Trump’ın geri dönüşü Avrupa için ne mânâya geliyor?

Trump’ın geri dönüşü Avrupa için ne mânâya geliyor?
Trump’ın geri dönüşü Avrupa için ne mânâya geliyor?

Donald Trump’ın yeniden Beyaz Saray’a dönüşü, Avrupa’nın güvenlik stratejilerini, ekonomik dengelerini ve ABD’ye olan bağımlılığını yakından etkileyecek. Avrupa, bu yeni dönemin şartlarına uyum sağlamak için hangi politikalara odaklanmalı?

Trump’ın sansasyonel geçen bir kampanya sürecinin ardından rakibi Kamala Harris’i beklenmeyen bir farkla yenerek Beyaz Saray’a dönmesi, Avrupa’nın güvenlik stratejilerini, ticaret dengelerini ve ekonomik politikalarını yeniden değerlendirmesine yol açıyor. İlk başkanlık döneminde sıklıkla dile getirdiği NATO’nun tüm üyelerinin mâlî yükümlülüklerini yerine getirmesi gerektiği yönündeki çağrısını bu kez daha yüksek sesle yapacağı öngörülüyor. Bu durum özellikle ABD’nin askeri desteğine bel bağlayan Doğu Avrupa ülkelerinde güvenlik kaygılarını artırabilir.

Almanya'da hükümet krizi

Almanya, Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller Partisi ve Hür Demokrat Parti (FDP)’den oluşan Ampel (Trafik Lambası) koalisyonunun mâlî konular üzerindeki anlaşmazlıklar nedeniyle çökmesiyle derin bir siyâsî kriz yaşıyor. Yeni Federal Meclis seçimlerinin 23 Şubat 2024’te yapılacağı açıklanırken, 16 Aralık’ta Başbakan Olaf Scholz için güven oylaması yapılacak. Hristiyan Demokratik Birlik (CDU)/Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) anketlerde önde giderken, Almanya için Alternatif (AfD) ikinci sırada yer alıyor ve Hür Demokrat Parti (FDP) baraj altı görünüyor.

Koalisyonun yıkılmasının temel nedeni, SPD ve Yeşiller’in ekonomik büyümeyi desteklemek amacıyla borçlanma önerisine FDP’nin karşı çıkmasıydı. FDP lideri Christian Lindner, bu öneriye direnirken hükümetin çökmesine yol açtı ve yoğun eleştiriler aldı. Trump’ın ikinci kez seçilmesiyle birlikte Almanya ve Avrupa üzerinde ekonomik, siyasi ve güvenlik açısından büyük etkiler beklenirken, Almanya’nın böylesine kırılgan bir siyasi ortamda Trump dönemine hazırlıksız yakalanması ülke içinde tepkilere neden oldu.

Rusya-Ukrayna savaşı devam ederken Almanya bir yandan siyasi istikrarı sağlamaya çalışıyor, diğer yandan erken seçimlerin güçlü bir hükümet çıkarıp çıkarmayacağı belirsizliğini yaşıyor. Diğer yandan enerji krizinin ve yüksek enflasyonun halk üzerindeki olumsuz etkileri, Almanya’daki sosyal gerilimi artırıyor. Peki, Almanya bir yandan Trump dönemine daha güçlü bir hükümetle girmeye hazırlanırken, erken seçim bu hedefe ulaşmak için gerekli zemini sağlayabilecek mi?

AfD’nin Alman parlamentosunda daha güçlü bir şekilde temsil edilmesi, ülkenin siyasi istikrarını ciddi şekilde tehdit edebilir.
AfD’nin Alman parlamentosunda daha güçlü bir şekilde temsil edilmesi, ülkenin siyasi istikrarını ciddi şekilde tehdit edebilir.

AfD’nin yükselişi ve Almanya’nın geleceği

Trump’ın yeniden seçilmesi, Almanya’daki milliyetçi ve muhafazakâr akımları güçlendirebilir, liberal değerleri zayıflatabilir ve aşırı sağcı AfD’nin halk desteğini daha da artırabilir. Bu tür hükümet krizlerinde, aşırı sağın sıkça dile getirdiği "yerleşik partilerin yozlaştığı, çağın sorunlarına çözüm üretemediği ve yeni bir siyasi yaklaşıma ihtiyaç duyulduğu" gibi tezler halkta daha fazla karşılık bulabilir. Dünyanın pek çok yerinde benzer krizler, daha keskin söylemlere sahip aşırı sağcıların güç kazanmasına yol açtı. Almanya’da da benzer bir tablo ortaya çıkabilir.

