Yunanistan, AB ve uluslararası hukuku ayaklar altına alıyor
Dünyada en fazla mülteciyi barındıran Türkiye’nin yıllardır tek başına yükünü çektiği mülteci krizinin çözümü için hiçbir gayreti olmayan AB ülkeleri, kendi savundukları değerleri ayaklar altına alma pahasına mültecileri AB sınırları dışında tutmak istiyor. Türkiye-Suriye sınırında Esad zulmünden kaçan ve göç etmeye hazır bekleyen yaklaşık bir buçuk milyon Suriyelinin akıbetini umursamayan AB, ancak mülteciler Yunan sınırına dayanınca tekrardan harekete geçti.
Suriye’de Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik hain hava saldırısının ardından Türkiye, Suriye’den gelecek yeni bir göç dalgasını taşıyamayacağı gerekçesi ile AB’ye gitmek isteyen mültecileri durdurmama kararı aldı. Esad rejiminin yıllardır devam eden sivillere yönelik saldırılarını görmezden gelen AB, 18 Mart 2016’da Türkiye ile AB arasında yapılan Göçmen Mutabakatı ile rahat nefes almıştı. Türkiye’nin mültecilerin geçişini engellememe kararı ile yok saydığı Suriye ve göç sorunu ile tekrar yüzleşen AB, ne pahasına olursa olsun, mültecileri AB sınırları dışında tutmak istiyor. Bebek, çocuk ve kadın ayrımı yapmadan mültecilere karşı şiddet uygulayan, mültecilere ateş açan ve üç mültecinin ölmesine, çok sayıda mültecinin yaralanmasına sebep olan Yunanistan, Brüksel’den tam destek görüyor.
Avrupa’nın ikiyüzlü mülteci politikası
Dünyada en fazla mülteciyi barındıran Türkiye’nin yıllardır tek başına yükünü çektiği mülteci krizinin çözümü için hiçbir gayreti olmayan AB ülkeleri, kendi savundukları değerleri ayaklar altına alma pahasına mültecileri AB sınırları dışında tutmak istiyor. Türkiye-Suriye sınırında Esad zulmünden kaçan ve göç etmeye hazır bekleyen yaklaşık bir buçuk milyon Suriyelinin akıbetini umursamayan AB, ancak mülteciler Yunan sınırına dayanınca tekrardan harekete geçti. Yunan adalarında kamplarda kalan mülteci sayısı yaklaşık 43 bin. İçişleri Bakanlığı verilerine göre 28 Şubat’tan bu yana Türkiye topraklarından ayrılarak Yunanistan’a geçen toplam mülteci sayısı ise yaklaşık 136 bin. Çok sayıda mülteci Türkiye ile Yunanistan arasındaki tampon bölgede kötü şartlarda yaşam mücadelesi veriyor.
- Yunan güvenlik güçleri mültecilere ateş açmaktan, biber gazı, sis ve ses bombası atmaktan çekinmiyor. Kendini refah adası olarak tanımlayan Avrupa sınırlarında bu insani dramın yaşanıyor olması ve AB ülkelerinin Yunanistan ile dayanışma içerisinde olduğunu açıklaması, AB’nin yıllardır yürüttüğü içe kapanma ve sınırları dışındaki siyasi sorunları yok sayma politikası için sembolik bir vaka.
Türkiye’nin, ayrılmak isteyen sığınmacıları istekleri dışında ülkemizde tutma gibi bir zorunluluğu olamaz. Avrupa sınırına ulaşan ve koruma talep eden sığınmacıların uluslararası koruma başvurularının uluslararası hukuka ve AB hukukuna uygun olarak alınması ve hakkı olanlara koruma sağlanması AB ülkeleri için uluslararası bir yükümlülük. AB ülkelerinin sınırları kapatarak, AB hukukundan ve Cenevre Sözleşmesi’nden doğan sorumluluklardan kaçması ne ahlaki, ne de siyasi olarak mümkün.
AB hukuku, sığınma hakkını garanti altına alıyor
1997’de imzalanan Amsterdam Sözleşmesi ile AB ülkeleri mülteci ve iltica politikalarını ‘ulus üstü’ ele almaya başladı. AB Anlaşmasının 78’inci paragrafına göre AB’nin, uluslararası koruma gerektiren üçüncü ülke vatandaşlarıyla ilgili ortak politika geliştirmesi ve bu politikanın 1951 Cenevre Sözleşmesine uygun olması zorunlu. Temel insan hakkı olan sığınma hakkı AB hukuku kapsamında garanti altına alınsa da fiiliyatta durum farklı.
- AB’de iltica başvurusunun işleme alınacağı ülkeyi belirleyen Dublin sistemi, sığınmacıların AB'ye adım attıkları ülkede kalmasını öngörüyor. Ayrıca anlaşmaya taraf olan ülkeler, sığınmacıları ilk Avrupa'ya giriş yaptıkları ülkeye geri gönderme hakkına sahip. Dublin Yönetmeliği, mültecilerin sorumluluğunu Yunanistan, Bulgaristan, İtalya gibi ülkelerin üzerine yıkarken, bu ülkelerin mültecileri AB sınırları dışına püskürtmesine, temel insan haklarına aykırı muamele yapmasına da zemin hazırlıyor. 2015’de yaşanan mülteci krizinin ardından askıya alınan Dublin III yönetmeliğinin reform edilmesi için adımlar atıldı.
