Erdelhun Paşa’dan ne istemişlerdi?
1945 yılında tuğgeneral, 1947 yılında ise tümgeneralliğe yükselen göçmen bir ailenin ömrünü Türk ordusuna adayan oğlu Rüştü Erdelhun’un hikayesi…
Göçmen bir aile, ömrünü Türk Ordusuna adamış bir İstiklal gazisi ve Türkiye tarihinde idam cezasına çarptırılan ilk ve tek Genelkurmay Başkanı…
Bahsettiğimiz isim Org. Rüştü Erdelhun… Rüştü Paşa, 26 Mayıs’ı, 27 Mayıs’a bağlayan gece canı pahasına darbeye direnmiş, cuntacıların ‘liderimiz ol’ teklifini geri çevirdiği için 40 yıllık askeri hayatı hiçe sayılarak bir gecede er rütbesine düşürülmüştü.
Türlü hakaretler ve dayaktan geçirilerek götürüldüğü Yassıada’da, cuntacıların en fazla eziyet ettiği isimlerden biri o olmuştu. Şimdi Silahlı Kuvvetler tarihinin en şahsiyet sahibi komutanlarından birinin hikayesini, bizzat kendi el yazısıyla yazdığı günlüklerle anlatacağız. Yassıada’da dahi yanından ayırmadığı kırmızı valiz içindeki günlüklerle…
Göçmen ailenin istiklal gazisi oğlu
Annesi ve babası Romanya'da doğan Erdelhun, ailesi Trakya'ya göç edince 1894 yılında Edirne'de dünyaya geldi. Edirne Lisesi'nden mezun olduktan sonra 1914'te topçu teğmen rütbesi ile Harp Okulu'nu bitiren Erdelhun, 1917'de Kafkasya Cephesi'nde savaştı. 2 Nisan 1921'de Anadolu'ya geçerek Milli Ordu'ya iltihak edip Kurtuluş Savaşı'na katılarak İstiklal Madalyası aldı. Soyadı kanunundan sonra Erdelhun soyadını alan Rüştü Paşa’nın soyu, Romanya’daki Erdelhun beyliğine dayanıyordu.
Çeşitli karargâh ve birlikler ile Tokyo, Roma ve Londra askerî ataşeliklerinde görev yapan Rüştü Paşa, genç yaşına rağmen çalışkanlığıyla kısa sürede Ordu içindeki basamakları bir bir atlamayı başardı. İngilizce, Fransızca, Japonca, Almanca, Arapça, Rusça ve Osmanlıca olmak üzere 7 dil bilen Erdelhun mesleğine sıkı bağlılığı ile gelecek vadediyordu.
Ordudaki rahatsızlık
Önce 1945 yılında tuğgeneral, iki yıl sonra ise tümgeneralliğe yükseldi. Bu dönem demokrasiye geçişle birlikte Ordu içinde de değişim arzusunun geliştiği bir dönemdi. Türk Silahlı Kuvvetlerindeki genç kurmaylar ve İstiklal Savaşından beri Ordu’nun tepesinde bulunan komuta kademesi arasında ciddi görüş farklılıkları yer alıyordu. Özellikle 1946 seçimlerine şaibe karışmasından Ordu içinde rahatsız olan askerler azımsanmayacak derecede çoktu.