Anketlerde ikinci sırada yer alan AfD, özellikle doğu eyaletlerinde büyük halk desteği görüyor. AfD’nin Alman parlamentosunda daha güçlü bir şekilde temsil edilmesi, ülkenin siyasi istikrarını ciddi şekilde tehdit edebilir. Bu yükseliş, Almanya’nın daha kutuplaşmış bir siyasi ortama sürüklenmesine neden olabilir. Ayrıca aşırı sağın güç kazanması koalisyon oluşturma süreçlerini de zorlaştırabilir.

Mevcut seçim sistemi, koalisyonlar üzerinde uzlaşmaya dayalı hükümetler kurulmasını gerektiriyor. Ancak AfD’nin yükselişi, diğer partilerin bu uzlaşmalara gitmesini daha da zorlaştırıyor. Almanya’nın demokratik değerleri ve liberal politikalarına aykırı görülen bu partiyle iş birliği yapmak istemeyen partiler, hükümet kurma süreçlerinde daha karmaşık ve uzun müzakerelerle karşı karşıya kalabilir. Erken seçim sonucunda, trafik lambası gibi üç veya dört partili koalisyonların karşısında daha güçlü bir AfD’nin olması, Almanya’nın siyasi istikrara kavuşmasını oldukça zorlaştırabilir. Bu durum Almanya’nın hem iç politikada hem de uluslararası arenada daha kırılgan bir döneme girmesine yol açabilir.

ABD’nin yeni güvenlik talepleri ve Avrupa’nın savunma stratejileri

Trump’ın seçilmesinin somut bir yansıması, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un iki yıl aradan sonra ilk kez Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşmesi oldu. Rusya’ya karşı ambargo uygulayan ve siyasi ilişkilerini azaltan Almanya, bu tutumunun sonucunda iç ekonomisinde ciddi sorunlarla karşılaşmıştı. Ambargo nedeniyle gaz tedarikinde yaşanan sıkıntılar ve yükselen gaz fiyatları, Almanya’da birçok sektörde üretim maliyetlerini artırarak enflasyona yol açtı. Bu ekonomik baskılar ve Trump’ın seçilmesi, Almanya’nın Rusya ile yeniden temas kurma çabalarını tetikledi.
Trump’ın seçilmesinin somut bir yansıması, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un iki yıl aradan sonra ilk kez Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşmesi oldu. Rusya’ya karşı ambargo uygulayan ve siyasi ilişkilerini azaltan Almanya, bu tutumunun sonucunda iç ekonomisinde ciddi sorunlarla karşılaşmıştı. Ambargo nedeniyle gaz tedarikinde yaşanan sıkıntılar ve yükselen gaz fiyatları, Almanya’da birçok sektörde üretim maliyetlerini artırarak enflasyona yol açtı. Bu ekonomik baskılar ve Trump’ın seçilmesi, Almanya’nın Rusya ile yeniden temas kurma çabalarını tetikledi.

Trump döneminde ABD’nin Avrupa’ya verdiği desteğin azalması, Avrupa’nın kendi güvenliğini sağlamasını her zamankinden daha önemli bir mesele haline getiriyor. Trump, Avrupa’nın kendi savunmasını üstlenmesi gerektiğini savunurken, Avrupa’nın ABD’ye bağımlı olmayan bir savunma stratejisi geliştirmesi oldukça zorlu bir hedef olarak görülüyor. Almanya savunma alanında ciddi reformlara ihtiyaç duyarken, Avrupa Birliği (AB) ise güvenlik ve dış politika konularında ortak hareket etmekte hâlâ zorluk çekiyor.

Trump’ın dönüşü, Avrupa’daki bazı ülkelerin ABD ile ilişkilerinde farklı yaklaşımlar sergilemesine yol açabilir. Mesela Macaristan gibi ülkeler, Trump ile ikili ilişkileri güçlendirmeye çalışabilir. Bu durum AB için de ortak bir duruş oluşturmayı daha da zorlaştırabilir. Trump’ın politikalarına daha yakın duran ülkeler, AB içindeki dayanışmayı zayıflatabilir ve birliğin siyasi tutarlılığını riske atabilir.

