Gonca Vuslateri'nin en büyük hayali
"Düğüm Salonu" filmiyle beyazperdede, "Tehlikeli Karım" dizisiyle show tv'de izleyiciyle buluşacak olan Gonca Vuslateri, en büyük hayalini açıkladı "Köy öğretmeni olmak istiyorum."
HT Magazin'in haberine göre, Vuslateri’nin başrolü Seçkin Özdemir, Mustafa Üstündağ ve Bige Önal’la paylaştığı ‘Tehlikeli Karım’, evli bir çiftin aşkla başlayan ilişkilerinin değişimini suç, aşk ve kara mizah üçgeninde ekrana taşıyacak.
Tesadüfen yan yana iki salonda düğünleri gerçekleşen iki eski sevgilinin başından geçenleri konu alan ‘Düğüm Salonu’, cuma günü vizyona girecek.
Hayatı suçlamaya değil yaşamaya geldim
Gonca Vuslateri, hem sinema filmi ‘Düğüm Salonu’nda hem de yakında SHOW TV ekranlarında yayınlanacak olan ‘Tehlikeli Karım’da gelinlik giydi.
Bir gelinle bir damat nikâh salonunun önünde öpüşürler. Doğal olarak onların birbirleriyle evlendiklerini düşünürüz. Durun bir dakika...
Acele etmeyin, ‘Allah, bir yastıkta kocatsın’ demek için henüz çok erken. Paris, Helen’i kaçırmasaydı Homeros, İlyada Destanı’nı yazamayacaktı. Öpüşen o gelinle o damat birkaç dakika sonra başkalarıyla evlenecek olan eski sevgililer olmasaydı Şahin Irmak ‘Düğüm Salonu’nu nasıl yazacaktı? Ortadaki durum çılgın, ‘Buse’ ise deli dolu ve oldukça sıra dışı. O halde başrolde kim olmalıydı? Gonca Vuslateri...
Kendine özgü sıra dışı hallerini biliyoruz. Peki derinliklerinde nasıl biri vardı? Hakkında merak ettiklerimden bazıları ana başlıklarıyla şöyle sıralandı; Deli dolu kişiliği kariyerine olumsuz etkide bulundu mu, bulunmadı mı? Çocukluğunda, ergenliğinde sıkıntısını çektiği paraya karşı şimdi tavırlı mı?
Parayla ilişkisini hep Miguel de Cervantes’in ‘Hiçbir zaman kendi gücünüzle edinebileceğiniz bir şey için dilenmeyin’ ile Francis Bacon’un ‘Para gübre gibidir, dağıtılmadıkça bir işe yaramaz’ sözlerindeki felsefeye göre konumlandırdı.
Yakında SHOW TV’de yayınlanacak olan ‘Tehlikeli Karım’da Seçkin Özdemir, Bige Önal ve Mustafa Üstündağ ile başrolü paylaşacak olan Gonca Vuslateri’nin yeni dizisi hakkındaki yorumu ‘Uzun zamandır böyle bir ekip enerjisinin içinde olmamıştım. Bana çok iyi geldi’ oldu.
Bugüne kadar hayatta aradığınızı bulabildiniz mi? Ne ölçüde vuslata erdiğinizi düşünebiliriz?
Ne kadar güzel bir soru... Bu sorunun samimiyetine dayanarak ben de elimden geldiğince samimi cevap vereyim. Herkeste olduğu gibi aradığım çok şey cevapsız kaldı. Fakat çok fazla şeyin de hayrıma olduğunu düşündüm. Bazı şeyler kendi zamanında yaşanmayabiliyor ve bunu kabul etmek zor olabiliyor ama sonra başka bir zamandan oraya baktığınızda ‘Orada da o olması gerekiyormuş’ diyorsunuz. Soyadımın iki anlamı var. Biri vuslata ermek diğeri vuslatın eri olmak. Bazı şeyler ölür ama bazıları da birbirine kavuşur ve yaşar. Tam da bu dengeyi tutturan soyadıma yakışır bir hayat yaşadığımı düşünüyorum.
En çok aradığınız nedir?