Bu rahatsızlık İsmet Paşa’ya doğru yönelmiş, zaman içinde ordu içinde bir değişiklik talebi giderek ayyuka çıkmıştı. Hatta 46 seçimleri gecesi Demokrat Parti lideri Celal Bayar’ın evine giden bazı subayların, ‘gerekirse ihtilal yapmaya hazırız’ çağrısında bulunduğu, ancak Bayar’ın seçim sonuçlarını kabullenmenin ülkenin lehine olduğunu söylemesinden sonra bu işten vazgeçtikleri de o dönemin Ankara'sında yayılan dedikodulardan bazılarıydı…
Demokratların güvendiği asker
İşte Rüştü Paşa böyle bir ortamdaki Silahlı Kuvvetler içinde yeniliğin ve demokrasinin tarafındaki jenerasyonu temsil ediyordu. 1950’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi Rüştü Paşa’nın zaten parlak olan kariyerinin, iyice ortaya çıkmasını sağladı. 1952 yılında Korgeneral ve 1956 yılında Orgeneral rütbesine terfi eden Erdelhun; Tuğgeneral rütbesi ile 15. Tugay Komutanlığı ve Genelkurmay Eğitim Başkanlığı, Tümgeneral rütbesi ile Genelkurmay Eğitim Daire Başkanlığı, 6. ve 51. Tümen Komutanlığı, MSB İstanbul Tetkik Kurulu Üyeliği, Korgeneral rütbesi ile Tokyo İrtibat Heyeti Başkanlığı, 18. Kolordu Komutanlığı ve Genelkurmay II. Başkanlığı görevlerinde bulundu.
- Demokrat Parti, iktidar olmuş ancak bir türlü devlet ve ordu içinde muktedir olmayı becerememişti. Ordu içinde Demokrat Parti aleyhine yükselen dalga, DP’lileri rahatsız ederken, yaklaşan sonu da hissettiriyordu. Özellikle 1957’de Samet Kuşçu adında bir subayın ihbarıyla başlayan 9 Subay Davası ordu içindeki cuntaları gözler önüne sermiş, Demokratları iyice ürkütmüştü. Böylesine bir ortamda güvenilir, demokrasiye bağlı ve başarılı askerlerin yükselmesi gerekiyordu. Rüştü Erdelhun da 1 Ağustos 1958 tarihinde önce Kara Kuvvetleri Komutanlığına, birkaç hafta sonra ise Genelkurmay Başkanlığına getirildi.
Cuntalara karşı demokrasinin safında
Rüştü Erdelhun’un Genelkurmay Başkanlığı oldukça fırtanalı yıllara denk geldi. Demokrat Parti artan muhalefete karşı kendince önlemler almaya çalışıyor, ancak ülkedeki ekonomik kriz iktidarın gücünü zayıflatıyordu. Ordu’da ise 9 Subay davasında deşifre olan cunta, yer altına inmiş fakat daha sonra kimsenin ceza almamasıyla tekrar faaliyete geçmişti. 9 Subay davasında ceza alan tek subay darbe haberini ihbar eden Samet Kuşçuydu. Davada yargılanan cuntacı subaylar, askeri mahkemede suçsuz bulunmuş, Samet Kuşçu ise arkadaşlarına iftira atmak suçundan hüküm giymişti. Böyle bir ortamda Rüştü Erdelhun, yaklaşan tehlikenin farkındaydı ve sık sık bağlı olduğu Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes’i uyarıyordu.
Ancak Adnan Menderes’in çocukluk arkadaşı olan Ethem Menderes, bu uyarılardan Başbakanı hiçbir zaman haberdar etmedi. Yassıada’da tüm demokratlar idam cezalarına çarptırılırken, Menderes’in en yakın arkadaşı Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes çok ufak bir cezayla kurtulmuştu. Yakın tarihimizin en büyük ihanetlerinden biri olan bu ihanetin baş aktörü Ethem Menderes, Rüştü Erdelhun ve Adnan Menderes arasındaki diyaloğun da zayıflamasına sebep olmuştu.