Scholz-Putin telefon görüşmesi ve Almanya’nın yeni pozisyonu

Trump’ın seçilmesinin somut bir yansıması, Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un iki yıl aradan sonra ilk kez Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşmesi oldu. Rusya’ya karşı ambargo uygulayan ve siyasi ilişkilerini azaltan Almanya, bu tutumunun sonucunda iç ekonomisinde ciddi sorunlarla karşılaşmıştı. Ambargo nedeniyle gaz tedarikinde yaşanan sıkıntılar ve yükselen gaz fiyatları, Almanya’da birçok sektörde üretim maliyetlerini artırarak enflasyona yol açtı. Bu ekonomik baskılar ve Trump’ın seçilmesi, Almanya’nın Rusya ile yeniden temas kurma çabalarını tetikledi.

Scholz’un bu adımı, Ukrayna Cumhurbaşkanı Volodimir Zelenski’nin tepkisini çekti. Zelenski, Scholz’un Putin ile yaptığı telefon görüşmesinin, Rus liderin uluslararası alandaki izolasyonunu zayıflatabileceği konusunda uyarıda bulundu. Ancak Almanya, hem iç ekonomik baskılar hem de Trump’ın seçilmesiyle değişen küresel dinamikler nedeniyle Rusya ile yeniden irtibat kurma politikasını sürpriz olmayan bir şekilde artırıyor.

Ukrayna'ya destek ve Avrupa’nın ekonomik zorlukları

Trump, geçmişte Ukrayna’ya verilen Amerikan yardımlarını azaltabileceğini dile getirmişti. Böyle bir senaryoda özellikle Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkeleri, Ukrayna’ya mâlî ve askerî desteği kendi başlarına sağlamak zorunda kalabilir. Ancak Avrupa’nın mevcut ekonomik zorlukları gözönüne alındığında bu yükü taşımak oldukça güç olacaktır.

Zelenski, Scholz’un Putin ile yaptığı telefon görüşmesinin, Rus liderin uluslararası alandaki izolasyonunu zayıflatabileceği konusunda uyarıda bulundu. Ancak Almanya, hem iç ekonomik baskılar hem de Trump’ın seçilmesiyle değişen küresel dinamikler nedeniyle Rusya ile yeniden irtibat kurma politikasını sürpriz olmayan bir şekilde artırıyor.
Zelenski, Scholz’un Putin ile yaptığı telefon görüşmesinin, Rus liderin uluslararası alandaki izolasyonunu zayıflatabileceği konusunda uyarıda bulundu. Ancak Almanya, hem iç ekonomik baskılar hem de Trump’ın seçilmesiyle değişen küresel dinamikler nedeniyle Rusya ile yeniden irtibat kurma politikasını sürpriz olmayan bir şekilde artırıyor.

Almanya tarihte görülmemiş bir hükümet kriziyle mücadele ederken, aşırı sağın yükselişi ve ekonomik istikrarsızlık da meseleleri derinleştirdi. Artan enerji fiyatları, yüksek enflasyon ve Ukrayna’ya yapılan yardımların ekonomik maliyetleri, halkın refahında ciddi bir düşüşe yol açtı. Bu durum halkın ve siyasilerin önceliklerini iç siyasi ve ekonomik istikrarı sağlamaya yöneltebilir.

ABD’nin Ukrayna’ya verdiği desteği çekmesi durumunda bu yalnızca Almanya’yı değil, birçok Avrupa ülkesini ekonomik ve güvenlik açısından ciddi şekilde etkileyecektir. Özellikle Doğu Avrupa’da güvenlik riskleri daha da artabilir.

ABD’nin jeopolitik ilgisinin Hint-Pasifik bölgesine kayması, Avrupa’nın Amerikan dış politikasındaki yerini zayıflatıyor. Bu kayma, Avrupa’nın güvenlik stratejilerinde daha bağımsız hareket etme ihtiyacını artırsa da bu yönde somut adımların atılması oldukça karmaşık. Öte yandan Çin’in Avrupa endüstrileriyle rekabeti hızla artıyor. Çin, teknoloji ve üretim kapasitesi gibi birçok alanda Avrupa’yı geride bırakma yolunda ilerliyor.

Korumacı politikaların Avrupa ekonomisine etkisi

Trump’ın birinci başkanlık döneminde uyguladığı korumacı ekonomi politikalarının artırılması durumunda, bunun Avrupa ekonomisi üzerinde büyük etkileri olabilir. Avrupa ürünlerine uygulanacak yüksek gümrük vergileri, ABD’yi önemli bir pazar olarak gören Almanya gibi ihracata dayalı ekonomileri ciddi şekilde zorlayabilir.

