Vatikan’ın Türkiye’deki uzantıları
Geçtiğimiz ay sosyal medyada ilginç bir görüntü dolaştı. Elinde mikrofon biri sokakta kayıt yapıyor. 60’lı yaşlarda bir kişiye mikrofon uzatıyor. Adam hiçbir hakaret, aşağılama ve küfür olmaksızın Mustafa Kemal’i eleştiriyor. Elinde mikrofon olan 30’lu yaşlardaki zavallı ise adama çemkiriyor. Bakıyor kamera açık. Kapalı olsa linç edecek ve muhtemelen başkalarının kayıt yapmasından da korkuyor. Bu noktaya nasıl geldiğimiz neredeyse bir buçuk-iki asırlık bir mesele. Osmanlı öyle bir özgüvene sahipti ki, yabancıların Osmanlı topraklarında okul açmalarını belki hiç umursamadı. Umursamak istediğinde ise iş içten çoktan geçmişti. İşte Osmanlı o mekteplerde yıkıldı ve bugünkü rejimin temelleri o okullarda atıldı.
Osmanlı topraklarında ilk olarak 1583’de Fransız kralının isteğiyle Saint-Benoit (St Benoit) Lisesi açıldı. Hâlen faaliyetini sürdüren bu Cizvit okulundan sonra yine Cizvitlerce 1629’da Saint Georges Fransız Okulu ile St Louis Lisan Mektebi açılacaktır.
Amerikalıların denizaşırı ilk misyoner faaliyetlerinin bir ürünü olarak ise Robert Koleji kurulur ki, bu kolej ve devamı olan Boğaziçi Üniversitesi’nin Türk eğitimine tesiri çok büyüktür.
Sonrasında sayılamayacak kadar çok eğitim kurumu açılmış, insanımız devşirilmiştir. Hatta Mekteb-i Sultânî bile bugün onların elinde veya tesirindedir.
Osmanlı toplumundaki Ermeni, Rum, Yahudi, Bulgar, Sırp, Romen, Slav ve Gürcülerin önemli bir kısmı bu misyonerlerle birlikte hareket etmiştir.
Osmanlıda yabancı, topluma yabancı kimseler değil misafir ve emanet edilmiş kimselere denilirdi. Bir de topluma veya toplumuna yabancı veya yabancılaştırılmışlar türedi ki, dün de bugün de memleketin asıl meselesi bu tip kimselerdir.
‘Galatasaraylı monsenyör’
FETÖ’cü olmasa da Vatikan ve FETÖ’nün özellikle ‘dinlerarası diyalog’ faaliyetlerine iştirak eden Prof Niyazi Öktem, bu okullarda insan avına çıkmış bir kişi ile yakın dosttur ve onunla bir mülâkat yapar. Ölümü sonrasında ‘Galatasaraylı Monsenyör’ adıyla 1989’da kitap olarak neşreder. Kitap 2001’de FETÖ isimin de katılımıyla genişletilip Zaman gazetesinde yeniden basılır.
Öktem, düşünce olarak muteber bir şahıs değil. Ama yayınladığı kitap, bir tarihin kısa özeti olması bakımından ehemmiyet arz ediyor.
Mâlum, dünyada terör örgütü mensupları gerçek adlarını yerine ‘kod adı’ kullanırlar. Bu gavurların da AKA diye ifade edilen uzun adları olur ama genellikle bu adı kullanmazlar. Mesela herkes mevcut ABD Başkanının adını Joe Biden olarak bilir. Oysa onun gerçek resmî adı yani AKA’sı Joseph Robinette Biden Jr.’dır.
Dönmelerde ise soyadının özel bir ehemmiyeti vardır, çünkü o şifre mahiyeti taşır. Bir diğer şifre ise Sabetay Sevi’nin güya Müslüman olduğunda aldığı ‘Mehmet Efendi’ adı vardır ki, pek çok Sabetaycı’nın isminin başında kullanmadığı Mehmet’i bulunur. Çok azında ise ‘Efendi’ yer alır. Soner Yalçın’ın kitabının adının ‘Efendi’ olması da buradan mülhemdir.
‘Galatasaraylı Monsenyör’ün gerçek adı Pierre Dubois olmasına rağmen, diplomalarına bile sahte adı Pere Guatier girecektir. Belli ki özel yetiştirilmiş bir misyoner. Belki de bir misyonerden çok öte istihbaratçı bir papaz.
