ABD'nin İran'la yaşanan gerilim sonrasında, Körfez'e USS Abraham Lincoln Uçak Gemisi, 4 nükleer kapasiteli B-52 bombardıman uçaklarından oluşan Bombardıman Görev Gücü, patriot füze savunma bataryaları ve amfibi hücum gemisi göndermesi sürpriz bir adım değildi.
Washington'un bölgedeki gücü bu kadarla sınırlı değil. 1991'deki Birinci Körfez savaşından bu yana bölgede geniş bir askeri üs ağına sahip olan ABD'nin Körfez'deki üsleri arasında, Bahreyn'deki 5. ABD Filosu üssü, 16 bin ABD askerinin konuşlandığı Kuveyt'teki 3. Amerikan ordusu karargahı, yaklaşık 5 bin askerin konuşlandığı Birleşik Arap Emirlikleri'ndeki (BAE) Ez-Zafra Hava Üssü yer alıyor. Tüm bunların yanı sıra Yemen'de de özel birlikler konuşlandıran ABD'nin Umman havaalanları ile limanlarını kullanma hakkı bulunuyor.
ABD'nin İran'a uyguladığı ambargo, "Kapsamlı Ortak Eylem Planı" adı verilen nükleer anlaşmadan çekilip, bu anlaşmanın sağladığı ekonomik kârı sıfıra indirmek ve yaptırımları yeniden uygulamaya koymakla başladı ve sonrasında İran'ın petrol ve gaz ihracatını sıfırlama ile devam etti. Fakat iş bu kadarla da sınırlı kalmadı ve İran'daki demir, çelik, alüminyum ve bakır sektörü de ambargo listesine eklendi.
Ekonomik ambargoyu askeri abluka izledi. Öncelikle İran Devrim Muhafızları ordusu terör listesine alındı. Bu, İran yönetimi için büyük bir darbe oldu zira bu ordu devletin temel mekanizmalarını ve İran ekonomisinin üçte birini elinde bulunduruyordu.
Trump yönetimi, İran tehlikesiyle mücadele etmek için geliştirdiği "maksimum baskı" stratejisinin uygulanması için 16 Ağustos 2018'de, ABD'nin İran Özel TemsilcisiBrian Hook başkanlığında bir çalışma grubu kurdu. Bu stratejinin uygulanması için hava ve deniz kuvvetleri teyakkuza geçirildi.
ABD'nin İran'la gerginliği tırmandırmasının nedenleri
ABD, İran ile savaş istemediğini ancak Tahran yönetiminin ya da müttefiklerinin saldırısı durumunda hızlı ve kararlı bir şekilde karşılık vereceğini açıkladı.
Görünen o ki, gerilim tırmandırılarak İran, ABD çatısı altında müzakere masasına oturtulmak isteniyor. Ancak bu Trump'ın hayal ettiği kadar kolay gerçekleşmeyecek. Zira İran, kendi şartları doğrultusunda ve İsrail'e karşı direniş söylemiyle uyumlu şekilde bir müzakere istiyor.
Bu durumda, İran'ın konumunu güçlendiren şey ise ABD'nin Kuzey Kore'yle ilişkilerinde takındığı tavır. İran, bu tecrübeden çıkarılması gereken dersleri çıkardı. Yani tavize karşı taviz. Bu da Amerikalıların tasavvur ettiğinden daha uzun sürecek bir pazarlık sürecine girileceği anlamına geliyor ki bir de karşılarında manevra yapma ve ağırdan alma konusunda son derece usta olan İranlılar bulunuyor.
Savaş İranlıların mı Amerikalıların mı seçeneği?
ABD yönetimi, Rusya ve Çin'in yanı sıra AB, Latin Amerika ve Afrika ülkelerinin çoğunun Trump'ın politikalarını tasvip etmediğini hatta bunlara karşı çıktığını biliyor.
Tahran da ABD'nin bu denli büyük askeri gücü karşısında onunla doğrudan girilecek bir savaşta şansının çok az olduğunun bilincinde. Ambargo ve ekonomik yaptırımları da göz önüne alacak olursak savaşın İran'daki siyasi yönetim için gerçekçi bir seçenek olmayacağı açık.
Fakat bu askeri denklem dahi Tahran'ı, düşmanlarını hesap etmedikleri taktik ve üsluplarla şaşırtmaktan alıkoymadı. Çoğu kişinin, arkasında İran'ın olduğunu iddia ettiği Körfez'deki ticari gemilere yönelik sabotaj ve Husilerin Suudi Arabistan'daki petrol hatlarına saldırı düzenlemeye teşvik edilmesi bunlar arasındaydı.
Tahran yine iyi biliyor ki ABD'nin yaklaşımına karşı olan tavrı ona, ABD düşmanlarının desteğini sağlamayacak. Ancak belki de uluslararası arenada bazılarının tutumlarını kendi lehine çevirebileceğini ve eğer olursa, sınırlı bir askeri operasyondan güçlü ve galip çıkabileceğini düşünüyor.