Almanya tarihte görülmemiş bir hükümet kriziyle mücadele ederken, aşırı sağın yükselişi ve ekonomik istikrarsızlık da meseleleri derinleştirdi. Artan enerji fiyatları, yüksek enflasyon ve Ukrayna’ya yapılan yardımların ekonomik maliyetleri, halkın refahında ciddi bir düşüşe yol açtı. Bu durum halkın ve siyasilerin önceliklerini iç siyasi ve ekonomik istikrarı sağlamaya yöneltebilir.
Almanya tarihte görülmemiş bir hükümet kriziyle mücadele ederken, aşırı sağın yükselişi ve ekonomik istikrarsızlık da meseleleri derinleştirdi. Artan enerji fiyatları, yüksek enflasyon ve Ukrayna’ya yapılan yardımların ekonomik maliyetleri, halkın refahında ciddi bir düşüşe yol açtı. Bu durum halkın ve siyasilerin önceliklerini iç siyasi ve ekonomik istikrarı sağlamaya yöneltebilir.

Alman otomotiv sektörü bu durumdan en çok etkilenecek alanlardan biri. Yüksek vergilerden kaçınmak için üretimlerini ABD’ye kaydırmak zorunda kalabilirler. Üstelik Alman otomotiv endüstrisi, Çinli üreticilerle rekabette zaten zorlanıyor. Volkswagen gibi büyük grupların son dönemde fabrika kapatma ve işten çıkarma kararları alması, bu zorlukların bir göstergesi. ABD’nin korumacı politikaları uzun vadede Almanya’nın ekonomik istikrarını ve AB’nin küresel ekonomik pozisyonunu tehdit edebilir.

  • Trump dönemi ve AB-Türkiye ilişkileri
  • Trump’ın ekonomi politikalarının bir diğer potansiyel etkisi, çok taraflı anlaşmalara karşı çıkması nedeniyle Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) zayıflama ihtimali. DTÖ’nün etkisini kaybetmesi, küresel ticaret yapısını parçalayabilir ve serbest ticarete büyük ölçüde bağımlı olan AB için ciddi bir tehdit oluşturabilir. Bu durum AB’yi ekonomik ilişkilerini çeşitlendirmeye ve korumacı ABD politikalarının muhtemel zararlarını hafifletmek için yeni ortaklıklar kurmaya itecektir.
  • Almanya ve Avrupa, ticaret ilişkilerini çeşitlendirmediği sürece Trump döneminde büyük ekonomik zorluklarla karşılaşabilir. Bu bağlamda Avrupa’nın ABD’ye olan ekonomik bağımlılığını azaltmak ve jeopolitik konumunu güçlendirmek için Türkiye, Japonya, Avustralya ve Hindistan gibi ülkelerle ortaklıklarını derinleştirmesi önemli bir alternatif olarak öne çıkıyor. Özellikle Türkiye ile savunma ve ekonomi politikalarında yakınlaşma, AB için stratejik avantajlar sağlayabilir.
  • Türkiye’nin coğrafi konumu, nitelikli iş gücü, geniş üretim kapasitesi ve tarım-gıda sektöründeki önemi bu ortaklığı cazip hâle getiriyor. Recep Tayyip Erdoğan, Fransa Cumhurbaşkanı Macron ile yaptığı görüşmede, “Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üyelik stratejik perspektifi ile hareket ettiğini ve sürecin canlandırılmasının bir ihtiyaç olduğunu” vurgulamıştı. AB’nin, Türkiye’nin üyelik sürecini hızlandırması, hem ekonomik hem de siyasi alanlarda karşılıklı fayda sağlayacaktır.
  • AB’nin Türkiye ile yakınlaşması savunma alanında da ciddi avantajlar sunabilir. Almanya’nın önümüzdeki dönemde karşılaşacağı ekonomik sıkıntılar, ağır bürokrasi, yetersiz kamu yatırımları ve nitelikli iş gücü eksikliği, ülkenin Avrupa’da daha büyük bir rol üstlenmesini zorlaştırıyor. Ayrıca Alman ordusunun modernizasyon ihtiyacı, savunma politikalarında AB’yi daha bağımsız bir konuma getirme gerekliliğini artırıyor.
  • Trump’ın yeniden seçilmesi ve ABD’nin savunma alanındaki desteğini sınırlandırması, AB’yi askeri anlamda da kendi kapasitesini geliştirmeye itebilir. Bu bağlamda Türkiye’nin askerî teknolojisi, insansız hava araçları ve güçlü ordusu, AB için kritik bir iş birliği fırsatı sunuyor.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım