Adım adım 27 Mayıs darbesine sürüklenen yol: 6/7 Eylül Olayları
6 Eylül 1955’te provokasyonlarla sokaklara dökülen öfkeli kalabalıklar, Rum, Ermeni ve Musevi vatandaşlarımızın mahallelerine hücum ederek azınlıklara ait kilise, okul, ev ve iş yerlerini talan etti. O karanlık iki günün ardındaki gizli oyunlar, Türkiye’nin ekonomisine ve sosyal yapısına derin bir darbe etkisi yaptı. 2000’li yılların başlarına kadar ülkeyi her alanda yönetecek elit zümrenin acımasız ve adaletsiz yüzü, işte bu iki günde ortaya çıktı.
Her şey 1 Nisan 1955 tarihinde EOKA terör örgütünün Kıbrıs adasında terör olaylarını kışkırtmasıyla başladı.
Önce İngilizlere, ardından kendilerine yardım etmeyen Rumlara ve son olarak da Kıbrıs Türklerine saldıran Rum terör örgütü EOKA, Kıbrıs'ı uluslararası bir sorun hale getirdi.
1 Nisan 1955 tarihinden itibaren adadaki EOKA örgütünün başlattığı terör eylemleri Kıbrıs Türklerini olduğu kadar Türkiye'deki Türk vatandaşlarını da etkiliyordu.
Toplumsal tepki, kendisini göstermekte gecikmemiş ve bunun sonunda önce Başbakan Adnan Menderes'in açıklaması ülkede insanların Kıbrıs davasını daha yakından ve kaygıyla izlemesine neden olmuştu.
Bu dönemde İngiltere'nin adada hükümranlığa devam etmesi ve adadan ayrılmaması üzerine oturan ve Kıbrıs Türkleriyle Rumları “böl ve yönet" çerçevesinde idare eden siyaseti ise Türkiye'yi köşeye sıkıştırmak üzerine kuruluydu.
EOKA, Kıbrıs adasının dört bir yanında terör estirmeye başlayarak ilk defa Temmuz 1955 tarihinde özellikle Türklerin yaşadığı bölgelerde Türkçe bildiriler dağıtmak suretiyle beyin yıkama ve propaganda faaliyetlerine girişmişti.
24 Ağustos 1955 günü Başbakan Adnan Menderes, Kıbrıs konusuyla ilgili çok sert bir açıklamada bulundu.
Bu sert açıklamanın temelinde Yunanistan'ın mütemadiyen ilhak peşinde koşması, ayrıca 28 Ağustos 1955 tarihinde ada Türklerine karşı Rumlar tarafından katliama girişileceği yönündeki haberler bulunmaktaydı.
Bu konuyla ilgili olarak aynı gün CHP lideri İsmet İnönü de bir açıklama yapmıştı. Şevket Süreyya Aydemir'in İkinci Adam kitabından okuduğumuza göre İsmet İnönü,
“Kıbrıs davası beyanatı bize ciddi bir vaziyet göstermektedir. Kıbrıs'taki kardeşlerimizin yakın günlerde umumi bir tecavüz tehlikesi karşısında bulunduğundan resmen bahsedilmiştir. Bütün vatandaşların alakası bu vahim haber üzerinde toplanmalıdır. Dış meseleler ve tehlikeler üzerinde iktidarın muhalefetle işbirliği yapması usulü bizde henüz teessüs etmemiştir. Onun için tehlike zamanında yapabileceklerimizi acilen bildirmek isteriz. Kıbrıs'taki kardeşlerimizin can ve mallarını tehlikeden kurtarmak için hükümeti gayretlerinde destekleyeceğiz. Dış politikamızın Kıbrıs'la meşgul olacağı bugünlerde iç politikamızın havasının da Kıbrıs ile dolu olduğunu dünyaya göstermek vazifemizdir" demişti.
Bu şartlarda olaylar, İngiltere'nin kışkırtmalarıyla Selanik'te Mustafa Kemal Atatürk'ün doğduğu eve atılan ses bombasıyla yeni bir boyut kazandı ve Kıbrıs'la bağlantılı olarak Türk dış politikasında daha sonraki süreçte sıkıntılara neden olacak 6/7 Eylül olaylarını başlattı.
