Tehlikeli olan yapay zekâ değil, yapay zekâyı ellerinde tutanlar
Cyborg kelimesini daha önce duymuşsunuzdur. Arnold Schwarzenegger’in başrolünü oynadığı Terminatör serisi başta olmak üzere Holywood tarzı bilim kurgu filmlerinden hatırlayacağınız, yarı robot yarı insan karakterlere verilen isim. Bu karakterlerde vücudun belli kısımları insan uzuvlarına sahip olsa da beyinde genelde bir çip bulunuyor ve yapay zekâ ile hareket ediyor. Cyborg daha ziyade yapay zekâ ve robot teknolojisiyle takviye edilmiş yenilmez asker olarak karşımıza çıkıyor. Bugün şayet yapay zekâ ile robot teknolojisinin insana galebe çalacağına dair bir inanç varsa, Hollywood’un buradaki payını küçümsememek lâzım. Robot dediğiniz neticede bir teneke yığını. Bunu işler kılan şey ise yapay zekâ. Peki, yapay zekâ gerçekten faydalı mı, yoksa bir gün insana galip gelecek ve her şeyi bitirecek mi? Elon Musk, “nükleerden bile daha tehlikeli” derken tam olarak bunu mu kastetti? Meseleyi Armoya Yüksek Teknoloji CEO’su, teknoloji ve bilişim uzmanı Tuncay Uludağ ile konuştuk.
Yapay zekâ mevzusu yeniden gündeme oturdu. Bu kez faydası ve zararı tartışılıyor. Bu hususta siz neler söylemek istersiniz?
Soruyu birkaç farklı açıdan değerlendirmek gerekir. Öncelikle tüm teknolojiler insanların yararı için oluşturulur; tehlikeli olup olmayacağını kullanım şekli ve kullanıcıya sunanlar belirler. Basit bir misal vermek gerekirse, bu sıralar adını çok duyduğumuz ChatGPT gibi sohbet ve problem çözümleme alanlarında çok başarılı olan yapay zekâ sistemleri kullanıma sunuldu. Günlük hayat sorularından mühendislik hesaplarına kadar gerçekten çok başarılı cevaplar ve neticeler veriyor. Mesela bir mühendisin, alanındaki bir problemi çözmek için sıralı birçok formül ve sabiti aralarındaki ilişkiyi kurarak çözmesi gerekir. Bunları çeşitli program ya da araçlar kullanarak da yapabilir fakat devreye yapay zekâ girince sadece soruyu sorması yeterli oluyor.
Burayı biraz daha açabilir miyiz?
Misal vermek gerekirse, ChatGPT altyapısı kullanan Microsoft Bing sohbet alanına “500 km uzaklıkta bulunan -50 dbm, 400 Mhz bir alıcıya bilgi göndermem için verici gücüm ne olmalı” diye elektronik mühendisliğine dair bir soru sorarsanız; sorunuzdaki tüm verileri kullanarak problemi adım adım çözecek ve aradığınız bilgiyi net bir sonuç ile size iletecektir.
İlk bakışta bu çok güzel duruyor, mühendisin problemi çözmek için zaman harcamasına gerek kalmıyor. Fakat insanlar hazırcılık ve tembelliğe alışıyor, sürekli hazır bilgiyi kullanmaya alışan kişiler kendi yetenek ve bilgilerini unutarak yapay zekâya muhtaç hâle geliyor. Cep telefonu sonrası insanların numara ezberleme ve hesap yapma yeteneklerinin azalması gibi yakın gelecekte insanlar problem çözme ve analiz etme yeteneklerini kaybedecekler.
Asıl tehlikeyi görelim
İkinci husus, yapay zekânın kontrolü kimin elinde? Bizim elimizde değil, orası belli. Yapay zekânın tehlikeli olduğunu söylüyorlar ama gerçek tehlike bu sistemleri yönetenler olacak.
Sizin tüm sorduğunuz sorular tek bir merkezde birikecek; bu da bir site üzerinde arama yapmanın çok ötesinde. Artık sizin ne aradığınızı değil ne yapmak istediğinizi dahi biliyorlar. Kim hangi proje ile uğraşıyor, kim hangi soruları soruyor, insanlar ne alanda çalışmalar yapıyor, neleri merak ediyor gibi tüm zihin aktiviteleriniz ve uğraşlarınız onların eline geçiyor. Siz yapay zekâya “Bugün kaç kişi sana soru sordu” diye sorarsanız size cevap vermeyecektir, fakat sahipleri tüm alt dalları ile her türlü bilgiye istediği gibi ulaşma şansına sahip olacak.
