Sıcak çatışma beklemeyin 3.Dünya savaşı çoktan başladı
Suriye, Libya ve Yemen üzerinden çok taraflı vekâlet savaşları verildi ve nihaî çözümün hâlâ uzağındayız. Bir virüsle bütün sıcak çatışmaları geride bırakan büyük bir yıkım yaptılar. Rusya’nın Kırım ilhâkıyla gerilen ortam, Ukrayna savaşıyla zirveye ulaştı. Peşinden küresel gıda ve enerji krizini sahneye sürdüler. Dünya zaten yeterince tekinsiz bir yerken, 82 yaşındaki Nancy Pelosi Tayvan’a ayak bastı ve 3. Dünya Savaşı endişesi iliklere kadar işledi. Yanı başımızda ise Irak kaynıyor, Kosova sorunu yeniden alevleniyor. Gerçek Hayat Dergisi olarak bütün bu sıcak gündemi, Ortadoğu uzmanı Ali Semin, Balkanlar uzmanı Davut Nuriler ve Çin uzmanı Alimcan Abled ile masaya yatırdık.
Irak’ın yeni mottosu: İran dışarı
2003 yılında ABD ve İngiltere öncülüğünde Irak’ın işgal edilmesi, dolayısıyla Saddam’ın devrilmesi sonrasında Irak bir daha huzur görmedi. Saddam’ın bir zalim olduğuna şüphe yok. Ancak Irak’ta en azından bir devlet otoritesi, bunun sayesinde de görece bir huzur iklimi vardı. Saddam gidince her şeyin daha iyi olacağına inanan pek çok insan bugün büyük bir hayal kırıklığı içinde. Osmanlı sonrası İngiltere’nin Irak Şiilerini sistemden dışlaması, ABD’nin de Saddam sonrası tam tersini yapıp iktidarı İran destekli Şiilere bırakması, Irak toplumunu bir travmadan diğerine savurdu. Gelinen noktada Irak Şii toplumu İran’a karşı bayrak açmış vaziyette. Iraklılık parolasıyla yola çıkan Şii lider Mukteda Sadr, Irak’ı İran’ın pençesinden kurtarmaya çalışıyor. ABD işgali sonrası Şii-Sünni kavgasına sayısız kurban veren Irak’ta şimdi Şii-Şii kavgası konuşuluyor. Velhasıl Irak yine kaynıyor.
- Pelosi’nin Tayvan ziyaretiyle oluşan Çin-ABD gerginliği, yeniden bir dünya savaşı ihtimalini gündeme getirdi. Üç önemli küresel fay hattı; Ortadoğu, Balkanlar ve Tayvan üzerinden bu ihtimali konuşacağız. Öncelikle yanı başımızdan, iyice ısınan Irak gündeminden başlayalım. Bize bir özet çıkarabilir misiniz? Neler oluyor Irak’ta?
Ali Semin: Irak’ta olan biteni anlamak için geriye, ABD işgaline gitmek gerekiyor. ABD Mart 2003’te Irak’ı işgal ettikten sonra bir model oluşturdu. Bu model aslında Ortadoğu’ya yabancı bir model değildi. 1989 yılında Taif anlaşmasıyla Lübnan’ı iç savaştan kurtarmak için önerilen modelin bir benzeriydi. 1975-1990 yılları arasında süren Lübnan iç savaşı, ABD’nin Suudi Arabistan ve Hafız Esed Suriyesi ile Suudi Arabistan’ın Taif kentinde masaya oturmasını gerekli kıldı. Peki, Lübnan’da nasıl bir sistem oluşturdular? Cumhurbaşkanı Maruni Hristiyan, başbakan Sünni, meclis başkanı da Şii olacaktı. ABD ne yaptı? Sanki bu model Lübnan’da işe yaramış, başarılı olmuş gibi, 2003 yılında bu modeli Irak’a taşıdı.
ABD Ortadoğu'yu bilmiyor
- O vakit aynı başarısızlığı Irak’ta da ummuştur diyebilir miyiz?
Bu bir kaos politikası. Aslında ABD’nin şöyle bir hatası var. Kaosu burada yönetemedi. İngiliz öyle değil. İngiliz kötülük yapar, öldürür ama kimse ondan bahsetmez. “Kazayla oldu, şöyle oldu, adam hayatını kaybetti” denir. ABD’nin Ortadoğu coğrafyasındaki en büyük hatası; kaosu oluştursa da yönetmede beceriksiz oluşu. Bunun nedeniyse şu: Sosyolojik olarak Ortadoğu’yu bilmiyor.
- Afganistan bu noktada bir örnektir diyebilir miyiz?
