Türk Devletleri Teşkilatı’ndan beklenen ahlâkî değerlere dayalı bir insan hakları tasavvuru

Türk Devletleri Teşkilatı’ndan beklenen ahlâkî değerlere dayalı bir insan hakları tasavvuru.
Türk Devletleri Teşkilatı’ndan beklenen ahlâkî değerlere dayalı bir insan hakları tasavvuru.

2009 yılından itibaren Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi olarak bilinen ve 2021’de İstanbul’daki 8. Zirve’de Türk Devletleri Teşkilatı olarak yeniden yapılanan organizasyonun, bünyesinde barındırdığı Aksakallar Konseyi’nin “İnsan Hakları” ile ilgili yukarıda belirtilen hak anlayışı çerçevesinde yeni bir hak bakış açısı ile düzenleme yapması elzemdir.

Devletler çeşitli gâyelerle bir araya gelerek uluslararası alanda devletlerden bağımsız hukukî kişilik kazanan teşkilatlar kurabilmekteydi. Uluslararası teşkilatların kabaca üç temel özelliği var. İlki, uluslararası hukuka göre oluşturulmuş olmaları, ikincisi anlaşma ile kurulmaları, üçüncüsü ise teşkilatlarının hukukî kişiliğinin olması.

Uluslararası teşkilatlar, devletlerin bir araya gelerek belirledikleri bir amaç için haklar ve yükümlülükler oluşturacak şekilde irade beyan etmeleri sonucunda ortaya koydukları anlaşmalarla kurulmakta. Diğer teşkilatlardan uluslararası teşkilatları ayıran başka bir unsur, hukukî kişiliği. Hukukta kişi, haklara ve borçlara sahip olabilen varlıktır. Gerçek kişi ve tüzel kişi olmak üzere iki grupta incelenmektedir. Gerçek kişileri bireyler oluştururken, tüzel kişileri ise mal ve şahıs ortaklıkları oluşturmaktadır. Dolayısıyla uluslararası teşkilatlar, kendilerini meydana getiren devletlerden bağımsız, belirlenen amaçlar doğrultusunda yapılan anlaşma ile onların üstünde tüzel kişi statüsündedirler. Yapılan anlaşma kapsamında; hak doğuran ve yükümlülük altına girebilen, hak ve borç doğuran hukukî işlemleri yapabilen kuruluşlardır. Hukukî işlemleri, bünyelerinde bulunan teşkilat içindeki organlar vasıtasıyla gerçekleştirirler.

Türk Devletleri Teşkilatı’nın uluslararası bir örgüt olup olmadığı bu kriterlerle değerlendirildiğinde; Türkçe Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi olarak 3 Ekim 2009 tarihinde sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi işbirliğini geliştirmek amacıyla imzalanan “Nahçıvan Anlaşması” ile temellerinin atılmış olması, onun devletlerarasında imzalanan bir sözleşme ile kurulmuş olma şartını yerine getirmekte olduğunu gösterir. Bu anlaşma ile teşkilatların, Devlet Başkanları Konseyi, Dışişleri Bakanları Konseyi, Kıdemli Memurlar Komitesi, Aksakallar Konseyi ve Sekretarya organlarını kurmuş olmakla bünyesinde bulunan bu organlar vasıtasıyla hukûkî işlemler yapabilmektedir. (turkicstates.org/tr,2023) Yani anlaşmada belirlenen amaç ve görevleri, kurulan organlar vasıtasıyla yerine getirmektedir. Dolayısıyla teşkilatlarının uluslararası nitelik taşıması konusunda bir engel mevcut değildir.

BM ve insan hakları

1. Dünya Savaşı sonrasında kurulan Milletler Cemiyeti, uluslararası alanda sulh ve güvenliği sağlamayı amaçlamıştı. Fakat 2. Dünya Savaşının çıkmasına engel olunamadı. 2. Dünya Savaşı sonrasında BM’ye dönüşen teşkilatın amacı, dünyada sulhu ve silahsızlanmayı sağlamaktı.

BM bünyesinde oluşturulan organlardan ve sulh ve güvenliğin sağlanması sorumluluğu olan organ Güvenlik Konseyi’dir. Güvenlik Konseyi ABD, Birleşik Krallık, Çin, Fransa ile Rusya’dan oluşan beş dâimî ve iki yıllığına seçilen on geçici üyeden oluşmakta. Güvenlik Konseyi kararlarını üyelerinin on beşinin kabulü ile alırken, bu üyelerden beşinin dâimî üye olması şart.