Subaylara bir konuşma yaptı
Rüştü Erdelhun, tüm çabalarına rağmen olayların önüne geçemedi. 1958 yılında Kara Kuvvetleri Komutanı Necati Tacan öldüğünde yerine 3. Ordu Komutanı Cemal Gürsel atandı. Erdelhun Paşa, daha sonra 27 Mayıs’ın lideri olacak Cemal Gürsel’in atamasına da karşı çıkmış fakat bu atamanın yapılmasına engel olamamıştı. 27 Mayıs’a bir hafta kala Harbiyenin bir harekete kalkışacağı raporunu Ethem Menderes’e ileten Erdelhun, bu girişiminden de sonuç alamadı. 26 Mayıs günü Genelkurmay’da subayları toplayarak bir konuşma yapan Erdelhun, onları demokrasiye sahip çıkmaya davet ederken, yanlış hareketlere itibar etmemeleri noktasında uyarıyordu. Daha sonra Erdelhun’un günlüğünde yer verdiği bu konuşma aynı zamanda ordu-siyaset ilişkisine dair esaslı bir manifestoydu;
- "1912'de Balkan Harbi'nde Silahlı Kuvvetler İttihatçı ve İtilafçı diye ikiye bölündü. Emir komuta ve idarenin muhal olması neticesinde Osmanlı İmparatorluğu parçalandı. Bütün bu misaller askerlerin mesleklerinden gayri bilmedikleri ve rejimin kendilerine vermediği hakları zorla alarak ya aşırı milliyetperverlik ya da birden, sıfırdan yüze çıkabilmek için yaptıkları hareketlerdir. Anayasa iç hizmet kanunu ile silahlı kuvvetler, millet iradesi yetkisine verilmiştir. Parlamento ve onun icra ettiği hükümetin elindeki bir kuvvettir. Demokratik rejimlerde parlamento ve hükümet, milletin seçimi ile meydana gelir. Partiler içerisinde en çok rey alan iktidara geçer. Bugün Demokrat Parti iktidardır. Silahlı Kuvvetler parti diye değil, seçimle gelmiş bir iktidar hükümetinin emrindedir. Yarın seçimleri Halk Partisi kazanırsa ordu onun başkanına da itaat etmeye ve emirlerini yapmaya mecburdur. Seçimle gelen hangi iktidar veya partinin herhangi bir kusuru olursa onu millet takdir eder. Ve seçmez, düşürür. Kulağıma gelen bazı haberlere göre Ankara'da 60 kadar subay Sayın Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nü ve Millet Meclisi'ni basarak istifalarını isteyecekmiş. Bugün Türkiye'nin en değerli malı Silahlı Kuvvetler'dir. Bunun diğer maddi ve fiziki kıymetlerinden başka hassaten itaatkârlığı, hükümet ve milletime; kanunlarına riayeti sayesinde malıdır. (Silahlı Kuvvetler'de) Kıta ile veya kıtasız, cüzi ve külli yapılacak böyle bir hareket, yukarıda Türkiye için değerli mal olarak ifade ettiğim biricik kıymetli silahlı kuvvetlerin bu değerini gaip etmesiyle (kaybetmesiyle) neticelenir. Sonra, demokrasiye ve seçime bir darbe olacak böyle bir hareketin milletin büyük ekseriyetince tutulmayacağından neticesi hüsran olur. 1941'de İkinci Dünya Harbi'nde Japonlar, Amerikalılarla anlaşmaya çalışırken silahlı kuvvetlerin tazyiki ile Pearl Harbor baskını yapılarak Amerika ile harbe tutuşmuş ve neticesinde mağlup olup kayıtsız şartsız teslim olmuşlardır. Yunan Silahlı Kuvvetleri'nin Geminis hükümetine müdahalesi neticesinde İstiklal harbinde mağlup olmuşlardır. İtalyan ordusunun Mussolini ile faşizme kayması neticesinde silahlı kuvvetler siyasete girmiştir. 1935'te Japonya Silahlı Kuvvetleri bütçesinin zayıf tutularak gerekli askerî silah ve malzeme teçhizatının temin edilmemesi nedeniyle maliye bakanını öldürmeleri neticesi, Japonya'nın mali buhranlara uğramasına neden olmuştur.”