Evet, diyebiliriz. Afganistan, Irak ve bütün Ortadoğu bu noktada birer örnektir. Irak modeline gelirsek, cumhurbaşkanı Kürt, başbakan Şii, meclis başkanı ise Sünni olacak. Lübnan’daki sistemin bir benzeri. 2002 yılında Londra’daki muhalefet konferansında böyle bir karar alındı ve uzlaşma sağlandı. Türkiye’de bazı gazeteciler hâlen bunu Irak’ta bir anayasa maddesi olarak lanse ediyorlar ama böyle bir anayasa maddesi yok. Bu bir teamülden ibarettir. Devleti yönetebilmek için böyle bir sistem üzerinde uzlaştılar. Bu gruplar, Kürtler-Şiiler- Sünniler, kendi aralarında da bir uzlaşma yaptılar. Kürtlerin uzlaşmasında Barzani Kuzey Irak yönetiminin başkanı olacak, Talabani de Bağdat’ta cumhurbaşkanı olacak. Şiilerin uzlaşmasında ise 1957 yılında kurulup, Şiilerin öncülüğünü yapan Dâvâ Partisi başbakan çıkaracaktı. Sünnilerde durum biraz karışık. Müslüman Kardeşler çizgisinde olup, hem Türkiye hem de Körfez ile bağları bulunan Nuceyfi bir dönem öne çıksa da durum bu cenahta hayli karışık.
ABD’nin getirdiği model ile etnik ve mezhep temelli grupların kendi içlerindeki uzlaşma modeli 2018 yılına kadar işledi. Mayıs 2018 seçimlerinden sonra Adil Abdülmehdi başbakan oldu. Abdülmehdi, Hekim’in partisi Şii İslam Konseyi’nin adayı idi. Dâvâ Partisi böylece devre dışı kalmış, kendi aralarındaki uzlaşma da bozulmuş oldu. Kürt uzlaşması da Barzani’nin dışişleri bakanı Fuat Hüseyin’i cumhurbaşkanı adayı göstermesiyle bozuldu. Cumhurbaşkanlığı için ilk kez iki Kürt aday ortaya çıktı. 2018 bu açıdan bir kırılma yılı oldu.
Sistem 2018’de çatladı
- Talabani’nin ölümünün bir etkisi var mı?
Kesinlikle var. Talabani zaten 2012 yılından beri Almanya’da yoğun bakımdaydı. Daha sonra felç geçirdi. Talabani’nin ölümü Kürt siyaseti açısından büyük bir kırılmaya işaret ediyor. Kürtler de böylece bölünmüş oldu. Barzani ile Talabani arasında daha önce belli alanlar paylaşılmıştı, tek bir Kürt siyaseti görüntüsü vardı.
Talabani, İran yanlısı şeklinde yanlış bir kanaat var. Barzani’nin bölgesi, Türkiye sınırına yakın. Talabani’nin Süleymaniye’si ise İran sınırında. “Ben İran ile iyi geçineyim, sen de Türkiye ile iyi geçin” şeklinde, Kürtler arası stratejik bir işbölümüydü bu. Talabani bunu açık bir şekilde söylemiş, “Biz bunu yapmasak, İran beni Süleymaniye’de, Türkiye de Barzani’yi kuzeyde sıkıştırır” demişti. 1991 yılından bu yana elde ettikleri kazanımları kaybetmemek için takip ettikleri stratejik bir manevraydı bu. Özerklik Kürtler için bir hayaldi, gerçekleşti. Bunu korumak için böyle yaptılar. Fakat bu sistem Talabani’nin ölümü ve Şiilerin içindeki anlaşmazlık ile 2018 yılında çatladı. 2019 Ekim ayına gelindiğinde ise Irak’ta halk ayaklanması, gösteriler başladı. Niçin başladı? Çünkü hizmet yok, işsizlik oranı yüzde 40’lara dayanmış, su ve elektrik gibi temel ihtiyaçlar artık ulaşılamaz bir hale gelmiş.
Türkiye’de “Şiiler, Sünni bölgelerini yoksul bıraktılar” şeklinde bir kanaat var. Oysa güneydeki Basra’ya gittiğiniz zaman oradaki çöplüğü görseniz şaşarsınız. Burası Şii kenti. Yöneticiler de Şii. Yani ortada devlet yok, kurumlar yok.
Iraklı şiiler İran'ı istemiyor
- Bu yönetim beceriksizliğinde İran’ın özel bir payı var mı? ‘Irak yönetilemesin, İran’a bağımlı kalsın’ diye bir düşünce söz konusu mu?
Bu meselenin iki yönü var. İlki, yönetime gelen kişilerin tecrübesiz oluşu ve sivil yönetim geleneğinden ziyade silahlı mücadeleden gelen kişiler olmaları. Dâvâ Partisi’nden bahsettik mesela, devletin en tepesinden çöpçüsüne kadar her yerde adamları olan, gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış bir yapı bu. ‘ABD İran’ın önünü açtı’ diyoruz ya, bakın burası önemli. ABD Irak’ı işgal hazırlığında iken elinde kadro yoktu. Saddam’ı devirecek ama yerine kimi koyacaktı?
1982 yılından bu yana Saddam’a muhalif olan kadroyu İran yetiştirdi. Bedir Tugayı oradan, Dâvâ Partisi oradan, bugün Irak’ı yöneten zümrenin neredeyse tamamı İran’ın elinde büyüdü. İran, Şii dünyanın liderliğine oynuyor ama Irak Şiiliği yani Necef Şiiliği yabana atılmayacak bir güce sahip. Bugünkü çatışmanın temelinde yatan da bu. Necef’in Kum’a itirazı söz konusu. Nitekim 2019 ayaklanması tamamen Şii bölgelerde çıkıyor. Peki, ne istiyor Irak Şiileri?
