Ziraatta yalan düzeni
"Bu yangınlardan kurtulmak sadece iklim değişikliğiyle mücadele etmekle olmaz. Kadim topraklarımızın kontrolünü onlara değer veren insanlara geri vermekle olur." Maui’deki yangınlardan etkilenen bir vatandaş.
Akıllara zarar bir yalan girdabının içinde gibiyiz. Hayatımızın her alanında yazılan, çizilen, öğretilen, uygulanan çok şey yalan. Dünyanın sahipliğine soyunan madrabazlar öylesine yalanlar montajlamışlar ki varlığımıza kimse değiştiremiyor, değiştirmeyi istemiyor. Sanki herkes birer Trumar Burbank.
Çok azımız dışında kimse yaşadıklarımızın yalanlar üzerine kurgulandığının farkında değil. Mesela yıllardır bitki besin maddesi sanılan sentetik gübreler ve bitki koruyucusu zannedilenler aslında bildiğiniz zehir.
Bağımlı hale getirilmiş çiftçinin varını yoğunu yatırdığı petro-kimya ürünü bu maddelerin gerçekte pek bir yararı yok. Ne var ki zararı deryalar kadar.
Eğitim: Yalan düzeni
1) Ziraat Fakülteleri bu yalanları öğreterek yetiştiriyor mühendis adaylarını. Mezun olan mühendisler çiftçilere bu yalanları anlatmayı iş sanıyorlar. Bu yalanları tekrarlayarak tonlarca gübre, zehir satıyor bayiler.
Vaad: Yalan düzeni
2) Söz konusu yalanlara aldırmadan verdiği desteğin havasını atıyor hükümetler. Muhalefet bu yalana dayanarak “gübreye yüzde 50 destek vereceğiz” gibi garabet vaatlerle çiftçiden oy talep ediyor.
Verim: Yalan düzeni
3) Gübreler, herbisitler, börtü böcek zehirleri ve eldeki diğer bütün kimyevî zehirleri kullanarak daha fazla üretim derdine düşmüş çiftçiler hem kendilerinin hem de bizlerin hayatını tehdit ederken, en sadık yârları toprağı öldürüyorlar.
Sağlık: Yalan düzeni
4) Besleyici sandıkları zehirler topraktan öte yeraltı sularına sızıp, su kirliliğine neden oluyor. Ekosistemleri bozuluyor, canlı hayatı öldürüyor.
Kanser: Yalan düzeni
5) nitrat seviyesi artan topraklarda üretilen tahıllar, sebzeler, meyveler yenildikçe bağırsaklarımızda toksik nitritler çoğalıyor. Kan dolaşımındaki hemoglobin ile reaksiyona girerek vasküler ve solunum sistemlerini bozan nitritler, ölüme sebep olan metheglobinemiye yol açıyor.
Soykırım: Yalan düzeni
6) Onlarca yıldır süren suiistimal, temel besin maddelerini tüketirken, bitkiler için gerekli olan organik materyali sağlayan bakteri ve mantarları da öldürdü. Bu kötülüğü her devlet kendi çiftçisinin elleriyle kendi toprağına yaptı.
Yalanın tekrarı
7) yeşil devrimin müfredatına göre şekillenmiş üniversitelerin hocaları ve oradan mezun olan mühendisleri hep aynı yalanı tekrarladı, çünkü "bunları kullanmazsanız hiçbir şey büyümez."
Geleneğin imhası
8) daha az toprak sürmek, örtü bitkileri yetiştirmek, böcekleri ve hastalıkları kontrol altında tutmak için biyolojik usûller kullanmak gibi geleneğe dair ne varsa milyarlarca dolarlık pazarlara hükmeden zehir tacirlerinin sözünü dinleyenlerce unutturuldu. Dolayısıyla son 70 yıldır bitkiler beslenecek, korunacak yalanıyla kullanılan zehirlerle topraktaki organik maddeler tarumar edildi.
Geleneksel nadas uygulamaları ve örtü bitkileri ekimi unutturuldu. Devasa makinalarını satmak için sürekli toprak işlemeye alıştırıldı çiftçiler.
Tohum bağımlılığı
9) yüksek yoğunluklu kimyasallara bağımlı hibrit tohumlu mono-kültür üretim sistemi yaygınlaştıkça toprağın mucizevi işleyişi tekledi, biyolojisi bozuldu, ekip biçenin ihtiyacı olan performansı gösteremez oldu.
Gübre çılgınlığı: Sentetik aşkı
10) Toprağın kadim işleyişini bozan yeşil devrimciler, sanki bütün bunlara kendi sistemleri sebep olmuyormuş gibi hep daha fazla sentetik gübreyi önermekten de geri durmadılar. “Toprak zamanla tükendiği için gübre verilmesi şart” diye yalanlar söylüyorlardı. Her şey fıtrata uygun olsa hiçbir zaman tükenmeyecek topraklarımız, zehir tüccarlarının elinde adeta uyuşturucu bağımlılarına döndü.
Milyonlarca çiftçi hâlâ her yıl daha fazla sentetik gübre ve zehir verilmesinin gerekliliğine inanıyor. İlk zamanlar yoğun gübre kullanımı nedeniyle hibrit tohumlardan yüksek verimler alınmış olmasının yanılgısı bu. Oysa sormak lâzım, kim çocuğunu tabii ve sağlıklı gıdalarla beslemek yerine, sentetik ve zehirli olanlarla beslemeyi tercih eder?
Nüfus artıyor yalanı
11) maalesef çoğu çiftçinin toprakla ilişkisi böyle. Çünkü nüfus artıyor yalanıyla birlikte sürekli üretime ve daha fazla gübre ve zehre alıştırıldı çiftçiler. Hâlbuki bu vahşi üretim sisteminde verimi artırma saplantısı çiftçinin cebine ve nihayetinde çiftçiliğin bağlı olduğu toprağa sadece zarar verdi.
Sürekli üretim takıntısı
12) kadim ziraatçılıkta temel kural, yeterli miktarda üretmektir, ne az ne fazla. Böylece çiftçi geçimini de sağlar, kâr edebileceği fiyatı da elde eder. Endüstriyel tarımın sürekli üretim takıntısı gelirlerin önemli kısmını tohumla birlikte sentetik gübrelere ve zehirlere harcatırken, ekip biçeni hem ekonomik hem de toprak ve su gibi kaynaklarını kirleterek tüketti.
Sentetik gübreler gibi zehirler, pestisitler de kanser için kullanılan kemoterapiler gibi topraktaki biyolojik aktiviteye zarar verir ve söylenenin aksine hedef dışında her şeyi yok ederler. Pestisitler, zarar veren böceklerden daha çok iyi böcekleri öldürürler. Mantar ilaçları, topraktaki yararlı mantarları yok eder. Oysa mantarlar toprağın işleyişi ve bitki besini açısından son derece önemlidir. Orman topraklarının en verimli topraklardan sayılmasının sebebi mantarın bolluğundandır.
Bugün yıllardır süren kimyasallara dayalı vahşi üretim sistemi, topraklardaki mikrop aktivitelerini azalttı. Oysa mikroplar ekstra nitrojeni kullanır ve sonra karbonu toprakta tutmak yerine çok miktarda CO2 oluşturarak karbonu parçalarlar. Dolayısıyla, aşırı nitrojen, sistemden daha fazla karbonun kaçmasına neden olur. Oysa toprakta daha az değil, daha fazla karbonun olması gerekir. Yüksek nitrojen girdilerinin topraktaki karbonu yok ettiğini gösteren onlarca araştırma bulunmaktadır.
Oysa toprak deryadır
toprak bir deryadır. Modern insanın hadsiz bilimi ne söylerse söylesin henüz toprağın nasıl çalıştığı ve biyolojisi hakkında çok şey bilmiyor. Bu kafayla sırrına vakıf olması da imkânsız. Toprakta olup biteni bildiğini söyleyen endüstriyel tarım aşığı tiplerin tek derdi sadece zehirlerinden daha fazla satmak. Bunun için sürekli aynı yalanı söylediler. Hâlbuki her şeyde olduğu gibi toprağın içindeki etkileşimler aklın alamayacağı kadar karmaşıktır. Dinamik ve dâhiyane bir yaşam sistemi dönmektedir ayaklarımızın altında.
