Takke düştü kipa göründü
İnsanlığın bir yanıyla Gazze’de bittiği muhakkak. Sadece insanlığın mı, Müslümanların da. Dikkat buyurunuz, Müslümanlığın değil, Müslümanların. Fakat öbür yanıyla da insanlık Gazze’de başlayacak: Yeni insanlık. Gönüllerimizde İslâm’ı yeniden yeşertecek ve kafamızdaki safsatalardan ve boş korkulardan hepimizi arındırıp bizi yeniden mü’min kılacak adımlar, muhtemeldir ki Filistin’de atılacak. Atılıyor da…
Şu ân yepyeni bir dünyanın eşiğindeyiz.
Sinema üzerinden bir benzetmeyle söyleyelim: Biz seyirciler için yeni ama senaristler, yönetmenler ve oyuncular için eski. Onlar seneler evvel senaryoya son şeklini verip sahaya indiler, bütün oyunculara, nerede ne yapmaları gerektiğinin direktiflerini verdiler. Oyuncular da ellerinden geldiği kadar rollerinin hakkını verdiler. Nihayet film kurguya alındı. Bazı kısımlar atıldı, kimi bazı kısımlarsa eklendi ve şimdi de filmi bilmem kaç yüz sahnede birden gösterime girdi. Biz de senelerdir üzerinde uğraşılan bu filmi, şimdilerde hayretler içerisinde seyrediyoruz.
Olan bu; başka bir şey değil.
Bize zorla seyrettirilen bu filmin maksadı belli: Sanayi İnkılâbı’ndan itibaren bugüne kadar ne kadar malûmat ve ne kadar fikir, hatta ne çeşit inanca sahipsek hepsini boşa çıkaracak yahut yeniden manâ ve kıymetlendirecek bir şafak hissi uyandırmak. Karamsar ve karanlık bir şafak bu. Ya yatıya gelen edep mahrumu misafir misali, tarafımızdan kovulana kadar kendiliğinden gitmeyecek uzun bir karanlık bu, dolayısıyla bize de hiç geçmeyecek bir güneş tutulması intibaı bırakacak veya biz, bu misafirliğin aslında bir işgâl olduğunu nice vakit sonra anlayacağız ve iş işten çoktan geçmiş bulunacak.
Ve bu filmin kötü adamı apaçık: Müslümanlar.
Resmi kabûlü bile iki buçuk milyarı aşan Müslümanlar ise bu manzarayı kavramaya, komşuda çıkan alevleri görmezden gelmeye, çıkan duman nefeslerini tıkasa bile onu da bir yolunu bulup hayra yormaya berdevam etmede. Hâlbuki hangisine sorsak bize rahatlıkla söyleyecekleri apaçık hakikat ortada: Komşuda çıkan yangının kıvılcımları, az sonra teker teker hepimizi yakıp kavuracak.
Tehlikenin bilgisi var ama tedbir yok.
Hepimiz vaziyetin bu kadar alenen farkındayız ama gözümüzü yakan alevleri görmezden, yangının harap ettiği yuvaların çatırtısını da, atılan çığlıkları da duymazdan ve bu boğucu dumanı bilmezden geliyoruz. Maharetle. Adeta iki buçuk milyarlık bir hamakat cemaati teşkil ettik. Körlerden, sağırlardan ve hissizlerden müteşekkil iki buçuk milyarlık bir cemaat bu. Namaz eda etmiyoruz da hep beraber görmeme, işitmeme ve hissetmeme ayini eda ediyoruz sanki. Akıl almaz ve iğrenç bir vaziyet bu. Afyonkeşlerin sızdıklarında büründükleri lâkaydiliğe benzer bir hâl. Hangi ara hepimize bunca afyonu yutturdular?
Gâvur kim, Müslüman ne?
