Yalan dünya yalan benlik
İnsanın kendine söylediği yalan, insanın başkasına söylediği yalandan farklı olarak hem teftişsizdir hem de geri dönüşsüz. Söylenmiş, tesirini yerine getirmiş ve unutulmuştur çoktan; geri dönüp de kurcalanmaya değmez. Hem kendi kendimize söylediğimiz yalanları, başkalarına söylediklerimizin zıddına, zaten en başından yalan bile saymayız ki sonra icap etsin de geri dönüp sahihliğini sorgulayalım. Kişi başkasına yalan söyleyip de onu inandırdığını zannettikçe sonra nicesini kendine söyler ama dönüp de yalanlarını yüzüne vuracak kimse bulunmayacağı için yalan dünyada hakiki bir yalan gayyasına yuvarlanır da hiç farkına bile varmaz.
Yalan dünya... Bir vakitler ne çok duyardık bu terkibi. Duymaz olduk artık. Belli ki bizim için dünyanın yalanından daha çok hakikati cazip artık. Bir yandan dünyanın geçiciliğine işaret ederdi bu tasvir, bir yandan da herhangi bir hakikat barındırmadığına. Dünyanın hakikati arıziydi; asli değil. O yüzden yalan dünyaya aldanmak, bir daha hakikate yüz sürememek demekti.
Elbette merkezi bir dini tabir değildi; aslında tam manâsıyla dini bir tabir bile değildi ama atalarımızın yeri geldiğinde her seferinde cömertçe kullandıkları ve bir nevi birbirlerini bu tabirin muhtevasıyla aşıladıkları ahlâki bir ifadeydi ‘yalan dünya’ terkibi. Öyle ya dünya bizatihi yalandı ve her yalan gibi hükmü ancak faniydi. Fani yani gelip geçmeye mahkûm. Tıpkı bir mum gibi. Ne kadar iktisatlı yakılırsa yakılsın, mum dediğimiz şey, yanması icabı, günü geldiğinde bitecekti. O yüzden yalancının mumu da yatsıya kadar yanardı; ertesi güne kalmazdı.
Yalanın bir günlük bekası bile kabil değildi. Dünyayı yalan bellediğinizde elbette.
Öyle ya, cazip fani yerine çetin bakiyi tercih daha makul ve müspet değil miydi? Peki, bizatihi yalan dünyanın kendisine ve onun boş ve geçici nimetlerine niye itibar ve iltifat edelim ki! Madem biz hayvanat, nebatat ve cemadat gibi sadece bu fani dünya için yaratılmadık, öyleyse bizi o asıl ve hakiki maksadımızdan uzaklaştıracak yalan dünyaya ve dünyanın yalanlarına asla kapılmamalıydık. Dünya yalansa bu yalanın içinde geçici bir menfaat devşirmek için yalan söylemek de kerrelerce yalan ve yanlıştı. Hem hakikaten Rabbine inanan bir insan, yalan dünya için niye yalan söylesin ki!
Hakiki yalan sahte mesih
Dünyayı yalan hafızamızda, bir tek o zaman, insanın varlığı da, o varlığın mahiyeti de sorgulanabilirleşmekte. İnsanın ertesi güne kalıp kalmayacağı meçhûl bir varlık olduğu belirginleşmekte. Nice şey dün varken bugün yoktu. Bugün varolanların bir kısmı da yarın yokluğa karışacak; dünden belli.
Geçicilik bu kadar esasken ve kalıcılık bu kadar muhtemelken ne diye insan yalan söylesindi ki! Fani dünya menfaati için söylenen ama söyleyeni fenalaştıran ve fenaya yani yokluğa taşıyan bir menhus amele, insan niçin bir kurtarıcı gibi sarılır? Öyle ya, hangimiz yalan söylemediğini iddia etse, o ân yalancılaşır: suçüstü.
Sahte bir mesih yalan. Kurtarıcılığı sahte ama belâsı sahi.
Öte yandan, hakkını teslim etmeliyiz, yalan insanı nice fena hâlden de kurtarır. Uzun uzadıya izah ettiğinizde kimbilir başınıza başka nice çoraplar öreceğiniz hayati bir vaziyetteyken, pembeliğine veya beyazlığına sığınıp söylediğimiz bir yalan, kim inkâr edebilir, bizi nice çıkmaz sokaklardan, yeni ithamlardan, şiddetli ve uzun vadeli cezalardan kurtarabilir; hatta idamdan bile.
Öyle gelir insana: Yalan batırmaz; kurtarır.
Garip ama bu tespit doğrudur da.
Başkasının yalanı bizim doğrumuza yeğ
Her yalan olmazsa da bazıları insanı nice fenalıklardan korur. Şuraya dikkat edelim ama: muvakkaten! Tabiatı icabı insanı kısa bir vakitliğine koruyan ve kurtaran yalan, sonra onu muhakkak batırır. Ama ya bu yalan dünyada veya öbür hakikisinde.
Yalanın en esaslısı, en mahiri, tıpkı faiz gibi Yahudi’ye mahsus. Malûm, goyyime yalan söylemek memnu değil, adeta vacip Yahudi itikadına göre. Yeter ki adi bir goyyim, yalanını yakalamasın. O yüzden dünyanın en iyi yalancıları Yahudiler. Yalan itikatlarına, amellerine, kültürlerine ve hatta genlerine işlemiş vaziyette. Bu vadideki maharetlerini takdir memuriyetindeyiz. Sanayi Devrimi’nden itibaren ilimde, bilimde, fende ve sanatta ne biliyorsak ekserisi Yahudi’nin binde bilmem kaçlık yalan sosuna bandırıldıktan sonra muhataplarına takdim edilmiş vaziyette. Ama biz yalan söylemeye kalktığımızda ekserisi palavra. Yahudi’nin zıddına biz, yalanın münderecatını arttırdıkça inandırıcılığının da artacağını zannediyoruz.
Başka milletlerde veya kültürlerde yalan, ipin ucu ustalıkla takip edildiğinde muhakkak falsosunu aşikâr ederken bir tek Yahudilerde yalan, neredeyse bütünü doğru olduğu hâlde en hayati kısmı yalana dayandığı için kolayca anlaşılmayabileceği gibi, uzun vakitler hakikatin tahtına bile geçip kurulabilmekte.
Yalan dünyayı bize hakikat diye yutturanlar da onlar zaten.
Hâlbuki ‘yalan dünya’ tabiri bize mahsustu; sadece bize. Gelgelelim bize ait ne varsa hepsini küçük dünyalıklar karşılığında elden çıkaralı uzun vakitleri buldu.
Gene de bir tek Yahudi’nin mumu yatsıya kadar yanar.
Binlerce senedir gözlerimizi öylesine mahir boyamışlar ki asırlar evvel sönmüş mumlarını bile hâlâ yanar göstermenin sahtelik sırrına bir şekilde vukufiyet kesbetmişler. Çoktan sönmüş yıldızların ışığı dünyadan bakıldığında nasıl hâlâ parıl parıl parlıyorsa öyle bir teshir işte.
Bütün insanlık şu yahut bu maharet seviyesinde, inandırıcı veya beceriksiz yalan söylerken bir tek onlar hakikatin yerine geçebilecek kudrette yalan kurabilmekteler. Kimilerine göre takdir edilesi bir maharet bu elbette. Hakikatin insanı yoran çetinliği yerine yalanın hemen yenilip yutulmaya hazır vasıflarını şöyle bir karşılaştırmak kâfi. Şimdilerde kim zorluğa talip ki. Başucumuzda yalanın kolayı ve kolaycılığı varken.
Yalan dünyaya karşı dünyanın hakikati
Gel gör ki biz, son asırda güya dini ve milli şahsiyetimizi olanca asliyetiyle muhafaza ettik ama artık dünyaya başka bir gözle bakıyoruz. Yalan dünya gitti, yerine helâlinden dünya nimetleri geldi.
Ne ki şimdilerde handiyse külliyen unutuldu bu tabir; unutturuldu. Doğrusu yeni dünya görüşümüze pek uymuyordu artık böylesi kabûller. Bir yanda bütün dünya nimetlerinden bolca istifade edip öbür yanda harika birer Müslüman olarak yaşamak varken, ne demekti şimdi böyle manâsız şeyler? Yalan dünyaymış, pöh! Gör, tut, elle; bak bakalım yalan mı?
Yalan dünya, yerini dünya gerçeklerine bırakalı beri rezil bir vaziyetteyiz; orası ayrı.
Gelelim işin bamteline:
Galiba yalanın en basiti, handiyse zararsızı ve neredeyse masumu, insanın başkalarına söyledikleri. Öyle ya, hepimiz zaten birer yalancıyız; söylemiştik. Sadece başkaları daha yalancı. Üstelik biz başkalarında bir-iki yalan yakalamışsak bu bize başkalarına sürü-sepet yalan söyleme hakkı verir. Gerçi adaletten uzak ve sahte bir kısastır bu ama olsun, kim yalan söylemek imkân ve fırsatını kaçırır ki.
