Yeniden Çevrimlerin Kurtarıcılığı
Gerçeği mümkün mertebe kavradıktan sonra hikâyeleştirme yerine, ‘gerçeğe daima belli bir anlayışla ve belirgin bir açıyla bakmak’ şeklinde özleştirebileceğimiz tür sinemasına bel bağlayan Hollywood, epeydir kan kaybetmekte. Tıpkı Amerika gibi. O eski parlak günlerini mumla arayan sektörün kurtuluş reçetelerinden biri, ya kendi terekesinden bulduğu veya dünyanın başka ülkelerinden tutmuş yapımları kendine özgü anlayışla bir kere daha çekmek. Yeniden çevrim hadisesi bizim açımızdan da ilginç. Farkında mısınız, bizde yeniden çevrime pek az rastlanır? Bunun sebebi Yeşilçam’ın zaten bir gayrı resmi yeniden çevrimlerden ibaret olması mı yoksa?
Hollywood Sineması’nın başarısının oturduğu sacayaklarından birinin adı tür anlayışı. (Amerikan Sineması değil, Hollywood. İkisinin arasındaki fark büyük.) Zaten bizzat icat ettikleri tür anlayışını kemale taşıyan ve nihayetinde mimarisinin kalıbını tespit eden (aynı zamanda da sabitleyen) Hollywood, dünya çapında sektörleşmesini de bu başarısına borçlu.
Tür sineması geliştikçe Hollywood daha çok kazandı; Hollywood kazandıkça tür sinemasının formülasyonu daha bir oturdu.
- Ne ki bu ilerlemenin (O çok imrenilen ‘gelişme’nin tabii bir neticesi icabı...) zirve noktasına ulaşılmasının üzerinden bir hayli vakit geçti. Peki neydi tür sinemasının zirvesi? Mükemmel bir sıradanlığa ulaşmak!
Hayır, hiç de bir tezat yok bu tespitte. Bilindiği gibi birçok şeyin zirve noktasına çıkması ve dolayısıyla mükemmelleşmesi, sonunun başlangıcıdır da. Çünkü mükemmelliğe ulaşmak, yeniliğin, yenilenmenin ve hatta farklılaşmanın da bitmesi demek. En hafifinden yaratıcılığın azalması.
Türün İstikrarı Adına
Hollywood’un yıllar yılı bunca palazlanmasının temelindeki sebeplerden biri durumundaki tür sineması için de aynen geçerli bu tespit. Birçok tür, aslen tekâmülünü çoktan tamamlamış, epeydir kendisini defalarca tekrar edip durmakta. Ama tekrar ettikçe kazanç çarkını çevirmeye de devam etmekte.
Meselâ romantik komedi türünü ele alalım; bunca vakittir bünyesi icabı zaten türler arasındaki en kısır hüviyetini muhafaza etmekle kalmadı, bu kısırlığının beraberinde getirdiği hususiyetten de misliyle istifade etti ve ortalama her 10 yılda bir en geniş muhatap kitlesi durumundaki gençlere, aynı hikâyeyi yeni yüzlerle defaatle anlatırken herhangi bir maniayla da karşılaşmadı. Hiçbir izleyici de bu bitmeyen tekrardan şikâyetçi filân olmadı. Yeri geldi, sinema salonları doldu; yeri geldi insanları televizyonlarının başına kilitledi.
Romantik komedi demek, istikrar demek. Hele bir de mutlu sonla bitiyorsa.
Ödü patlamış gibi bir köşeye sinen korku türü ise son 20 yıl içerisinde kendinden beklenmeyecek bir performansla atak üstüne atak gerçekleştiriyor. İlkin dram türüyle yakınlaştı, ardından fantastikle ve nihayetinde de bilim-kurguyla. Zaten yanıbaşındaki gerilimle ta en başından beri gerilimli ilişkileri devam etmekte.
Türlerin arasında bilkuvve yaratıcılıkta dramla yarışır kudretteki bilim-kurgu ise aksiyonla kötü evliliğini inatla sürdürüyor. Yeni, farklı, hele hele yaratıcı bilim-kurgu örnekleri kelaynak misali. Polisiye hâlâ avantürün uzatmalı sevgilisi. Yıllardır aynı çatı altında yaşıyorlar ama ikisi de bu birliktelikten pek mutsuz.