Biz, Hıristiyanların hepsini tek dine mensup sansak da aslında çoğu birbirini tekfir eder. Onlardaki mezhep bizdeki gibi değil farklı bir din gibidir. Ne teslisleri ortaktır ne de İncilleri. Sayıları az olsa da teslise inanmayanlar da var, mevcut İncilleri reddedenler de.
‘Hristiyanlık Yahudi̇ hahamlarca yazıldı’
Haham Baruch Efrati 2015’de “Hıristiyanlık ve onlara ait peygamber kıssaları, 1 ile 15’inci asır arasında yaşamış Yahudi hahamlarca yazıldı” itirafında bulunmuştu. Mâlum, önemli ölçüde Hıristiyanlık denilen dinin Hz. İsa (a.s.) ile hemen hiçbir bağı yok. Bu din, Yahudi Pavlus tarafından uydurulmuştu.
Söz konusu kitapta ‘Kapusendi’ denilen Pere Guatier ile ilgili şu ifade geçiyor: “Kapusendi yani Katoliklik dininde Saint François mezhebinin bir kolu. Dikkat ederseniz, Hıristiyanlığın Katoliklik mezhebine ait bir kol denilmiyor.
Bu şahıs 1932’de Türkiye’ye geliyor, ölene dek burada kalıyor. Gelir gelmez St. Louis’te matematik hocası olarak başlıyor. Sonra St. Benoit’te de aynı dersi veriyor. Dame de Sion’da felsefe, Galatasaray Lisesinde ise felsefe, Latince ve Yunanca derslerine giriyor.
Böylece Galatasaray’da papazlarca hangi dillerin de öğretildiğini öğrenmiş oluyoruz. Galatasaray’da İsmet İnönü’nün damadı Metin Toker, mason ve Sabetaycı Coşkun Kırca gibi isimlere hocalık eder. Mahmut Esat Bozkurt ve Reşat Nuri gibi azılı İslam düşmanlarıyla ise arkadaşlık…
H. Erroll Gelardin’in ‘Sabetaycı’ adlı eserinde İnönü’nün karısının da Sabetaycı olduğunu öğrendiğimizi not ederek devam edelim.
1974’de Vatikan tarafından Monseigneur Roncalli’nin eski makamına getirilir. Burada Roncalli bahsini açmak gerekiyor. Amerikan Deniz Kuvvetleri, 1958’de Türkiye’ye, gerilla ve kontrgerilla uzmanı, aynı zamanda ajan olan Fred Haynes adlı bir askeri ataşe gönderir. 27 Mayıs 1960’daki askerî darbenin mimarlarından olan ve sürekli sivil giyinen bu ajan, ABD’nin Ankara elçiliği ile Millî Birlik Komitesi arasındaki irtibatı sağlayan kişidir. En çok da General Sıtkı Ulay ve Albay Alpaslan Türkeş ile irtibatlıdır. Türkeş’in Aytunç Altındal’a anlattığına göre, 27 Mayıs’ta sabaha karşı, Türkeş’in TRT’de bizzat okuduğu o meşhur bildiriyi okuması için TRT’ye bizzat götüren de ajan Fred Haynes’tir.
‘Bayar'ı idam ederseniz, dünyayı karşınıza koyarım’
27 Mayıs Yassıada Mahkemesi, Sabetaycı mason Celal Bayar için de idam kararı vermişti. İşte tam o sırada devreye Kardinal Roncalli girip ‘Bayar’ı idam ederseniz, dünyayı karşınıza koyarım’ diyerek Bayar’ı İnönü’nün elinden çekip alır.
Gül ve Haç Örgütü Üyesi olan Piskopos Angelo Giusepp Roncalli, 1950’ler Türkiye’sinin Fred Haynes ile birlikte en önemli casuslarından biridir ve 1958’de Vatikan’a giderek ‘23. John’ adıyla papalığa terfi ettirilir. Roncalli’nin Papa olmasından bir yıl sonra, Cumhurbaşkanı Bayar tarafından ilk defa Vatikan’a, Türkiye’de temsilcilik açma hakkı verilir. Bayar’ı ipten alan Vatikan/Roncalli böylece hem diyetini öder hem de ‘bana hizmet edeni yarı yolda koymam’ mesajı verir.