Utanmıyoruz da. Hâlbuki “Elin gâvuru...” deyip tahfif ettiğimiz nice millet, bizi yerlerin dibine sokarcasına yahudiyi tel’in ederken, İsrail’e alenen destek veren firmaları gayet maharetle boykot ederken biz, bizden apardıkları köfteyi allayıp-pullayıp önümüze sürdükleri burgeri de zıkkımlanıyoruz, fil kakasından mamûl mayiyi de kahve niyetine içiyoruz. Hayasızca. Kahveyi daha dün bütün dünyaya tanıtan biz değil miydik yahu? O dedelerden nasıl böyle torunlar peydahlanır? Hayır, daha acısı var: Sadece ‘yerli’ siyonistlerimiz, yani Geberik Tanrı Tatür’e tapan nevzuhur putperestlerimiz değil, türbanlı kızlarımız da, (Artık ben onlara ‘başörtülü’ diyemiyorum.) çember sakallı hacı abilerimiz de bu herzeyi yemekte bir beis görmüyorlar. Benim gibi kim bilir siz de defaatle şahitlik etmişsinizdir bu kan donduran vurdumduymazlığa. Kardeşleri Gazze’de hunharca katledilirken, ismi lâzım değil o lânetli yerlerde yiyip içmekte hiçbir beis görmeyen milyonlarca Müslüman.
Nasıl bir devre gelip çattık Ya Rabbi! Nasıl oluyor da kâfir ‘Müslüman’dan haysiyetli çıkabiliyor? Ve biz bu manzarayı gördükten sonra yakın istikbâle hangi hakla ümit bağlayacağız? Elbette her mü’min kâlp, bu elim vaziyetin de bir hikmeti bulunduğunu sezinler ve asla ve kat’a ümidini kaybetmez. Amenna! Ama bu akla ziyan vaziyeti, İslâm’a da ve hatta insana da yakışmayan bu vurdumduymazlığı neyle ve nasıl izah edeceğiz?
İnsan kim, cemad ne?
Melûn yahudi, seneler senesi hepimizi bizim gibi birer insan olduklarına inandırdı. Hatta herkese bizden de üstün vasıflara haiz bulunduklarını kabûl ettirdi. Dile dökmesek de handiyse hepimiz ya onların zekâlarına gıpta ettik, ya mallarına, mülklerine veya imkânlarına. O zahirin batınını, onların Rabbimiz tarafından lânetlendiklerini unutmak işimize geldi. Bize üstünlüklerini zımnen kabûllendik. Ama şu hileye başvurarak başardılar bunu ama bu desiseye; orası mühim değil. Hepimiz sahiden de şapkadan tavşan çıkardıklarına inandık ya.
Dörtyüz küsur senedir yahudi numaralarını afiyetle yemeye devam ediyoruz. Yedikçe tadı hoşumuza gitti bu yalancı dolmanın. Onları adeta her şeye muktedir zannetmeye başladık. Ama Aksâ Tufanı ile bu şer ezberimiz bozuldu. Allah’ın lânetine uğramanın ne manâya geldiğini, lânetini hakkeden bir mahlûkun nerelere kadar inebileceğini ayan-beyan gördük; en azından bir kısmımız.
Ya Rabbi, meğer Senin lânetin lânetlerin en beteriymiş de biz yahudi palavralarının üstüne bir de kendi kandırmacalarımızı ekleyerek onları bir şey zannettik; bizden üstün bir şey. Meğer onlar sahiden bir ‘şey’miş ama hayvandan da aşağı bir şey. Bir nevi cemad. Taş-toprak yani. O yüzden kendilerinin dışında kim varsa hepsini ‘insana benzer hayvan’ diye tavsif etmekten ve bunu alenen ifadeden utanmıyorlar. Adeta her yahudinin yüzü taharet suyuyla yıkanmış. Öylesine arsız, öylesine hayasız.
Mesele şu: İsrail, yani yahudinin tek yumruk hâline gelen zâtiyeti, sahiden de geberecek köpeğin gidip cami duvarına işemesine benzer bir şekilde son çırpınışlarını mı sergiliyor yoksa kendi mutlakıyetini ilânın bir adım öncesinde mi mevzileniyor?
Aklı olanı bilemem ama kâlbi olan herkes Aksâ Tufanı’nın ardından dünyaya başka bir gözle bakıyor. En azından eski gözleriyle bakmaktan tereddüt ediyor. Bugüne kadar devşirdiğimiz ne kadar bilgi, hatta malûmat varsa ve hangi mevzuda ne kadar fikir edinmişsek pek çoğunu gözden geçirmek, ayıklamak, hak terazisine vurmak ve ondan sonra icap ediyorsa eski makamına oturtmak mecburiyetindeyiz. Gören gözler ve hisseden kâlpler için Aksâ Tufanı tam mânâsıyla bir milât. İkibin sene evvelkinden de mühim bir milât.
