Günlük hayatta kullandığımız deyimlerin ilk çıkış hikayeleri

Yaşanmış olayların, tarihi kişiliklerin konu olduğu deyimlerin gerçek anlamlarına ve ortaya çıkış hikayelerine çok şaşıracaksınız.

Çizmeyi Aşmak
26 haftalık doğan Charles19.yüzyılda, Fransız ressamlarından Delacroix Paris'te bir resim sergisi açmış. Sergiyi gezenlerden bir kişi, büyükçe bir şövalye tablosunun önünde uzun süre durarak, yakından uzaktan ciddi ciddi seyreder, beğenmediğini belirten bir biçimde de başını sallarmış. Bu durum ilgisini çeken ressam yanına gelerek sormuş.

-Bu tablo ile çok ilgilendiğiniz belli oluyor.

-Evet demiş adam. Şövalyenin çizmesindeki körük kıvrımlarında hatalar var.

-Pekiyi nasıl anladınız, işiniz bu mu?

-Ben kunduracıyım, çizme dikerim. 

Deyince ressam hemen tuvalini ve boyalarını getirerek adamın söylediği biçimde çizmeyi düzeltmiş ve gerçekten daha iyi olduğunu görmekten memnun olarak adama teşekkür etmiş. Fakat adam yine tablonun başından ayrılmadan, bu kez de şövalyenin pantolonunda ve kemerinde de hatalar olduğunu belirtince bu çok bilmişliğe dayanamayan ressam,

