Üçüncü dünya savaşı insanlığı tehdit ediyor!
2 Mayıs 2024 günü BM Genel Kurulu'nun Srebrenica soykırımı gündemiyle toplanacağını biliyoruz. 2009 yılında Avrupa Konseyi, 11 Temmuz gününü Srebrenica soykırımını anma günü olarak kabul etmişti. BM Genel Kurulu'nda yapılacak oturum, Avrupa Konseyi'nin aldığı bu kararı tekrarlayıp tescil etmekten ibarettir. Sırbistan’ın bu toplantı sebebiyle paniğe kapılmasından neticenin ne olacağını tahmin edebiliyoruz. Nisan ayı boyunca Filistin konusunda çok yanlış kararlar alan BM, Srebrenica soykırımını tanıyarak işlediği günahları unutturmak mı istiyor?
İhtiyar dünyamız 20. asırda yaşadığı 2 dünya savaşı ile çok büyük insânî ve maddî kayıplar yaşadı. Doymak bilmeyen emperyal hırslarını kontrol etmeyi beceremeyen batılı büyük güçler, kendi elleriyle tezgâhladıkları iki cihan savaşı çıkarmaktan çekinmediler. En yıkıcı olan ikincisi ise Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan 2 atom bombası ile sona erdirilebildi. Bir anda yüz binleri öldürücü radyasyon gücüne sahip bu korkunç bombanın kullanıma girmesiyle insanoğlu, nükleer gücü savaş silahı olarak kullanıma sokmuş oldu.
Birinci dünya savaşı sonrasında barışı koruma görevi ile ortaya çıkmış olan Cemiyet-i Akvam görevini yapamaz duruma düşürülünce, insanoğlu korkunç bir ikinci dünya savaşı felaketi ile yüzleşmek zorunda kaldı. Versay anlaşmasıyla kendine dayatılmak istenen ağır şartları kabul etmeyen Almanya, 20 yıl gibi çok kısa bir zaman sonra eskisinden çok daha güçlü bir ekonomi ve ordu ile İngiltere’nin karşısına dikildi. Birinci dünya savaşındaki yenilginin de rövanşını alma hırsı motive olmuş Almanya, yanına aldığı müttefiklerle (İtalya, Bulgaristan) kısa zamanda Fransa dâhil kara Avrupa’sının tek hâkim gücü haline geldi.
Avrupa ile yetinmek istemeyen Hitler, ordusunun yarısını Ukrayna üzerinden Rus topraklarına gönderip iklim şartları sebebiyle büyük kayıplara uğrayınca, önce Avrupa’daki hâkimiyetini, sonra da savaşı kaybetti. Almanya, Sovyetler Birliği cephesini açmasaydı hem Avrupa hem dünya tarihinin çok farklı yazılacağından bahseden tarihçilerin sayısı az değildir.
Devamında 5 yıl boyunca Avrupa’yı enkaz yığınına çeviren ve 60 milyondan fazla insanın hayatına mâl olan sahneler hafızalardaki tazeliğini hâlâ koruyor. Savaş felaketi, Avrupa’da yaşayan geniş halk kitlelerine ırkçılığa tepki (antifaşizm) ve savaş karşıtlığı aşılamış bulunmaktadır. Bu savaş karşıtlığının hem siyasete hem de günlük yaşama damga vurduğunu söyleyebiliriz.
2. Dünya savaşı sonrasında oluşan dünya düzeni
ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği ittifakının galibiyeti ve Almanya-Japonya’nın teslim olması ile sona eren savaş yeni bir dünya düzeni ortaya çıkardı. Stalin liderliğindeki Sovyetler Birliğinin 1949 yılında atom bombasını yaptığını ilan etmesi ile dünyamız karpuz gibi ikiye bölündü ve soğuk savaş başladı.
Savaş karşıtlığı tezleri etrafında, 1949'da Avrupa Konseyi, sonrasında Avrupa Birliği ve en sonunda da 1977 yılında Helsinki’de Sovyetler Birliğinin de dâhil olduğu AGİT (OSCE) gibi uluslararası kurumlar ihdas edilmiştir. Yukarıda bahsi geçen kurumlar savaş karşıtlığı ile başlattıkları çalışmaları zamanla demokrasi, insan haklarının korunması, hukukun üstünlüğü ve azınlıkların korunması gibi üstün değerlerin korunmasına öncülük etmişlerdir. Bu değerlere sahip çıkması sebebiyle gelişen Avrupa Birliği her bakımdan büyümüş, zenginlik ve refahın dünyadaki en önemli temsilcisi durumuna yükselmiştir. Avrupa coğrafyasında daha önce Varşova blokunda yer almış birçok doğu Avrupa ülkesi, AB üyesi olmak için birbirleri ile adeta yarış etmiştir.
Holokost sömürüsü
Batı dünyasında ise İkinci Dünya Savaş’ının tüm günahı Hitler’in şahsında Nazizm’e ve Mussolini’nin şahsında faşizme yüklendi. Savaşın esas sebebinin sömürge paylaşımı olduğu dikkatlerden kaçırıldı.
2. Dünya Savaş’ının en büyük kurbanının da Yahudiler olduğu safsatası her fırsatta tekrar edildi. Holokost, edebiyat ve sinema dünyasının vazgeçilmez sömürüsü olma özelliğini günümüze kadar hiç kaybetmedi. Hatta holokostu inkâr, hapis cezası gerektiren bir suç haline dönüştürüldü.