‘İran dışarı’
Attıkları sloganlara bakalım. “İran dışarı” diye slogan atıyorlardı. Necef başta olmak üzere ülkenin pek çok yerindeki İran konsolosluklarını yaktılar. İran destekli grupların hem karargâhlarına hem de siyasi ofislerine saldırdılar. 2003 ABD işgali sonrası İran destekli beceriksiz ve yolsuzluğa batmış isimleri istemediklerini açıkça ifade ettiler. 2019 yılına gelindiğinde böyle bir tablo ortaya çıktı. Irak’ı yıllardır bir eyaleti gibi görüp yöneten İran’a karşı bir tepki oluştu.
İran, ABD ile dirsek temasına girip ortak aday çıkartabiliyor. Hatırlayın, 2010 seçimlerinde Türkiye El-Irakiye listesini yani Allavi’yi destekledi. Şimdi ‘Irak’ta demokrasi var’ deniyor ya, seçimler yapılıyor filan. Seçimlerin Irak’ta bir mânâsı olmadığını buradan anlamak mümkün. Türkiye’nin de desteklediği laik bir Şii olan Allavi, 2010 yılında Irak seçimlerini birincilikle kazandı. Partisinin içinde Sünniler de vardı, Türkmen Cephesi de yer alıyordu.
O zaman Talabani demişti ki “Türkiye yanlış ata oynadı.” Allavi 91 milletvekili kazanmıştı ama hükümeti 79 milletvekili kazanan Maliki kurdu. Niçin öyle oldu? İran ve ABD, Maliki’yi desteklemek üzerine anlaştılar çünkü. Bu örnek, Irak’ta seçimlerin ne kadar etkisiz olduğunu net bir şekilde gösteriyor. 2019 protestoları İran açısından büyük bir sıkıntı oldu. Ama asıl büyük sıkıntı, 3 Ocak 2020’de Trump yönetimi tarafından Kasım Süleymani’nin Bağdat’ta öldürülmesiydi. O gün birçok yayında söylediğim gibi İran’ın Ortadoğu’daki eli ayağı böylece kırılmış oldu. Çünkü Süleymani sonrası oluşan boşluk doldurulamadı. Onun yerine geçen yardımcısı İsmail Kaani, şimdiki Kudüs ordusu komutanı, bir Süleymani değil, Şiileri organize edemiyor. Şu anda Süleymani’nin ölümü üzerinden 2 yıl geçti, 5 yıl geçse yani 3 yıl sonra Süleymani tarafından kurulan organizasyon devam etmeyebilir çünkü kopuşlar başladı.
Süleymani sonrası Tahran'ın işi zor
- İran açısından Süleymani sonrası iş biter mi diyorsunuz?
Her şey onun elindeydi. Size bir örnek daha vereyim. 2019 Şubat ayında Esed, Tahran’ı ziyaret etti. İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’ti o zaman ve istifa etti. Niye istifa etti? Bu ziyaretten haberi yoktu çünkü. Bu işi, Kasım Süleymani organize ediyor ve Zarif’i bilgilendirmeye bile gerek duymuyor.
Sonra biliyorsunuz ses kaydı yayınlandı. Orada Zarif diyor ki “Suriye’den Yemen’e hatta Afrika’ya değin bütün diplomasi ağını, bütün ilişkileri Süleymani yönetiyordu.” Süleymani, Hamaney’in mânevî oğlu gibiydi ve sıradan bir bürokrat gibi hareket etmiyordu. Gittiği her yerde sıcak temaslar kuruyor, bir dağ başında gecelemekten gocunmuyordu. İranlı olmasaydı, Irak’ta rahatlıkla milletvekili ve bakan olabilirdi. İran adına Irak’ı o yönetiyordu diyebiliriz.
Süleymani sonrası İran açısından işler çığırından çıkmaya başladı. Zaten başlayan protestolar iyice yayıldı. Kamuoyunu yatıştırmak için Abdülmehdi istifasını verdi. İstihbaratın eski yöneticisi Kazımi başbakan oldu ve ortalığı durultmak için erken seçim kararı aldı. 10 Ekim 2021’de yapılan seçimler, dar bölge esasına göre yeni seçim yasasıyla gerçekleşti. Protesto gösterilerine liderlik yapan 9 isim milletvekili adayı oldu ve seçildi. Bunlara sus payı verilmiş oldu. Bağımsız adayların da önü açıldı. 38 bağımsız aday meclise girdi. Bu seçim iki hususu ortaya çıkardı. Birincisi, 2003 yılından beri dağınık durumdaki Sünniler ilk kez tek çatı altında birleştiler. İşadamı ve kendi listesiyle seçimlere giren Hamis Hancar ile meclis başkanı Muhammed Halbusi Türkiye’yi ziyaret edip Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştüler. Türkiye çok iyi bir adım atarak Sünnilerin birleşmesini sağladı. Şu anda Sünnilerin mecliste 61 milletvekili bulunuyor. Bu seçimin en bariz neticesi ise Şiilerin hükümet kuramayacak şekilde ayrışması oldu. Daha önce Kürtlere pek sıcak bakmayan Sadr, bu konuda tavır değişikliğine gitti.
Sadr Iraklılık ve Araplık diyor
- Sadr’ın Irak Sünniliğine bakışı nasıl?