-Bak dostum demiş, sen kunduracısın, çizmeden yukarı çıkma!
Çizmeyi Aşmak 26 haftalık doğan Charles19.yüzyılda, Fransız ressamlarından Delacroix Paris'te bir resim sergisi açmış. Sergiyi gezenlerden bir kişi, büyükçe bir şövalye tablosunun önünde uzun süre durarak, yakından uzaktan ciddi ciddi seyreder, beğenmediğini belirten bir biçimde de başını sallarmış. Bu durum ilgisini çeken ressam yanına gelerek sormuş. -Bu tablo ile çok ilgilendiğiniz belli oluyor. -Evet demiş adam. Şövalyenin çizmesindeki körük kıvrımlarında hatalar var. -Pekiyi nasıl anladınız, işiniz bu mu? -Ben kunduracıyım, çizme dikerim. Deyince ressam hemen tuvalini ve boyalarını getirerek adamın söylediği biçimde çizmeyi düzeltmiş ve gerçekten daha iyi olduğunu görmekten memnun olarak adama teşekkür etmiş. Fakat adam yine tablonun başından ayrılmadan, bu kez de şövalyenin pantolonunda ve kemerinde de hatalar olduğunu belirtince bu çok bilmişliğe dayanamayan ressam, -Bak dostum demiş, sen kunduracısın, çizmeden yukarı çıkma!
Mürekkep yalamak
Osmanlı mekteplerine yollanan kağıtlardan ortaya çıkmıştır.Eskiden kâğıthanelerde imal edilen kırışık kâğıtlar, bir nebze düzeltilir ve aharcılara yollanırmış.Aharcılar kâğıda bir çeşit karışım sürerek yazılan yazılar parmak ıslatılarak silinebilir veya değiştirilebilir olduğu için devlet yazışmalarında değil de, genellikle mekteplerde kullanılırmış. Mekteplerde talebeler kâğıda yanlış bir şey yazdıklarında parmaklarının ucunu yalar sonra da kağıdı temizlerlermiş.Mürekkep yalamış insan, mektep görmüş insan demekmiş.Her ne kadar mürekkep yalama âdeti ortadan kalksa da deyim capcanlı yaşamaya devam ediyor.
Mürekkep yalamak Osmanlı mekteplerine yollanan kağıtlardan ortaya çıkmıştır.Eskiden kâğıthanelerde imal edilen kırışık kâğıtlar, bir nebze düzeltilir ve aharcılara yollanırmış.Aharcılar kâğıda bir çeşit karışım sürerek yazılan yazılar parmak ıslatılarak silinebilir veya değiştirilebilir olduğu için devlet yazışmalarında değil de, genellikle mekteplerde kullanılırmış. Mekteplerde talebeler kâğıda yanlış bir şey yazdıklarında parmaklarının ucunu yalar sonra da kağıdı temizlerlermiş.Mürekkep yalamış insan, mektep görmüş insan demekmiş.Her ne kadar mürekkep yalama âdeti ortadan kalksa da deyim capcanlı yaşamaya devam ediyor.
Güme Gitmek
Zamanında yeniçeriler suçluları yakalayıp zindana kapatırlarken “HOOOPPP GÜM” şeklinde nara atarlarmış.Ancak aynı “kurunun yanında yaş da yanar” atasözünde olduğu gibi bazen zindana atılanlar arasında suçu olmayanlar yani masum kişiler de bulunurmuş. İşte halk suçsuz bir vatandaşın zindana atıldığında,günahsız yere hapse götürülüyor anlamında “Adamcağız güme gitti, yazık oldu” demiş.
Güme Gitmek Zamanında yeniçeriler suçluları yakalayıp zindana kapatırlarken “HOOOPPP GÜM” şeklinde nara atarlarmış.Ancak aynı “kurunun yanında yaş da yanar” atasözünde olduğu gibi bazen zindana atılanlar arasında suçu olmayanlar yani masum kişiler de bulunurmuş. İşte halk suçsuz bir vatandaşın zindana atıldığında,günahsız yere hapse götürülüyor anlamında “Adamcağız güme gitti, yazık oldu” demiş.
Saman Altından Su yürütmek
Vaktiyle bir ova köyünde köylüler tarlalarını sulamak için,ırmağın suyunu nöbetleşe kullanmak üzere anlaşmışlar. Irmak boyunda bulunan tarlalar, açılan kanallar vasıtasıyla sıra ile sulanıyor,herkes ziraatıyla meşgul oluyormuş. Köyün açıkgözlerinden birisi,daha fazla su alabilmek için tarlasında derin ama ince bir kanal kazıp ırmaktan su çalmayı aklına koymuş. Kanalı gizleme maksadıyla da üzerini çalı çırpı ve taşlarla örtüp araziye uydurmuş.
Saman Altından Su yürütmek Vaktiyle bir ova köyünde köylüler tarlalarını sulamak için,ırmağın suyunu nöbetleşe kullanmak üzere anlaşmışlar. Irmak boyunda bulunan tarlalar, açılan kanallar vasıtasıyla sıra ile sulanıyor,herkes ziraatıyla meşgul oluyormuş. Köyün açıkgözlerinden birisi,daha fazla su alabilmek için tarlasında derin ama ince bir kanal kazıp ırmaktan su çalmayı aklına koymuş. Kanalı gizleme maksadıyla da üzerini çalı çırpı ve taşlarla örtüp araziye uydurmuş.
Buyurun Cenaze Namazına
IV. Murad, zamanında tütün,içki yasağı koyar ve yasağa uymayanları cezalandırır. Bugünkü Üsküdar civarında bir kahvehanede tütün vs. içildiğini istihbarat alır. Derviş kılığında tebdili kıyafet buraya gider. Selam verir, oturur. 
Kahveci yanına gelip; “Baba erenler kahve içer mi” diye sorar. 
Padişah “Evet” der.

Kahveci: “Tütün içer misin?”

Padişah: “Hayır”.

Kahveci işkillenir.Tütün içmiyor da ne işi var burada. Zaten padişahın tebdili kıyafet dolaştığı haberleri var. Eli titreye titreye kahveyi götürür.
-Murad.

-Peki isimde sultan da var mı?

-Elbette var.

-Baba erenler ismini bağışlar mı?