Olmayan Milletin Yaşanmamış Tarihi
En uzun soluklu ve en fazla sevilen türlerden biri durumundaki western ise Amerika’nın tüm dünyada mutlak hakimiyet elde ettiği tek kutuplu dönemden itibaren, zikredilen bu gelişmeyle ters orantılı bir tarzda sürekli kan kaybetmekte. Hâlbuki türün aslı-esası da Amerika’nın kuruluş yıllarına dayanmakta ve asil göçmenlerin sefil yerli Kızılderili kabilelerine karşı yürüttükleri hak mücadelesindeki yiğitliklerine dayanmakta. (Bu cümlede icap eden yerlere parantez içinde ünlem koymayı okuruma hakaret addederim.) Yeri geldiğinde de tarihi bakımdan külliyen palavra kovboy çatışmalarına ve düellolarına yaslanmakta. Akla-hayale gelecek neredeyse her çeşit hikâyeyi defaatle işleyen tür, son çeyrek yüzyıl içerisinde, daha önce pek yer verilmeyen zenci karakterine başlıca rollerden birini münasip görmek gibi hamlelerle kısmen yenilense bile, meselâ korku türündekine benzer bir canlanmanın imkânına kavuşamadı henüz.
Tersine, western kendi kredisini tüketen bir berduş gibi bütün dünyadaki tesir kuvvetini gün geçtikçe biraz daha kaybetti. Artık çocuklar bile bir western filmi izledikten sonra “En büyük Amerika” teranesine kanmıyor. Türün kendine özgü epik havası bile muhataplarında eski tesir kuvvetini icra etmekten hayli uzak.
Doğru, western hâlâ fena para getirmiyor. Meselâ öteki türlerin pek çoğunda yeni yapımlarda yapımcıların risk alarak kimi ufak-tefek yeniliklere müracaatı sık sık iktisadi kayıplara yol açabiliyorken western, garantili yatırım hususiyetini korumaya devam ediyor şimdilik. Kemikleşmiş bir hayran kitlesi, sayıları azalsa da hâlen daha var.
Western Yeniden Çevrilirse
Yeni hikâye bulma veya eski bir hikâyeyi yeni bir tarzda anlatma aşamasında yaşanan yaratıcılık tıkanmasının yanında, kuşkusuz birçok yapım şirketinin el değiştirmesinin, dolayısıyla yeni yapımları belirleyenlerin sektörün içinden gelmemelerinin, Hollywood’un fiyaskolarındaki payı büyük. Peki nedir bu derdin çaresi? Sektörün bulduğu en etkili (ama beklenen iktisadi neticeye en az yaklaştırıcı) çözüm, yeniden çevrim formülü. Geçmişte tutmuş, ya iyi kazandırmış veya kendinden çok bahsettirmiş bir yapım, ufak-tefek elden geçirmelerin akabinde, yeni oyuncularla yeni zamanların izleyicisi için bir kere daha fırınlanır.
Haksızlık etmekten sakınmak için belirtelim, nadiren rastlansa bile aslından daha başarılı yeniden çevrimler yok değil. Biraz çizgiyi zorlayan misalliğini başa alarak söyleyelim, Yul Brynner’ın başrolünü üstlendiği, Michael Crichton yönetimindeki 1973 yapımı Batı Dünyası (Westworld) adlı filmin, Anthony Hopkins’in performansı eşliğinde 2016 yılında aynı adlı muhteşem bir diziye dönüşmesi, bir yeniden çevrimden çok, adeta bir yeniden yaratma timsali. Evet, bir westernin istisnasız bütün malzemeleri, tiplemeleri ve klişeleriyle aynen mevcut dizide. “Varlık nedir? Nasıl varolduk? Yaratıldığı iddia edilen insan da bir insan yaratabilir mi? İnsan nedir? Ruhun mahiyeti nedir? Zihin nerede başlar, ruh ne vakit devreye girer?” gibi yakıcı sorularla sarmalanmış bir hâlde.
- Bizde ise yeniden çevrimlere nadiren rastlanır. O da en fazla mizah filmlerinde. Hazır tutmuş hikâye, hazır kalıplara bir kere daha batırılır ve az bir itinayla servis edilir. İlk filmin ticari başarısının getirdiği boş bir özgüven neticesinde, ne yapıma yeterince vakit ayrılır, ne de seyirciye hakkettiği kıymet verilir. İşin garibi, bütün bu tahfife rağmen gişe hasılatı yapımcıları memnun eder gene de.
Bizde yeniden çevrimlere bunca az rastlanmasının asıl sebebi, Yeşilçam Sineması’nın gayrı resmi yeniden çevrimlerden ibaret olması mı yoksa?