bu sayının kaçının okula gittiği ise tam olarak bilinmiyor. UNİCEF’e göre ise önceki yıllarda Bangladeş’e sığınmış olanlarla birlikte Cox’s Bazar bölgesinde bulunan çocuk sığınmacıların sayısı 720 bin. Bu çocukların içerisinde binlerce yetim veya öksüz çocuk bulunuyor. 150 binin üzerinde çocuğun 5 yaşın altında olduğu kamplarda, geçen yıl 48 bin yeni bebek dünyaya gelmiş. Çocukların eğitim sorunu, onların geleceği açısından da büyük önem arz ediyor. Şurası bir gerçek ki insani yardımlarla, kısır desteklerle ve sınırlı katkılarla vatanlarından uzakta yokluk ve kötü yaşam koşulları altında yaşayan bu çocuklar için bir gelecek kurmak imkânsız.
Arakan kampları kendinizi sorguladığınız bir dünya
Kamplarda Arakan’daki katliamlardan dolayı veya hastalıklar nedeniyle ailesini kaybeden yüzlerce çocuğun olduğu belirtiliyor. Arakanlı çocuklar ve yetimler bütün imkansızlıklara rağmen hayata tutunuyor. Bu kamplarda gördüğüm çocukların yüzleri aslında hayatın tüm yükünü küçücük yaşlarında omuzlamaya alışmış olgun insanların yüzleri gibiydi. Daha önce Kudüs’te El Halil’de gördüğüm çocukların olgunluğunda. Kampların içerisinde attıkları minik adımlar, benden ve birçok kişiden daha ağır başlı, daha dirayetliydi. Onları bir an için daldıkları oyun alanlarında ve toz toprak içerisinde çocuk ruhlarıyla koşarken görmezseniz belki de ihtiyarlamış bireylere tanıklık ettiğinizi düşünürsünüz. El Halil’de 5 yaşındaki bir Filistinli çocuğun korkusuzca işgalci İsrail askerleri karşısında dimdik durduğuna şahitlik ettiğimde onların dirayetinin başta kendimdenve nicelerinden fazla anlamlı ve derin olduğunu düşünmüştüm. Arakan’da gördüğüm yüzler, acı karşısında direnç kazanmış ve dimdik duran yüreklere aitti… Belki de 5 yaşındaki çocuğun olgunluğu asırları aşmış bir neslin olgunluğuydu. Bizim varsayımlarla ölçemediğimiz, anlamadığımız, anlatamadığımız bir olgunluk ve erken yaşta kazanılmış bir dirayet…
Arakan kampları birçok noktada belki de hayatınızın hiçbir evresinde tanıklık edemeyeceğiniz kadar farklı hikayelerin ve yüzlerin olduğu mekanlar. Kendinizi sorguladığınız bir dünya… Unutulmuş ve kimsesiz bir halkın yaşadığı bir çöl… İmkanlar sınırlı, acılar taze ve derin… Dokunduğunuz bir el, bir yüz, bir kalp tahayyül edemeyeceğiniz şeyler hissettirir size… Bazen nefesiniz kesilir, ölümün keskinliğini başınızın üzerinde hissedersiniz. Resmini çektiğiniz bir annenin, bir çocuğun, bir babanın veya bir dedenin gözlerindeki acı, kalbinizi acıtır, sizi yardıma çağırır ve belki de sorgulamaya, yüzleşmeye, hesaplaşmaya, düşünmeye davet eder…
Bugün Arakan’da halen 300 binden fazla Müslüman yaşıyor. Bölgedeki krizin yakın zamanda çözüme kavuşturulması noktasındaki umutlar ise hayli az. Myanmar hükümeti Arakanlıları reddederken, Bangladeş hükümeti ise onları bir an önce ülkelerine göndermenin derdinde. Vatansız konumunda ve çift taraflı bir baskının olduğu bir ortamda Arakanlı sığınmacıların en büyük hayali ise huzur içerisinde geleceklerine sarılabilmek. Bu mümkün mü? Uluslararası toplumun yaşananlara gözlerini kapattığı, kimi devletlerin bir okyanus büyüklüğündeki yangına elindeki su hortumu ile gittiği bir manzara içerisinde HAYIR. Yangını söndürmeye koşanlar eksik olmasın ama söndürülen sadece o ana mahsus. Yangın tüm varlığı ile devam ediyor. Uzun vadeli planlamalar yapılmadığı, bir yol haritası ortaya konulmadığı ve o çocuklar için bir gelecek hazırlanmadığı müddetçe yakın zamanda bir çözüme ulaşmak kolay olmayacaktır. Yine de biz biliyoruz ki Allah kuluna yardım edendir.