Abdülhamid’in 20 senede bir değişen hatıra defteri
Yılmaz Özdil, Halk Arenasında kitabını tanıtırken kitabın ne kadar özel ve detaylı bir çalışma olduğunu vurgulamak için özellikle Abdülhamid’in bugüne kadar pek bilinmeyen Mustafa Kemal anlatısına yer verdiği bölümü okudu. İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Aytun Çıray tarafından programdaki bu bölüm daha sonra özel olarak seçilip sosyal medyada yayınlanırken, iki dakikalık video binlerce insan tarafından paylaşıldı. Abdülhamid'in hatıratına dayandırılan bu pasaj gerçekten böyle miydi?
‘Düşman tasını tarağını toplayıp askerlerinin yarısını denize, yarısını gemilerine dökerek çekip gitti. Bu büyük zaferi Mustafa Kemal adında bir miralay kazandı. Allah devletine hizmet edenlerden razı olsun. Oğlum Abid Efendi bu Mustafa Kemal beyle tanıştığını söyledi. Beylerbeyinde görevli Yüzbaşı Salih’in (Bozok) arkadaşıymış. Ara sıra arkadaşına yemeğe geliyormuş. Bu vesileyle oğlum Abid Efendiyle dost olmuşlar hatta bu vesileyle Mustafa Kemal kendisine iki ceylan yavrusu hediye etmiş. Bundan çok memnun oldum. Devletin yüzünü ağartmış bir paşanın oğlum Abid Efendiye yakınlık göstermesi bir şahsiyeti olduğunu anlatıyor. Oğluma münasip bir mukabelede bulunmasını hatırlattım. Biraz vaktim halim yerinde olsa saat hediye edecektim ama hem dedikodusundan çekindiğim hem de oldukça muzayeka durumda olduğum için bir şey söylemedim. Bir defasında Beylerbeyine geldiğinde bana haber verdiler. Sırtında bir pelerin vardı. Sıradan askerlere benzemiyordu. Sıra dışı bir sükunete sahipti. Enver Paşa’nın o zaman neden bu adamdan çekindiğini anladım. Çanakkale’de İngiltere ve Fransa gibi iki büyük devletin ordusunu ve donanmasını durdurdu. Yüz geri etti. Muvaffakiyeti için dua ettim’
Uğur Dündar’ın Halk Arenası programında bizzat Yılmaz Özdil tarafından okunan bu pasaj, Özdil’in yeni yazdığı Mustafa Kemal kitabında Abdülhamid’in Atatürk’ü anlattığı sözler olarak geçiyor. Aylardır reklamı yapılan, ilk baskısında rekor bir sayıyla piyasaya sürülen Mustafa Kemal kitabı için Özdil senelerdir çalıştığını söylemişti.
Yılmaz Özdil, Halk Arenasında kitabı tanıtırken kitabın ne kadar özel ve detaylı bir çalışma olduğunu vurgulamak için özellikle Abdülhamid’in bugüne kadar pek bilinmeyen Mustafa Kemal anlatısına yer verdiği bölümü okudu. İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Aytun Çıray tarafından programdaki bu bölüm daha sonra özel olarak seçilip sosyal medyada yayınlanırken, iki dakikalık video binlerce insan tarafından paylaşıldı. Ancak yıllardır Mustafa Kemal kitabı üzerinde çalışan Özdil’in atladığı basit bir detay vardı. Kitaptaki bu bölüm Abdülhamid’in Hatıra Defteri diye yıllardır gerçekliği tartışma konusu olmuş bir kitaptan alıntıydı. Birçok tarihçinin kurgu olduğunu açıkça dile getirdiği kitabın hikayesiyse oldukça ilginç ve trajikomikti.
- Aslında Sultan Abdülhamid’e ait olduğu söylenen hatıratların hikayesi 100 sene öncesine dayanıyor.
