Türk ahlâkına ne oldu?

Türk ahlâkına ne oldu?
Türk ahlâkına ne oldu?

Türk ahlâkının gerilemeye başlamasının devletin çöküşe geçmesiyle paralellik arz ettiğini görüyoruz. Zîra devletin çöküşe geçmesiyle ekonomi, siyaset ve diğer sosyolojik parametreler de erozyona uğramaya başlar. Düzen yerini yavaş yavaş bir bozgun haline bırakırken bozgun psikolojisi toplum ve fert hayatında ağır travmalar yaşatır. Buna dair en net teşhislerden birini Lady Craven'in 1786 tarihli seyahatnamesinde görüyoruz. Busbecq'in intizam, dürüstlük ve iş bitiricilik vasıflarıyla andığı Türk, İkinci Viyana Kuşatması'ndaki beklenmedik mağlubiyetin peşi sıra büyük kayıplar yaşayınca bozgun psikolojisine girmiş, o günden bugüne içine girdiği türbülanstan hâlâ çıkamamıştır. Aşağıdaki satırlar ibretle okunmalıdır:

“Türklerin aylak ve cahil olması belki de Avrupa için bir şanstır. İmparatorluk şu muazzam güçle, eğer çalışkan ve hırslı insanlara sahip olabilseydi onları dünyanın efendileri hâline getirirdi. Şu an sadece diğer güçlerin arasındaki ticaret ve savaşları kesecek ölü bir duvar vazifesi görüyor.

Tastamam aptal Türk, bütün gününü Boğaz'ın kenarında oturup gökyüzündeki uçurtmaları yahut çocukların bindiği kayıkları seyrederek geçiriyor. Nitekim ihtişamlı bir çınar ağacının gölgesinde keyif yapan birini gördüm. Gözlerini akıntıda sürüklenen bir şişeye dikmiş, onu izlemekle vakit öldürüyordu. Bu ülkede işlerin nasıl gittiğini gerçekten anlayamıyorum. Çünkü yönetim kademesi umumiyetle cahil lejyonerlerden oluşuyor.”

Hijyen meselesinde Türkiye yine en üst sıralardaydı.
Hijyen meselesinde Türkiye yine en üst sıralardaydı.

Geçenlerde dünya istatistiklerinin paylaşıldığı bir sosyal medya hesabında, Allah'a yahut üstün bir Yaratıcı'ya inanan ülkelerin listesi yayınlandı. 2010 yılındaki bir araştırmaya istinaden yayınlanan listenin ilk sırasında Allah'a inanan kesimin yüzde 93'ü bulduğu Endonezya vardı. İkinci sırada ise yüzde 91 ile Türkiye yer aldı. Batılı ülkelerin arasında en yüksek rakam yüzde 70 ile ABD'ye aitti. Avrupa'nın inançsızlığı ise net bir şekilde sırıtıyordu. Allah inancı en çok yüzde 51 ile Polonya'da, yüzde 18 ile en az İsveç'te görülüyordu. Uzakdoğu ise listenin en dibindeydi. Güney Kore yüzde 18 iken Çin yüzde 9, Japonya ise yüzde 8 olarak kayıtlara geçmişti.

Hijyen meselesinde Türkiye yine en üst sıralardaydı. Avrupa ölçeğinde yapılan bir araştırmaya göre tuvaletten sonra ellerini yıkamada yüzde 96 ile Bosna Hersek'in sadece iki puan altında ikinci sırada yer alıyordu. Avrupa ülkeleri dökülüyordu resmen. Avusturya yüzde 65, Fransa yüzde 62, İspanya yüzde 61, İtalya yüzde 57, Hollanda ise yüzde 50 rakamını ancak tutturabilmişti. Yani Avrupa medeniyetinin(!) neredeyse yarı nüfusu tuvalete gittikten sonra ellerini yıkamaktan bile acizdi.