6 Eylül 1955 gecesi İstanbul'da bazı gazetelerin, Selanik'te Atatürk'ün evine bomba atıldığını yazması üzerine azınlıkların hedef alındığı olaylar çıktı.
Ağırlıklı olarak Rumlara karşı yönelen olaylarda çok sayıda kilise, dükkan ve otel saldırıya uğradı. Bir papaz da olaylar sırasında hayatını kaybetti.
Kıbrıs konusunda 11 Şubat 1959'da imzalanan Londra ve Zürih anlaşmaları ile bağımsızlık, iki toplumun ortaklığı, toplumsal alanda otonomi ve çözümün Türkiye, Yunanistan ve İngiltere tarafından garanti edilmesi ilkelerine dayandırıldı.
Bu da Kıbrıs Cumhuriyeti'nin resmen 16 Ağustos 1960'ta kurulmasını sağlayan sürecin en önemli adımı oldu.
Bu süreçte Başbakan Menderes'in yanı sıra Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu etkin rol üstlendi.
1955'ten sonraki ekonomik daralma ve siyasette yaşanan kamplaşma gerekçeleri 27 Mayıs askeri darbesinin alt yapısını oluşturdu.
27 Mayıs 1960 sabaha karşı saat 4'te radyoda Kurmay Albay Alparslan Türkeş TSK olarak yönetime el koyduklarını belirtti ve askeri darbenin sebeplerini bir radyo bildirisi ile halka duyurdu. Menderes ise 27 Mayıs 1960 günü Kütahya'da Albay Muhsin Batur tarafından gözaltına alınarak Ankara'ya götürüldü. Daha sonra da diğer tutuklu DP üyeleri ile Yassıada'da hapsedildi.
Darbeci subaylar ise Cemal Gürsel başkanlığında kurulan Milli Birlik Komitesi ve kurucu meclis ile beraber ülke yönetimini devraldı. Menderes ve diğer DP üyeleri ise bulundukları Yassıada'da kurulan Yüksek Adalet Divanı tarafından yargılanmaya başladı. Menderes, 17 Eylül 1961'de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden "sağlam" raporu alınmasının ardından, İmralı Adası'na götürüldü. İlk durak, komutanın odası oldu. İdam kararı yüzüne okundu. Menderes'in dilinden “Allah milletimize zeval vermesin" cümlesi döküldü.
İdam sehpasına gitmeden önce din görevlisi ile birkaç dakika konuştu. İdam sehpasına çıkarıldıktan sonra ailesine ve milletine son sözleri ise şunlar oldu,
"Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda devletim ve milletime ebedi saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum..."
Önce İngilizlere, ardından kendilerine yardım etmeyen Rumlara ve son olarak da Kıbrıs Türklerine saldıran Rum terör örgütü EOKA, Kıbrıs'ı uluslararası bir sorun hale getirdi.
1 Nisan 1955 tarihinden itibaren adadaki EOKA örgütünün başlattığı terör eylemleri Kıbrıs Türklerini olduğu kadar Türkiye'deki Türk vatandaşlarını da etkiliyordu.
Toplumsal tepki, kendisini göstermekte gecikmemiş ve bunun sonunda önce Başbakan Adnan Menderes'in açıklaması ülkede insanların Kıbrıs davasını daha yakından ve kaygıyla izlemesine neden olmuştu.
Bu dönemde İngiltere'nin adada hükümranlığa devam etmesi ve adadan ayrılmaması üzerine oturan ve Kıbrıs Türkleriyle Rumları “böl ve yönet" çerçevesinde idare eden siyaseti ise Türkiye'yi köşeye sıkıştırmak üzerine kuruluydu.
EOKA, Kıbrıs adasının dört bir yanında terör estirmeye başlayarak ilk defa Temmuz 1955 tarihinde özellikle Türklerin yaşadığı bölgelerde Türkçe bildiriler dağıtmak suretiyle beyin yıkama ve propaganda faaliyetlerine girişmişti.
24 Ağustos 1955 günü Başbakan Adnan Menderes, Kıbrıs konusuyla ilgili çok sert bir açıklamada bulundu.
Bu sert açıklamanın temelinde Yunanistan'ın mütemadiyen ilhak peşinde koşması, ayrıca 28 Ağustos 1955 tarihinde ada Türklerine karşı Rumlar tarafından katliama girişileceği yönündeki haberler bulunmaktaydı.
