YPG’ye Arap çelmesi
Osmanlı’nın tasfiyesiyle Arap coğrafyasında cetvel-pergel eşliğinde çizilen ve tarihi temelleri pek de sağlam sayılmayacak devletçiklerin üzerinde operasyon çekerek yeni bir devletçik peydahlamak nisbeten kolay görülebilir. Fakat gerek Irak cephesinde Kerkük tartışmaları gerekse Suriye cephesinde Arap aşiretlerin kazan kaldırması paralelinde bir okuma yapıldığında bu işin sanıldığı kadar kolay olmayacağı anlaşılıyor.
YPG’nin kontrolündeki topraklarda Arap aşiretleriyle zaman zaman alevlenip, zaman zaman sönmeye yüz tutan çatışmalar anlaşılan pek öyle dinecek cinsten değil. Çünkü bu beraberlikte hem biyoloji hem de kimya cihetinden bir uyum sorunu var. Biyoloji tutmuyor çünkü hurmaya elverişli bir topraktan buğday hasadı bekleniyor. Kimya da tutmuyor çünkü biri Marksist Leninist çizgide devrimcilikle meşgul, diğeri şenlik olsa da mırra içsek derdinde.
Meselenin bir doku uyuşmazlığı olduğu daha 2015 yılında, ortalık epey karışıkken belli olmuştu. Uzun yıllar Lübnan, Suriye, Irak ve Londra’da Reuters için çalışan ve şu sıralar BAE mahreçli The National gazetesinin Ürdün muhabirliğini yapan gazeteci Halid Yakub Uveys, Alman Uluslararası İlişkiler ve Güvenlik Enstitüsü için Ekim 2015’te kaleme aldığı “Batı’nın Suriye’deki Sevgilisi: Destek arayan PYD cihatçılık karşıtı imajı bayrak gibi sallıyor” başlıklı makalesini şu sözlerle bitirmişti:
Örgüt Araplara etnik temizlik yaptı
“PYD’nin Almanya’nın desteğini artırmaya yönelik çağrılarına rağmen Berlin’in ABD’nin çizgisine uyması ve Kürt bölgelerinin ötesinde İslam Devleti’ne karşı mücadelede PYD/YPG’yi desteklemesi bir hata olur. PYD diğer Kürt seslerini susturmakla kalmayıp, ağırlıklı olarak Arapların yaşadığı köy ve kasabalarda etnik temizlik yapmakla suçlanıyor ve Esed rejimiyle iş birliğini sürdürüyor. Çok güçlü bir destek hem Türkiye’yi hem de isyancı oluşumları daha da düşmanlaştıracaktır. Kan dökülmesine son verecek sürdürülebilir bir çözüm ancak çoğulcu bir ülke için çalışmaya hazırlanan tüm grupların uluslararası düzeyde desteklenen uzlaşmasıyla gerçekleşebilir.”
2015’ten bu yana YPG/ PYD’nin Araplara etnik temizlik uyguladığı gerçeğini unutacak kadar zaman geçmedi.
Hollanda Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nün hazırladığı Rena Netjes ve Erwin van Veen imzalı “Yancı, İsyancı, Demokrat, Terörist. Suriye çatışması sırasında YPG/PYD” isimli rapor, bilhassa “Arap Nüfusu” başlıklı kısmıyla benzer şeyleri söylüyor, örgüt ile Araplar arasındaki ilişkinin ne kadar savruk ve kırılgan bir yapıda olduğunu ortaya konuyor.
Oraların yüzde yetmişi Arap
Hollandalıların raporunda konuyla ilgili kısım şöyle başlıyor:
“Şu an YPG liderliğindeki SDG’nin kontrolü altındaki nüfusun yaklaşık yüzde 70’i Suriyeli Araplardan oluşuyor. Bir Süryani temsilcinin belirttiği gibi M4 otoyolu altında her şey Arap.”
