Sünnet nedir, neler sünnet değildir?

Sünnet nedir, neler sünnet değildir?
Sünnet nedir, neler sünnet değildir?

Rasülullah (a.s.v.)’ın ve sahabenin (r.a.) yolunu takip edenlere ehlisünnet, bu hususta küfre girmeyecek şekilde sapma gösterenlere ise ehl-i bidat denir. Hadis ilmindeki sünnet tanımı fıkıh usulüyle paralellik arz eder; ancak biraz daha geniştir. Çok kere hadis ile sünnet özdeşleştirilir. Aslında Rasülullah (a.s.v.) ve dönemi hatta başta râşid halifeler olmak üzere sahabe uygulamaları ile âlâkalı her rivayet hadis kapsamındadır. Bu sebeple fıkıh usulünde dikkate alınmayan şemail veya gündelik hayatla ilgili bazı rivayetler hadis ilminde sünnet kapsamında değerlendirilebilir. Normalde hadisle sünnetin aynı kabul edilmesi hatalıdır. Çünkü sünnet olabilmesi için en azından belli bir süre yapılmış olması gerekir.

Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir.” (Buhârî, Nikâh 1; Müslim, Nikâh 5)

Kelime olarak takip edilen yol, örnek alınan uygulama mânâlarına gelen sünnetin temel özelliklerinden birisi belli bir devam ve süreklilik istemesidir. Hepsinde merkezde Rasülullah (a.s.v.) olmasına rağmen fıkıh, fıkıh usulü, hadis ve kelamdaki tarifleri farklıdır.

Fıkıh usulünde, Kitap yani Kur’an’dan sonraki ikinci delil olarak Sünnet, Peygamber Efendimizin sözleri, fiilleri, takrirleri yani onaylamalarını ifade eder. Bunun yanında sahabe uygulama ve içtihatları da bu kapsamda değerlendirilmelidir. Herhangi bir hâdisenin hükmünü tespit etmede Kur’an’la birlikte başvurulan en önemli kaynak konumundadır.

Hadis ilmindeki sünnet tanımı fıkıh usulüyle paralellik arz eder; ancak biraz daha geniştir. Çok kere hadis ile sünnet özdeşleştirilir. Aslında Rasülullah (a.s.v.) ve dönemi hatta başta râşid halifeler olmak üzere sahabe uygulamaları ile alâkalı her rivayet hadis kapsamındadır. Bu sebeple fıkıh usulünde dikkate alınmayan şemail veya gündelik hayatla âlâkalı bazı rivayetler hadis ilminde sünnet kapsamında değerlendirilebilir. Normalde hadisle sünnetin aynı kabul edilmesi hatalıdır. Çünkü sünnet olabilmesi için en azından belli bir süre yapılmış olması gerekir.

İtikadda bidat küfre yol açabilir

“Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir.”
“Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir.”

Kelamda ise Peygamber Efendimiz (a.s.v.) ve ashabının îtikad ve amelde takip ettiği yol manasına kullanılmaktadır. Zıttı bidattır. Bu sebepten Rasülullah (a.s.v.)’ın ve sahabenin (r.a.) yolunu takip edenlere ehlisünnet, bu hususta küfre girmeyecek şekilde sapma gösterenlere ise ehl-i bidat denir.

Bu kişiler ya itikada ya da amele taalluk eden hususlarda bidate düşerler. Mesela, peygamberlerden başkasına masumiyet veren, Kur’an’ın bazı hükümlerinin târîhî/tarihsel olduğunu iddia edenler itikatta; Rasülullah’tan nakledilmeyen bir namaz, oruç veya zikrin sünnet olduğunu iddia edenler ise amelde bidat sahibidirler.

İtikatta bidat tehlikelidir, küfre yol açabilir. Bu bidatten vazgeçilmediği müddetçe tövbe ile günahı silinmez, şefaatten mahrumiyet vardır. Amelde bidat ise büyük günaha yol açar. Tövbe günahı siler, şefaatten mahrumiyet yoktur. Küfür ise bu yolun sözle veya fiilen inkâr edilmesi ya da küçümsenmesidir.

Fıkıh açısından sünnetin birkaç yönden sınıflandırması vardır. Birincisi Hanefîler genel bir tasnifle sünnet-i hüdâ ve sünnet-i zevâid diye ikiye ayırmışlardır.

Sünnet-i hüdâ adından da anlaşılacağı üzere takip edilmesi istenen, yerine getirildiğinde kişiyi hidayet üzere tutan, terk edilmesi istenmeyen, gerektiğinde cezalandırılan sünnetlerdir. Ezan, kamet, cemaatle namaz buna örnek verilebilir. Bunlar aynı zamanda şiar yani İslam’ın alameti olan sünnetlerdir. Israrla terkine ceza vardır. Bu yönüyle vacibe benzer.