O yüzden sakız çiğnemekten vazgeçeriz ama yalan söylemekten asla. Hem yalan öylesine sihirli, öylesine esrarengiz bir kudrete sahiptir ki hileli bereketi sayesinde yalan söyledikçe bu vadide ustalaşırız. Vadinin başında güya bizi bazı tehlikelerden veya sıkıntılardan kurtarsın diye beceriksizce söylediğimiz yalan, vadinin bitiminde bize kuvvetli, sarsılmaz, kırılmaz ve bükülmez bir kalkan vasfıyla geri döner. Vadide yol aldıkça hem daha ustalıkla yalan söylemeyi öğreniriz, hem de yalanımızın şeytani formülünü de tespit ederiz: Aslında söylediğimizin her kelimesi doğrudur ama ufacık bir yalandan virgülü ustalıkla araya sokmayı ve muhatabımızı inandırmayı başarmışızdır sadece. Yahudileşme, evet.
Yalanın hakikati ve hakiki yalan
Dünyanın bütün inançları, bütün kültürleri, bütün ahlâk anlayışları ve elbette dinleri yalanı yasaklar. Ama evvelâ kendince tarif ve tavsif ederek. Yukarıda zikretmiştik: Meselâ Yahudi itikadına göre yalan, ancak bir Yahudi’ye söylendiğinde memnu, diğerlerine meşru.
Öte yandan gözardı ettiğimiz pek mühim husus ise şu: Yalanın en kuyruklusu, en mumu sönmeyeni ve en tehlikelisi, kişinin kendine söylediği...
Hâlbuki insan başkalarına bir söylemişse dönüp kendine bin yalan söyler de farkına bile varmaz. Söylenilenin yalanlığını teşhis ve tespit edecek kişi de kendisi ya zaten. Kanaatimce yalanın esas yıkıcılığı işte burada cereyan etmede. Bu tespit, yalanın içtimai tehlikesini ne inkâr ediyor, ne de tahfif; sadece dünyanın yalanlığını kabûl ve idrakten uzaklaştıkça düştüğümüz dünyevi bir tuzağa dikkat çekme niyetindeyim.
Neticede içinde yaşadığımız cemiyetle ne kadar gevşek bir irtibat içerisinde bulunursak bulunalım, gene de bizi alttan alta denetleyen bir mecranın varlığını bilerek kıvırmaya çalışırız yalanımızı ama dönüp de kendimize yalan söylediğimizde öyle mi? Bu durumda kendi kendimizin müfettişiyiz ve zaten teftişine sıvandığımız husus da kendi kendimize söylediğimiz azıcık esnetilmiş bir hakikat. Ne çıkar ki bundan canım! Hem kimler kimlere nice yalanlar kıvırıyor ki!
İnsanın kendine söylediği yalan, insanın başkasına söylediği yalandan farklı olarak hem teftişsizdir, hem de geri dönüşsüz. Söylenmiş, tesirini yerine getirmiş ve unutulmuştur çoktan; geri dönüp de kurcalanmaya değmez. Hem kendi kendimize söylediğimiz yalanları, başkalarına söylediklerimizin zıddına, zaten en başından yalan bile saymayız ki sonra icap etsin de geri dönüp sahihliğini sorgulayalım.
Nice günahın zıddına yalanın Müslüman’a asla yakışmayan tarafı da işte burası: Kişi başkasına yalan söyleyip de onu inandırdığını zannettikçe yahut daha fenası, inandırdıkça sonra nicesini kendine söyler ama dönüp de yalanlarını yüzüne vuracak kimse bulunmayacağı için yalan dünyada hakiki bir yalan gayyasına yuvarlanır ama bu vaziyetin hiç farkına bile varmaz. Ve kim bilir, gün gelir kendisini ya Neron görmeye başlar, ya Napolyon veya Mesih. Yahut benzeri bir karaktere büründüğü yalandan tarihi karakterler. Kültürüne göre değişen bu tarihi karakterlerle özdeşleşmeyle kişi, yalan dünyanın kendine mahsus hakikatini ezip geçmiş, kendi hayalinin yalanını hakikat bellemeye başlamıştır artık.
Kendine yalan söylemenin varacağı yer, yalan dünyanın kendine mahsus hakikatleri yerine, kendi yalanlarının hakikiliğine inanmak.