Ukraynalı Yahudi Ehrenburg’un Alman işgalindeki Paris’ten gözlemleri
Zaman birçok adları siliyor, insanlar unutuluyor, parlak görünen yıllar soluyor, ama kimi tablolar, onları ne kadar unutmak istesek de hafızalarda yer ediyor. 1940 yılı haziranında Paris’i görüyorum. Bu ölü bir şehirdi, güzelliği beni umutsuzluğa kadar sürüklüyordu. Ne otomobiller ne mağazalara girip çıkanlar ne de gelip geçenler artık binaları gölgelemiyordu: Elbisesi çıkarılmış bir gövde, ya da sokaklardan oynak yerleriyle bir iskelet. Çeşitli yüzyıllarda kurulan, bir mimarın düşüncesine, bir çağın zevkine göre değil, halkın mirasıyla, halkın karakteriyle yoğrulan Paris şehri, kıllı ve tüylü sakinlerinin(!) çıkıp gittiği taştan bir ormanı andırıyordu.
Yollarda seyrek olarak rastlananlar, biçimsiz birtakım insanlar, kamburlar, eli ya da ayağı olmayan sakatlardı. İşçi mahallelerinde eski zamanlardan kalma ihtiyar kadınlar iskemlelere oturmuş çorap örüyorlardı. Sivri parmakları, uzun şişler haline geliyordu. Almanlar şaşırıyorlardı: ‘Yeni Babil’i böyle düşünmemişlerdi. Tek-tük açık kalmış restoranlarda iştahla yemek yiyor, Notre-Dame kilisesinin ve Eiffel kulesinin fonunda birbirlerinin resimlerini çekiyorlardı.
Kısa bir süre sonra kaçanlar dönmeye başladı. Büyük güçlüklerle Loire ırmağına kadar gelenler, ırmağın karşı yakasında Alman ordusunu görmüşlerdi. Paris canlanıyordu. Ama yaşamı hayalî idi, gerçeğe benzemiyordu...
Küçük hainler deliklerinden çıkmışlardı. Gazeteler çıkmaya başlamıştı. Çok eskiden anarşist, şimdi koyu milliyetçi olan Gustave Erue, “Victorie” (Zafer) gazetesini yeniden çıkarmaya başladı. Gazete satıcıları ‘Victorie’ diye bağırdıkça, seyrek gelip geçenler irkiliyordu. ‘Paris Soir’, ‘ticareti canlandırmak için’ gazeteye Almanca ilanlar verilmesini teklif ediyordu. Gelen ilanlar azdı: ‘Âri ırktanım, iş istiyorum, her işi yapmaya hazırım.’ ‘İki fakülte bitirdim, garsonluk ya da tezgâhtarlık arıyorum, Almanca çok güzel konuşmasını biliyorum.’ ‘Soy-sop ağacım için gerekli vesikalar arıyorum.’
Saint-Germain bulvarında bir ekmekçi dükkanına girdim. Saygıdeğer Bayan, yüksek sesle: ‘Almanlar işçilerimize grevler yapmayı değil, çalışmayı öğretecekler’ diye söylendi. Dükkanların önünde kuyruklar görülmeye başlandı. Yeni yayımlanmaya başlayan bir gazete, okurlarına şu öğüdü veriyordu: ‘Her birimizin içinde Yahudi ruhunun bir zerresi vardır. Bunun için içimizde ruhî bir Yahudi kırımı yapmak gerek!’
Saatleri bir saat ileriye aldılar. Hoparlörler “Evlerinize dönünüz” diye bağırmaya başladıkları zaman güneş henüz batmamış olurdu. Kimi restoran ve kahvelerde şu biçim ilanlar görülmeye başlandı:
Burası Âri bir firmadır, Yahudilerin girmesi yasaktır.”
Ama artık Paris, Paris değildi.
İmparatorluklar yıkıldı, Fransa devrildi
Bunlar; Ukraynalı entellektüel Yahudi İlya Ehrenburg’un İkinci Dünya Savaşı’nda Alman işgalindeki Paris’ten gözlemleri. Birinci Dünya Savaşı sonunda, aralarında Osmanlı İmparatorluğu’nun da bulunduğu dört imparatorluğun yıkılmasının önemli sonuçlarından biri de Fransa’nın kıta Avrupası’ndaki kuvvetler dengesinde sivrilmiş olmasıydı.
Bununla birlikte, Rus Çarlığı’nın yıkılması, İngiltere’nin kıta Avrupası’nda bir devlet olmayışı, Amerika’nın da tekrar izolasyon/yalnızlaşma politikasına dönmesi, Fransa’yı kendi güvenliği için duyduğu endişelerden uzaklaştıramadı. Fransa, geçmişten kalan ağır intikamı Almanya’dan almış olmasının, Alman milletinde çok güçlü bir karşı intikam duygusu oluşturacağının farkındaydı!
Bu korku ve Almanya’dan kendisine yönelik olarak oluşabilecek güvenlik sorunu, 1919 yılından itibaren Fransız dış politikasına egemen olan temel etken olmuştu.
Fransa, çok uğraşmasına rağmen, Almanya’ya karşı İngiltere ve Amerika’yı yanına almayı başaramayınca, Almanya’nın çevresindeki küçük devletlerle ittifak antlaşmaları sistemi kurma yöntemini uygulamaya başladı. Bu amacında da kısmen başarılı oldu. Ama Fransa’nın bu çabaları, İkinci Dünya Savaşı’nı da bu savaşta Almanya karşındaki muazzam yenilgisini de engelleyemedi!
Yazımızın başında yer alan bölüm, bu muazzam yenilgi sonrası Alman işgali altına giren Paris’i tasvir ediyor.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya, savaşın galibi olan ve ABD’nin başı çektiği müttefik devletlerin uzun süreli işgali altında kaldı. Bu işgal süresince ABD ve müttefikleri, ırkçılık düzeyindeki keskin Alman milliyetçiliğini olabildiğince tasfiye edip, ABD örneğindeki gibi liberal/kapitalist bir sistem ve toplum oluşturmaya çalıştılar. Bu amaçlarında kısmen başarılı da oldular.
ABD’nin asıl ve örtülü amacı ise Amerika’da olduğu gibi Almanya’da da sert bir Yahudi hâkimiyeti kurmaktı!
ABD ve işgalciler bu amaçlarında da başarılı oldular. Ama Alman milliyetçiliğini yeterince tasfiye edemediler. Fransız milliyetçiliği ile Alman milliyetçiliği arasındaki ezelî/tarihî rekabet günümüzde de devam ediyor.
Yahudilerin işi: Sızmak
Günümüzde Fransa ve Almanya Avrupa Birliği’nin en büyük ve en önemli iki üyesi. Fransa’nın başkenti Paris, kültür tarihçilerince günümüzdeki Hristiyan/Batı medeniyetinin sembolü olarak kabul ediliyor. Ama Paris, Yahudi lobisinin kıta Avrupası’ndaki başkentidir de…
Günümüzde Fransa, Amerika’dan sonra Yahudi lobisinin en güçlü olduğu ikinci ülkedir. Bu, Yahudilerin, milliyetçilerin ve ideolojilerin “içine sızarak” gizli ve örtülü hâkimiyet kurma stratejisinin çok çarpıcı bir örneğidir. Yahudi lobisinin bu operasyonları yaparken kullandığı en önemli iki operasyonel kolu, Hristiyan ve Müslüman görünümündeki kripto/dönme Yahudiler ve Masonlardır.