Dolayısıyla insan hakları ihlâlleri karşısında alınacak kararlarda da dâimî üyelerin kullanacakları oylar belirleyici olmaktadır. Dünya’ya sulh ve silahsızlandırmayı getirmek amacını taşıyan örgütün beş dâimî üyesinin diğer ülkelere silah satışlarında Dünya’da ilk beşi alıyor olmaları, Birleşmiş Milletlerin ne kadar fonksiyonel bir teşkilat olduğu noktasında düşünce aforizması yaşatmakta.

20. yüzyılın son çeyreğinde ve 21. yüzyılın yaşadığımız ilk çeyreğinde Bosna Soykırımı’nda BM ve NATO müdahalesinin Müslüman kıyımına dönüşmesi, BM bünyesindeki Adalet Divanı’nın 2007’de katliam olmamıştır kararı; 2003’te ABD’nin Irak’a müdahalesi ile Saddam’ın devrilmesi ve Irak halkına vaat edilen demokrasi ile birlikte Ebu Gureyb Cezaevinde vukuu bulan işkenceler; muhtelif zamanlarda basına yansıyan BM askerlerinin taciz ve tecavüzleri; yine yakın zamanda basına yansıyan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Belçika’daki rahiplerin cinsel istismarına uğrayan mağdurların açtığı davanın “Vatikan’ın egemen dokunulmazlığa sahip olduğunun” belirtilerek reddedilmesi ve mağdurların mahkemeye erişiminin engellenmesi gibi hâdiseler, BM’nin insan hakları konusundaki işlevsizliğini artık ayan beyan ortaya koymuştur.

Hak kavramının güçler mücadelesine dönüştüğü görülmektedir. Yönetenlerin gücünün kullanımını sınırlama amacı; uluslararası hukukta tam ters etki yaratarak büyük güçlerin amaçları için kullanıldı. Dolayısı ile beş dâimî üyenin hukuk düzeni tarafından korunan menfaati, korunmaktadır. BM’nin bu bakış açısı dünyaya sulh getirmemiştir. Hak kavramına seküler yaklaşım, adaletin sağlanmasına yardımcı olmamıştır. Adalet, beş devletin hak anlayışına göre şekil bulmuştur.

Türk Devletleri Teşkilatı ve insan hakları

İnsanın insan olarak dünyada varlık göstermesi, dolayısıyla doğuştan sahip oldukları bir takım temel ve devredilemez haklara sahip olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Hakkın, birileri tarafından korunan menfaat olmaktan çıkarılması gerekmektedir.

Hakkın dört unsuru bulunur:

- Hakkın konusu,

- Hakkın sahibi,

- Hakkın borçlusu ve

- Hakkın meşruluğu.

Hakkın konusu bir mal ya da şahıs üzerindeki yetki iken hakkın sahibi ve borçlusu insandır. Hakkın meşruiyeti ise düzeni sağlayan otoritenin keyfiliği ile değil, cihanşümul ahlâkî kâideler ile belirlenmelidir. İnsan haklarının temellendirilmesi; hakların insana verilmiş olduğu, Allah tarafından sorumlu kılındığı, insanın ahlâkî bir yönünün olduğunun kabulü ile mümkün.

2009 yılından itibaren Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi olarak bilinen ve 2021’de İstanbul’daki 8. Zirve’de Türk Devletleri Teşkilatı olarak yeniden yapılanan organizasyonun, bünyesinde barındırdığı Aksakallar Konseyi’nin “İnsan Hakları” ile ilgili yukarıda belirtilen hak anlayışı çerçevesinde yeni bir hak bakış açısı ile düzenleme yapması elzemdir.

İnsan hakları kavramına getirilecek ahlâkî yaklaşımın esası, Türk-İslâm geleneklerindeki İslâmî umdeler ile temellendirilerek farklı bir boyuta taşınmalıdır.

BM’nin insan haklarının korunma mekanizmaları olan rapor usûlü, devletlerarası şikâyet usûlü, bireysel başvuru usûlü, soruşturma usûlü gibi işlerliği olmayan, sadece kâğıt üstünde koruma sağlayan usûllerin yerine işlerliği olan devletlerin üstünde yer alacak ahlâkî değerlere dayalı bir insan hakları koruma mekanizmaları oluşturulmalı ve yaptırım uygulanabilmelidir. Yaptırım uygulanmasında devletlerarasındaki güç dengeleri değil âdalet gözetilmelidir.

Kısaca, devletlerin yasalarının üstünde yer alacak ahlâkî değerlere dayalı bir insan hakları tasavvuru oluşturulmalıdır.