İnanç ve temizlik noktasında en tepede yer alan bir ülkenin pahalılık ve enflasyon bahsinde de en tepede yer almasını neyle izah ederiz peki? Dünyaca ünlü The Spectator Index'in 17 Şubat'ta yayınlanan enflasyon rakamları listesinde Türkiye; Arjantin, Lübnan ve Venezuela'nın ardından 4. sırada yer alıyor.

Dünyaca ünlü The Spectator Index'in 17 Şubat'ta yayınlanan enflasyon rakamları listesinde Türkiye; Arjantin, Lübnan ve Venezuela'nın ardından 4. sırada yer alıyor.
Dünyaca ünlü The Spectator Index'in 17 Şubat'ta yayınlanan enflasyon rakamları listesinde Türkiye; Arjantin, Lübnan ve Venezuela'nın ardından 4. sırada yer alıyor.
  • TÜRKİYE
  • Allah’a imanda %91 ile 2.
  • Temizlikte %94 ile 2.
  • Enflasyonda %65 ile 4.
  • Savaşan iki ülkede enflasyon
  • Rusya %7,4
  • Ukrayna %4.7

Savaş bir bahane mi?

İşin tuhafı birçok ekonomist yüksek enflasyon rakamlarının sebeplerini sayarken araya Rusya-Ukrayna krizini sokuşturmayı unutmuyor. Fakat dünyadaki krizin sebebi olarak gösterilen iki ülkenin enflasyon rakamları bize başka şeyler söylüyor. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, 29 Ekim 2023'teki bir konuşmasında Rusya'nın Ukrayna'da yüzlerce uçak, binlerce tankın yanı sıra 300 binden fazla asker kaybettiğini söylemişti. Ukrayna'yı ise söylemeye bile gerek yok. Ülkenin beşte biri işgal altında ve milyonlarca insan ülkeyi terk etti. Hiçbir yer güvenli değil. Başkent Kiev'de oturmuş kahvenizi içerken tepenize bir füze düşebilir. Ve şu vaziyetteki Ukrayna'nın enflasyon rakamı yüzde 4.7 civarı. Rusya pek farklı değil, orada da 7.4'ler konuşuluyor. Demek ki problem sandığımızdan daha derin ve çok boyutlu.

Rakamlar ne kadar gerçek?

Aslında hepimiz biliyoruz ki, Türkiye enflasyon listesinde yüzde 107 ile üçüncü sıradaki Venezuela'nın belki yine de gerisinde kalacak ama açıklanan resmi rakamlar çarşı-pazar enflasyonunu aksettirmekten bir hayli uzak. Ülkemizde çarşıya-pazara inen herkesin nezdinde enflasyon algısı kime sorsanız yüzde 100'ler civarı. Bunu öncelikle cebimize koyalım.

Son birkaç yıldır takibi gittikçe zorlaşan fiyat artışlarının ciddi spekülasyonlara zemin hazırladığını ise sanırım söylemeye gerek yok. Hükümet yetkilileri bile bunu defalarca dile getirip çeşitli kurumlara cezalar kestiler ama bunun caydırıcılık noktasında toplumu yeterince memnun ettiğini kimse iddia edemez.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın 2 Kasım 2023'te yayınladığı 4. çeyrek enflasyon raporunda kira artışı;

  • • 2022'de yüzde 47.07,
  • • 2023 ilk çeyrekte yüzde 62.76,
  • • 2023 ikinci çeyrekte yüzde 75.91,
  • • 2023 üçüncü çeyrekte ise yüzde 95.03 olarak kayıtlı.

Oysa 2022'de 5 bin liraya normal bir dairede oturma imkânı bulunan ücra bir semtte, bugün en kötü daireyi tutmak isterseniz kiranın 15 bin liradan başladığını, normal dairenin de en az 20 bine kiraya verildiğini sağır sultan bile biliyor. Üstelik bu sadece İstanbul için böyle değil, Anadolu'nun ücra kesimlerinde bile neredeyse üç misli bir artış bahis konusu.