Irak Sünniliği ile ilişkileri çok iyi. Zâten buradan kazanıyor. Sadr’a Sünniler de oy veriyor.
- Sadr bu yakınlığı siyaseten mi yapıyor, yoksa gerçekten samimi mi?
Şahsen samimi olduğunu düşünüyorum. Çünkü şu anda Irak’taki tek toparlayıcı unsur olarak Sadr öne çıkıyor. Iraklılığı ön plana çıkarıyor. Yanlış anlaşılmak istemem, Sadr’ı ve politikalarını savunuyor değilim. Tespitlerimi söylüyorum sadece. 2017 yılında Suudi Arabistan uyandı ve Sadr’ı davet etti. Sadr ilk kez Suudi Arabistan ve BAE’yi ziyaret etti. Muhammed bin Selman orada dedi ki, “Ben, Şiileri ikiye ayırıyorum. Mezhebi Şii olan Araplar ki bunlar bizim kardeşlerimizdir. Diğeriyse Humeyni Şiileridir.”
Bu söz Sadr için de bir motivasyon kaynağı olurken, İran açısından ciddi bir sıkıntıya yol açtı. Çünkü artık Şii Arapların İran’dan başka çalacakları başka bir kapının, Arap kapısının ortaya çıktığı bir süreç başlamış oldu. Bunu aslında çok daha önceden yapmaları gerekiyordu. Araplar çok yanlış yaptılar. 2003 ABD işgaliyle İran Irak’ta güçlendi diyorlar. Suudi Arabistan 1990 yılında Bağdat büyükelçiliğini kapatıp ancak 2015 yılında açmayı akıl ederse, İran’ın güçlenmesinden daha normal ne olabilir? Hadi Saddam ile sorunun var, büyükelçiliği açmadın diyelim, Saddam sonrası niçin açmıyorsun da ipleri doğrudan İran’ın eline veriyorsun? Sadr, Sünni blok ile Barzani’yi yanına alıp hükümet kurmak için koalisyona gitti. Hükümet sürecinde ise başarısız oldu. 9 Haziran’da kendine bağlı 73 milletvekiline bir mektup gönderip istifalarını istedi. 16 Haziran’da milletvekilleri istifa ettiler. Ayrıca 2 bağımsız milletvekili de istifa etti.
KDP Cumhurbaşkanlığı peşinde
- Irak meclisinde kaç sandalye var?
329 sandalye var. Böylece 75 sandalye çekilmiş oldu. Sadr, niye böyle bir karar aldı? Hükümeti neden kuramadı? Hükümeti kuramama sebebi, çoğunluğu sağlayamaması değildi. “Ben birinci parti olmuşsam tek başıma hükümet kuracağım” demesiydi. Irak’ı yıllardır yöneten koalisyon hükümeti yerine iktidar hükümeti istiyordu. Bunu ne İran ne de diğer Şiiler kabul etti. Sadr milletvekilleri istifa edince, İran yanlısı Şiiler hükümet kurma teşebbüsüne giriştiler hatta Sadr ile de görüştüler. Sadr koalisyona yanaşmadı, anlaşamadılar. Bunun üzerine İran yanlısı Koordinasyon Çerçevesi, 25 Temmuz’da Maliki’nin 1 numaralı adamı ve önceden bakanlık yapmış Şiya es Sudani isminde karar kıldı. Peşinden de biliyorsunuz, Sadr taraftarlarının gösterileri başladı. 27 Temmuz’da Yeşil Bölge’yi geçip, Irak meclisini bastılar. Halen de meclise hâkim durumdalar. Irak’ta böyle bir kaotik durum var. 24 Temmuz’da Kudüs Ordusu komutanı İsmail Kaani Irak’ı ziyaret edip, İran yanlılarına bir an önce bir aday üzerinde uzlaşılmasını ve hükümetin kurulmasını söylemişti. Bunun üzerine hemen Sudani üzerinde uzlaşıldı. Kaani sonra nereye gitti? Kuzey Irak’a gidip, KYB ile görüştü. Orada ne dedi peki? “Barzani ile cumhurbaşkanlığı konusunda anlaşın.” Barzani kendi İçişleri Bakanı’nı aday gösteriyor. KYB ise halen cumhurbaşkanı olan kendi adamı Berham Salih’in ikinci dönem yeniden seçilmesini istiyor. Kürtler iki adayla çıktığı için süreç uzadı, cumhurbaşkanı seçilemedi Irak’ta. O yüzden Kaani, KYB’ye demiş ki, “Siz bu işi KDP’ye devredin. Buna karşılık Kuzey Irak hükümetini de siz yönetin.” Böyle bir formül üzerine konuştuğu söyleniyor.
- Bütün dengeleri değiştirmez mi bu?