Nitekim Esed de bir röportajında “Ellerinde tuttukları bölgede nüfusları yüzde 30’u zor buluyor” deyip “Bir gün nasıl olsa tıpış tıpış bana gelecekler” imasıyla örgütü aşağılarken işte bu sosyolojik gerçeğe atıf yapıyordu.
Rapor, yüzde 70’i Arap olan bölgede silahtan başka tutunacak bir şeyi olmadığı için (o silahlar da Amerikan malı zaten) dolaylı bir yönetim şeklini seçen örgütün, önde gelen aşiret liderlerini sivil ve askeri konseylere dâhil etmek suretiyle ipin ucunu kaçırmamaya çalıştığını yazıyor. Bölgede işsizliğin had safhada oluşunu kullanan örgüt, Arap gençlerinin eline silah tutuşturup kendi saflarına katıyor. Fakat yine de Araplar, örgütün bu idare şekline katılmaya pek gönüllü değil. Gönüllü olmamanın ötesinde bir isyan hissiyatı var örgüte karşı. Bilhassa Ogeydat ve Baggara gibi büyük ve güçlü aşiretler gidişattan hiç de mutlu görünmüyor.
Aşiretler memnun değil
Peki, neden?
- - Araplar kendilerini kendi topraklarında dışlanmış hissediyor.
- - Örgüt zorla silah altına alma politikası uyguluyor.
- - Eğitimde örgütün zihniyetine göre yeni bir müfredat var. Yani başka bir kimlik dayatılıyor.
- - Yeni bir müfredat dayatılıyor ama okulların yarısı hâlâ kapalı.
- - Örgüt nüfuz edemediği aşiret liderlerine baskı yapıyor, bu baskı çabucak zorbalığa dönüşüyor.
- - Örgüt mensupları bazı aşiretlere karşı gerçekten çok kaba davranıyor.
- - Çoğu zaman su ve elektrik mevcut değil.
- - DEAŞ hâlen aktif, güvenlik sorunu devam ediyor. Akşam olunca örgütün güvenlik güçleri ahaliyi öylece bırakıp kendi kamplarına geri dönüyor.
Zaten görünürde örgüt ile iyi geçinmeye çalışan aşiretlerin de bunu pek içlerine sindirdikleri söylenemez. Bu insanların tek derdi ailelerini şu kargaşa ortamında sağ salim hayatta tutmak. Yoksa aynı adamlar 2011 yılında Esed ile el sıkışmış, 2013’te halife olarak Ebubekir Bağdadi’ye biat etmiş, şimdi de örgüt ile aynı karede gülümserken poz veriyorlar. Aslında şu anki bağlılıkları da tam olarak YPG’ye karşı bir bağlılık sayılamaz. Nitekim bir aşiret temsilcisi aynen şöyle diyor:
“Örgütün elinde silahlar ve Samalka sınır kapısı var. Aşiretlerin elinde ise bunlar yok. Şimdilik güç onlarda.”
Fransa ve ABD baskı yapıyor
Şu an sürgünde yaşayan bir Arap temsilci ise daha net konuşuyor:
“Fransa ve ABD, YPG’yi desteklemeleri için Araplara, diğer Kürtlere ve başkalarına baskı yapıyor. Bizim topraklarımızdan çıkan petrolün parası nereye gidiyor, hiçbir fikrimiz yok.”
Arapların hissiyatı ve hâlet-i rûhiyesi örgütün pek de umurunda görünmüyor. Nitekim Kasım 2020’nin hemen başlarında Deyrizor’da üçüncü kez bir diyalog çabası adına “Cezire ve Fırat Sakinleri Ulusal Konferansı” düzenlendiğinde örgüt lideri İlham Ahmed, Esed rejimiyle uzlaşmadan bahsetmişti. Fakat bu, Arapların hiç hoşuna gitmedi. Çünkü bugüne dek hem rejim hem de DEAŞ’ın elinden acılar çektiler ve o hatıralar taptaze. İlham Ahmed’in uzlaşma sözüne “Bizi tanımayan, terörist diyen bir tarafla nasıl diyaloğa girebilirsiniz” diyerek tepkilerini gösterdiler.
