Sükût ikrardandır
Herkesin bildiği hakikat: Bir muharebe yok ortada. Gazze’de Filistin ile İsrail harbetmiyor. Geçen asrın başından beri yahudiler, binbir hile ve kavmiyetlerine mahsus desise ile Filistinliler’e ait toprakları işgal ediyor. Silâhsız ve müdafaasız garibanların her şeyini talan ediyorlar. Yakıyor, yıkıyor, katlediyorlar. Aslında yakın bir vakte kadar biz Türkler’in topraklarını. Başka bir ifadeyle kıyamete kadar İslâm topraklarını. Bir Müslüman Türk’ün gözünde Filistin bir Türk ve İslâm beldesidir.
“Sükût ikrardandır” demiş atalarımız. Bir mevzuda susmanız, o mevzuda kararsız kaldığınızı değil, tersine, belli bir karara vardığınızı ama kimi maslahatlar icabı, bu tercihinizi dile getirmek yerine susmayı tercih ettiğinizi gösterir. Çünkü ‘evet’ şeklinde bile ikrarınızı dile döktüğünüzde belki menfaatlerinizin bir kısmını kaybetme ihtimâliyle karşı karşıya kalacaksınızdır. Susarsınız, kararlı ve istikrarlı bir şekilde susmaya devam edersiniz, neticede muhatabınız itirazsızlığınızı kabûl âddeder. Kimse de bu istidlâli yanlış saymaz.
Demek ki tavır almaya mecbur kaldığınız nice vaziyette illâ ki dil ile ikrarınız şart değil. Hâl ve harekât da ikrara dahil. Buna rağmen red, muhakkak ya tavır veya lâfız olarak izharı şart koşmakta. Sükût ikrardandır çünkü. Susan, teklife itiraz etmemişş yani katılmış demektir.
Mensubu bulunduğumuz Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu vakitten beri başta Fransızlar’ın Cezayir’i işgali olmak üzere Türkleri veya Müslümanları alâkadar eden nice hususta, bugüne kadar defaatle, ne haklının yanında yeraldı, ne de mazlumun; yani Türkler’in veya Müslümanlar’ın. Yahut da Türkiye’nin şu alay konusu edilen meşhur içi boş ‘kınama’ cümleleriyle beynelmilel siyasetimizi güya idare edegeldik.
Böyle.
İçinde yaşadığımız hâli doğru manâ ve kıymetlendirmek mecburiyetindeyiz.
Küçük y ile yahudi
Gene de bugüne kadar Filistin meselesindeki gayet sarih mazlumdan ve haklıdan yana tavrımızın icabını Aksa Tufanı’ndan sonra arttırarak sürdüreceğimize, tuhaftır, orada aylardır devam eden mezalimi, gittikçe görmezden gelen ve yokmuş gibi hareket eden resmi bir tavırla karşı karşıyayız. Doğrusu bir balon gibi gittikçe sönen bu muarız tavrımızın yerine, bu sükût tavrını seçişimizin sebebini anlamak zor; çok zor. Üstelik İsrail’in kitapsızca mezalimi arttıkça nice devlet, İsrail’e karşı hasmane bir tavra bürünmüşken, dünya siyasetinde esamisi okunmayan devletler bile İsrail’e resmen lânet okuma ve katliamla itham etme yarışına girişmişken, nicesi de resmi münasebetlerini kesmeye veya asgariye indirmeye başlamışken, birçok beynelmilel müessesede İsrail’in aleyhine hukuki adımlar atarken, en mühimi de İsrail’le ticari irtibatlarını, kendi zararlarına olsa dahi kesebiliyorken bizim bu lânetlilerin devletiyle her türlü münasebetlerimizi muhafaza etmemizi anlamak mümkün değil. Ahmakça yalanlara başvurmadan anlatmak da.
Her adımıyla yahudi (artık bu isim küçük y ile yazılır) zulmünü büyüttükçe şahsiyetini küçültüyor ve biz de devletçe susmaya devam ediyoruz.
Filistin değil Dârül İslâm işgâl altında
Herkesin bildiği hakikat: Bir muharebe yok ortada. Gazze’de Filistin ile İsrail harbetmiyor. Geçen asrın başından beri yahudiler, binbir hile ve kavmiyetlerine mahsus desise ile Filistinliler’e ait toprakları işgal ediyor. Silâhsız ve müdafaasız garibanların her şeyini talan ediyorlar. Yakıyor, yıkıyor, katlediyorlar. Aslında yakın bir vakte kadar biz Türkler’in topraklarını. Başka bir ifadeyle kıyamete kadar İslâm topraklarını. Bir Müslüman Türk’ün gözünde Filistin bir Türk ve İslâm beldesidir. Ama kaçımız bunun farkında?
Hâl böyle iken birisi kalkıp da bize “Siz Türkler, yani bir asır evveline kadar bin sene İslâm’ın bayraktarlığını, dört asır da hilâfetin sancaktarlığını yürütmüş insanlar, Gazze bahsinde niçin böyle sükût içerisindesiniz?” diye sorsa ona sadra şifa ne diyebiliriz?
“Geçen asrın başında, hayatta kalma pahasına biz bütün iddialarımızdan vazgeçtik. O yüzden de böyle susuyoruz.” mu diyeceğiz? Ya o da kalkıp bize kendi atasözümüzü hatırlatsa ne cevap vereceğiz?: Sükût ikrardandır.
