Suriyeliler Nasrallah’ın ölümüne neden sevindi?
Nasrallah, Suriyelilere karşı öyle bir tavır takınıyordu ki öldürülmeden birkaç ay önce Lübnan’da ciddi ayrımcılık ve baskılara maruz kalarak ülkeden çıkarılmak istenen Suriyeliler için “Lübnan’dan gidebilirsiniz. Suriye’ye dönmek istemiyorsanız işte deniz burada, denize açılıp gidebilirsiniz” demişti. Yaşanan bütün bu tecrübeler neticesinde ölümü elbette bir sevinç oluşturacaktı. Suriyeliler de bu sevinçlerini ortaya koydu.
İsrail’in 27 Eylül’de Lübnan’ın başkenti Beyrut’un güneyinde kalan ve Hizbullah’ın kalesi olarak Dahiye bölgesinde gerçekleştirdiği saldırıyla Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ı öldürmesi, yalnızca Gazze ve Lübnan’da süren çatışmalar açısından değil bölgede son 10 yıldır yaşanan krizler açısından da önemli bir mihenk taşı oldu. Nasrallah, başta Suriye olmak üzere neredeyse tüm Ortadoğu’ya yayılan İran’a bağlı mezhepçi milis grupların ruhani mânâlar da yüklediği rol modeli bir liderdi.
İran, başta Yemen’deki Husi militanların oluşturduğu Ensarullah hareketi ve Irak’ta etkin Haşd-i Şa’bi olmak üzere Ortadoğu’daki bütün vekil örgütlerini Hizbullah tecrübesi üzerinden şekillendirmişti. Nasrallah’ın öldürülmesi, yalnızca burada adı geçen ülkelerdeki milis gruplar açısından değil, Hizbullah’ın ana merkezi Lübnan’daki Şii toplumu açısından da yıkıcı bir psikolojik etki yarattı. Lübnan’da gelişmeleri takip eden gazeteciler, Dahiye’deki Şii toplumun Nasrallah’ın öldüğüne uzun süre inanmadığını ve bir gün geri geleceğini konuştuğunu ifade ederken sosyal medyada yazan Şii gazeteciler de bu minvalde paylaşımlar yaptı.
Hiç şüphesiz Lübnan’da yaşanan gelişmeler, en yakın ve doğrudan Suriye’yi etkiliyor. Zira Hizbullah’ın da taraf olduğu ve 2011 yılından beri Esed rejimi tarafından Suriye halkına karşı yürütülen katliamlar, Lübnan’a 900 bini aşkın Suriyeli mültecinin sığınmasına sebep olmuştu. Bu mültecilerin büyük kısmı, Lübnan-Suriye sınırına yakın ve Hizbullah’ın 2013’te Suriye’deki çatışmalara dâhil olduktan sonra etkin olduğu Şam Kırsalı, Humus ve Dera gibi bölgelerden Lübnan’a sığınmıştı.
İsrail’in 23 Eylül’den beri Güney Lübnan ve Bekaa Vadisi’ne yönelik yoğunlaşan saldırıları nedeniyle BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine göre, Suriye’ye yarısı Hizbullah ve rejim saldırılarından kaçarak Lübnan’a sığınmış Suriyeliler olmak üzere yaklaşık 425 bin sivil geçiş yaptı.
Nasrallah’ın öldürülmesinin ardından Arap basınında konuşulan konuların başında Suriyelilerin sosyal medya üzerinden Nasrallah’ın ölümüyle ilgili yaptığı alaylı paylaşımlar ve Esed rejimine muhalif grupların kontrolündeki Suriye’nin kuzey ve kuzeybatı bölgelerinde yaşayan Suriyelilerin sevinç görüntüleri geldi. İran eksenine yakın medya kurumları, bu görüntüleri Suriye muhalefetinin İsrail-Amerikan destekli olduğuna ve Suriye devriminin Amerikan projesi olduğuna dair bir delil sayarken 2011’den beri Suriye’de yaşananları yakından takip eden ve İran’ın bölgedeki genişlemesine karşı çıkan medya kurumları ise Hizbullah’ın Suriye’de işlediği savaş suçları nedeniyle bu sevincin Suriyelilerin hakkı olduğunu ifade ediyor. Bu yazıda, Suriyelilerin Nasrallah’ın ölümüne ilişkin takındıkları bu tavrın nedenlerini açıklamaya çalışacağız.