Bilgilerimizin, fikirlerimizin, kanaatlerimizin ve inançlarımızın arasına karışmış ne kadar yahudi martavalı varsa hepsini tespit ve imha etmekle mükellefiz. Akabinde de yerlerine sahihlerini yerleştirmeye. Kolay iş değil bu, belli. Ama başımıza ne geldiyse hepsi de kolayı seçmemizden gelmemiş miydi zaten? Hepimiz aynı kolay yüzünden yahudinin zulmünü görmezden gelmeye ve miskinliğimizi sürdürmeye devam etmiyor muyuz?
Hazır cevaplara son
İnsan nedir ve insanın hakikati ne manâya gelmektedir? İnsanın sureti ile sireti arasındaki münasebet nasıldır? Kime, neye göre insan demeliyiz? Bu ve benzeri nice suâlin şimdiye kadar verdiğimiz hazır cevaplarını külliyen çöpe atmak ve bu vadide hayli bir vakit at koşturmak mükellefiyetindeyiz? Düşünsenize, Gazze’de bebek avına çıkan ve sonra da “Saatlerdir öldürmek için bebek aradım ama bulamadım. Hepsini bitirmişiz.” diyen yahudi ile aynı varlık kategorisinde yer almak, acı gelmiyor mu size? Bebek avına çıkan bir yahudi şahsen bana artık ne kadar gayrıinsan geliyorsa bunu görüp de kılını kıpırdatmayan telmaşa Müslüman da, onların anlı-şanlı idarecileri de bana artık o kadar gayrıinsan geliyor.
Demek ki “İnsan nedir?” sualini yeniden ve yeniden sormak mecburiyetindeyiz. Fert hüviyetiyle bir insan tekine işaret edivermek kolay. Asıl mesele, bütün bu müşahedelerimizin akabinde onun manâ ve kıymetini tarifte.
Bu tarifin ardından gelen suâl: Müslüman kim ve mümin ne demek? “Neyi biliyorsak o yanlıştı.” umdesini başa alarak yol katetmeye mecburuz. Öyle ya, bir yandan Kur’an-ı Kerim’e inandığımızı söylüyoruz, öbür yandan Kur’an-ı Kerim’le bâtıllığı tescilli bir imanın müminlerini, adeta bizden biriymiş gibi bağrımıza basıyor, yeri gelince de baştacı ediyoruz?
Şu elim soruyu sormanın vakti gelmedi mi?: Mel’un kavmin birkaç avuç batıl mü’mini, nasıl oluyor da İslam’ın müminlerine böyle muvazenesiz galip gelebiliyor? Başka bir şekilde sorarsak, batıl nasıl oluyor da adeta hakka galip geliyor? Bunun hikmeti mucibi ne? Yoksa asırlardır ellerimizde tuttuğumuz hakkı, birkaç asırdır batılla yer değiştirdiler de biz mi uyanamadık? Hak Teâlâ’ya teslim olmak ile O’na candan-gönülden inanmak arasındaki fark mı bu beterin beteri hâlimizin sebebi?
Biz bu asrın lâfta Müslümanları, zannettiğimizden katbekat fazla İslâm’dan uzaklaşmış vaziyetteyiz. Gazze’nin açığa çıkardığı en yakıcı hakikat bu. Aval aval seyrettiğimiz bu film, bunu suratımıza çarptı.
İnsanlığın bir yanıyla Gazze’de bittiği muhakkak. Sadece insanlığın mı, Müslümanların da. Dikkat buyurunuz, Müslümanlığın değil, Müslümanların. Fakat öbür yanıyla da insanlık Gazze’de başlayacak: Yeni insanlık. Gönüllerimizde İslâm’ı yeniden yeşertecek ve kafamızdaki safsatalardan ve boş korkulardan hepimizi arındırıp bizi yeniden mümin kılacak adımlar, muhtemeldir ki Filistin’de atılacak.
Atılıyor da.