Zevâid ise ikiye ayrılır: İbadetlerle ilgili olup da yapılması istenen, yapmayanın kınamaya müstahak olduğu sünnetler ile Peygamber Efendimiz (a.s.v.)’in, yeme, içme, giyme, uyuma vb. beşerî yönleri ile alâkalı olan terk edilmesinde problem olmayanlardır.

Bu ikinci kısma sünnet denmesi büyük oranda kelime mânâsı ile bağlantılıdır. Efendimizin beşerî davranışları ile ilgili bir sünnetini yani devam edegeldiği bir fiili yapan kişi bunu sırf Rasülullah (a.s.v.)’a benzemek için yaparsa bu niyetiyle sevap alır.

Mesela saçını Peygamber Efendimiz gibi tarayan, elbisesini O’nunkine benzeten kişi bunları yapmakla değil, bundaki niyeti sebebiyle sevap alır ve terk eden kişilere de hiçbir şey diyemez.

Beşerî davranışlarla ilgili sünnetlerin yerine getirilmesi tavsiye edilenler bölümüne alınması için Efendimiz (s.a.v.) tarafından sözlü olarak yapılmasının istenmesi gerekir. Mesela sağ elle yemek bu türdendir.

Sünnet-i müekkede ve gayr-i müekkede

Fıkıh açısından ikinci taksim sünnet-i müekkede ve gayr-i müekkede ayrımıdır. Müekked, tekit edilen, üzerinde ısrar edilen mânâsına gelir.

Buna binaen müekked sünnet, Rasülullah (s.a.v.)’ın devamlı yapıp nadiren terk ettiği sünnettir ki bu terk de çok kere onun vacip olmadığını göstermek içindir. Bazı eserlerde yer alan, “Rasülullah (s.a.v.)’ın devam edip de bazen terk ettiği” yanlış anlamaya mahal verecek bir tanım olması sebebiyle hatalıdır. Sabah, öğlen, akşam namazlarının sünnetleri, yatsı namazının son sünneti müekkeddir.

Gayr-i müekked iseRasülullah’ın genellikle yapıp bazen terk ettiği sünnetlere denir. Bunun da “Hz. Peygamberin bazen yaptığı sünnetlerdir” diye tanımlanması yanlıştır. İkindinin sünneti ile yatsının ilk sünneti bu kapsamdadır.

Müekked sünnetin terk edilmesine ulema “isaet” yani çirkin, kötü iş demiştir. Hanefî uleması, mekruhu, yani hoş görülmeyen, Allah ve Rasulü (s.a.v.)’nün sevmediği işleri, tahrimen ve tenzihen olarak ikiye ayırmıştır.

Tahrimen, tenzihen ve isaet

Tahrimen, harama yakın demektir ve yapılması günahtır, ibadetlerle veya tövbe ile silinmezse azap gerektirir. Tenzihen ise helale yakın olan demektir. Yapana bir şey denmese de edebe aykırı hareket ettiği söylenir.

İsaet bu ikisi arasında bir yerdedir. İşleyen azarlanmayı hak eder ve şefaatten mahrum kalma tehlikesi ile karşı karşıya kalır. Israrla işlendiğinde günah kazanılır. Buna göre müekked bir sünneti terkte ısrar günahtır ve kişiyi Rasulullah’ın şefaatinden mahrum bırakır.

Fıtrî sünnetler

Bir de beşerî olmakla birlikte takip edilmesi gereken fıtrî sünnetler vardır. Bu sünnetler insanın yaratılışı ile ilgilidir. Her ne kadar sünnet denilse de bunları terk etmek çoğunlukla haram olarak değerlendirilir. Bunların sayısı fazla değildir. Koltuk altı ve kasıkların temizlenmesi, tırnakların kesilmesi, erkeklerin sakal bırakması, bıyıklarını kısaltması ve sünnet olması bunlar arasındadır. Bunların zıddının yapılması ulema tarafından ya haram ya da mekruh görülmüştür.