Elbette değiştirir. Bizi suçladıkları son Duhok olayını düşünelim. Bu saldırıyı PKK’nın yaptığını herkes biliyor. Bizi suçlayanlar da biliyor. Hadise gerçekleştiğinde daha bir soruşturma olmadan, kimin yaptığı bilinmeden, gerek Bağdat hükümeti gerek KDP çok ciddi tepki verdi ve Türkiye’yi suçladı. Fakat şöyle bir gerçek çıktı ortaya. Duhok Turizm İl Müdürü bir açıklama yaptı. Buranın turistik bir bölge olduğunu ama aynı zamanda PKK terör örgütünün kampları bulunduğu için yasak bölge ilan edildiğini söyledi. “Yasak bölge ilan edilen bir yere turizm şirketleri niçin sivilleri getiriyor? Önce bunu soruşturalım. Sorumluları bulalım ve cezalandıralım” dedi. İnsanlar belki çok farkında değil ama benim dikkatimi çeken husus şu: Irak’ta hükümet kurma süreci uzadıkça durum Türkiye’nin aleyhine gelişiyor. Irak Dışişleri Bakanı Dr. Fuat Hüseyin, Barzani’nin Başkanlık Divanı’na riyaset etmiş biri. Bugüne dek Türkiye’nin Kuzey Irak operasyonlarına göstermelik bir protesto gelir, BM nezdinde bir mektupla mesele geçiştirilirdi. Ama bu kez BM Güvenlik Konseyi toplandı ve Fuat Hüseyin sert bir dille Türkiye’yi suçlayıp, tamamen askerini geri çekmesi gerektiğini söyledi. Oysa Fuat Hüseyin’in Türkiye ile arası iyidir, bunu bilen biriyim. Peki, niye yapıyor bunu? Çünkü KDP, İran ile cumhurbaşkanlığı konusunda bir ittifaka vardı. Bunu ilk defa ben gündeme getirdim ve bayağı ses de getirdi. Barzani şu anda Erbil’de bizimle hareket ediyor ama Bağdat’ta bize karşı bir tavır sergiliyor. Türkiye’nin buraya dikkat etmesi gerekiyor.
- Maliki’nin “meclis Bağdat yerine Süleymaniye’de toplansın” teklifi de sizin tezinizi destekler mahiyette.
KDP yıllardır Türkiye ile yakın bir görüntü verdiği için Bağdat’ta İran tarafından dışlanmıştır. Kasım Süleymani ve İsmail Kaani, Erbil’i sürekli ziyaret etmiştir bu arada. İran pragmatik bir devlet olduğu için kapıyı hiçbir vakit kapatmamıştır. İran Sünnilerle bile görüşüyor, teması kesmiyor. Nuceyfi’yi İran’a davet etti, daha ötesi var mı? KDP bence yeni bir strateji belirledi. Cumhurbaşkanlığını KYB’den alabilmek için İran ile iyi geçinmesi gerekiyor.
Türkiye ve İran'a rağmen bağımsız Kürt devleti̇ kurulamaz
- Peki, Türkiye ne yapacak bu durumda? KDP’nin referandum ilanından bugüne Türkiye’nin tavrını tahlil ederek cevaplar mısınız?
Türkiye, 25 Eylül 2017 referandumuna kadar Kuzey Irak yönetimiyle, Barzani ile çok iyiydi. Barzani bu kararı aldığında, Türkiye’nin bunu mesele etmeyeceğini düşünüyordu. Nitekim Türkiye’den ismini vermeyeceğim bir yetkili de o vakitler “Kürdistan kurulursa ne olacak ki, onu biz kendimize entegre edeceğiz” demişti. Kürtler yıllardır devlet kurmak için mücadele edecekler, sonra bu devleti Türkiye’ye teslim edecekler, böyle bir şey mümkün mü? Kime deseniz inanmaz. Aslında bu bağımsızlık referandumu, Kürtleri 50 yıl geriye attı. Hayallerini bile geriye attı. Çünkü realite olmadığını anladılar. Hep bunu örnek veririm. İran Suriye’de Türkiye ile karşı karşıya gelebilir ama referandum söz konusu olunca Irak’ta birleştiler. Irak silahlı kuvvetleri, Türk ordusu ile tatbikat bile yaptı. Her iki devlet uzlaştı, sınır kapılarını kapattı. Barzani de böylece vaziyeti anlamış oldu. Bu devletlerin onayı olmadan bir Kürdistan kurulamaz. Hatta Bağdat hükümeti değil küçük bir Irak devleti bile kalsa bir Kürt devletine izin vermeyeceğine inanıyorum. Mesele Irak devletinin zayıflığı değil çünkü. İki güçlü sınır komşusu buna karşıysa iş bitmiştir. Zaten Türkiye ile İran kesinlikle karşı olmasaydı, Bağdat hükümetinin bunu engelleme durumu yoktu. Yapabileceği iki şey vardı. Sınırlarını kapatır ve bütçeyi keserdi ki, bütçeyi zaten kesmişti. Referandum tam tersi bir netice verdi, Kerkük’ü de kaybettiler. 140. maddede geçen tartışmalı bölgelerin tümünden Kürtler çıkarıldı. O vakitler burada bazı gazetecilerin “Türkiye Kerkük petrolünde sessiz kaldı” diyerek tavır koyduğunu biliyorum. Bunlar “Türkiye bir Kürt devletine karşı çıkmasın” diye açıktan konuşamadıkları için tepkilerini böyle dile getiriyorlardı. Referandum sürecinde oradan yayın yaptı bu kişiler. “Haşdi Şabi girdi, Kerkük Şiileşecek” dediler. Türkmenler açısından bakarsak, Kürtler Türkmenlerin toprağını istiyorlardı. Bu ihtimal bertaraf edildikten sonra kimin geldiğinin bir önemi de yoktu. Türkmenler Kerkük’te toprak kaybetti, suikastlara uğradılar, çocukları kaçırıldı, gece gündüz saldırılara uğradılar, Tuzhurmatı’da baskınlar yapıldı. Ben bunları yazmış, konferanslarda dile getirmiş biriyim. Duhok saldırısına kadar Türkiye-İran-Bağdat ilişkisi bu çizgide geldi.