İbrahi̇mî dinlerin birliği dalaveresi̇
2021 yılında Hatay’da, Davud Yıldızı, haç ve hilal sembollerinin de kullanıldığı kabalistik/masonik göz şeklinde bir sahneden kadın-erkek karışık bir şekilde çıkılıyor. Üç dinin dînî kisveleri giydirilmiş kimselerce yapılan sözde dinlerarası diyalog şovun izleyip alkışlayanlardan biri de Kemal Kılıçdaroğlu’dur CHP’nin eski genel sekreteri Sabetaycı mason Kasım Gülek “Türk dostu” diye pazarlanan Roncalli’nin dostlarındandı. Hıristiyanlığın diğer mezheplerini yönlendirme projesi olan ‘ekümenizm’ ile özellikle de Müslümanları hedefleyen ‘evangalization’ adlı Hıristiyanlaştırma projesinin Türkiye’ye taşınmasını sağlayan kişiydi. ‘Hoşgörü / Tolerans’, ‘Dinler Arası Diyalog’ ve ‘İbrahimî Dinlerin Birliği’ şeklinde formüle edilen bu projenin Türkiye ayağına yine Kasım Gülek’in tavsiyesiyle Vatikan, Yahudi kökenli mason Gülen’i görevlendirmişti.
Roncalli’nin İstanbul Kurtuluş’ta oturduğu Ölçek sokak, değiştirilen adıyla Kardinal Roncalli sokağı ‘kutsal mekân’ ilan edilir. 3 Eylül 2000’deki sözde ‘kutsal mekân’ törenine, Gülen’in Erzurum’dan yakın arkadaşı ve dönemin Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz da katılarak memnuniyetlerini dile getirir.
‘Hristiyanlar için Müslümanlık bir sorundur’
Konu buraya gelmişken, Vatikan’ın Türkiye temsilciliğine getirilen Pierre Dubois’in bu husustaki sözleri ile devam edelim.
“Hıristiyanlar için Müslümanlık bir sorundur” diyen Dubois, Yahudilik daha önce vardı ve (Hz) İsa’da bir Yahudi’ydi. Hıristiyanlara göre İsa, dini güncelledi. Aktüalize oldu, “revelation” tamamlandı. Muhammed bir peygamber mi? Hangi anlamda ve kim adına konuştu? Muhammed’in yapmak istediği tıpkı Luther’in ki gibi bir reformdu. Fakat tarihî şartlar nedeniyle bu, yeni bir dinin doğumuyla sonuçlandı. Sanıyorum ki Muhammed’in amacı, monoteist dinleri İslam dışında bırakmak değildi.” (FETÖ ile içli dışlı olan ve şu an oğlu tarafından çok çirkin bir fiille suçlanan Niyazi Öktem bu rezil cümlelerin üzerine söze giriyor: ‘Ben de sizinle aynı görüşteyim’ diyor.) (s.43-44)
Başka bir bölümde ise “İki dini birleştirmeye gitmenin gereği yok. Sizler için de bizim için de İsa peygamberdir” (s.80) diyor.
‘Diyalog’ dedikleri şey işte bu. ‘Sizin ki din değil ve sizin bize katılmanız gerekiyor’ demeye getiriyor ajan papaz. Müslümanları yutmak için çok çalışsalar da ümitsizler. Dubois diyor ki: “Müslümanlar içinde İslam’ın gelişme süreci içinde olmasını savunana rastlamadım. ‘Peygamberden sonra hiçbir şey değişmez, kimsenin ona ders verecek durumu yoktur’ diyorlar.”
‘İnci̇l’i̇ yazarları uydurdu’
Aslında diyor ki, ‘siz dininizi bizim gibi keyfinize göre değiştirmiyorsunuz. Sizinle nasıl anlaşalım. Katılın bize, nasıl olsa bizim peygamberimiz sizinkinden -hâşâ- üstün, dolayısıyla dinimiz de.’ Tam yeri gelmişken şu mühim itirafını da kayda geçirmek gerekiyor: “Kur’an ve Hıristiyan kitapları arasındaki vahiy aynı şey değildir. Kur’an -Cebrail tarafından- dikte edilmiştir. Ötekilerde ise esinleme vardır. Bu nedenle İncil’i yazanlardan her biri onu kendi tarzına uygun bir şekilde kaleme almıştır. Herkes kendi kişiliğine, hitap ettiği topluma göre yazmıştır.”
Bu muazzam bir itiraftır ve mukaddes addettikleri İncillerin uydurma olduğunun açıkça kabulüdür. Kur’an-ı Kerim’in ise Cebrail (a.s.)’ın getirdiği gibi tartışmasız olduğunun itirafıdır da aynı zamanda. Bu gerçeği bildikleri hâlde bizi kendi sapkın inançlarına davet etmeleri nasipsiz ve iblisin esiri olduklarını gösterir.