Arayıp bulamadıklarım için hayatı suçlamaya değil, yaşamaya geldim. Eğer bir şey arıyorsam mutlaka onun yolculuğuna çıkarım. Hiçbir şey de beni bundan alıkoyamaz. Temel ihtiyaçların ne olduğunu çok iyi öğreten bir ailede yetiştim. Merhamet, vicdan, ahlak, etik, dürüstlük, sevgi... Bu değerlerin kurtarıcı olduğu bilinciyle büyütüldüm. Ve sanatla iç içe. Kitap okuma alışkınlığı da edindim. Kimseden hayır bulamazsam, oturup iki kitap okuyarak kafamı toparlar, kendime gelirim. Dolayısıyla en çok aradığım bir şey olmadı. Aklımıza, vicdanımıza ve merhametimize mukayyet olma mücadelesi verdiğimiz bir çağda yaşıyoruz. Bu özel çağda özen gösterilmesi gerekenlerin daha çok sözcüsü ve öğretmeni olma hayalim var. Açıkçası 10-20 yıl sonrasında kendimi öğretmen olarak görüyorum.
Öğretmenlik yapma fikri nedir? Neden öğretmen olmak istiyorsunuz?
Bir kürsüye çıkıp herkes tarafından alkışlanmak veya ‘İyi ki geçti hayatımızdan’ denilmesi için değil... Benim kadar deli dolu, yerine duramayan bir kadın nasıl resim yapma, çiçek büyütme, çocuk yetiştirme hayali görerek büyüyorsa herkesin kendisinin bile haberi olmadan aradığı bir şey vardır. Her şeye ara verip köy okullarında 5 yıl öğretmenlik yapabilirim.
Özgür iradeye değer veririm
Sözünü ettiğiniz değerlerin karşılığını toplumda göremediğiniz zaman nasıl bir tavır takınıyorsunuz?
Sadece toplumsal düşüncenin varlığına odaklanamayız. Toplumu bireyler oluşturur. Bireysel coşkuya, eğitime, mutluluğa, seçimlerimizin özgürlüğüne ve özgür iradeye değer veren bir insanım. Bu bütünlüklerle bir araya geldiğimizde şahane işler çıkarabiliyoruz. Dünya da zaten bunun sonucu. Dolayısıyla, toplum bir şey anlatmıyorsa her birey gibi topluma yardımcı olacak şeyi anlatmanın insani görev olduğunu düşünüyorum. Ben mesleğimi hiçbir zaman insani değerlerin üstüne koymadım. Zaten bu yüzden sanatçı olmayı tercih ettim.
Sanatçıların en önemli misyonun ne olması gerektiğini söyleyebilirsiniz?
Sanatçı adayı olarak şunu söyleyebilirim; sadece anlatarak ve açıklayarak örnek olan bir sanatçı değil, olması gerektiği gibi yaşayarak da topluma bir şeyler kazandıran biri olmak istiyorum. Kamera karşısında bir yola çıkıyorum. İnsanlar da onun yolculuğu izliyor. Onların hayatını anlattığım için ‘Ben de böyle bir şey yaşadım, bu kadını çok iyi anlıyorum’ dedikleri yerde onlarla buluşmuş oluyoruz. Benim oyunculuğum onların sırlarıyla buluşmuş oluyor. Hem o sırlara sahip olup, hem de sırf ben istediğim için o toplumu değiştiremem. Ama toplumun bir şeye ihtiyacı olduğunu görüyorsam ona destek vermek benim insani görevimdir.
Ergenlik ve ilk gençlik döneminde maddi sıkıntılar yaşamıştınız. Parayı seven nekes biri misiniz yoksa bulduğunuz her an harcayan biri mi?
Hem para kazanıp hem de ona karşı bir duruş sergilemem. Çünkü çalışmalarımızın karşılığını parayla alıyoruz. İhtiyaçlarımızı da parayla gideriyoruz. ‘Param var ama ne yapayım parayı’ demek mücadeleyi tembelleştirir. Mutluluğumuz ve konforumuz için mutlaka çalışmalıyız. Bu çok iyi bir şeydir. Hayallerimi param varsa gerçekleştirebilirim. Olmadığı zaman da o hayaller için ne yapabileceğimi düşünürüm.
O hayaller nelerdir?