Yahudilerin savaşın tek mağduru propagandası yürütülürken BM 1948 yılında Filistin coğrafyasında İsrail isimli bir devletin varlığını dünyaya ilan etti. O yıllar bu devletin yakın bir gelecekte bölge barışı için nasıl bir tehlike teşkil edeceği fark edilmiyordu.
Gerçekte her millet ve dinden 50 milyondan fazla insanın öldüğü gerçeği holokost kadar ehemmiyet arz etmedi. Oysa mesele holokost değil, Filistin’e göçe etmeye direnen bazı fakir Yahudilerin öldürülmesinden veya sürülmesinden ibaretti.
Üç asırdan beri dünyanın büyük bir kısmını (Hindistan, Çin, Afrika v.s.) sömürge haline getirme gibi kötü bir sabıkaya sahip İngiltere ve Fransa barış, demokrasi ve insan haklarının öncüleri gibi takdim edildi. Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği gibi kurumlar, insânî değerlerin tek sahibi ve uygulayıcıları gibi muamele görmeye başladılar.
İkinci dünya savaşının bitiminde ABD'nin San Fransisco şehrindeki buluşma ile BM oluşumunun amacı, barışı korumak ve yeni bir dünya savaşının patlamasını önlemek idi. Gerekçesi ne olursa olsun bağımsız devletlerin meşru sınırları ihlal edilmeyecek, yani toprak kazanmak amacıyla hiçbir devletin başka bir devlete saldırı yapmasına izin verilmeyecekti.
1950 yılına kadar çatışmasız geçen çok kısa bir dönem, Sovyetler Birliğinin atom bombasını yaptığını ilan etmesiyle sona erdi. Önce Kore yarımadası, devamında Vietnam’da devam eden sıcak çatışmalar yaşandı. Soğuk savaş denen bir formatta NATO ve Varşova blokları arasındaki mücadele kesintisiz devam etti.
Ukrayna-Rusya savaşı Avrupa’nın barışını bitirdi
Varşova blokunun dağılması yani iki kutuplu soğuk savaş düzeninin bozulması, Avrupa’yı yeni arayışlara zorladı. Bu arayışlar arasında Avrupalılar dağılan eski Yugoslavya krizinin çözümünde kötü bir imtihan verdiler. Balkanlarda barışı koruyamadılar. Eski Yugoslavya coğrafyasında yüz binlerin ölümüne, milyonların mülteci olmasına engel olamayan Avrupa itibar kaybına uğradı. İnsiyatifi ABD'ye kaptırdı.
Balkanlardaki başarısızlık devam etti. AB, Ukrayna-Rusya savaşı boyunca çok daha kötü bir sınavla karşı karşıyadır. Ortak bir ordu ve tek anayasa konusunda ittifak sağlayamayan Brüksel, İngiltere’nin AB’yi terk etmesi ile başlayan süreçte Avrupa’nın ABD'nin global politikalarının peşine takılmasıyla hız kazandı. 70 yıldan beri ısrarla savaş önleyici politikalar üreten Avrupa, Ukrayna’daki kanlı savaşın çıkmasını önleyemedi.
- ABD dünyayı nereye sürüklüyor?
- 19 Nisan günü ABD Temsilciler Meclisi; Ukrayna, İsrail ve Tayvan’a yönelik 91 milyar dolar tutarındaki askeri yardım paketini onayladı. Aylardır temsilciler meclisinin onayını bekleyen bu yardım paketinin mânâsı bellidir.
- Zelenski ve Netanyahu’nun silah taleplerinin karşılanması, savaşların şiddetlenerek devam etmesi… Ukrayna ve Filistin cephelerindeki çatışmaların Kafkaslar ve Balkanlara yayılma riski... Ermenistan ve Gürcistan’ın NATO ya girmesi ihtimali... Balkanlarda NATO’ya girmeyen tek devletin Sırbistan olduğunu bir kere daha hatırlatmak gerek. Çevresindeki tüm komşuları ile sınır ihtilaflarını çözmeyen tek ülkenin Sırbistan olması bölgede yeni çatışma riskini artırıyor.
- Nisan ayı boyunca BM Güvenlik konseyinde Filistin-İsrail ve İsrail-İran sorunlarıyla ilgili oturumları canlı bir şekilde izleme fırsatı bulduk. 75 yıldan beri siyonist İsrail’in soykırım ve sürgünlerine ses çıkarmayan batılı ülkelerin İran’ın sınırlı hava harekâtı karşısındaki tavrını ibret ve dehşetle seyrettik. Batı dışındaki tüm dünyanın, ABD, İngiltere ve Fransa’nın İsrail’i savunan bu tavrından alacağı dersler vardır.
- 2 Mayıs 2024 günü BM Genel Kurulu'nun Srebrenica soykırımı gündemiyle toplanacağını biliyoruz. 2009 yılında Avrupa Konseyi, 11 Temmuz gününü Srebrenica soykırımını anma günü olarak kabul etmişti. BM Genel Kurulu'nda yapılacak oturum, Avrupa Konseyi'nin aldığı bu kararı tekrarlayıp tescil etmekten ibarettir. Sırbistan’ın bu toplantı sebebiyle paniğe kapılmasından neticenin ne olacağını tahmin edebiliyoruz.
- Nisan ayı boyunca Filistin konusunda çok yanlış kararlar alan BM, Srebrenica soykırımını tanıyarak işlediği günahları unutturmak mı istiyor?
Abone olmak için: www.birlikte.com.tr/gercek-hay...