Ağca'yı Ruslar kullandı
Türkiye’deki Hıristiyanların çok rahat olduğunu, Batıya sığınanların mülteci statüsü alabilmek için yalan söylediklerini belirten Vatikan’ın Türkiye temsilcisi Dubois, “Vatikan, Hıristiyanların Türkiye’den ayrılmalarını istemiyor” diyor.
Papa Suikastı meselesinde Rusya’yı suçlayan Vatikan temsilcisi, Rusların Polonya Meselesi yüzünden Ağca’yı kullanarak Papa’ya mesaj verdiklerini ileri sürüyor. Aralarında bizim mezhep husumeti sandığımız, oysa mezheplerin farklı bir din olarak görüldüğü Hıristiyan dünyası ile ilgili sözlerini şu ifadelerle sürdürüyor: İngiliz kral veya kraliçesi bir Katolik’le asla evlenemez. Aynı durum Hollanda ve Danimarka için de geçerlidir. (s.53)
Müslüman’a yasak gavur’a serbest
“Tanrı dünyayı yaratırken eksik, sınırlı yaratırken riskler almıştır. Biz şimdi Tanrı’nın işbirlikçileriyiz” (s.41) gibi saçma sapan cümleler kuran Vatikan temsilcisi bakın neler anlatıyor: “Atatürk’ün Güneş Dil Teorisi” ortaya çıkmıştı. Bu kongre daha sonra sürmedi. Çünkü girişim çok ütopikti. Bu arada Etrüsk dili ile bir bağ aramaktaydı. Bu Etrüskleri çalışan Paris’ten Hilair isimli bir papazı davet etti. Atatürk ona neden sivil giysilerle geldiğini sormuş ve resmî papaz kıyafeti giyebileceğini belirtmiş.” (s.35)
Müslümanların sakal koyduğu, şapka takmadığı, cübbe-sarık giydiği için kafaları koparılırken, birileri papaza ‘neden papaz kıyafetinle gelmedin’ diyormuş.
Bunca şeyden sonra kimse bu makale ‘neden yazıldı’ demeyecektir. Ama son olarak şunu belirtelim ki: Bu mektep ve üniversite düzeni ile bu millet ayağa kalkamaz. Düşmanına benzemekten kurtulamaz. Adamların nasıl asırlar süren sistemli çalıştıklarını görüyoruz. İlmik ilmik dokumuşlar. Kendileri gibi çok sayıda insan yetiştirmişler. Sonra da bütün çocuklarımız bunların eline emanet edilmiş. İşte o gün bugündür toparlanamıyoruz. Kendimize gelemiyoruz. Çocuklarımızın mürebbilerini değiştirmeden de kendimize gelemeyiz, gelemeyeceğiz.
İyi eğitilmiş, mâsum kılıklı bir papaz 1932’de Türkiye’ye görevlendiriliyor. Devletin tepesinden sokaktaki adama kadar temas ediyor. Evvelindeki Roncalli, Papalığa terfi edecek, idam mahkumunu ipten alacak kadar güçlü. Halefi Georges Marovitch ise FETÖ ile Vatikan arasındaki elçi. Tren altında öldürülmek istenmiş ama kurtulmuştu. Nurcuların tartışmalı isimlerinden Mehmet Fırıncı, pek çok kişinin ölümünden sorumlu, FETÖ’ye ait Sema hastanesinde ölen Maroviç’in İslam’ı seçtiğini iddia edecek kadar ipin ucunu kaçırmıştı. Maroviç’in kilisedeki cenazesine Müslüman olduğunu iddia eden Fırıncı katılmazken, FETÖ’yü temsilen Harun Tokak katılmış, Kadir Topbaş ve Mustafa Sarıgül’de hazır bulunmuştu.
Ve biz, bütün bunları hiçbir zaman dert edinmiyoruz. Düşmanı dost, dostu düşman sanmaya devam ediyoruz. Sonra da ‘neden bu haldeyiz, FETÖ gibi örgütler neden bu denli başarılı’ diye diz dövüyoruz. Keşke aynaya bakıp bir de kendi tembellik ve umursamazlığımızı görebilsek. Keşke şu eğitim meselesini birazcık ciddiye alabilsek. Ah keşke...