Subayları uyarmıştı
Rüştü Paşanın bu konuşmasını dinleyen subaylar içinde 12 saat sonra darbeyi gerçekleştirecek cunta kadrosundan subaylar da vardı. Paşa onları uyarmış ve olası bir kalkışmanın karşısında duracağını net bir şekilde belirtmişti. Bu durum cuntadaki subayları ürkütse de harekatın son noktasına gelen subaylar buradan geri dönüş olmayacağının farkındaydı. 27 Mayıs gece 03’de Harp okulundan tüm Ankara’ya doğru birlikler iktidarı devirmek üzere harekete geçerken, Rüştü Paşa haberi 3.30’da alıyordu. Paşa’nın bundan sonra ilk yaptığı iş ise direniş talimatı vermek oldu;
- "Saat 3.30... Çankaya'dan Cumhurbaşkanı, yaveri Yarbay M.Tayyar'ın telefonu ile uyandım. Köşkün arkasından sesleri gelen tankların emniyet birliklerine ait olup olmadığı soruluyordu. Eşim rahatsızlığı nedeniyle Almanya'da hastanede olduğundan evde yalnızdım. Saat 3.45'te emir subayı Binbaşı Abidin Serpil, Harp Okulu'nun 21 Mayıs günü olduğu gibi nümayişe başladığını Genelkurmay dahil bütün binalara Harp Okulu'ndan nöbetçiler konduğunu ve bize ait otomobillerin çıkmasına müsaade edilmediğini bildirdi. Örfi İdare, Garnizon, Merkez ve Tümen Komutanlık telefonlarından cevap alınamıyordu. Çankaya'ya yaver Yrb. Tayyar'a telefon ederek Sayın Cumhurbaşkanına "Harp Okulu'nun nümayişe başladığını, görünüşe göre Örfi İdare, Emniyet ve Merkez Komutanlığı birliklerinin pasif kaldıklarını, Köşk arkasındaki tankların Harp Okulu nümayişçilerinin gösterisi olabileceğini, arabam olmadığından evden çıkamadığımı; Muhafız Komutanı Albay Osman Köksal'a savunma için emir verilmesini" bildirdim. Saat 4.30 olmuştu. Bu esnada Veteriner General Burhanettin Uluç bir Harp Okulu subay talebesi ile kapıya gelmişler, benim telefon muhaverem (görüşme) esnasında kapı açılmadığından, dipçikle kapıyı kırmaya başlamışlardı."
Ancak paşanın direniş talimatı sonuç vermedi. Çünkü Rüştü Paşanın direnişi emrettiği Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alay Komutanı Osman Köksal, cuntanın içindeydi ve Cumhurbaşkanı Bayar’ı tutuklamakla görevliydi. Bayar, Köşk’te enterne edilirken, Rüştü Erdelhun tek tek diğer komutanları arıyor, ulaşabildiklerine direnmeleri yönünde emirler yağdırıyordu. Ancak iş işten geçmiş, tüm kaleler tek tek düşmüştü.
Devlet başkanlığını elinin tersiyle itti, idama mahkum oldu
Bu sırada kapısına gelen darbeciler, Rüştü Paşanın evine zorla girdi. Köşkün kapısındaki askerler direnemeyerek teslim olmuşlardı. Rüştü Paşa o anı günlüklerinde şöyle anlatıyordu;
- "Esasen çıkmağa hazırlandığımdan elimde şapkam vardı. Harp Okulu'na gideceğim söylendi. Pekiyi dedim. Fakat General (Uluç) koluma girmek istedi, reddettim. Kapımın önünde bir tank ile bir Tomksav top ve makineli tüfekli jeeplerin sıralanmış olduğunu gördüm. Bu esnada teğmen, 'Satılmış adam!' diye bağırdı ve Tomsunu (yarı otomatik silah) bana tevcih etti (yöneltti). Jeepe binince General (Uluç), 'Dün Genelkurmay'da konuştuk ne idi, neler söyledin?' Harp Okulu öğrencisini göstererek, 'Bunları mı vurduracaktın?' dedi. Teğmen de 'Sen bize geçen sene hükümete destek ve imara yardımcı olmamızı söylemiştin' diye ekledi. General (Uluç) 'sen konuşma!' diye onu susturdu.”