10 Şubat 1918’de devrik padişahın vefatıyla birlikte İstanbul bir matem havasına bürünmüştü. II. Meşrutiyet sonrası büyük umutlarla iktidara gelen İttihat ve Terakki’nin yönetimdeki başarısızlığı birçok insanda hayal kırıklığı yaratmış, İttihatçılar tarafından yıllara dayanan bir mücadele sonucunda devrilmiş Abdülhamid ölümüyle birlikte milletin vicdanında beraat etmişti. Sultan’ın ölümüyle birlikte vakti zamanında ittihatçılara güvenen birçok aydın ve entelektüel yaşanan başarısızlık karşısında bir bir nedamet getirmiş, Abdülhamid’e karşı yürüttükleri mücadele için pişmanlık yazıları yazmıştı. Bu aydınlardan biri de ateşli hitabeti ve sivri kalemiyle tanınan Süleyman Nazif’ti.
- 1870’de Diyarbakır’da doğan Süleyman Nazif, tarihçi ve şair olan Muhammed Said Paşanın oğluydu.
Köklü bir aileden gelmenin avantajlarıyla iyi bir eğitim alan Nazif, Arapça, Farsça ve Fransızca biliyordu. Anadolu’nun birçok bölgesinde çeşitli memurluk görevlerinde bulunurken, 1895 yılında Diyarbakır’da gerçekleşen Ermeni Olaylarını araştırmak için kurulan komisyonun da bir üyesiydi. Bu görevi sırasında Abdullah Paşanın dikkatini çekti ve paşayla birlikte kısa süreliğine Musul’a gitti. Daha sonra Diyarbakır’a dönerek oradan hayatının tümden değişeceği İstanbul’a geldiğindeyse sene 1896’ydı.
O yıllar Sultan Abdülhamid’in iktidarında basına şiddetli bir sansürün uygulandığı ve muhalif yazarların sürgünle cezalandırıldığı yıllardı. İstanbulda kısa süreliğine Vilayet dergisinde yazan Süleyman Nazif, yazılarıyla yönetimin tepkisini çekti. 1897’de devrindeki birçok muhalif yazar gibi Paris’e giderek orada bulunan Ahmet Rıza’nın Meşveret dergisinde Abdülhamid yönetimine karşı yazılar yazmaya devam etti. II. Meşrutiyetin ilanı sonrası yıllardır verdiği mücadelenin başarıya ulaşma coşkusuyla İstanbul’a dönen Nazif, tasvir-i efkarda yazdığı yazılarla yeni hükümetin de kısa sürede tepkisini çekti. 1909 yılında Basra’ya vali olarak gönderilirken, İttihat ve Terakki yönetimiyle birlikte sık sık sürgün yeri değiştirilerek İstanbul’dan uzak tutuldu. 1915 yılında memuriyetten istifa ederek İstanbul’a gelen Süleyman Nazif, artık İttihat ve Terakki’nin en azılı düşmanlarından biriydi.
- Süleyman Nazif’in İttihat ve Terakki düşmanlığı günden güne artarken, I. Dünya Savaşı boyunca ittihatçılar aleyhine yazılar yazmaktan geri durmadı. Savaş sonrası İstanbul’un işgal gününde yazdığı ünlü ‘kara bir gün’ başlıklı makalesiyle Türk basın tarihine geçen Nazif, mağlubiyetin sorumlusu olarak gördüğü İttihat ve Terakki’ye duyduğu nefretten dolayı yıllar önce Abdülhamid’e karşı da haksızlık yaptığına kesin kanaat getirmişti. Mütareke yıllarında kaleminden çıkacak Abdülhamid’in hatıratı eseri de bu ruh halinde meydana gelecekti…
Sultan II. Abdülhamid’in hatıratı, ölümünden kısa bir süre sonra 1919 yılında haftalık Utarit dergisinde bölüm bölüm yayımlanmaya başlandı. Ancak bu hatıratın nasıl elde edildiğiyle ilgili dergide bir bilgiye yer verilmiyordu. Kısa sürede herkesin ilgisini çeken Sultan Hamid’in hatıralarında özellikle Nazif’in büyük nefret duyduğu İttihat ve Terakki liderleri yerden yere vuruluyordu. Ancak meselenin aslını bilen İbnulemin Mahmut Kemal, yakın arkadaşı Süleyman Nazif’i bu işi bir an önce bitirmesi yönünde sert bir şekilde uyarmış ve hatıratların bir süre sonra kesilmesine sebep olmuştu.
