Filmlerden uyarlanan sohbetler: Alt Tarafı Dünyanın Sonu
Filmlerden uyarlanan sohbetlerde bu hafta, genç yönetmen Xavier Dolan'ın; Gaspard Ulliel, Vincent Cassel, Nathalie Baye, Léa Seydoux ve Marion Cotillard ile “beşibiryerde” sergilediği bir varış hikayesi, 'Alt Tarafı Dünyanın Sonu' filmini konuşuyoruz. Ne olabilir ki en fazla? Alt Tarafı Dünyanın Sonu dosyasını açıyoruz.
Annemi Öldürdüm (J'ai tue ma mere) ile sinema kariyerine hızlı ve güçlü bir adımla başlayan Xavier Dolan’ın her yaptığı iş merakla bekleniyor. Genç yaşta bir sinema dili oluşturup bunu koruyarak filmlerini, seyirciyle buluşturuyor. Söylemekte sorun yok ki; Dolan’ı ya çok seviyorlar ya da hiç.
Tahmin etmek zor olmasa gerek, muhtemelen Dolan da tam olarak bunu amaçlıyordur. Her biri birbirinden iyi beş filmle Dolan beklentileri Mommy’de göğe çıkardı. Zira Mommy her açıdan, seyircilerden ve sinema otoritelerinden tam not aldı.
Denemekten çekinmemenin muhteşem hafifliğiyle bize görsel şölenler hazırlayan genç yönetmen altıncı filmiyle bir sürpriz yaptı. 1995 yılında hayatını kaybeden Fransız oyun yazarı Jean-Luc Lagarce’nin Alt Tarafı Dünyanın Sonu (Juste la fin du monde) oyununu aynı isimle beyaz perdeye uyarladı. Film deyim yerindeyse Cannes Film Festivali’nde gösterimin ardından ortalığı pazar yerine çevirdi. Tüm eleştiriler yüksek sesle yankılanırken, Dolan ‘hem eleştirilirim hem ödül alırım’ modunda Jüri Büyük Ödülü’nü kucakladı. Sinema çevreleri Dolan’ın altıncı filmiyle bu denli eleştirilmesini, çok beğenilmesi ve daha güzel işler çıkarabileceğine dair seyircideki inanca bağlıyor. Ve pek tabi ‘Mommy’ filmine :)
Alt Tarafı Dünyanın Sonu, bir varış hikayesi. Varış diyoruz, çünkü içinde vuslat barındırmayan kanayan bir yarayı açan kavuşma bu. Uzun süredir, 12 yıl, ailesinden ayrı yaşayan ödüllü bir yazar Louis’in, yıllar sonra ölümcül bir hastalığa yakalandığını ve ‘fazla zamanı kalmadığını’ söylemek üzere koptuğu yuvasında annesi, kardeşleri ve yengesini ziyaretini konu alan film hepimize önce ‘Bunca zaman sonra ve bu kadar hasarlı bir aile ilişkisinde söylemek ne kadar zor olabilir ki?’ diye düşündürüyor. Ancak Louis’nin kapıdan içeri girmesiyle birlikte, bu yarayı deşmenin ne kadar zor olacağını ve seyrederken bizleri de sarsacağı mesajını veriyor film. Öfkeli sularda yüzen ağabey Antoine, korkaklıktan evin ‘deposuna’ bir hayat sığdırmış Suzanne, suskunluğunda hapsolmuş Catherine ve ‘deliliği’ özgürlük sanan, soldan soldan gelmeli bir annenin karşıladığı Louis’nin meraklı, çekingen ve az biraz ürkek bakışları gözümüz oluyor filmin açılışıyla birlikte. Birkaç sahne dışında tek mekanda geçen film bizi, sorunlu geçmişi süsle makyajla örtmek isteyen dekorda ağırlıyor. Ve şu soruyu omzumuza yüklüyor. “Louis, fazla zamanı kalmadığı gerçeğini söyleyebilecek mi?”