Elon Musk reklam peşinde
Elon Musk, yapay zekâ nükleerden bile daha tehlikeli derken bunu mu kastediyor?
Bunu bir reklam stratejisi olarak görmek lâzım. Yapay zekâ alanında şirketi olan biri “Yapay zekâdan korkuyorum” der ise gündem oluşturur ve bu, o kişiye büyük yatırımcılar getirir. İnsanlar, korkulacak derecede gerçek bir zekânın varlığına inanır çünkü. Benim yapay zekâ sistemim çok iyi demek yerine “Korkuyorum” demek çok daha etkileyici ve gelecek için güzel reklam olur.
Yapay zekâ dediğiniz şey, özünde bilgi toplayan ve analizler yaparak kararlar veren yazılımdan başka bir şey değildir. Öğrenmek ise gelişmiş bir algoritma ile bilgileri saklamaktır. Hafızanın akıl göstergesi olmadığı gibi zekâ çıktısı gösteren bir algoritma, insan beyni ile karşılaştırılabilecek mânâda akıl değildir. Yapay zekâ için duygu bile istenildiğinde değiştirilebilecek “1” ve “0” değerlerinden ibarettir.
Hafıza başka zekâ başka
Hafıza ve zekâ farklı şeyler. İnsanları yanıltan bu fark, eğitim sistemi açısından da büyük bir sorun. İki öğrenci düşünün. Biri müthiş zeki ama hafızası iyi değil. Diğeriyse hiç zeki değil ama dehşet bir hafızası var. Eğitim sisteminde hangi öğrenci başarılı olur sizce? Elbette zeki olanın yerine hafızası daha iyi olan başarılı olacak. Şimdi zekâ olarak düşük ama hafıza olarak yüksek bir öğrencinin ezbere dayalı eğitim ile iyi bir makama geldiğini düşünün. Sizce insanlığa ne kadar faydası olabilir? Bu yüzden eğitim sisteminin hafıza yerine zekâ tiplerine uygun bir yapı ve formatta olması gerekiyor.
Hafızaya zekâ muamelesi yapılamaz. Bizde zekâya değil hafızaya yatırım yapılıyor. İnsan öyle bir varlık ki, nereye yatırım yaparsa orası gelişiyor. Spor yaparsanız kaslar gelişiyor. Hesap yaparsanız beyin gelişiyor. Teknoloji çağında hareketsiz bir hayat tarzı ile kaslar zayıflıyor. Hatta bence genetik kodlara bile işleniyor bu durum. Dikkat ederseniz şimdiki çocukların el becerileri inanılmaz kötü. Artık saklambaç oynayan, ağaca tırmanan çocuk bulamazsınız. Eskiden kafanızda bir dünya telefon numarası olurdu, şimdi ezberleyemezsiniz. Çünkü beyin öyle bir şey ki, siz farkında olmasanız da “şu numara senin telefonunda kayıtlı, niye ezberime alayım ki” diyor.
Beyin hep işin kolayına kaçar
Şuuraltı olarak mı oluşuyor bu durum?
İnsan beyni daima işin kolayına kaçar, bu böyledir. Eline bir pusula yazıp çocuğu bakkala gönderirseniz, beyin o pusulada yazılan siparişi ezberlemez, enerji sarf etmez onun için. “Nasıl olsa yazılı, ne gerek var” der. Beyin böyle işler. Teknoloji ilerledikçe insanın beyin kullanımı ister istemez bundan etkileniyor. Düşünme, sorgulama ve analiz her gün biraz daha geriye gidiyor. Mühendisler bile bugün aslında hazır yapılar üzerinde çalışıyor. Yaptığınızı sandığınız işleri aslında siz yapmıyorsunuz. Her şey hazır verilmiş, siz sadece cıvata sıkıyorsunuz.
Her şeyin tohumu küresel bir gücün elinde
Bütün bilgiler tek bir yerde toplanmış. Küresel bir güç, her şeyin çekirdeğini, tohumunu elinde tutuyor. “Bırak o mühendis kendi yapıyor sansın, işi yapan çip bende” diyor. “Bırak o kendini yazılımcı sansın, SDK’yı kapatırsam işi biter, çekirdek yazılım bende” diyor.