Bu yaz ses telleriyle alakalı bir atölye çalışmasına gideceğim. Ardından da ‘Sinemayla ilgili başka bir çalışmaya mı gideyim yoksa yazarlık kursuna mı yoksa bedensel bir derse mi’ diye düşünüyorum. Profesyonel hayattan kazandığım parayı, öğrenciliğime harcamak, kendimin velisi olmak büyük mutluluk. Bunun için çalışmaya değer. Paranın olup olmamasında karakterimizle ilişki kuruyoruz. Toplumu değiştirebilecek sinsi ve gizemli bir duygu var. O duygunun temizlenmesi gerekiyor. Para sadece ihtiyaçlarımız ve günlük rutin hayatımız için gerekli olan bir şey. Çalışırız, iyisiyle kötüsüyle para kazanırız ama bu bizim pazar günü arkadaşlarımızla geçireceğimiz vaktin hiçbir zaman üstünde olmamalı. Para kazanma hırsımız ve ne kadar kazandığımız karakterimiz olmamalı. İnsan istediği işi yapmalı. Bu sözleri gerçekten çok çalışmış bir kız olarak sarf ediyorum. Para konusuna çok takılmıyorum. Bazen bir çocuğun, bazen bir hayvanın tedavisi için para topluyorum. Bir vapuru kütüphaneye çevirmek istiyorum. Bunlar için para lazım. Bana iş versinler ben çalışıp para kazanayım. Bir vapur kütüphanemizin olmasını istemez miyiz? Böyle hayallerim için de zengin olmayı isteyebiliyorum. Zengin olmayı istememin toplumda çok güzel karşılığı var. Bireysel bir isteğim yok ama olması da normaldir. İhtiyaçlarımı karşılasın, gerisi çok önemli değil.
Kurduğunuz hayaller pek kendinizle ilgili değil...
Sürekli kendimle ilgili kuracağım hayali ne yapayım? Bana sıkıntı verir. Her hayalim gerçek olsa ‘Delirdiniz mi, niye hayallerimi gerçekleştiriyorsunuz?’ derim. Tüm insanları iyileştirecek hayaller kurmamıza ihtiyaç var, zaten uzun zamandır toplumda bununla ilgili çalışmalar yapılıyor. Bu saatten sonra kendimden çok çocukların kurduğu hayallerin özgürlüğü ve özgünlüğü için mücadele etmeliyim. İnancım bu yönde.
"Tehlikeli Karım" bana iyi geldi
Konusuna aşina olduğum bir Japonya çalışmasıydı ve çok sevdim. Kadın ile erkek ilişkisi ve onun etrafında dönen entrikalara odaklı bir hikayesi var. O ilişkinin içindeki iniş çıkışlar, aldatılan ile aldatan kadınların ve erkeklerin kendileriyle yüzleşmesini ve mücadelesini anlatan bir hikaye. Uzun zamandır böyle bir ekip enerjisinin içinde olmamıştım. Bana çok iyi geldi. Çok iyi bir oyuncu ekibimiz var. Mustafa Üstündağ’la konservatuvar yıllarından sonra yine karşılıklı oynadığımız ve Seçkin’le partner olduğum, eğlenceli bir ekip oldu. Yönetmenimiz Çağrı’yı çok severim ve yaptığı işleri çok beğenirim. Bige Önal da hayranı olduğum bir oyuncudur. ‘Ben, bunda olmak istiyorum’ dedim. Tatlı bir iş oldu. Mutluyum. Benim için şahane bir yolculuk oluyor. Heyecanla bekliyoruz.
"Düğüm Salonu" Hem ders hem iş oldu
‘Düğüm Salonu’nun hangi özellikleri sizi uzun bir zamandan sonra sinemaya döndürdü?
Bkm ile de ortak bir iş yapma hayalimiz vardı. ‘Düğüm Salonu’ için Necati Akpınar ile görüştük. Şahin’in bu senaryoyu yazdığını, önce kendisinden öğrendim ve çok sevindim. Şahin, oyunculuğuna çok hayran olduğum bir insandır. Hakan Algül ile de çalışmayı çok istiyordum. Yan yana düğün salonlarında evlenen iki eski sevgilinin karşılaşma ve bunun sonunda ortaya çıkan çatışmalar silsilesi sorasında yaşananlara çok komik bir şekilde şahit oluyoruz. İzleyenlerin çok güleceğini düşündüğüm bir proje oldu. Etrafı çok usta isimle çevrilmiş bir bütünlüğün içinde genç oyuncuların kendi malzemelerini gösterebildiği, kendi yeteneklerini en güzel şekilde sergileyebildiği aynı zamanda ustalarından da akıl alarak komedi zamanlamasını çok doğru şekilde oynadığı, hem ders hem de çok güzel bir iş oldu.
Gonca Vuslateri, Şahin Irmak, İrem Sak ve Emre Karayel’in başrollerini paylaştığı ‘Düğüm Salonu’nda birbirine giren iki düğünde ortaya çıkan sırlarla ortalık fena halde karışacak.