Türkiye-AB: Kesişen yollar ve kaderler
Gerek Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yaşayan milyonlarca Türk kökenli vatandaş, gerek savunma, göç, güvenlik ve enerji alanlarında giderek artan önemiyle Türkiye, AB’nin yedekte bekletebileceği bir ülke olmaktan çoktan çıktı. Ukrayna savaşı ile daha da atağa geçen Türkiye’nin Rusya ve Çin ile yakınlaşmasından endişe duyan AB, Türkiye’ye uzun yıllardır uyguladığı “havuç ve sopa” stratejisinden vazgeçip, Ankara’ya ikili ilişkilerin seyri hakkında daha açık bir yol haritası sunmalı. Çünkü son jeopolitik gelişmeler gösteriyor ki, AB’nin saptığı bütün yollar artık Türkiye’ye çıkıyor.
Türkiye ve AB’nin hikâyesi bir aşk ve nefret hikâyesi diyebiliriz. Hem birbirlerine hayran hem de rakip ülkelerin ilişkilerini nasıl isimlendireceklerine bir türlü karar verememeleri onları bir çıkmaza sürükledi.
Özellikle 2016 işgal girişiminden sonra zora giren ikili ilişkiler birçok kez kopma noktasına geldi. 2018 yılında hazırladığı ‘Türkiye Raporu’ ile Avrupa Parlamentosu “Türkiye ile müzakerelerin askıya alınması” çağrısında bulununca ilişkiler iyice gerildi.
Türkiye ve AB ülkeleri arasındaki bütün sorunlara rağmen 2020 yılında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Kendimizi başka yerde değil Avrupa’da görüyoruz. Geleceğimizi AB ile kurmayı tasavvur ediyoruz” sözleriyle, Türkiye’nin AB serüvenine henüz son vermediğini ifade etti.
Cumhurbaşkanının sözleri kadar dünyada yaşanan son jeopolitik gelişmeler de Türkiye’nin AB ile devam etmek istediği kadar, AB’nin de Türkiye’ye muhtaç olduğunu kanıtlıyor. İki tarafı da incelediğimiz zaman kesişen yollar ve kaderler görüyoruz.
Batı Avrupa'da 5 milyonu aşkın Türk vatandaşı yaşıyor
Bugün Avrupa ülkeleri ve Türkiye arasında kader bağlarını oluşturan temel etkenlerden biri, Avrupa’da yaşayan güçlü Türk diasporası. Dışişleri Bakanlığı’nın yayımladığı son verilere göre; yurt dışında yaklaşık 6,5 milyon Türk vatandaşı yaşıyor ve bunların 5,5 milyonu Batı Avrupa’da hayatlarını sürdürüyor. AB ülkeleri arasında en yoğun Türk nüfusunun yaşadığı Batı Avrupa ülkeleri sırasıyla Almanya, Fransa, Hollanda, Avusturya ve Belçika.
Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan oldukça etkilenmiş Avrupa ülkelerinin istihdam ihtiyacını karşılamak için Türkiye 1961 yılında Almanya ile 1964 yılında Avusturya, Hollanda ve Belçika ile 1965 yılında Fransa ile ve 1967’de İsveç ile işgücü anlaşmaları imzaladı. Bugün Avrupa’ya ilk Türk göçünün üzerinden 60 yılı aşkın bir süre geçtikten sonra Avrupa ülkelerinde yaşayan 3. nesli oluşturan gençler, yaşadıkları ülkelere oldukça entegre olmuş ve ekonomik, sosyal, siyasî, kültürel hayatın her türlü alanında önemli görevler üstlenir halde. Avrupa’da siyaseten görünürlüğü artan Türk kökenli vatandaşların gelecekte güçlü bir lobi gücü de oluşturmaları bekleniyor.
Türkiye'nin savunma gücü giderek artıyor
Tabii ki Türkiye’nin Avrupa ülkeleri üzerinde yarattığı etki, bu ülkelerde yaşayan Türk kökenli vatandaşlarla da sınırlı değil. Her ne kadar 2019 yılında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron “NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini” söylemiş olsa da, Ukrayna-Rusya savaşı tekrar bütün jeopolitik dengeleri değiştirdi ve Türkiye’nin önemini bir kez daha gözler önüne serdi. Asker sayısı açısından NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip olan Türkiye, ayrıca Boğazlara olan hâkimiyeti ile de jeostratejik bir öneme sahip. Hatta Türkiye bu öneminden istifade ederek, Montrö anlaşmasının maddelerini devreye sokarak “savaş zamanı” hükümlerine uydu ve Boğazları Rusya ve Ukrayna’ya kapatma kararı aldı. Hal böyleyken askerî gücü zayıf olan Avrupa Birliği, Türkiye gibi önemli bir savunma gücünü göz ardı edemez.
Kaldı ki, Türkiye’nin savunma alanında giderek artan önemi sadece NATO üyeliği ile de sınırlı değil. Maruz kaldığı silah ambargoları sonrası kendi savunma sanayiini geliştirmeye karar veren Türkiye, bugün bu alanda parmakla gösterilen ülkelerden biri haline geldi. Geçtiğimiz günlerde ABD merkezli Wall Street Journal “Drone’lar, insansız deniz araçları ve katil robotlar, Türkiye’yi silah sanayii için güç merkezi yaptı” başlığıyla geniş bir haberi sayfasına taşıdı.