Erken seçimin galibi Sadr ve Sünniler olacak
- Sadr’ın son hamlesi Irak’ı nereye sürükler?
Sadr bu hamleyi sürdürmek istiyor. Çünkü halk nezdinde sempati ve prestij kazanıyor. Aynı zamanda taraftar ve oy da kazanıyor. Şu an bir seçim yapılsın, geçen seçimde 73 milletvekili kazanan Sadr en az 85 milletvekili çıkarır. Sadr, milletvekillerini meclisten çekse bile hükümet kurma noktasında İran’a rağmen güçlü bir figür olduğunu göstermiş oldu. Kendi onayı olmadan bir hükümet kurulamayacağını deklare etti. Bundan sonrası için gördüğüm kadarıyla üç senaryo mevcut.
- Birincisi, Sadr’ı ikna ederek istediği kişiyi başbakan yapıp hükümeti kurdurmak.
- İkincisi, Sadr’ın milletvekillerinin istifasını kabul etmemek.
- Üçüncüsü ise daha güçlü bir senaryodur, Sünniler de buna destek veriyor. Bir erken seçime gitmek.
- Erken seçim kimin işine yarar, kim kazançlı çıkar?
Mevcut durum öncelikle Kazımi’nin işine geliyor, çünkü başbakanlık süresi uzayıp duruyor. Seçimden kim galip çıkar derseniz, Sadr ve Sünniler diyorum. Türkiye de bu süreçten kazançlı çıkabilir.
- Türkiye bu süreci yönetebiliyor mu sizce?
Türkiye şu an bekle ve gör politikası izliyor. Irak’ta bir kavga var ve bu Şii-Sünni kavgası değil Şii-Şii kavgası. Yani Türkiye’nin müdahil olacağı bir durum yok ortada. Beklemesi en doğru olanı. Türkiye’nin Irak’taki son iki büyükelçisi gerçekten Irak’ı anlayan, orada iyi bir diplomasi yürüten, bütün taraflarla görüşüp Türkiye’ye doğru bilgiler aktaran doğru isimler.
İdam etmeseler halk Saddam'ı kurtaracaktı
- Irak’ta halk Saddam’ı arıyor mu?
İdam zamanında öğrenciydim ve arkadaşlarımla sabaha kadar televizyondan idam haberlerini izledik. Evet, Iraklılar Saddam’ı geri istiyorlar. Hatta benim tezime göre eğer Saddam’ı bir-iki sene daha idam etmeselerdi muhtemelen Irak halkı cezaevini basıp, Saddam’ı kendisi serbest bırakacaktı.
- Saddam’ın ekibi Irak’ta bir yol alabilir mi?
Hayır alamaz. Sadece askerî hedefler koydular. Yani ‘ABD askerlerine saldırı düzenleyeceğiz’ demekle yetindiler. Bir kere Irak’a gelmeleri ve seçimlere girmeleri gerekir. Ama ortada iki durum var.
- Birincisi, ABD son zamanlarda Saddam döneminin önemli isimlerini toplamaya, kendine yakın bir Sünni BAAS muhalefeti kurmaya çalışıyor.
- İkincisi, kurduğu Mehdi Ordusu ile yıllarca ABD’ye karşı çatışan Sadr şu anki İran karşıtlığı nedeniyle ABD’den çok ciddi destek alıyor. ABD, Irak’taki gösterilere karşı sessiz kaldı mesela. Cılız bir şekilde ‘endişeliyiz’ açıklamaları yapmakla yetindi.
ABD Sadr’a destek veriyor
- ABD Sadr’ın eylemlerine zımni bir destek mi veriyor?
Bence zımni değil ciddi bir destek veriyor. Sadr’ın ve Mehdi Ordusu’nun güçlü olduğunu biliyoruz ama bu güç İran’ı aşacak seviyede değildi. ABD desteği olmasa bu seviyeye gelemezdi. Son zamanlarda Sadr, Tahran’a bile gitmiyor.
- Saddam’ın ekibi Sadr’ı destekler mi?
Desteklemez, çünkü Saddam’ın idamı sırasında Sadr’ın da orada olduğu biliniyor. Sadr’ın babası Saddam tarafından öldürülmüştü. Sadr zâten ailesi içinde de ilginç bir çocuk. Babası yetişsin diye hep bunu yanında tutmuş. 1974 doğumlu çok genç bir insan. Liderlik karakteri de var. Şiiler içinde çok problem bulunuyor. Sistani sonrası kimin geleceği belirsiz. İran’da Hamaney’in prostat kanseri var ve yaşı çok ileri. Şii dünyasının önümüzdeki süreçte daha da karışacağını söyleyebiliriz.