Öyle ya, devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti, bundan evvel olduğundan daha şedid bir tarz ve şekilde Filistin’de, hususen de Gazze’de yaşanan bu zulme sükût ettiğine göre ikrarda.
Öte yandan Gazze’de ne İslâm’ın izzeti kaldı çiğnenmemiş ve ne de Türklüğün. Meselâ bizimle aynı hüviyeti taşıyan bir yahudi vatandaş, binlerce benzeri vaziyetteki yahudi genci gibi bir yandan Afrika’da safariye çıkar gibi Gazze’de Müslüman çocuk avına çıkıyor, öbür yandan da sanal âlemde sıranın bu topraklara, hüviyetini taşıdığı memlekete geldiğini ilân edebiliyor. Ama biz sükûta devam ediyoruz. Sükûta yani ikrara.
Filistin’le değil İslâm’la savaşıyorlar
Daha dün Sırplar nasıl ki bir Boşnak katlettiğinde “Bir Türk öldürdük.” diye övünüyorsa şimdi de aynı şekilde yahudiler de camileri ve mescitleri basıyorlar, Kur’an’ı ayaklar altına alıp fotoğraflarını veya videolarını paylaşıyorlar. Korkmadan. Filistinlileri veya Araplar’ı değil, Müslümanları ezmenin hazzını yaşıyorlar; hem de sonuna kadar. İslâm’la cenk ettiklerini saklamıyorlar.
Dünyanın en korkak milleti bu cesareti kimden alıyor, nereden buluyor? Katolik dünyasının cesur itirazından utanmayan Müslümanlar’ın başlarındaki idarecilerin korkaklığından mı, satılmışlığından mı, ihanetinden mi? Yoksa bu işin bir izahı var da biz mi anlamıyoruz? Peki o izah nedir?
Muhtemeldir, belki bunca resmi körlüğün sahiden de bir maksudu vardır, ondan böyle artarak devam eden bu zulmü görmezden geliyorsunuzdur ama o hâlde biz sizde niye sıkılmış dişler göremiyoruz da her vakitki şen-şakrak hâlinize şahitliği sürdürüyoruz?
Sormak hakkımız; hakkımız ve vazifemiz: Aksa Tufanı’ndan itibaren entipüften itirazlar ve “dostlar alışverişte görsün” seviyesindeki teşebbüsler dışında, vatandaşı bulunduğumuz devlet, İsrail’e itiraz mahiyetinde sadra şifa ne yaptı? Elbette birbaşına İsrail’e harp ilânı kastedilmiyor burada. Ama bu ihtimâli de yedekte tutacak tarzda ve Güney Afrika’dan tutun, nice irili-ufaklı devletle beraber niçin hareket edilmiyor da yeni gelinler gibi sus-pus oturuluyor?
Tamam, birçok sebeple Yemen’in attığı hamleleri atmıyorsunuzdur veya başka sebeplerle atamıyorsunuzdur. Hatta diyelim ki İsrail’le ticaretin de kimi mecburiyetleri var ve bunu da istemeye istemeye yapmak zorunda kalıyorsunuzdur; bu gayet anlaşılabilir ama bu kadar sağıra yatmayı, üç maymunu oynamayı nasıl hayra yoracağız artık?
Bu sükûtun, bunca görmezden gelmenin ve onca zulme rağmen hâlâ sessiz kalmanın ikrardan başka manâsı nedir? İhaneti çağrıştıran bu maslahatın izahı nasıldır acep?
‘Biz son Müslümanlar mıyız?
Devlet böyle sükûtta da ahali pek mi farklı?
Gazzeli yaralı küçük bir çocuğun annesine sorusu: “Bize niçin kimse yardım etmiyor anne? Biz son Müslümanlar mıyız?” Mazlum bir çocuğun bu feryadı niçin gönlümüzde bir akis bulmuyor? Yoksa sahiden de Filistinliler, dünyanın son hakiki Müslümanları mı? 40-50 sene evvel memleketin lâikleri, az evvel geberik tanrılarına bağlılıklarını dillendirdikten sonra, ardından da gözümüzün içine baka baka “Biz de Müslümanız.” derlerdi ya, yoksa artık biz de onlar gibi mi Müslüman olduk?
Tarihi bir hakikate işaret babında söylüyorum: Kerbelâ hadisesinde Ehli Sünnet’in tavrı belli. Ama gene de tarih boyunca herhangi bir Türk, çocuğuna Yezid ismini vermediği gibi bu isim, fenalığın daniskası manâsında bir sıfat vasfını kazandı. Hatta bu sıfat, en öfkeli hâldeyken muarıza edilecek en ağır küfür ve hakaretlerden biri hâline geldi. Hani benzeri bir tavrı ‘yahudi’ kelimesinde görüyor muyuz? Kim, kime menfur bir maksatla “Seni gidi yahudi!” demeyi akletmeye başladı?
Boşuna saçma-sapan sebeplere müracaat ederek kendimizi aklamaya çalışmayalım. İçine yuvarlandığımız cehalet, yanı başımızda yaşanan ve ısrarla bize de dayatılan, ancak ses çıkarmadığımızda hayat hakkı bulduğumuz putperestlik, artık hayasızca camiye dahi sızmış çıplaklık, konfor düşkünlüğü, enaniyet, keyifperestlik, hazcılık ve mazinin maharetleriyle boşu boşuna teselli, bizi bu ruh sefilliğine sürükledi. Devletçe ve milletçe.
Bu gafletten nasıl uyanacağız?
Bunca sükût ikrar değilse nedir?