Şu an Türkiye'de yapay zekâ ürününü tanıtan birçok şirket görüyorsunuz. Ne yapıyorlar, hazır yapay zekâ, SDK ve web servislerini kullanıyorlar. Çekirdek kimin elinde? Çekip alsalar ne yapacaksınız? Elektronik bile aynı, artık eskisi gibi tüm içeriği bilerek elektronik proje yapabilen yok gibi. Her işi yapan bir entegre var çünkü.
- “Batarya mı yöneteceksin, batarya yönetim çipi al”,
- “Elektrik motoru mu süreceksin, al sana motor sürücü entegresi”,
- “Amfi mi yapacaksın, amfi entegresi al”,
- “Radyo mu yapacaksın, al sana radyo çipi” diyorlar.
Önemli olan neyi yaptığın değil, nasıl yaptığın.
Örnek verirsek, birisi beyin patlatıp gerçek mühendislik yaparak bir cihaz yapıyor, diğeriyse yapılmış cihazı entegre olarak alıp kutuluyor ve ben yaptım diyor. Komik olan, gerçekten ortaya çıkan cihazı kendi yaptı sanıyor.
Tek başına üretim yapamayan, yaptığını sanan, tek başına yazılım yazamayan, yazdığını sanan, her şeyi yaptığını sanan fakat sadece hazırı yöneten, düşünemeyen insanlar çoğalıyor. Yakında bu insanlar neyi neyle birleştireceğini, nasıl kontrol edeceğini bile düşünmeyecek. Çünkü o işi yapacak çekirdekler hayatımıza yapay zekâ maskesi ile çoktan girdi bile.
Yarı iletken mimarisi sınıra dayandı
Geçen yıl Metaverse fırtınası esiyordu, herkes bundan bahsediyordu. Sonra birden gündemden düştü. Şimdiyse yapay zekâ meselesi ortalığı kasıp kavuruyor. Birileri yine bir şeyler mi deniyor?
Metaverse ve sanal gözlükler gündemden düştü görülüyor fakat çok daha gelişmiş ve yapay zekâ desteği ile güçlenmiş bir şekilde gelecekte karşımıza çıkacağı kesin. Bir de bu sistemler, yüksek işlemci hızı ve yüksek enerjiye ihtiyaç duydukları için biraz zamana ihtiyaçları var. O kadar çok bilgi toplamak ve o kadar çok şeyi kontrol etmek istiyorlar ki, şu anki mevcut işlemci hızları bu talepleri tam olarak karşılamıyor.
Daha yüksek hızlı işlemci yapılamıyor mu?
Teknoloji aslında bir göz boyama ve birçok şeyi olduğundan daha gelişmiş gösterme çabasında. İşlemci dediğimiz yapılar, milyonlarca hatta milyarlarca transistör gibi yarı iletken yapılardan oluşuyor. Bu yarı iletkenler ne kadar küçük ve birbirine yakın ise hız o kadar yüksek ve enerji de o kadar düşük oluyor. Fakat şu an bu yarı iletken boyutları 3 nanometre (nm) hatta 1 nm seviyelerine gelmiş durumda. 1 nm ise yaklaşık 10 atom uzunluğunda. Limitlere gelindiğini söyleyebiliriz.
Her yıl yeni modeller çıkıyor, bu işlemciler hızlanmıyor mu?
Bakın yıllardan beri bilgisayar hızları 4-5 gHz limitlerini geçemedi. Daha hızlı çekirdek yapamadıkları için çoklu çekirdeklere geçildi. İşlemcileri 16 çekirdek, 50 çekirdek, 100 çekirdek yaptık diye övünüyorlar. Aslında demek istedikleri şu: “Biz daha hızlı işlemci yapamıyoruz, o yüzden işlemcinin içine bol bol limit hıza geldiğimiz çekirdekleri koyuyoruz.”
Bunun ötesi kuantum
Şu anki teknoloji ileri geçemiyor, tamam da, gelecekte hiç ilerleme olmayacak mı?
Gelecekte neler olur bilemeyiz, şu an için ilerleyen teknoloji, kuantum iletişim ve kuantum bilgisayarlar. Fakat kuantum bilgisayar ve iletişim için bence en az 50 yıl gerekli. Belki daha da fazla. Sürekli haberler çıktığına aldanmayın. Çoğu abartı ve yalan.
Mesela “Çin, kuantum teknolojisiyle uyduyla haberleşti” haberi bir ara gündem oldu. Oysa ortada kuantum haberleşme diye bir şey yok. Haberleşme çift taraflı olur. Orada yapılan tek şey, daha önce defalarca kez yapılmış kuantum dolanıklık deneyini değişimi algılamak amacı ile kullanmaktı. Bilginin yolda değişip değişmediğini görebilmekti.