Dublin IV yönetmeliğinde mültecilerin AB içerisinde dağılımı ekonomik güç ve nüfus oranına göre düzenlenmesi ön görülüyor. AB ülkelerinin tamamının sorumluluk almasını amaçlayan düzenlemede 2016’dan bu yana mesafe kaydedilemedi. Tek bir mülteci dahi istemeyen AB ülkeleri, ortak göç politikası oluşturamıyor.
Brüksel, Yunanistan’ın uyguladığı şiddeti destekliyor
Yunanistan-Türkiye sınırını ziyaret eden AB Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen, "Bu sınır sadece bir Yunan sınırı değil, burası aynı zamanda Avrupa sınırıdır" diyerek tam dayanışma içerisinde olduklarını ifade etti. Avrupa'nın kalkanı olarak adlandırdığı Yunanistan'a teşekkür eden AB Komisyon Başkanı Türkiye'yi işaret ederek "Avrupa'nın dayanışmasını sınamak isteyenler hayal kırıklığına uğrayacaklar. Dayanışmamız üstün gelecektir" dedi. Yaklaşık dört milyon mültecinin bakımını üstlenen ve AB’nin mülteci krizi yaşamasını engelleyen Türkiye’ye 2016’dan bu yana toplam 3 Milyar Avro yardım yapan AB, birkaç bin mültecinin Yunanistan sınırını aşması ile birlikte Atina'ya 700 milyon Avro yardımda bulunacağını duyurması, uygulanan samimiyetsiz politikanın önemli göstergelerinden birisi.
Mülteci Mutabakatı başından bu yana Türkiye için yük
2015 yılında doruk noktaya ulaşan ve yaklaşık bir buçuk milyon göçmenin Avrupa’ya gelmesi ile sonuçlanan sürecin ardından 18 Mart 2016’da AB ile Türkiye arasında imzalanan ve AB’ye yasa dışı geçişlerde “transit” konumu ortadan kaldıran Göç Mutabakatında Türkiye sorumluluklarını yerine getirmesine rağmen, Avrupa verdiği sözlerde çekimser kaldı.
Ege’de göçmen ölümlerinin önlenmesi, insan kaçakçılığı zincirinin kırılması ve yasa dışı göçün yasal göçle ikame edilmesi gibi amaçlar taşıyan mutabakat en çok AB ülkeleri için, özellikle de Almanya’nın o önemde içerisinden geçtiği siyasi krizde can suyu oldu.
Mutabakat, Türkiye açısından insani mülahazalarla ele alınsa da, Türkiye için faydası sınırlı kaldı. AB, anlaşmanın yapıldığı tarihten bu yana Vize muafiyeti, Gümrük Birliği’nin yenilenmesi, 6 Milyar Avro maddi yardımın yapılması, AB müzakere sürecinde yeni fasılların açılması ve geri kabul anlaşması bağlamındaki sorumluluklarında gönülsüz ve yetersiz kaldı. Geçen dört yıl içerisinde sadece 3 Milyar Avro maddi yardımda bulunan AB, mülteci krizinden doğan mali ve siyasi yükü tamamıyla Türkiye’nin omuzlarına yıktı.
AB sınırında mülteciler ile Yunan askerlerinin çatışması, Avrupa’nın dünyaya vermekten hoşlandığı insan hakları dersinde bir kez daha sınıfta kaldığını gösteriyor. AB, güvenilmez ve tutarsız siyaseti ile ilkelerini ve uluslararası kamuoyundaki güvenirliğini hızla kaybediyor.
Avrupa kamuoyunda son beş yıldır bilinçli şekilde işlenen ve toplumun içselleştirdiği Erdoğan düşmanlığı ile yükselen ırkçılık, 2015 yılında AB’ye yönelen göç dalgasının bir ikincisinin 2020’de siyasi olarak taşınmasını imkânsız kılıyor. AB ülkeleri için varlık mücadelesine dönüşen mülteci krizi, Türkiye için de kabul edilebilir çözümlerin ortaya çıkmasını engelliyor.
AB, 2015’den bu yana Türkiye ile yaptığı Göç Mutabakatı dışında çözüm odaklı siyasi adım atmadı. Ne ortak dış politikası, ne de ortak mülteci politikası mevcut. Yıllardır Libya’da tolere ettiği de facto köle kampı olan mülteci kampları dışında somut adım atmadı. Ne Kuzey Afrika’daki gelişmeler, ne de Ortadoğu’daki gelişmeler bu durumu etkiledi. AB, kendi güvenliğinin sınırlarının Yunanistan sınırlarında görse de, gerçek anlamda güvenliğinin Türkiye’nin birliğinden, istikrarından ve güvenliğinden geçtiğini anlamakta direnmesi, reel politik denklemden kopuşunun göstergesi.