Deyince kahvecinin bet benizi atar. Zangır zangır titrer ve “Öyleyse buyrun cenaze namazına” der, olduğu yere yığılır. IV. Murad bu lafa çok güler ve kahveciyi bir defalığına affeder.
Buyurun Cenaze Namazına IV. Murad, zamanında tütün,içki yasağı koyar ve yasağa uymayanları cezalandırır. Bugünkü Üsküdar civarında bir kahvehanede tütün vs. içildiğini istihbarat alır. Derviş kılığında tebdili kıyafet buraya gider. Selam verir, oturur. Kahveci yanına gelip; “Baba erenler kahve içer mi” diye sorar. Padişah “Evet” der. Kahveci: “Tütün içer misin?” Padişah: “Hayır”. Kahveci işkillenir.Tütün içmiyor da ne işi var burada. Zaten padişahın tebdili kıyafet dolaştığı haberleri var. Eli titreye titreye kahveyi götürür. -Murad. -Peki isimde sultan da var mı? -Elbette var. -Baba erenler ismini bağışlar mı? Deyince kahvecinin bet benizi atar. Zangır zangır titrer ve “Öyleyse buyrun cenaze namazına” der, olduğu yere yığılır. IV. Murad bu lafa çok güler ve kahveciyi bir defalığına affeder.
Pabucu Dama Atılmak
Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu. Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı. Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim. Ama kusurlu çıktı. Böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor. Eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu. Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu. Gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu. Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor ve gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu.
Pabucu Dama Atılmak Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu. Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı. Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim. Ama kusurlu çıktı. Böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor. Eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu. Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu. Gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu. Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor ve gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu.
Vermeyin Mabut Neylesin Mahmut
Sultan Mahmut' un hazineleri dillerde dolaşırmış. İstanbul' un her semtinden dedikodu toplarlar, bunu Sultana iletirlermiş. Bir tanesi varmış ki, dedikleri kolay kolay yutulur şeyler değil. Her sözün sonunu da “Ahh, ahh! Hadi bıraktık hazine dairesini, bize azıcık verse ömür boyu yeter artar” dermiş. Sultan Mahmut bu adama için için öfkelenirmiş. bir gün huzura getirtmiş;

- ” Bana bak! Sen böyle etrafta bilmeden ne atıp tutuyorsun? Bilir misin ki, ne yüklerin altındayız? Bilir misin ki, geceleri rahat uyumamaktayız?
Padişahtan azarı işiten adam sus pus olmuş. iyice büzülmüş, çökmüş.

- ” Bak, her lafın sonunu da Padişah bize yedirmiyor diye bitirirmişsin? ” Artık kellesinden de korkmaya başlayan adam, kaçacak delik aramış.
- ” Ben insaflı biriyim. Sana bir şans tanıyacağım. Ama sen de söylenmeyi bırakacaksın.”
Adamla anlaşan Padişah, beraberce hazine dairesine gitmiş:

- ” Kenardaki küreği al ve daldırabildiğin kadar dibe daldır. Kürektekiler senindir. İyi düşün hangisinden almak istersen oraya daldır küreğini. Bir kez şansın var. Ona göre! ”
Padişahın sandığı gibi zalim biri olmadığını anlayan azardan yıkılmış ve gördüğü hazinenin muhteşemliği karşısında dili tutulmuş adam heyecanla küreğe sarılmış. 

Daldırabildiği kadar derine, çil çil altınların dibine daldırmış. Sevinçle küreği çıkarmış ki, bir de ne görsün? Küreğin üstünde bir tek altın parıldıyor. Meğerse adam heyecandan küreği ters daldırmış.