Hizbullah’ın Suriye’deki varlığı
Meselenin doğru anlaşılması için Hizbullah’ın Suriye’deki varlığına ve burada yürüttüğü faaliyetlere göz atmak gerekmektedir. Öncelikle, Hizbullah’ın Suriye’de büyük çoğunluğu oluşturan Sünni halkın başlattığı devrim hareketine karşı Esed rejiminin yanında çatışmalara katılmış olduğu gerçeği kesinlikle göz ardı edilmemelidir. Mart 2011’de barışçıl protestolar şeklinde başlayan Suriye devrimi, rejimin iktidara geldiği 1963’ten ve Nusayri azınlığın kontrolüne girdiği Hafız Esed liderliğindeki darbenin yapıldığı 1970’ten beri muhalif sesleri bastırma tavrı nedeniyle şiddet sarmalına dönüştü.
Rejimin, başkent Şam’ın çevresi ve bazı iç semtler dâhil olmak üzere Suriye’nin çoğu bölgesini kaybettiği bir ortamda Hizbullah çatışmalara dâhil oldu. O dönem örgütün Suriye’ye girişini ilan eden Nasrallah, “Suriye’ye gönderdiğimiz savaşçılar, yüz ise bin olacaktır, bin ise on bin olacaktır. Hatta eğer durum benim bizzat gitmemi gerektirirse ben de bizzat gideceğim” diyerek, o güne kadar en az 30 bin sivili öldüren ve şehirleri tahrip eden Esed rejiminin ayakta kalmasını ne kadar hayati gördüğünü ortaya koymuştu.
Nasrallah’ın, İsrail tarafından soykırım yürütülen Gazze için böyle bir coşkuyla açıklama yapmadığı biliniyor. Hizbullah’ın Suriye’ye girişi, 18 Mayıs 2013’te Lübnan-Suriye sınırındaki El-Kusayr beldesinden gerçekleştirdi. Nasrallah’ın birçok konuşmasında övgüyle bahsettiği bu beldedeki saldırılar 19 gün sürerken Esed rejimine ait savaş helikopterleri tıpkı bugünlerde İsrail ordusunun Güney Lübnan’daki köylerde yaptığı gibi tahliye emirleri içeren broşürler attılar. Bu broşürlerin atılmasından sonra binlerce sivil Lübnan’a ve Suriye’nin iç kısımlarına kaçarken 25 bin sivil yerinde kaldı.
18 gün süren çatışmalara havadan şiddetli bombardımanlar düzenleyen rejime ait savaş uçakları da katıldı ve Hizbullah militanları karadan beldeye giriş yaptı. Beldeden yayınlanan görüntülerde, Hizbullah militanlarının kundaktaki çocukları bile katlettiği ve top ateşiyle beldeye yoğun saldırılar düzenlediği görüldü.
Hizbullah’ın daha sonraki süreçte katıldığı en önemli saldırılardan biri Şam’ın kuzeydoğusundaki Madaya beldesi kuşatmasıydı. Eylül 2015’ten Ocak 2016’ya kadar tam kuşatma altında kalan beldede, onlarca kişi açlıktan, yüzlerce kişi ise ağır bombardımanların altında can verdi. Beldeye giren Hizbullah militanları, duvarlara “Ya açlık ya da teslimiyet” yazıları yazmıştı.
Benzeri katliamlar, Şam’ın Zebadani beldesi ile Doğu Guta’nın yanı sıra Humus ve Halep’in bazı bölgelerinde de yaşandı. Suriye’de devrimin başından beri sivil kayıpların istatistiklerini tutan Suriye İnsan Hakları Ağı’nın (SNHR) verilerine göre, Esed rejimi ve Hizbullah başta olmak üzere İran destekli Şii militanların saldırılarında 200 bini aşkın sivil hunharca katledildi.
