Sol-faşizm Orhan Gencebay’ı bile susturdu
Bu ülkenin değerlerinin kaynağına düşman olan bir kitle, yıllarca bürokrasiye, kültür/sanat camiasına, medyaya, finansa, eğitime ve pek çok önemli alana hükmetti ve halen de –eski gücü törpülense bile- hükmetmeye devam ediyor. Kendisi gibi düşünmeyene yaşama hakkı tanımamak için elinden geleni yaptı/yapıyor. Orhan Gencebay’ı halkın gönlünden silemedi ama TRT’den, her tür görüşe sahip vatandaşın vergilerinden finanse edilen kurumdan uzak tuttu.
Herkesin bir müzik zevki, kulağı ve beğenileri vardır.
Benim müzikte bir numaralı tercihim Orhan Gencebay olmuştur.
Sözünü ayrı, sesini ayrı severim.
Duruşu ise her daim delikanlıca, doğrudan yana ve adam gibidir.
Bugün sırf Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın davetlerine katıldığı için, onu lince tutan bir kesim var. Gencebay’ın ne müziğine ne de insanlığına tek kelime edilemez.
- Sanat camiasının içinde bunca yıl kalıp da dik duruşundan taviz vermeyen, özel hayatında skandallara imza atmayan örnek bir isim. Tayyip Erdoğan ile yan yana gelmesi; sanat camiasına hâkim, çift kimlikli, eskilerin deyimiyle “doğan görünümlü şahin” tiplerin nefretini kazanmaya yetecek elbette.
Kendilerine biat etmeyen büyük bir sanatçıyı sarıp sarmalayacak halleri yok ya!
Bu fakir, sırf sevdiği için 1992 yılının Ekim ayında Orhan Gencebay ile röportaj yapmıştı.
Haftalık çıkan bir yayın olan Yörünge dergisinde çalışıyordum ve üniversiteyi henüz bitirmiştim.
Ve en büyük hedeflerimden biri Orhan Gencebay ile röportaj yapıp tanışmaktı.
Kasetlerin üzerinde bulunan, kendisine ait Kervan Plak şirketinin numarasını aradım, talebimi izah ettim.
Oradan yıllarca kullandığı Zincirlikuyu’da bulunan ofisinin telefonunu aldım.
Büyük usta kısa bir zaman sonra randevu verdi.
O an bir gazeteciden çok, hayranı olduğu bir sanatçıya giden “fan” olduğumu itiraf etmeliyim.
Tanışma faslı sırasında kendisinden “Orhan Bey” değil, “abi” diye hitap etmek için izin istedim.
Elbette yüce gönüllü bu insan, gülümseyerek onayladı.
İçinde sanat, millet, tasavvuf, kültür, müzik, arabesk, MESAM geçen harika bir sohbet oldu.
Şarkılarının çoğunu ezbere bilen bir gazeteciye rastlamak onu da memnun etmişti.
Beni bu sohbette en çok hayal kırıklığına uğratan nokta, bazı şarkılarının filmleri için yazıldığını öğrenmem oldu.
“Bu duygu yoğunluğu, profesyonel bir talep için nasıl üretilebildi” sorusu o zamandan beri kafamda dolanır durur.
Ne yazık ki şahsî arşivimde ilgili röportaja ait doküman bulamadım. İslamcı Dergiler Projesi internet sitesi imdadıma yetişti. Siteye emek verenlere teşekkürlerimle. Onlar en azından tarihe not düşmüşler.
Gelelim sadede.
1968 yılında çıkardığı ilk müzik albümüyle başlayan yolculuğuna dair, o güne kadar belki de kendisine hiç sorulmayan bir soruyu sordum.
Gencebay hayranları iyi bilecektir, şarkılarında bolca “Allah, Rab, Yaradan” kelimeleri geçer.
1960’lar ve 70’ler, dünyada materyalizm rüzgârlarının sert estiği, ateizmle harmanlanmış Marksist ideolojinin yükselişte olduğu zaman dilimleriydi.