Sırbistan travma yaşıyor
Osmanlı’nın Balkanlardan çekilmesiyle başlayan Balkan karmaşası sürüp gidiyor. Devletler kuruluyor, yıkılıyor, yenileri kuruluyor ama sıkıntılar çözülemiyor. Balkanlar sadece mümbit bir coğrafya değil, aynı zamanda iç ve dış mihrakların ektiği her derdin kolaylıkla yeşerdiği bir bölge. Sırp ve Hırvatların Bosna Hersek’i bölme oyunları bitmeden şimdi de Kosova-Sırbistan gerilimi baş gösterdi. NATO’nun devreye girmesiyle mesele teskin olmak üzereydi ki Sırbistan tarafı Kosova sınırına asker sevkiyatına başladı. ABD ile Rusya’nın Ukrayna üzerinde süren savaşı Balkanlara da taşınır mı? Şimdi bu can alıcı sorunun cevabını arayacağız.
- Gelelim Balkanlara... Kosova ve Sırbistan arasındaki gerilim 1 Eylül’e ertelendi. Kosova’nın yaptığı meşru bir çıkış gibi duruyor. Batı, AB ve Türkiye ekseninde bakarsak bu iş nereye gider? Yeni bir Balkan Savaşı çıkar mı?
Davut Nuriler: Bu konuyu 2008’deki Kosova’nın bağımsızlık ilanı ile başlatalım isterseniz. Bu bağımsızlık, Sırbistan için çok önemli ve büyük bir travmaydı.
- Yugoslavya’nın dağılmasından sonraki en büyük travma, değil mi?
Evet. Gerçekten büyük bir travma oldu. Sırbistan o gün bugündür bu travmayla yatıp kalkıyor. Sırbistan’ın başında hangi parti ya da görüş ne olursa olsun, Sırpların Kosova’nın bağımsızlığını tanıma ihtimali yok.
- Yunanistan’ın Makedonya’yı tanıması gibi bir çözüm bulunamaz mı?
Hayır. Yakın bir gelecekte böyle bir şey görülmüyor.
- 20 sene evvel Yunanistan ve Makedonya arasında böyle bir anlaşma yapılacağı akla geliyor muydu?
İki ilişki birbirine çok benzemiyor. Çünkü Makedonya’da yaşayan bir Yunan azınlık yok. Yunanistan sadece Makedonya ismine itiraz ediyor. Aslında Makedonya dediğimiz, 3 parçalı bir yerdir. Esas Makedonya güneydedir. Makedonya’nın başşehri Selanik’tir.
Sırp milli kimliğinde Osmanlı damgası
- Şimdi Kuzey Makedonya varsa, sonradan birileri ‘bunun bir de güneyi var’ diyerek toprak talebinde bulunamaz mı? Tek parça Makedonya’yı tanımak yerine ‘Kuzey Makedonya’ diye bir yeri tanıyan Yunanistan tuzağa mı çekildi?
Yunanistan’daki ırkçı partiler bu tezi savunuyor. Ama eski Başbakan Çipras dahil bu işe çok fazla itiraz etmiyorlar. Zâten esas Makedonya, Vardar Nehri’nin denize döküldüğü Selanik’tir. Kosova’ya dönecek olursak, bugünkü Sırbistan devletinin bağımsızlık kaynağı olarak Kosova topraklarında yeşeren Sırp millî kimliği gösteriliyor. Hatta Patrik Makaryos’u Sokollu Mehmet Paşa’nın kardeşi gibi gösteriyorlar. Bu ne kadar doğru, tarihçiler tartışır. Bütün Sırbistan’da böyle bir efsane var. Sırp tarihinde Kosova savaşına, 28 Haziran’a ‘vidovdan’ denilir. Bu çok önemli bir tarihtir Sırplar için. 28 Haziran 1914’te aynı zamanda veliaht prens öldürüldü ve Birinci Dünya Savaşı patladı. 28 Haziran tarihi onlar için çok önemlidir. ‘Vidovdan’ aslında ‘yeniden diriliş’ demektir. Yeni bir doğuştur onlar için.
Bugünkü Sırp milli kimliğinin temelinde 28 Haziran 1389’da Miloş Obiliç’in Sultan Murad Hüdavendigar’ı şehit ettiği gün vardır. Tabii aynı zamanda o zamanki Sırp milli devletinin Osmanlı tarafından tarihe gömüldüğü tarihtir. Sırplar bütün milli kimliklerini bu devletin yeniden inşâsı üzerine kurmuştur.
Rusya destek veriyor
Son olaylara gelirsek, Kosova bağımsızlığını ilan edince, Sırbistan büyük bir diplomatik atağa geçerek Rusya, Çin ve eski Yugoslavya’nın ‘Bağlantısızlar Hareketi’ zamanında iyi ilişkiler kurduğu devletlerden kendisine ciddi taraftar buldu. Bu ülkeler Kosova’yı hâlen tanımıyor ve Kosova da bu yüzden BM’ye üye olamıyor. Üyelik için 120 ülkenin kabulü gerekirken, bu sayı 102’de kaldı. Hatta eski Sırp Dışişleri Bakanı’nın çabalarıyla 7-8 ülke tanıma kararlarını geri aldı. BM içinde Sırbistan ve Kosova arasında diplomatik bir savaş sürüyor. Rusya’nın da desteğiyle Sırplar genelde başarılı oldu ve Kosova’nın İnterpol’e girişi de engellendi.