-” Ee, gördün mü evlat, kazanmak o kadar da kolay değilmiş… Yapacak bir şey yok! Al o bir altını, git ve bir daha sakın arkadan konuşma. Vermeyince Mabut, neylesin Mahmut? ”
Vermeyin Mabut Neylesin Mahmut Sultan Mahmut' un hazineleri dillerde dolaşırmış. İstanbul' un her semtinden dedikodu toplarlar, bunu Sultana iletirlermiş. Bir tanesi varmış ki, dedikleri kolay kolay yutulur şeyler değil. Her sözün sonunu da “Ahh, ahh! Hadi bıraktık hazine dairesini, bize azıcık verse ömür boyu yeter artar” dermiş. Sultan Mahmut bu adama için için öfkelenirmiş. bir gün huzura getirtmiş; - ” Bana bak! Sen böyle etrafta bilmeden ne atıp tutuyorsun? Bilir misin ki, ne yüklerin altındayız? Bilir misin ki, geceleri rahat uyumamaktayız? Padişahtan azarı işiten adam sus pus olmuş. iyice büzülmüş, çökmüş. - ” Bak, her lafın sonunu da Padişah bize yedirmiyor diye bitirirmişsin? ” Artık kellesinden de korkmaya başlayan adam, kaçacak delik aramış. - ” Ben insaflı biriyim. Sana bir şans tanıyacağım. Ama sen de söylenmeyi bırakacaksın.” Adamla anlaşan Padişah, beraberce hazine dairesine gitmiş: - ” Kenardaki küreği al ve daldırabildiğin kadar dibe daldır. Kürektekiler senindir. İyi düşün hangisinden almak istersen oraya daldır küreğini. Bir kez şansın var. Ona göre! ” Padişahın sandığı gibi zalim biri olmadığını anlayan azardan yıkılmış ve gördüğü hazinenin muhteşemliği karşısında dili tutulmuş adam heyecanla küreğe sarılmış. Daldırabildiği kadar derine, çil çil altınların dibine daldırmış. Sevinçle küreği çıkarmış ki, bir de ne görsün? Küreğin üstünde bir tek altın parıldıyor. Meğerse adam heyecandan küreği ters daldırmış. -” Ee, gördün mü evlat, kazanmak o kadar da kolay değilmiş… Yapacak bir şey yok! Al o bir altını, git ve bir daha sakın arkadan konuşma. Vermeyince Mabut, neylesin Mahmut? ”
Altı Kaval Üstü Şeşhane
Şeşhâne, namlusunda altı adet yiv bulunan tüfek ve toplara denir. Yivler mermiye bir ivme kazandırdığı için ateşli silahların gelişmesinde önemli bir yere sahiptir. Evvelce kaval gibi içi düz bir boru biçiminde imal edilen namlular, yiv ve set tertibatının icadıyla birlikte fazla kullanılmaz olmuş ve gerek topçuluk gerekse tüfek, tabanca vs. ateşli silahlarda yivli namlular tercih edilmiştir. Merminin kendi ekseni etrafında dönmesini ve dolayısıyla daha uzağa gitmesini sağlayan yivler bir namluda genellikle altı adet olup münhani (spiral) şeklinde namlu içini dolanırlar. Altı adet yiv demek, namlunun da altı bölüme (şeş hâne = altı dilim) ayrılması demektir ki halk dilinde şeşâne şeklinde kullanılır. Bu izahtan sonra üstü kaval, altı şeşhâne biçiminde bir silah olmayacağını söylemeyi zaid addediyoruz. Ancak yine de vaktiyle bir avcının, yivlerin icadından sonra çifte (çift namlulu) tüfeğinin kaval tipi namlularının üst kısımlarını teknolojiye uydurmak için şeşhâne yivli namlu ile takviye ettiğine dair bir hikâye anlatılır. Hattâ bu uydurma tüfek öyle acayip ve gülünç bir görünüm almış ki diğer avcılar uzunca müddet kendisiyle alay etmişler ve “Altı kaval üstü şeşhâne / Bu ne biçim tüfek böyle” diyerek kafiyelendirmişler. O günden sonra halk arasında bu hadiseye telmihen birbirine zıt durumlar için altı kaval üstü şeşhâne demek yaygınlaşmış ve giderek deyimleşerek dilimize yerleşmiştir.