ABD ve İran'ın savaş istemediklerini belirten açıklamalarına rağmen, İran, savaşa hazır olduğunu ve rakiplerini şaşkına çevirecek sürprizleri bulunduğunu göstermeye çalışıyor. Buna karşılık ABD'nin de sistematik bir şekilde savaş hazırlığı yaptığı yönünde haberler bulunuyor. ABD'nin bin yatak kapasiteli Savaş Hastanesi Mercy Class'ın Körfez'e ulaşması, askeri ve güvenlik tedbirlerinin alınması ve bölgedeki ABD güçlerinin hazırlık seviyesinin yükseltilmesi savaş hazırlığı şeklinde yorumlanıyor. ABD zorbalığı ile İran dehası arasında bir savaş çıkar mı?
ABD'nin İran iç cephesinin zafiyetine güvenmesi
İran'da gelir kaynaklarına göre dengesiz şekilde gerçekleştirilen askeri harcamalar ülkedeki ekonomik gelişmeyi olumsuz etkiledi. 2014'te yüzde 11,9 olan enflasyon 2018'de yüzde 34,9'a yükselirken, işsizlik oranı da yüzde 25'e kadar çıktı. Dünya petrol rezervlerinin yüzde 10'una sahip ülkede, nüfusun yarısını oluşturan 40 milyon insan fakirlik sınırının altında yaşıyor.
İran'da 2018'de askeri bütçe 2017'ye göre yüzde 33 artarken, sağlık bütçesi yüzde 23, eğitim bütçesi de yüzde 8,4 azaldı.
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin meclise sunduğu 2018 bütçesindeki açık yüzde 28'e ulaşırken, daha önce meclise gönderilmesi kararlaştırılan 2019 bütçesi ise İran Lideri Ali Hamaney'in reformlarına göre değiştirilmek üzere müzakere ediliyor.
İran'ın parası da dolar karşısında rekor düşüşle büyük değer kaybetti.
Belki de İran'daki ekonomik durumun temel nedeni, Devrim Muhafızları'nın ülke gelirinin yaklaşık yüzde 55'ini kontrol etmesi ve bu paraları İran dışında faaliyette bulunan silahlı mezhepçi milisleri desteklemekte kullanmasıdır.
Bunun neticesinde borçlar arttı, vergiler yükseldi, özel sektörün üretimi azaldı, yatırım oranları düştü ve bu da aylar öncesinde İran halkını ülkenin birçok kentinde sokağa çıkarak iç tıkanıklığa karşı geniş katılımlı protestolar düzenlemeye sevk etti.
İran Esed'i, Rusya da İran'ı takasa hazır
"İran desteği olmasaydı Beşşar Esed rejimi düşerdi", İranlı yetkililer uzun süreden beri bu ifadeyi dile getiriyor. Gerek Hizbullah ve farklı ülkelerden getirdiği Şii milisler aracılığıyla doğrudan askeri müdahale yoluyla, gerekse petrol yardımlarıyla ilgili ekonomik destekle, Esed rejiminin düşmesini İran desteğinin engellediği konusunda hiç kimsenin şüphesi yok.
İran, bu destek karşılığında Esed rejimiyle imzaladığı birçok anlaşmayla bazı maddi kazanç elde etti. Ancak özellikle Esed rejiminin bazı devlet kurumlarını aynı anda hem Ruslara hem de İranlılara satış/kiralama anlaşması imzalaması nedeniyle İran'ın elde ettiği bu kazanımlar Suriye'de nakit olarak harcadığının çok az bir kısmını karşılayabilir.
ABD ve Rusya Dışişleri Bakanlarının düzenlediği ortak basın toplantısında, Rusya'nın, stratejik ortağı İran'a yönelik ABD tehditleri karşısında kayıtsız kaldığı görüldü. Bu da Moskova ve Washington arasında İran ile ilgili bir anlaşma olduğunu akıllara getirdi.
Daha fazla dikkati çeken şey ise Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in konuşmasında İran'ı suçlaması oldu.
Putin, konuşmasında, "İran, nükleer anlaşmadan çekilmemeliydi, biz herkesi kurtaramayız. İran tepki olarak ilk adımı attığında ve anlaşmadan çekildiğini açıkladığında, ertesi gün herkes anlaşmanın çöküşünü başlatanın ABD olduğunu unutacak ve İran suçlanacak. Kamuoyu ve dünya bu yönde harekete geçecek. Rusya itfaiye ekibi değil ve biz herkesi kurtaramıyoruz." ifadelerini kullandı ki son cümlesi Moskova'nın Washington'a "gerekirse Tahran yönetimini takasa hazır olduğu" yönünde adeta açık mektup gibiydi.