Bu konuyla ilgili olarak aynı gün CHP lideri İsmet İnönü de bir açıklama yapmıştı. Şevket Süreyya Aydemir'in İkinci Adam kitabından okuduğumuza göre İsmet İnönü,
“Kıbrıs davası beyanatı bize ciddi bir vaziyet göstermektedir. Kıbrıs'taki kardeşlerimizin yakın günlerde umumi bir tecavüz tehlikesi karşısında bulunduğundan resmen bahsedilmiştir. Bütün vatandaşların alakası bu vahim haber üzerinde toplanmalıdır. Dış meseleler ve tehlikeler üzerinde iktidarın muhalefetle işbirliği yapması usulü bizde henüz teessüs etmemiştir. Onun için tehlike zamanında yapabileceklerimizi acilen bildirmek isteriz. Kıbrıs'taki kardeşlerimizin can ve mallarını tehlikeden kurtarmak için hükümeti gayretlerinde destekleyeceğiz. Dış politikamızın Kıbrıs'la meşgul olacağı bugünlerde iç politikamızın havasının da Kıbrıs ile dolu olduğunu dünyaya göstermek vazifemizdir" demişti.
Bu şartlarda olaylar, İngiltere'nin kışkırtmalarıyla Selanik'te Mustafa Kemal Atatürk'ün doğduğu eve atılan ses bombasıyla yeni bir boyut kazandı ve Kıbrıs'la bağlantılı olarak Türk dış politikasında daha sonraki süreçte sıkıntılara neden olacak 6/7 Eylül olaylarını başlattı.
6 Eylül 1955 gecesi İstanbul'da bazı gazetelerin, Selanik'te Atatürk'ün evine bomba atıldığını yazması üzerine azınlıkların hedef alındığı olaylar çıktı.
Ağırlıklı olarak Rumlara karşı yönelen olaylarda çok sayıda kilise, dükkan ve otel saldırıya uğradı. Bir papaz da olaylar sırasında hayatını kaybetti.
Kıbrıs konusunda 11 Şubat 1959'da imzalanan Londra ve Zürih anlaşmaları ile bağımsızlık, iki toplumun ortaklığı, toplumsal alanda otonomi ve çözümün Türkiye, Yunanistan ve İngiltere tarafından garanti edilmesi ilkelerine dayandırıldı.
Bu da Kıbrıs Cumhuriyeti'nin resmen 16 Ağustos 1960'ta kurulmasını sağlayan sürecin en önemli adımı oldu.
Bu süreçte Başbakan Menderes'in yanı sıra Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu etkin rol üstlendi.
1955'ten sonraki ekonomik daralma ve siyasette yaşanan kamplaşma gerekçeleri 27 Mayıs askeri darbesinin alt yapısını oluşturdu.
27 Mayıs 1960 sabaha karşı saat 4'te radyoda Kurmay Albay Alparslan Türkeş TSK olarak yönetime el koyduklarını belirtti ve askeri darbenin sebeplerini bir radyo bildirisi ile halka duyurdu. Menderes ise 27 Mayıs 1960 günü Kütahya'da Albay Muhsin Batur tarafından gözaltına alınarak Ankara'ya götürüldü. Daha sonra da diğer tutuklu DP üyeleri ile Yassıada'da hapsedildi.
Darbeci subaylar ise Cemal Gürsel başkanlığında kurulan Milli Birlik Komitesi ve kurucu meclis ile beraber ülke yönetimini devraldı. Menderes ve diğer DP üyeleri ise bulundukları Yassıada'da kurulan Yüksek Adalet Divanı tarafından yargılanmaya başladı. Menderes, 17 Eylül 1961'de sağlık muayenesini yapan doktor heyetinden "sağlam" raporu alınmasının ardından, İmralı Adası'na götürüldü. İlk durak, komutanın odası oldu. İdam kararı yüzüne okundu. Menderes'in dilinden “Allah milletimize zeval vermesin" cümlesi döküldü.
İdam sehpasına gitmeden önce din görevlisi ile birkaç dakika konuştu. İdam sehpasına çıkarıldıktan sonra ailesine ve milletine son sözleri ise şunlar oldu,
"Hayata veda etmek üzere olduğum şu anda devletim ve milletime ebedi saadetler dilerim. Bu anda karımı ve çocuklarımı şefkatle anıyorum..."