Altı Kaval Üstü Şeşhane Şeşhâne, namlusunda altı adet yiv bulunan tüfek ve toplara denir. Yivler mermiye bir ivme kazandırdığı için ateşli silahların gelişmesinde önemli bir yere sahiptir. Evvelce kaval gibi içi düz bir boru biçiminde imal edilen namlular, yiv ve set tertibatının icadıyla birlikte fazla kullanılmaz olmuş ve gerek topçuluk gerekse tüfek, tabanca vs. ateşli silahlarda yivli namlular tercih edilmiştir. Merminin kendi ekseni etrafında dönmesini ve dolayısıyla daha uzağa gitmesini sağlayan yivler bir namluda genellikle altı adet olup münhani (spiral) şeklinde namlu içini dolanırlar. Altı adet yiv demek, namlunun da altı bölüme (şeş hâne = altı dilim) ayrılması demektir ki halk dilinde şeşâne şeklinde kullanılır. Bu izahtan sonra üstü kaval, altı şeşhâne biçiminde bir silah olmayacağını söylemeyi zaid addediyoruz. Ancak yine de vaktiyle bir avcının, yivlerin icadından sonra çifte (çift namlulu) tüfeğinin kaval tipi namlularının üst kısımlarını teknolojiye uydurmak için şeşhâne yivli namlu ile takviye ettiğine dair bir hikâye anlatılır. Hattâ bu uydurma tüfek öyle acayip ve gülünç bir görünüm almış ki diğer avcılar uzunca müddet kendisiyle alay etmişler ve “Altı kaval üstü şeşhâne / Bu ne biçim tüfek böyle” diyerek kafiyelendirmişler. O günden sonra halk arasında bu hadiseye telmihen birbirine zıt durumlar için altı kaval üstü şeşhâne demek yaygınlaşmış ve giderek deyimleşerek dilimize yerleşmiştir.
Dolap Çevirmek
Eskiden Paşa, vezir, sadrazam, komutan gibi ileri gelen veya mal varlığı iyi olan kişilerin Konakları olurdu. Bu büyük evler kadınların kısmına haremlik, erkeklerin kısmına selamlık adı altında iki kısım bulunur. Kadınlar kısmı ile erkek kısmı arasındaki duvarda tam bir ekseni etrafında dönen, silindir biçiminde kapaksız bir dolap yerleştirilirdi. Yarısı açık, yarısı kapalı bu dolabın içinde sıra sıra geniş, dar raflar bulunurdu. Kadınlar kısmında pişen yemekler, içecekler diğer ikramlar bu dolap ile erkekler kısmına servis edilirdi.Kadınlar ikram edilecekleri dolabın kapalı kısmına yerleştirip, erkekler kısmına çevirir, Tabaklar, fincanlar boşalınca erkekler tarafından kadınlar kısmına çevrilirdi. Böylece kadın erkek biribirini görmeden servis yapılmış olurdu. İşte bu servis dolaplarının zaman zaman gönül işlerinde kullanıldığı da olurmuş. Örneğin delikanlının biri sevdalısına kimsenin haberi olmadan çaktırmadan mektup, çiçek vesaire. verecek olursa bu dolaptan yararlanırmış. Delikanlıya mendilmi gelecek yine bu dolap hizmet verirmiş. Günün birinde o zamanın büyükleri genç kızın delikanlıya mektup yazıp gönderdiğini görürler ve kızı mahcup etmemek için kıza gördüklerini belli etmezler sonra bir toplulukta genç kız birşey söylerken büyükler ona; sen sus biz senin ne dolaplar çevirdiğini biliyoruz demişler...”
Dolap Çevirmek Eskiden Paşa, vezir, sadrazam, komutan gibi ileri gelen veya mal varlığı iyi olan kişilerin Konakları olurdu. Bu büyük evler kadınların kısmına haremlik, erkeklerin kısmına selamlık adı altında iki kısım bulunur. Kadınlar kısmı ile erkek kısmı arasındaki duvarda tam bir ekseni etrafında dönen, silindir biçiminde kapaksız bir dolap yerleştirilirdi. Yarısı açık, yarısı kapalı bu dolabın içinde sıra sıra geniş, dar raflar bulunurdu. Kadınlar kısmında pişen yemekler, içecekler diğer ikramlar bu dolap ile erkekler kısmına servis edilirdi.Kadınlar ikram edilecekleri dolabın kapalı kısmına yerleştirip, erkekler kısmına çevirir, Tabaklar, fincanlar boşalınca erkekler tarafından kadınlar kısmına çevrilirdi. Böylece kadın erkek biribirini görmeden servis yapılmış olurdu. İşte bu servis dolaplarının zaman zaman gönül işlerinde kullanıldığı da olurmuş. Örneğin delikanlının biri sevdalısına kimsenin haberi olmadan çaktırmadan mektup, çiçek vesaire. verecek olursa bu dolaptan yararlanırmış. Delikanlıya mendilmi gelecek yine bu dolap hizmet verirmiş. Günün birinde o zamanın büyükleri genç kızın delikanlıya mektup yazıp gönderdiğini görürler ve kızı mahcup etmemek için kıza gördüklerini belli etmezler sonra bir toplulukta genç kız birşey söylerken büyükler ona; sen sus biz senin ne dolaplar çevirdiğini biliyoruz demişler...”
Bugünün gazete manşetleri için tıklayın >