Duyguların peş peşe savrulduğu, filmin çözümünde esip gürlediği Alt Tarafı Dünyanın Sonu, yer yer tiyatro oyununa yakışacak diyalogları ile ritminden kaybetse de film boyunca duygularınızın kontrolünü artırarak ele geçiriyor. Gaspard Ulliel, Vincent Cassel, Nathalie Baye, Léa Seydoux ve Marion Cotillard ile Fransız “beşibiryerde”si ile oyunculuklar açısından da şanslı olan film, giden mi suçludur her zaman sorusunu da bu varış hikayesine başarılı bir şekilde uyarlıyor.
'Alt tarafı' Sorular ve Cevaplar:
Cihan Damla: Dolan’ın diğer filmlerinden farkı neydi senin için?
İzgü Fuhan: Sinema izleri açısından farkı yoktu hatta tatmin ediciydi. Dolan’ın kemikleşmeye başlayan dokunuşları bu filme de yansımıştı. Elbette ,diğer filmlerden farklı olarak, uyarlama olmasıydı en büyük farkı. Filmde az karakter, tek mekan vardı. Sence bu bir avantaj mı hikayeye kaptırıp, bir karakterle bağ kurmak için?
C.D: Burada yönetmenin seçtiği anlar önemli. Filmde az karakter, tek mekan, az sekans vardı. Ama seyrederken bunun matematiğini düşünmedim. Belki diğer işleri için dezavantaj olabilir ancak bu filmde, beş oyuncunun uyumuyla etkili kullanılmıştı. Özellikle konu yıllar sonra gerçekleşecek ‘alt tarafı’ bir akşam yemeğiyken çok iyi değerlendirilmişti bu durum filmde.
İ.F: Güzel söyledin. Alt tarafı bir akşam yemeği. Düşünsene bizde bir dizi konusu olduğunu :) En az sekiz sezonu var. Louis’i sever miydi seyirci, sanırım hayır.
C.D: Hangi ana 12 yıl gelmeyen evlat karakterini sevebilir :) Sence Louis geri dönmeli miydi? O kadar yıl sadece kartpostallar ile eve havası sinmiş. Ve yalnızca iki, üç kelime…
İ.F: Bir yere kadar Louis’i anlayabilirim.
C.D: Ben anlayamam :)
İ.F: Anasını ziyaret etmeyen vefasız evladın sonu :) Her şey bir yana, belli ki Louis sahip olduğu yeteneği, başarıları çözümsüzlüklerden elde ediyor. Bunu bilerek, yazmak için bir yöntem olsun diye yaptığına inanıyorum. Nihayetinde dram için her türlü melankoli mubahtır. Baksana, neticeyi de yine bir çözümsüzlükle çözdüğüne inandı.
C.D: Arkada bırakılan enkazın üstüne bir başarı… Bilemiyorum. Hangisi daha bencil? Louis mi? Kararlarını gerçekleştirememenin öfkesini Louis’e dökmek isteyen Antoine mı, yoksa korkaklığını bu gidişle örtmeye çalışan Suzanne mı?
İ.F: Bence en azından Louis daha cesur ve dürüst davranıyor. Yaptığını o minvalde düşünürsek, Antoine veya Suzanne için imkansız bir şey değil. Bir ebeveyn vefası kavramı da çok yok belli ki. Neyin vicdan sorgulaması?
C.D: Sorgulatan film…Alırım bi’ dal :)
İ.F: Bir de söylemeden geçmeyelim. Her filmde muhteşem şarkılar seçiyor Dolan. Bu arada sevgili okuyucular, siz bu satırları okurken biz Moby dinliyoruz. Dinlemek için sayfanın altında klibi bulabilirsiniz :) O zaman ver mesajı editör!
C.D: Gideni, kalanla karşı karşıya getiren ve zamanın ilaç olduğu kadar bazen de birçok şeyi götürebilecek kadar hoyrat olduğunu gösteren bir film. Bir de diyor ki yönetmen: “Her anın kıymetini bil yolcu!” :)