  • Neler Sünnet kapsamında değildir?
  • Buradaki “sünnet”, takip edilmesi gereken ve istenen sünneti ifade etmektedir. Yukarıda yazılanlardan az çok nelerin bu kapsamda olduğu anlaşılsa da konuyu tebellür ettirmek açısından biraz detaya girelim.
  • Öncelikle bir hususun sünnet olabilmesi için asgari bir devam şartı olduğunu söylemiştik. İkincisi de Efendimiz (s.a.v.)’in risâlet görevi ile alâkalı olması yani zaman ve mekân üstü, herkesi kapsaması gerekir. Şah Veliyyullah Dihlevî, Hz. Peygamber’den (a.s.v.) nakledilen risâlet görevi dışındaki rivayetleri şöyle sıralar:
  • 1- Tıpla ilgili olanlar
  • 2- Şahsî tecrübelerini yansıtan hadisler
  • 3- İbadet kastı olmaksızın gündelik yaşantı gereği yaptığı tasarruflar
  • 4- Folklor kabilinden olup mensup olduğu kavmin kültürü ile ilgili tasarrufları, sözleri. Mesela Arap atasözlerini kullanması…
  • 5- Devlet başkanı sıfatıyla yaptığı, ordu donatımı, pazar düzenlemesi gibi o güne has bazı cüzi maslahata yönelik ve ümmetin tamamı için bağlayıcı olmayan uygulamalar.
  • 6- Özel hüküm ve yargılaması.
  • Gerçi bunların çoğundan genel ilkeler çıkarılabilse de doğrudan uyulması gereken bir sünnet olduğu söylenemez. Bu maddelerden zaman zaman tartışma konusu olduğu için tıbbî tavsiyeleri ele alalım.
  • Zâdü’l-Meâd adlı eserinde Tıbbi Nebevi için bir cilt ayıran İbn Kayyim el-Cevziyye, Rasûlullah’ın ana görevinin kalp hastalıklarını tedavi etmek, dini anlatmak ve yerleştirmek olduğunu, sağlıkla ilgili tavsiyelerinin muhakkak dikkate alınması gerektiğini ama diğer sünnetler gibi olmadığını ifade eder.
  • Gıdaların faydalarından bahsederken hangi hastalıklar için şifa olduğunu yazarken, çok sayıda gıdanın hangi hastalara iyi gelmeyeceğini de yazar. Ayrıca “hastaların çoğunun Tıbbu’n-Nebî’den faydalanamadıkları da inkâr edilemez. Çünkü Tıbbu’n-Nebî, ancak kabul ile telakki edenlere, kesin şifaya kavuşacağına inananlara, iman ve izan ile kabul ve telakki edenlere fayda sağlar” demektedir.
  • Buna binaen her ne kadar tabibin sözlerinden daha fazla itimat gerekse de Peygamber Efendimiz (a.s.v.)’in tıpla ilgili emir ve tavsiyeleri, takip edilmesi istenen sünnet kapsamında değildir. Bunlara uymayan kimseye bir şey denilemez ve hastadan hastaya bunların değişiklik göstereceği unutulmamalıdır.
  • Hadis ile sünnet eşit değildir
  • Tekraren ifade edersek, hadis ile sünneti eşitlemek hatalı hüküm vermelere yol açar. Efendimizden nakledilen ve bir defa yaptığını ifade eden bir rivayetle amel edilmesi ve bunun sünnet olduğunun söylenmesi doğru değildir.
  • Şunu da söylemek gerekir ki sıhhat açısından hadisler;
  • - Sahih
  • - Hasen
  • - Zayıf
  • - Çok zayıf ve
  • - Uydurma diye kategorilere ayrılır.
  • Fakihler hüküm verirken sadece sahih ve hasenleri dikkate alırlar. Uydurma zaten hadis değildir. Çok zayıf uydurma gibi değerlendirilir. Zayıf hadisin ise sadece terğib ve terhib dediğimiz ibadete teşvik, günahlardan kaçınma hususunda aktarılmaları uygundur.
  • Zayıf bir hadisle farz, vacip, haram, mekruh hükmü verilemediği gibi sünnet hükmü dahi verilemez. Ancak mesela bir zikrin fazileti ile alâkalı bir zayıf hadis gelmişse, bunu yapmak sünnet olduğu iddia edilmeden, Rasülullah (a.s.v.)’ın yapma ihtimaline binaen tavsiye edilebilir.
  • Son olarak bizim bugün itikatta ve amelde yeni bir sünnet tespit etme imkânımız yoktur. İnançla ilgili Rasülullah (a.s.v.) ve ashabın yolu ehlisünnet ve’l-cemaat olarak tespit edilmiş ve akaid-kelam kitaplarımıza kaydedilmiştir. Zahirî amellerle ilgili olanlar fıkıh, bâtınî amellerdeki sünnetler ise tasavvuf kitaplarımızda yer almaktadır.
  • Bize düşen bunlara ittiba etmek, yeni bir husus çıktığında da öncekilere kıyasla sünnete uygun olan hükmü tespit etmektir. Doğrudan Rasülullah (a.s.v.)’a uyacağım diye hadis kitaplarından sünnet tespit etmeye çalışmak da burada okuduğu bir hadise bakıp da “işte sünnet olan buymuş” deyip hüküm çıkarmak da doğru değildir.