Washington kontrolü hiç vermedi
Hollanda raporunda şöyle ilginç bir cümle var ki üzerinde düşünmeyi hak ediyor.
“Washington, SDG diye karma bir yapılanma ile YPG/PYD’yi planın içine soktu ama gerçek kontrolü ona vermedi, hep kendi elinde tuttu.”
Kökü 90’lı yıllardaki Çekiç Güç’e dek giden, 2003 Irak işgaliyle Irak’ın kuzeyinde bir bölge yönetimi kurulmasına çanak tutan ABD zihniyetinin, Saddam öcüsünden sonra DEAŞ öcüsünü devreye sokmak suretiyle bu kez Suriye’nin kuzeyinde bir bölge yönetimi kurma çabası içinde olduğu aşikâr. Nihai hedefin bu iki parçayı birleştirmek olacağını öngörmek büyük bir zekâ gerektirmiyor.
Osmanlı’nın tasfiyesiyle Arap coğrafyasında cetvel-pergel eşliğinde çizilen ve tarihi temelleri pek de sağlam sayılmayacak devletçiklerin üzerinde operasyon çekerek yeni bir devletçik peydahlamak nisbeten kolay görülebilir. Fakat gerek Irak cephesinde Kerkük tartışmaları gerekse Suriye cephesinde Arap aşiretlerin kazan kaldırması paralelinde bir okuma yapıldığında bu işin sanıldığı kadar kolay olmayacağı anlaşılıyor.
Planın maliyeti ağır
Hiç de kolay olmayan Arap engeli bir şekilde aşıldı diyelim, geriye imparatorluk geleneğine sahip coğrafyanın en büyük iki devleti Türkiye ve İran kalıyor. Arap engelini aşmanın onlarca yılı aldığı ve nelere mâl olduğu düşünüldüğünde Türkiye ve İran engellerini aşmanın maliyeti kendiliğinden ortaya çıkıyor. Gerçek hedefi her ne olursa olsun, hangi küresel lobilerin desteğini alırsa alsın, her zaman denildiği gibi velev ki ABD’nin İsrail’i güvenceye alma planı olarak okunsun, bunu başarabilmek neredeyse imkansız. Matematik biliminden haberi olanların bunu kabul etmesi gerekiyor.
Hollanda raporundaki “ABD gerçek kontrolü hep kendi elinde tuttu, örgüte vermiyor” tespitinin tam da buradan okunması gerektiğini düşünüyoruz. Yol uzun ve zorlu. Çapulcular takımına teslim edilemeyecek kadar önemli bir proje bu ABD için. Dediğimiz gibi muhtemelen başaramayacak ama başarmak için elinden geleni esirgemeyecek ve epey baş ağrıtacak. Bunu bilelim ve biz de planlarımızı ona göre güncelleyelim.
ABD’yi boş hayallerden kurtaralım
Planları güncelleme derken, ABD’nin işini zorlaştırma adına ne kadar zıt unsur varsa kesinlikle desteklenmesi gerekir. İşte bu noktada “Arap aşiretlerinin isyanında Türkiye’nin parmağı var mıdır” sorusunu sormanın vaktidir. Devletler bu tür işleri yapar ve de kesinlikle duyurmaz, işin tabiatı bunu iktiza eder. Umalım ki bu isyanlar böyle bir inisiyatifin eseridir. ABD’nin el verdiği ama uzaktan kumanda etmekten bir türlü vazgeçmediği, vazgeçmesinin de şu konjonktürde mümkün olmadığı bir çıfıt örgütü kendi acemiliğinde boğmak, böylece ABD yönetimini de boş hayaller peşinde koşmaktan kurtarmak herkesin menfaatine olacaktır.