Harbiye'ye götürüldü
Yaşanan durum karşısında son derece müteessir olan Rüştü Paşa, sükunetini koruyor ve dik duruşundan taviz vermiyordu. Birkaç saat öncesine kadar emrinde yüzbinlerce asker olan Erdelhun, şimdi askeri bir jeeple tutuklular gibi Harbiye’ye götürülüyordu. Harbiye’ye geldiğinde ise manzara hiç iç açıcı değildi;
- "Harp Okulu'na gelince kapıda Okul Komutanı olarak General Sıtkı Ulay, Tomson'lu duruyordu. Jeepten inince o günün modası olan kola girmek pozunu General (Uluç) tatbik etmek istedi. Ben, 'Okul Komutanı, bu da ne demek!?' dedim. O da Veteriner Paşasına 'Boş veriniz, general serbest gitsin' dedi. Bu suretle Harp Okulu şeref salonuna alındım. Derhal üstümde ne varsa, para ve saat; gömlek hariç her şey alındı."
"Harekatın başına geç"
Birkaç saat sonra ise Rüştü Paşa’ya yapılan muamele değişti. Cuntanın içinde bir üst düzey komutanın olmaması ordu içinde ikiliğin çıkmasına ve kan dökülmesine sebebiyet verebilirdi. Bazı cuntacı askerler Erdelhun’un karşısına giderek, hareketin başına geçmesini teklif ettiler. Bu her şeyi değiştirecek cinsten bir teklifti. İki saat önce gözaltına alınarak Harbiye’ye getirilen Erdelhun, teklifi kabul ederse bir anda Devlet Başkanı olabilir ve yargılanmaktan kurtulabilirdi. Ancak Paşa’nın teklife cevabı, Türk demokrasi tarihine geçecek büyüklükte oldu;
- "27 Mayıs günü öğleye kadar bazı subaylar gelerek bu hareketin (27 Mayıs darbesi) benim tarafımdan yapılmasının beklendiğini ilettiler. Fakat benim körü körüne hükümete bağlılığımın bu neticeyi verdiğini, kendime yazık ettiğimi iki saat içinde her şeyin olup bittiğini söylediler. Pek sevdiğim ve takdir ettiğim sınıf arkadaşım emekli bir korgeneral de 15-20 kadar subayla birlikte benim radyoya giderek beyanat vermemi, ihtilalcilere iltihakımı ve bu işin başına geçmemi teklif etti. Bu ilgisine teşekkür ettim, fakat 15-20 saat evvel, yani dün Genelkurmay'da ihtilal aleyhine konuştuğumu ve böyle bir hareketi asla tasvip etmediğimi söylediğimi ve halen mevkuf olup, ne sıfatta olduğumu bile bilmediğimi, hayatım pahasına da olsa böyle bir dönekliğin kabil olmayacağını söyledim ve reddettim”
Rütbesi 'er' sınıfına düşürüldü
Rüştü Erdelhun bu hareketinden sonra cuntacı askerler tarafından aşağılandı. Tüm apoletleri söküldü ve rütbesi bir anda er sıfatına düşürüldü. Daha sonra Demokrat Partililerle birlikte Yassıada’ya gönderilen Rüştü Erdelhun burada defalarca hakarete uğradı. 45 yıldır Ordu’ya hizmet eden Rüştü Paşa, 20 yaşını henüz bitirmiş subaylardan fırça ve yeri geldiğinde fiske yiyordu.
Tüm bunlara rağmen mahkeme salonunda yaptığı hiçbir şeyden pişman olmadığını açıklayan Erdelhun, idam cezasına çarptırıldı. Cezası daha sonra müebbet hapse çevrilen Paşa, Kayseri Cezaevine gönderildi. Darbecilerin teklifini kabul etse Çankaya’da Devlet Başkanlığı koltuğuna oturacakken, o dik durarak kendisine güvenen Demokrat Partilileri hapiste de yalnız bırakmamıştı. 1964’deki afla dışarı çıkan Rüştü Erdelhun, vefat ettiği 1983 tarihine kadar sessiz sakin ve kendi halinde bir hayat sürdü. Türkiye’de pek kimsenin tanımadığı bu onurlu general, hapisteyken ailesine gönderdiği mektupta şöyle diyordu;
- "Çok şükür ki görev yaptığım süre içerisinde orduyu siyasete karıştırmadım. Bizim hakkımızda tarih karar verecek.”