Sürekli kendini dönüştüren bir besin kaynağı olarak tanımlanan organik maddenin içeriği dahi bilinenden çok ötelerdedir. Öyle bir kaynak ki hem yeni bir bitkinin ihtiyaç duyacağı her bir besin maddesini içeren sonsuz bir depo görevi görür hem de kendi yapısını iyileştirmek, eğimini korumak, erozyonu önlemek gibi sayısız işlevi aynı anda yapan bir kontrol merkezi gibi çalışır.
1 gram toprakta 10 milyon organizma
bir gram toprakta 6 ila 10 milyon mikroorganizma var. Ölü bedenleri ve bitki kalıntılarını besin açısından zengin organik maddeye dönüştüren toprağın arıları gibidirler mikroorganizmalar. Endüstriyel tarımın sentetik gübreleri ve zehirleri değil, asıl bu organizmalar olmadan hiçbir şey büyüyemez.
Mikroorganizmalar karbona âşıktırlar, olmasa her bir bitkinin ihtiyacı olan besini üretemezler çünkü. Bitki kökleri, mikroorganizmaları cezbeden karbon bileşiklerini dışarı sızdırırlar. Buna karşılık mikroplar, bitkinin kullanabileceği bir formda nitrojen ve fosfat sağlayan topraktaki organik maddeyi parçalarlar. Yani rahat bırakılsa Yaradan’ın bahşettiği hikmetle toprak, bağrına konulan her bir bitki kökü çevresinde anında aklın ermeyeceği güzellikte bir besin döngüsü oluşturmaktadır.
Asla imkânsız değil
Peki, Gates Vakfının isteği üzere her üretmenin izne ve sözleşmeye bağlandığı ülkemizde topraklarımızın sağlığını geri alabilmek mümkün mü?
Sağlığını bozmak için 100 küsur yıldır yapılanları düşündüğümüzde bunu kısa sürede başarabilmek kolay değil. Fakat imkânsız da değil. İnsanlığın "İstediğimiz ürünü daha verimli yapması için birçok farklı şeyi üretelim" kültürünü "Her şeyi öldürelim ve sadece istediğimizi üretelim" formuna sokan yok edici bir zihniyet dağ gibi önümüzde duruyor olsa da. Lâkin yol belli, yapılması gereken belli. Öncelikle endüstriyel tarımın hibrit tohumu, sentetik gübresi ve zehrinin üretimden tamamen çıkarılıp terkedilmesi gerekiyor. Büyük makinalarla toprağın vahşice işlenmesine son vermek icap ediyor.
Hakk’ın gizli hazinesi
Toprağımızı çıplak bırakmamak, geleneksel yöntemlerle ekip biçilen tarlalarda hasattan sonra örtü bitkileri ekip, kış geçirilene kadar büyümelerini sağlamak gerekiyor. Böylece milyonlarca dönümlük arazide ekilen türlü çeşit örtü bitkilerinin atmosferden ayırabileceği ve toprağa ekleyeceği muazzam miktarda karbon olması gereken yere, toprağa geri dönecektir.
Öte yandan hayvancılık yapan çitçilerin bu arazilerde hayvanlarını otlatmalarına imkân verecek bir sistemin geliştirilmesi şart. Çünkü örtü bitkileri ve hayvanlar sisteme geri getirildiğinde toprağın sağlığı da geri gelecektir. Bütün bunlar, denenmemiş şeyler değil. Hepsi insanların sentetik gübre ve zehirlerle kandırılmasından önce yaptıkları kadim uygulamalar. Fakat zamanla bilerek unutturuldular, görmemezlikten gelindiler.
Toprak daha başında Hakk’ın gizli hazinesini sâdık yâr eyleyenlere zimmetlenmişti. Fakat bu unutuldu ve emanete ihanet edildi. Bu ihanetten vazgeçip, onu geri almak her iyinin boynunun borcu. Bunun için önce Yaradan’a sonra bizim de kaynağımız olan mucizevi toprağın sırrına ermiş akıllara inanmak yeterli.