Türkiye’nin Suriye, Libya, Dağlık Karabağ gibi farklı bölgelerde kullanarak başarı elde ettiği SİHA teknolojisine övgü sadece ABD’den de gelmiyor. Fransız basını bu başarıyı defalarca sayfalarına taşıdı. Örnek vermek gerekirse, Le Figaro gazetesi geçen yıl çıkan “Türk dış politikasının hizmetinde bir teknoloji” başlıklı haberinde “Türkiye’nin sadece 15 yıl içinde dünyanın başlıca SİHA üreticilerinden biri haline geldiğini” yazdı. Aynı şekilde La Croix gazetesi konuyla ilgili yayımladığı bir analizinde “Türkiye’nin silah üreten askerî bir güç olarak gittikçe kendini daha fazla gösterdiği” değerlendirmesinde bulundu.
Türkiye güvenlik ve göç alanlarında AB için vazgeçilmez ülke
Türkiye’nin savunma sanayiinde gittikçe artan önemi kadar AB için vazgeçilmez olarak kabul edebileceğimiz iki alan daha var: Göç ve güvenlik. 2011 yılından beri süregelen Suriye iç savaşı nedeniyle artan göç akınlarıyla baş edemeyen AB, 18 Mart 2016 yılında Türkiye ile bir göç anlaşması imzaladı.
Le Monde gazetesinin aktardığı verilere göre, 18 Mart 2016 tarihinden sonra AB ülkelerine gitmek çin sınırı geçen mülteci sayısında köklü bir değişiklik oldu. Anlaşmadan hemen önce her gün tahmini 3.500 mülteci Ege Denizi’nden Yunan adalarına geçmeye çalışıyordu. 18 Mart’tan sonra bu rakam günde 40’a düştü. Yıllık rakamlar daha da çarpıcı: Mart 2015-Mart 2016 tarihleri arasında 800.000 mülteci Türkiye üzerinden Yunanistan’a geçmeye çalıştı. Mart 2016-Mart 2017 tarihleri arasında ise bu rakam 26.000’e düşerken, 2019’da 11.000’e kadar geriledi.
Afganistan’da Taliban’ın yeniden iktidar olması ve patlak veren Ukrayna savaşı ile göç meselesi, AB’nin sırtında daha da büyük bir kambur oluşturur hale geldi.
Dünyadaki savaş, çatışma ve göç hareketleri kadar artan bir diğer sorun ise terör olayları. Türkiye ise Suriye’de DEAŞ, PKK/ YPG terör örgütleriyle göğüs göğüse çarpışan tek ülke olarak kendi topraklarının olduğu kadar AB ülkelerinin sınırlarının da güvenliğini sağlıyor.
Türkiye'nin eli sahada olduğu kadar masada da güçleniyor
Türkiye, Suriye, Libya, Dağlık Karabağ gibi dünyanın farklı ülkelerinde doğrudan sahada elde ettiği başarıları, masadaki yani diplomasideki hünerleriyle pekiştiriyor. Türkiye’nin özellikle Ukrayna-Rusya savaşı esnasında sergilediği başarılı arabuluculuk rolü, onu sık sık dünya gündemine de taşıyor. Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitro Kuleba, mayıs ayında, “arabuluculukta en başarılı ülkenin Türkiye olduğunu” ifade etti.
Her iki ülkeyle de kurduğu sıkı bağlar sayesinde Türkiye yeni bir başarıya daha imza attı. 24 Temmuz’da tahıl ürünlerinin Ukrayna limanlarından sevkiyatına ilişkin “Tahıl Sevkiyatı Anlaşması”, Türkiye, Rusya, Ukrayna ve BM arasında İstanbul’da imzalandı. Anlaşma dâhilinde söz konusu planın icrası ve denetimi, İstanbul’da kurulacak müşterek koordinasyon merkezi tarafından gerçekleştirilecek. Tüm dünyayı yakından ilgilendiren gıda krizinin Türkiye tarafından çözülmesi, Avrupa Birliği tarafından “takdirle” karşılandı.
Türkiye, uluslararası meseleleri bir bir çözerken, sorun yaşadığı Ermenistan, İsrail ve Körfez ülkeleri ile de ilişkilerini normalleştirme sürecini başarıyla yönetiyor. Gergin ilişkilerdeki yumuşama da Türkiye’nin bölgedeki güç, etki ve ağırlığını arttırıyor.
Sonuç olarak, saydığım bütün bu sebepler nedeniyle Türkiye artık Avrupa Birliği’nin kolay kolay vazgeçebileceği bir ülke değil. Ancak fikrimce, Türkiye’nin önümüzdeki süreçte AB için fark yaratacağı en önemli alanlardan biri de enerji olacak. Geçtiğimiz günlerde, AB Rusya’ya bağımlılığından kurtulmak için, Türkiye’nin yakın müttefiki Azerbaycan’dan ithal ettiği gazı iki yıl içinde ikiye katlayacak bir anlaşmaya imza attı.
Türkiye bulunduğu coğrafî konum nedeniyle transit bir ülke olarak enerji hub potansiyeline sahip ve enerji politikasına son derece önem veriyor. Trans Anadolu doğal gaz boru hattı (TANAP)’ın Azerbaycan doğal gazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya transfer ettiğini hatırlatalım. Bazı uzmanlara göre, Türkiye’ye getirilebilecek olan İsrail gazı ters akımla TANAP hattına bağlanabilir. Bir başka deyişle, Türkiye İsrail ile de ilişkilerini düzelterek, AB için yakın gelecekte enerji alanında da vazgeçilmez ülke olmayı hedefliyor. Kış mevsimi bu tahminlerin ne kadar doğru olup olmadığını bize gösterecek.