Aradan geçen üç yılın ardından Utarit'te yayımlanan hatıratın kısımları 1922'de Hâtırât-ı Abdülhamit Han-ı Sâni başlığı altında basıldı. Konuyla ilgili çalışan Prof. Dr. Ali Birinci’ye göre kitabın basıldığı yıl Süleyman Nazif’in ciddi bir para problemi vardı ve Nazif kitapla bir nebze olsun rahatlamak istemişti. Kitabın yazı diliyle Abdülhamid’in dilini karşılaştıran Birinci’ye göre ortada çok net bir sahtekarlık vardı. Zaten Nazif, yazı diliyle de kendini ele veriyordu.
1923 yılında Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Sultan Abdulhamit yeni rejimin gözünde artık Kızıl Sultandı. Nazif’in elinden çıkan hatırat unutulmuş ve ünlü yazar çok geçmeden 1927 yılında vefat etmişti. Sefalet içinde ölen Süleyman Nazif’in defin işlemleriniyse belediye yapacaktı.
Hatıratın serüveni daha sonraki yıllarda da farklı yayınevleri ve isimlerin elinden yeni yeni eklemeler yapılarak devam etti. 1960'ta gazeteci Sabahattin Selek tarafından Selek Yayınevi'nde, 1964'te de Osman Yüksel Serdengeçti tarafından Serdengeçti Neşriyatı etiketi ve Abdülhamit Anlatıyor adıyla basıldı. Türkiye’de iktidar ve iktidarların Abdülhamid okuması değiştikçe hatıra defterinde anlatılanlar da değişiyordu.
- Aslında bu hatırattan bahsederken hatıra defteri demek yerine hatıra defterleri demek daha doğru. Çünkü farklı dönemlerde farklı yayınevinden çıkarılan hatıra defterleri birbirilerinden ayrılıyordu. Ancak Osmanlı’nın son dönemine damga vurmuş Sultan’a atfetilen bu hatırat basıldığı her yayınevine ciddi bir maddi kazanç sağlıyordu.
1974 yılına gelindiğinde ise İsmet Bozdağ, Abdülhamid’in hatıra defterinin orijinal halinin Almanya’nın Leipzig kentinde bir mahzende bulunduğu iddiasıyla elindeki kitabı Tercüman Gazetesinin sahibi Kemal Ilıcak’a götürdü. İki savaş geçirmiş Almanya’da korunduğu iddia edilen kitap geçen onlarca yıla rağmen yepyeni gibiydi. Kitabın bölümleri Tercüman gazetesinde yayımlandı ve gazete o dönemde daha önce hiç ulaşmadığı tirajlara ulaştı. Sahte hatırat girdiği her yere bereket getiriyordu.
Aslına bakılırsa Abdülhamid’in her yirmi yılda bir değişerek ortaya çıkan hatıra defteri Türkiye’deki tarihe bakışın trajikomik bir hikayesiydi. Süleyman Nazif, İsmet Bozdağ ve son olarak Yılmaz Özdil’in yaptığı da her dönemde kullanışlı olan tarihi bir şahsiyetin maddi kazanç için sömürülmesinden ibaretti. Birbirinden farklı çıkan hatıra defterlerinde yazılanları okuyanlar için ise bu durum bir problem değildi. Çünkü Türkiye gibi bir ülkede tarihi okurken öncelik gerçek olan değil, duyulmak istenendi.
Not: Sahte hatıratın tüm serüveni için Prof. Dr. Ali Birinci’nin "Sultan Abdülhamit'in Hatıra Defteri Meselesi’ adlı makalesine göz atabilirsiniz.