Stratejik ve duygusal bir sevinç
Yukarıda genel hatlarıyla dikkat çekmeye çalıştığımız minvalde Nasrallah’ın ölümünün Suriyeliler ve Suriye devrimini destekleyenler arasında yarattığı sevinç dalgasının stratejik ve duygusal olmak üzere iki sebebi olduğunu söyleyebiliriz. Hiç şüphesiz, yukarıda bahsedilen katliam ve kuşatmalara maruz kalarak, yakınlarını kaybeden ya da mülteci durumuna düşen sıradan Suriyeliler, duygusal saiklerle bir sevinç yaşıyor.
Suriye’de yıllardır çatışma alanlarında saha muhabirliği yapan ve birçok katliama tanıklık eden Suriyeli gazeteci Hadi el-Abdullah, “Nasrallah’ın ölümüne neden seviniyoruz” başlığıyla yayınladığı videoda, Hizbullah’ın sebep olduğu bu katliamlara ait görüntüleri paylaşarak, “Vallahi İsrail değil, Şeytan öldürse yine de sevinirim” demişti. El-Abdullah’ın, Hizbullah’ın katliamlarını anlatırken içine girdiği ruh hali, büyük ölçüde canı yanmış ve intikamının bir şekilde alınmasını isteyen bir insanın ruh haliydi. İdlib’de Nasrallah’ın ölümü için tatlı dağıtan insanlar da benzer bir ruh halini yaşıyordu.
Duygusal açıdan bakıldığında, insanların kendilerine eziyet eden bir figürden öyle ya da böyle kurtulmaları kutlanacak bir durumdur. Zira Nasrallah, Suriyelilere karşı öyle bir tavır takınıyordu ki öldürülmeden birkaç ay önce Lübnan’da ciddi ayrımcılık ve baskılara maruz kalarak ülkeden çıkarılmak istenen Suriyeliler için “Lübnan’dan gidebilirsiniz. Suriye’ye dönmek istemiyorsanız işte deniz burada, denize açılıp gidebilirsiniz” demişti. Yaşanan bütün bu tecrübeler neticesinde ölümü elbette bir sevinç oluşturacaktı. Suriyeliler de bu sevinçlerini ortaya koydu.
Sıradan halkın yanı sıra okuryazar kesim de duygusal sebepleri paylaşmanın yanı sıra Nasrallah’ın Hizbullah ve İran’ın vekil güçleri açısından önemi nedeniyle stratejik açıdan da bu ölümünün sevinilecek bir durum olduğuna vurgu yapıyor. Zira rejimin en büyük destekçilerinden biri olan Hizbullah’ın neredeyse tüm üst düzey komuta kademesiyle birlikte ikonik liderini kaybetmesi, örgütün Suriye’deki konumlanmasına da orta vadede zarar verecektir.
Nasrallah, 1975-1990 arasında yaşanan Lübnan iç savaşı günlerinden beri örgütün Emel Hareketi’nden ayrılarak Lübnan’da devlet üstü bir güce ulaşmasında sahada kilit bir rol oynamıştır. Ayrıca, Suriye’de Eylül 2015’te başlayan Rus müdahalesinde de Nasrallah’ın rolü önemlidir. Hizbullah lideri, 2020 yılında İran Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesinin ardından örgüte yakın el-Meyadin televizyonuna yaptığı açıklamada, Süleymani’nin Rusya’yı Suriye’ye müdahale için nasıl ikna ettiğini anlatmış ve bu noktada kendisiyle koordineli bir şekilde bu işi yaptığına dikkat çekmişti. Netice itibariyle Nasrallah’ın kimin eliyle olursa olsun öldürülmesi uzun süredir sürekli gerileyen ve küçük alanlara sıkışan Suriye devrimi için duygusal ve stratejik açıdan bir motivasyon olmuştur. Bu da elbette sevinilecek bir durumdur.