Dediğim gibi teknolojiler hep abartılır. Tıpkı şu an yapay zekânın abartıldığı gibi. Bunların hepsi PR, reklam. Misal olarak ChatGPT’ye bakalım. 2015’de Elon Musk da bunun kurucuları arasındaydı. Daha sonra SpaceX ve uzay ile ilgileneceğim diye ayrıldı. Muhtemelen pişmandır şimdi. Bu işler milyarlarca dolar yatırım alıyor. “Yapay zekâ tehlikeli, savaş çıkarabilir” benzeri yalanlar, kuantum iletişim için de süslenerek sürekli söyleniyor.
Bir yazılımdan niçin korkasınız ki?
Yapay zekâ ile birçok meslek tarihe karışacak deniliyor. Robot askerler savaşacak, taktisyen robotlar da komutayı üstlenecekmiş mesela. Askerlik mesleği bitecek mi, ne dersiniz?
Yapay zekâ ile meslekler tarihe karışacak cümlesi yerine, kelimeleri değiştirip bir daha bakalım. Yapay zekâ dediğimiz gerçekte nedir? Microsoft, Google, Amazon gibi dev şirketlerin sunucularında çalışan yazılımlar. Meslekler dediğimiz şey ise insanların bilgi ve becerileri ile yaptıkları işler.
O zaman asıl soru şu oluyor?
Küresel şirketler, insanların mesleklerini ellerinden alacak mı?
Zâten istedikleri şey bu. Yapay zekâ sadece bu amacın arkasına saklanmış bir maske.
Dünyayı yönetmek isteyen güçler, zâten cep telefonları sayesinde sabah kaçta kalktığımızı, kahvaltıda ne yediğimizi, kiminle buluşup neler yaptığımızı, hangi konumlara ne sıklıkta gidip geldiğimizi, özetle hakkımızdaki birçok bilgiye ulaşıp depoluyorlar. Sıra şimdi insanların düşünme yeteneğine el koymaya geldi. “Siz düşünmeyin, ben ne dersem onu yapın” demek istiyorlar. Yapay zekâ da işte bunun aracı.
Hoş geldin 1984
1998 yapımı “Enemy of the State / Devlet Düşmanı” filminde o eski telefon teknolojisiyle toplumu izleyip fişleyen bir sistemin güncellenmiş versiyonu ile karşı karşıyayız yani, öyle mi?
Çin’de böyle bir sistem var. Kadın çocuğuna ilaç alacak ama fişlenmiş ve puanı yetmiyor, o yüzden alamıyor, mahrum bırakılıyor. Oraya doğru gidiyoruz.
Orwell haklıydı o zaman. Yapay zekâ filan derken “Hoş geldin 1984” diyelim mi?
Kontrol altında tutabilecekleri, yönetebilecekleri, düşünmeyen bir toplum istiyorlar. Ana hedefleri, gelişmiş ya da gelişmekte olan toplumlar. Mesela bu sistem bize Afrika’yı acınası bir yer olarak gösteriyor, oysa tam tersi, Afrika belki de dünyanın en sağlıklı kıtası. Bilemiyoruz, orası için farklı bir planları vardır belki.
Afrika’da kısırlık yok
Afrika derken şuradan bakalım. Mesela Türkiye'de her üç kişiden biri doğurganlık sorunu yaşıyor. Doğurganlık sorununun en az olduğu ilk 10 ülke ise Afrika kıtasında yer alıyor. İlginç bir şekilde dünyada en az aşı olan ülkeleri incelediğinizde ilk 10 sırayı birebir aynı Afrika ülkelerinin aldığını görüyorsunuz. Bu bir tesadüf olabilir mi sizce?
Tetanoz aşısı gebeliği engelliyor
Birkaç sene önce ülkemizde tetanoz aşıları toplatılmıştı, hatırladınız mı? Toplatılan aşının tetanoz aşısı olması çok ilgimi çekmişti. Biraz baktım, birçok ülkede tetanoz aşısının içine hamilelik için üretilmesi gereken bir hormonun konulduğu ve bunun antikor gibi davranarak hamileliği engellediği ortaya çıktı.
En azı aşı olan ülkelerde kısırlık diye bir sorun olmaması, sağlıklı doğurganlık sıralamasında Afrika ülkelerini pas geçersek, bilinen ve tanınan ilk ülkenin İsrail olması bence bir tesadüf olamaz.