Türklerin faziletlerine ne oldu?

Herkes topu başkasına atarak kendini sıyırmaya çalışıyor. Ev sahibi kiracıyı, kiracı ev sahibini, sabit gelirli esnafı, çiftçi tüccarı, sanayici devleti, ilâ âhir bir dönme dolap gibi herkes birbirini suçluyor. Dünyanın en inançlı, Avrupa’nın en temiz halkının düştüğü vaziyete bakın!
Herkes topu başkasına atarak kendini sıyırmaya çalışıyor. Ev sahibi kiracıyı, kiracı ev sahibini, sabit gelirli esnafı, çiftçi tüccarı, sanayici devleti, ilâ âhir bir dönme dolap gibi herkes birbirini suçluyor. Dünyanın en inançlı, Avrupa’nın en temiz halkının düştüğü vaziyete bakın!

Ev sahibi-kiracı kavgaları bugünlerde adliyeleri fazlasıyla meşgul ediyor. Meyve sebze fiyatları el yakıyor ama üreten çiftçinin eline para geçmiyor. Sabit gelirlinin maaşı görece artıyor ama yüksek enflasyon sebebiyle daha cebine girmeden buhar oluyor. Esnafın da işi kolay değil, aldığı malı satsa dert, satmasa dert. Dün 5 liraya aldığı malın yarın kaç lira olacağını kestiremiyor, dolayısıyla spekülatif bir fiyatlama yapmaya adeta zorlanıyor.

Bu tabloda herkes topu başkasına atarak kendini sıyırmaya çalışıyor. Ev sahibi kiracıyı, kiracı ev sahibini, sabit gelirli esnafı, çiftçi tüccarı, sanayici devleti, ilâ âhir bir dönme dolap gibi herkes birbirini suçluyor. Dünyanın en inançlı, Avrupa'nın en temiz halkının düştüğü vaziyete bakın!

En inançlı biziz ama yalan dolan bizde, elimiz ayağımız tertemiz ama kalplerimiz kir yumağı. Eve bir usta çağırıyorsun, bin türlü dalavereyle bir hafta oyalamadan gelmiyor. Lütfedip geldiğinde ise bir ton parayı alıp gidiyor ama yaptığı iş üç gün sonra daha beter bozuluyor.

Bize ne oldu sahi?

Türklerin Faziletleri - Basralı Cahız.
Türklerin Faziletleri - Basralı Cahız.

“Türkler dalkavukluk, yaldızlı sözler, münâfıklık, gıybet, yapmacıklık, başkasını kötüleme, riyâ, dostlara karşı kibir, arkadaşlara karşı fenalık ve bid’at nedir bilmezler, Çeşitli fikirler onları bozmamıştır. Hile-i şer’iyye ile başkalarının malını helâl saymazlar.”
“Türkler dalkavukluk, yaldızlı sözler, münâfıklık, gıybet, yapmacıklık, başkasını kötüleme, riyâ, dostlara karşı kibir, arkadaşlara karşı fenalık ve bid’at nedir bilmezler, Çeşitli fikirler onları bozmamıştır. Hile-i şer’iyye ile başkalarının malını helâl saymazlar.”

12 asır önce “Türklerin Faziletleri” diye bir kitap yazan Basralı Cahız bakın ne diyor?

“Türkler dalkavukluk, yaldızlı sözler, münâfıklık, gıybet, yapmacıklık, başkasını kötüleme, riyâ, dostlara karşı kibir, arkadaşlara karşı fenalık ve bid'at nedir bilmezler, Çeşitli fikirler onları bozmamıştır. Hile-i şer'iyye ile başkalarının malını helâl saymazlar.”

Cahız cins bir kafadır da, şimdi bazıları “12 asır önce Basralı Arabın biri böyle yazmış” der mi, der. Oysa Türk milletinin karakteri tarih boyunca bellidir. Nitekim şu tespit 1554-1562 yılları arasında Avusturya elçisi olarak iki defa ülkemize gelmiş bulunan Flaman asilzadesi Busbecq'e aittir:

“Türklerin düzenini bizimkiyle kıyasladığımda geleceğin başımıza getireceklerini düşünüyor ve ürküyorum. Ordulardan biri galip gelecek diğeri ise mahvolacaktır. Gayet tabii her iki hasım da yara almadan kurtulamaz. Onlarda güçlü bir imparatorluğun bütün kaynakları, yıpranmamış bir güç, dövüşte ustalık ve tecrübe, savaş görmüş askerler, zafere alışkanlık, zorluklara tahammül, beraberlik, düzen, disiplin, kanaatkârlık ve tedbir var. Yoksulluk, şahsî israf, zayıf bir güç, mâneviyat bozukluğu, tahammülsüzlük, eğitimsizlik ise bizde. Asker itaatsiz. Subaylar para canlısı. Disiplin küçümseniyor. Başıboşluk, umursamazlık, ayyaşlık ve ahlâksızlık yaygın. En kötü olan da şu; düşman zafere alışkın, biz ise yenilgiye. Neticenin ne olacağından şüphe edebilir miyiz? Lehimizde olan tek husus İran’dır. Düşmanımız saldırmak için acele ederken ardındaki bu tehlikeyi gözetmek durumundadır. Ancak İran, akıbetimizi sadece geciktirir, bizi kurtaramaz. Türkler, İran konusunu hallettikten sonra Doğu’nun var gücüyle boğazımıza sarılacaktır. Ne kadar hazırlıksız olduğumuzu söylemeye cesaret edemiyorum.”

Busbecq'in Türk Mektupları isimli eseri farklı yıllarda birkaç kez basıldı. Bu kitabın ilkokullarda Türk çocuklarına okutulması mecburi tutulmalıdır. En azılı düşmanın bile itiraf etmek zorunda kaldığı fazilet sahibi Türk karakteri maalesef unutulmaya yüz tutmuştur. Çocuklarımız gerçek Türk kimliğini tanımalı ve buna sahip çıkmalıdır.

Türkler adam kayırmazdı

Gençlerimiz bugün nepotizm/kayırmacılık sisteminden şikâyetçi. Bazı makam ve unvanlar neredeyse bazı kesimlerin aile tapusu haline gelmiş vaziyette. Oysa tarih boyunca Türklerin başarı ve beceriyi esas aldığını, Dede Korkut hikâyelerinden de bildiğimiz gibi erkek çocuğa isim vermenin bir meziyete binaen olduğunu biliyoruz. Peki, bugün öyle midir?

Gelin, yine Busbecq'e kulak verelim:

“Türk imparatorluğunda her insanın içine doğduğu şartları değiştirme ve kaderini tayin etme imkânı vardır. Sultanın altındaki en yüksek mevkilere sahip kimseler genelde sığırtmaçların oğullarıdır. Böyle doğmuş olmaktan utanç duymak şöyle dursun, bununla övünürler. Kendilerini ecdatlarına ve tesadüfen doğmuş oldukları ortama ne kadar az borçlu hissederlerse duydukları gurur o derece büyüktür. Meziyetlerin doğum veya miras yoluyla soydan geçtiğini kabul etmezler. Onlara göre meziyetler kısmen Allah’ın bir lütfu kısmen de aldıkları talim ve terbiyenin, gösterdikleri çabanın ve hissettikleri şevkin ürünüdür.

Nasıl ki müzik gibi sanata, matematik ve geometriye olan istidat babadan oğula geçmiyorsa, karakterin de irsi olmadığını, oğulun mutlaka babasına benzemesi gerekmediğini ve vasıfların insana Allah tarafından ihsan edildiğini düşünürler. Dolayısıyla Türkler arasında itibar, hizmet ve idari mevkiler kabiliyet ve faziletin mükâfatı oluyor. Kişi tembel ve sahtekâr ise hiçbir zaman yükselmiyor, küçümsenip hakir görülüyor. İşte Türkler bu nedenle neye teşebbüs etseler başarılı oluyorlar ve hükmeden bir ırk olarak hâkimiyetlerinin hudutlarını her gün genişletiyorlar. Bizim usullerimiz ise çok farklı. Bizde meziyete yer yoktur. Her şey doğuma dayanır ve yüksek mevkilerin yolunu açan sadece soylu olmaktır.”

Şu tespit milletçe kulağımıza küpe olmalı:

“Kişi tembel ve sahtekâr ise hiçbir zaman yükselmiyor, küçümsenip hakir görülüyor. İşte Türkler bu nedenle neye teşebbüs etseler başarılı oluyorlar ve hükmeden bir ırk olarak hâkimiyetlerinin hudutlarını her gün genişletiyorlar.”

Bugün içinde debelendiğimiz çukura niçin yuvarlandığımızı anlayabildik mi?

Şu tespit milletçe kulağımıza küpe olmalı: “Kişi tembel ve sahtekâr ise hiçbir zaman yükselmiyor, küçümsenip hakir görülüyor. İşte Türkler bu nedenle neye teşebbüs etseler başarılı oluyorlar ve hükmeden bir ırk olarak hâkimiyetlerinin hudutlarını her gün genişletiyorlar.”
Şu tespit milletçe kulağımıza küpe olmalı: “Kişi tembel ve sahtekâr ise hiçbir zaman yükselmiyor, küçümsenip hakir görülüyor. İşte Türkler bu nedenle neye teşebbüs etseler başarılı oluyorlar ve hükmeden bir ırk olarak hâkimiyetlerinin hudutlarını her gün genişletiyorlar.”

Türkler bir işi en güzel surette yapardı

Bugün trafikten tutun günlük işlerimize değin inanılmaz bir karmaşa ve düzensizlik içindeyiz. Nizam, intizam hak getire! Bir işi gereğine uygun şekilde yapan insanlar azınlığa düştü ve sayıları gittikçe azalıyor. Busbecq 5 asır öncesinin Türklerini anlatırken bakın nasıl da Avrupalılar adına üzülüp hayıflanıyor!

“Hepsi de aynı kılıkta giyinmiş yüz kadar genç, yemeği anlatacağım usulde sofraya getirdiler. Önce misafirlerin uzanmış olarak oturdukları sofraya doğru aralarında aynı mesafeyi muhafaza ederek ilerlediler. Selam vermelerine mâni olmasın diye boş olan ellerini dizlerinin üzerine koyup başlarını eğerek selam verdiler. Sonra da mutfağa en yakın duranı sahanları alarak yanındakine, o üçüncüye, üçüncü de dördüncüye geçirdi. Yemek böylece sofraya en yakın olana ulaşıyor ve baş kethüda sahanları onun elinden alarak sofraya koyuyordu. Yüz veya daha çok sahan bu usulle ve herhangi bir karışıklığa meydan verilmeden, sözün gelişi akıp durdu. Bu iş bittikten sonra hizmet edenler misafirleri tekrar selamladılar ve aynı düzende, ancak son gelenler bu defa başta, ilk gelenler de sonda olmak üzere çekildiler. Diğer yemekler de sofraya bu usulde getirildi. Türkler anlık işlerde dahi intizama dikkat ederler. Biz ise en mühim konularda bile bunu ihmal ederiz.”

Türklerin giyim kuşamı ucuz ve asildi

Batıperestlikten yolunu şaşırmış bir millet olmazdan evvel öyle çapulcu, ayak takımı Avrupalılar değil, Avrupa'nın en büyük imparatorunun asilzade elçisi atalarımızın giydikleri kıyafetlere gıptayla bakıp, kendi kıyafetlerini yerden yere vuruyor; Türklerin aşırıya ve lükse kaçmadan çok daha ucuza, çok daha şık giyindiğini itirafa mecbur kalıyordu.

“Şimdi gelin benimle ve başlarında ipekli kumaşın kat kat dolandığı kar beyaz sarıklar olan şu muazzam kalabalığa bakın. Rengârenk kıyafetler, her tarafta altın, gümüş, mor renklerin, ipek ve atlas kumaşların pırıltısı. Bunları teferruatıyla tarife kalkmak hem çok uzun sürer hem de kelimeler yetersiz kalır. Bugüne kadar gözlerime böyle güzel bir manzara sunulmamıştı. Bütün bu ihtişamın içinde yine de büyük bir sadelik ve tasarruf göze çarpıyor. Makamı ne olursa olsun herkesin kıyafeti aynı biçimde. Bizdeki gibi pahalı ve üç günde eskiyen kenar şeritleri ve lüzumsuz süslemeler yok. Türklerin en güzel kıyafetleri, işlemeli olsa bile -ki çoğu öyleydi- sadece bir dukaya mal oluyor. Bizler onların giyim tarzına nasıl şaşıyorsak bizim kıyafetlerimiz de Türkleri hayrete düşürüyordu. Ayak bileğine kadar inen kaftanlar giyiyorlar. Bunlar kişiyi daha heybetli göstermekle kalmıyor endamını da artırıyor. Öte yandan bizim elbiselerimiz o kadar kısa ve dar ki, vücudun saklı kalması daha uygun olacak hatlarını ortaya çıkarıyor. Giyene yaraşması şöyle dursun şu ya da bu nedenle insanın boyunu kısaltıp bodur gösteriyor.”

Türkler az ve öz yemek yerdi

Enflasyonun yüksekliğinden, hayat pahalılığından şikâyet ediyoruz ama milletçe her alanda lüksümüzden de gram taviz vermiyoruz. Az evvel belirttiğimiz gibi atalarımız sade fakat harikulade giyinir, saçma sapan paralar harcamadan Avrupalıları kendilerine hayran bırakırdı. Nitekim yeme-içme konusunda da böyleydi. Bizzat Busbecq'in tespitiyle “1 Avrupalının günlük yemek masrafı, 1 Türk'ün 12 günde harcadığı paradan daha fazlaydı.

“Türkler yolculuk sırasında ete veya sıcak yemeğe rağbet etmezler. Hoşlandıkları şeyler ekşitilmiş süt, peynir, kuru erik, armut, şeftali, ayva, incir, kuru üzüm ve vişnedir. Bu meyveleri temiz suda kaynatıp büyük toprak tepsilere koyarlar. Herkes bundan canının çektiğini satın alır. Meyveyi ekmeğin yanında katık olarak yerler. Sonra da suyunu içerler. Böylece yiyecek ve içecek çok ucuza mâl olur. Öyle ki bizde bir kişinin günlük yemek masrafı, bir Türk’ün 12 günde harcayacağı paradan daha çoktur.”

Türkler şatafatlı evleri sevmezdi

Türklerin barınma konusunda da tercihleri benzerdi. Şatafatlı, ihtişamlı evlerde oturmaktan sakınır, evlerinin sade fakat kullanışlı olmasına bilhassa dikkat ederlerdi.

“Türklerin bir özelliği de binalarında ihtişamdan kaçınmaları. Bu gibi şeylere önem vermeyi kendini beğenmişlik, gurur ve gösteriş addediyorlar. Bunlar âdeta insanın bu dünyada ebediyen var olmayı beklediğine işaret edermiş gibi. Evlerine, bir yolcunun hana baktığı gözle bakıyorlar. Onları hırsızlardan, sıcak, soğuk ve yağmurdan koruyorsa başka bir lüks aramazlar.”

Lady Montagu ve oğlu.
Lady Montagu ve oğlu.

İngiliz elçisinin eşinden bir itiraf

Sadece Busbecq değil eski Türklerin ahlâkı ve faziletlerine dair elimizde yüzlerce yabancının şahitliği var. Hepsini burada zikretmeye elbette yerimiz müsait değil. O vakit eşinin büyükelçi olarak atanmasıyla İstanbul'a gelip aramızda iki yıl kalan Lady Montagu'dan şu itirafı nakledelim:

“Türklerin kanunundaki bazı maddeler çok hoşuma gidiyor. Bunlar çok akla yakın olduğu gibi bizde titizlikle tatbik edilen bir kaç madde gibi büyük bir dikkatle uygulanıyor. İngiltere'de yalancılar yaptıklarıyla övünürler, burada ise yalan söylediğinden emin olunduğu zaman alınlarına kızgın demir basılıyor. Bu kanun bizde uygulanırsa ne kadar güzel yüzün bozulduğu, ne kadar kibar sınıfına mensup kişilerin kaşlarına kadar inen peruklarla dolaşmağa mecbur kaldıkları görülür.”

Bizdeki düşüş ne zaman başladı?

Türk ahlâkının gerilemeye başlamasının devletin çöküşe geçmesiyle paralellik arz ettiğini görüyoruz. Zira devletin çöküşe geçmesiyle ekonomi, siyaset ve diğer sosyolojik parametreler de erozyona uğramaya başlar. Düzen yerini yavaş yavaş bir bozgun haline bırakırken bozgun psikolojisi toplum ve fert hayatında ağır travmalar yaşatır.

Lady Craven.
Lady Craven.

Buna dair en net teşhislerden birini Lady Craven'in 1786 tarihli seyahatnamesinde görüyoruz. Tipik Batılı oryantalist yaklaşımın metinde bir hayalet gibi dolaştığını elbette inkâr edemeyiz ama yapılan tespitlerin doğruluğunu da görmezden gelemeyiz. Busbecq'in intizam, dürüstlük ve iş bitiricilik vasıflarıyla andığı Türk, İkinci Viyana Kuşatması'ndaki beklenmedik mağlubiyetin peşi sıra büyük kayıplar yaşayınca bozgun psikolojisine girmiş, o günden bugüne içine girdiği türbülanstan hâlâ çıkamamıştır. Aşağıdaki satırlar ibretle okunmalıdır:

“Büyükelçi'nin teknesi bizi bekliyor ve kayığımız kürek çekerek ilerliyor. Londra'daki Hackney arabaları gibi buradaki kayıklar da kiralık. Hepsi güzel yontulmuş, çoğunun yaldızları var. Şekilleri hafif ve güzel. Kayıktaki Türkler o kadar iyi kürek çekiyorlar ki her kesimden insanda görülen aylaklık ile çelişen bir durum bu.

Aylaklık derken, geçen gün minderin üzerine uzanmış halde, ağzında piposu durmadan tüterken at nalı şeklindeki demiri yavaşça döven bir Türk gördüm. Türkleri pipo tutma zahmetinden kurtaran bir icat var. Piponun her iki yanı küçük tekerleklerle sabitleniyor. Böylece pipo içen kişi başını istediği gibi hareket ettirirken pipoyu alt dudağına dayayıp tüttürmeye devam ediyor.

Türklerin aylak ve cahil olması belki de Avrupa için bir şanstır. İmparatorluk şu muazzam güçle, eğer çalışkan ve hırslı insanlara sahip olabilseydi onları dünyanın efendileri haline getirirdi. Şu an sadece diğer güçlerin arasındaki ticaret ve savaşları kesecek ölü bir duvar vazifesi görüyor.

Tastamam aptal Türk, bütün gününü Boğaz'ın kenarında oturup gökyüzündeki uçurtmaları yahut çocukların bindiği kayıkları seyrederek geçiriyor. Nitekim ihtişamlı bir çınar ağacının gölgesinde keyif yapan birini gördüm. Gözlerini akıntıda sürüklenen bir şişeye dikmiş, onu izlemekle vakit öldürüyordu. Bu ülkede işlerin nasıl gittiğini gerçekten anlayamıyorum. Çünkü yönetim kademesi umumiyetle cahil lejyonerlerden oluşuyor.”