Türkiye bu atmosferden çok yüksek düzeyde etkileniyordu. Çünkü bir de işin içine jakoben Kemalizm girince farklılıklara hayat hakkının tanınmadığı bir iklim yeşeriyordu.
Orhan Gencebay’a, biz sevenlerin Orhan Abisine şu soruyu sordum; “Müziğe başladığınız yıllarda Allah demenin bile sakıncalı olduğu yıllardı. Şarkılarınızda geçen Allah, Rab, Yaradan kelimeleri nedeniyle hiç sıkıntıya girdiğinizi hissettiniz mi?”
Hafif bir afalladığını hatırlıyorum.
Belki de hiç çalışmadığı yerden sormuştum.
Tüm nezaketiyle benden teybi kapatmamı rica etti.
- Hüzünlü bir ses tonuyla bana şu soruyu sordu; “Sen bizim TRT’de neden sadece yılbaşı akşamlarına hapsedildiğimizi zannediyorsun? Yaptığımız müziğin -ki sadece kendimi saymıyorum, pek çok dostumu da işin içine katarak söylüyorum- arabesk diye aşağılanıp yok sayılmasının yegâne sebebi, halkın değerlerine yakın davranmamızdır. Eğer bu halk bizi sevip desteklemeseydi müzik/sanat camiasının içinde yaşama şansımız hiç olmayacaktı.”
Bugün hepimizin bildiği pek çok ünlü arabesk müzisyenin başına gelen birkaç örnekle de konuyu detaylandırdı.
İşte böyle bir Türkiye idi o yıllar.
Nereden nereye?
Orhan Gencebay’ı bile yutkunduran, yaşadıklarını dile getirmekten imtina ettiren, sözün ve müziğin üstadın boğazını düğümlediği yıllardan; özgürce fikrini dile getirmekten çekinmeyeceği zamanlara geldik.
O yıllarda plakları milyonlar satan bir sanatçı söylediklerini dile getirmek için teyp kapattırıyorken, bugün sosyal medya çukuruna rağmen düşündüklerini özgürce ifade edebilme şansına sahip.
Hangi zaman diktatörlüktür dersiniz?
Sol-faşist kafanın neler yapabileceğini bundan daha iyi ne anlatabilir?
Genç nesillerin “hiç ibret alınsaydı tekerrür eder miydi tarih?” sorusunu tekrarlamaması için yazıyorum bu hatırayı.
Sabah’tan Tuba Kalçık’a verdiği röportajı okuyunca, “Sanatçı unvanı çok ucuzladı” başlığını kullandığım o röportaj aklıma geldi ve tarihe not düşmek istedim.
“Bu ülkenin değerleri” kavramı genelde yuvarlak kullanılır ama işin esası gelip inanca ve İslam’a dayanır.
Bu ülkenin değerlerinin kaynağına düşman olan bir kitle, yıllarca bürokrasiye, kültür/sanat camiasına, medyaya, finansa, eğitime ve pek çok önemli alana hükmetti ve halen de –eski gücü törpülense bile- hükmetmeye devam ediyor.
Kendisi gibi düşünmeyene yaşama hakkı tanımamak için elinden geleni yaptı/yapıyor.
Orhan Gencebay’ı halkın gönlünden silemedi ama TRT’den, her tür görüşe sahip vatandaşın vergilerinden finanse edilen kurumdan uzak tuttu.
Kim mi bunlar?
Yazmıştık.
Yukarıda linkini verdiğim yazıyı tekrar okursanız, Orhan Gencebay’ı bile sırf şarkılarında Allah kelimesi geçirdiği için hayatı zindan etmeye çalışanları göreceksiniz.
Yeni nesillere feryadımız bundan.
Yalanlara, algılara, yönlendirmelere kanmamalı ve aynı delikten tekrar ısırılmamaları için.