Başbakanı infaz ettiler
2000’li yıllarda Miloşeviç rejimi devrildikten sonra Sırbistan yeni bir sürece girdi. Bu, batı ile yakınlaşma süreciydi. Zoran Cinciç başbakan yapıldı ve biliyorsunuz o da Miloşeviç’i Lahey’e teslim eden adam oldu. Fakat bunu, başbakanlık önünde uğradığı suikast sonucu hayatıyla ödedi. Sırplar 2000’lerin başında Miloşeviç’e karşı ayaklandılar. Bu durum batı tarafından ‘soykırım işlediği için tepki gördü’ olarak okundu ama aslında ayaklanma, Miloşeviç hedeflerinde başarısız olduğu için yaşanmıştı.
Miloşeviç sonrası Sırbistan’da ciddi anlamda Batı ile yakınlaşma yaşandı. Buna entegrasyon diyemeyiz. Çünkü Sırbistan Slav-Ortodoks kültüre sahip ve Rusya’ya çok yakınlık duyuyor. Ama öbür taraftan, eski Yugoslavya’nın hatta bütün Sırbistan’ın ekonomik ilişkilerine bakarsanız, hepsi batı bağlantılıdır. Sırp diasporası da hep Avrupa’da yaşar. Buna rağmen tarihi bağları nedeniyle Rusya’ya kopamayacağı bağlarla bağlıdır.
Ancak sıkıştılar tabii. Yugoslavya’nın dağılma sürecinde fakirleştiler, ellerindeki paraları harcadılar. Ülkede ciddi bir ekonomik kriz ve fakirlik baş gösterdi. Pek çok Sırp, dünyanın farklı yerlerindeki akrabalarının yanına gidip diasporaya katıldı. Özellikle Bosna’daki Sırp yönetiminin fakirliği had safhadadır.
Propaganda çarkı işliyor
- Sırbistan, ABD ve AB’ye rağmen Kosova’yı geri alamaz, bunu göremeyecek kadar basiretsiz mi?
Basiretsiz demeyelim. Entellektüel tabaka, kafası çalışanlar bunun farkında. Ama Yugoslavya’nın dağılma sürecinde Miloşeviç medyayı öyle kullandı ki, sanki bu dağılmanın en büyük kurbanı Sırplarmış gibi gösterdi ve kendi kamuoyunu da buna inandırdı. 1999 NATO bombardımanında Kosova’dan yüz binlerce Sırp Sırbistan’a kaçınca, halk arasında ‘Yugoslavya’nın dağılmasında en büyük mağdur Sırplardır ve Kosova yeniden alınmalıdır’ inancına sarıldılar. Bu bir saplantı haline geldi. İmkânsız olduğunu kabul etmiyorlar. Bugün Sırbistan Cumhurbaşkanı bile Kosova’ya giremiyor. Giremediğiniz bir yeri nasıl ele geçireceksiniz? Fakat propaganda böyle yürüyor.
- Toplumu diri tutmak için bir manipülasyon olarak mı kullanılıyor?
Sırbistan, Sırp millî bilinciyle ayakta duran bir devlettir. Srebrenitsa soykırımının gerçek olduğuna bile inanmıyorlar. Sırp milliyetçisi olmayan sokaktaki vatandaş bile böyle düşünüyor orada.
- Peki, nereye gider bu iş?
Kosova ve Sırplar 2011’de görüşmeye başladılar. 2013’ün Nisan ayında ise AB gözetiminde Brüksel Anlaşması imzalandı. Bu resmi bir anlaşmaydı.
- Yani Sırbistan fiilen Kosova’yı tanımış mı oldu?
Sırplar bu durumu ‘Biz Kosova’yı muhatap almadık, AB ile masaya oturduk’ şeklinde açıklamak istiyor. Çünkü bu sayede AB üyeliğine adaylık statüsü kazandılar.
- ‘Mâdem muhatabın AB, Kosova’nın masada ne işi vardı’ demezler mi?
Onlar da buna karşılık ‘adamlar oraya gelmiş, başka ülkeler de gelebilirdi. Ben AB ile anlaştım, başkasını tanımam’ diyor. Bu anlaşmanın Sırbistan açısından en önemli maddesi, Kosova’nın kuzeyinde, çoğunluğu Sırplardan oluşan 4 belediye var. Bu insanlar buradan göçmesin diye maaş alıyorlar. Sırplar, Kosova’daki bu 4 belediyeyi kullanarak, ‘Belediyeler Birliği’ ile Bosna’daki gibi bir ‘Sırp otoritesi’ kurmak istiyorlar.
Sırp belediyeler birliği oyunu
- Gerilimdeki asıl mesele bu mu?
Evet, asıl mesele bu. Fakat Kosova bunu yani ‘Sırp Belediyeler Birliği’ni tanımadı ve uygulamaya koymadı. Sırbistan Kosova’yı tanımaması nedeniyle, Kosova’dan gelen araç ve insanlara zorluk çıkarıyor. Daha doğrusu, hiçbir Kosova pasaportuna damga basmıyor. Kosova kimliğini tanımıyor. Kosova’dan Sırbistan’a her girişinizde, kimliğiniz tanınmadığı için yeni bir kimlik formu doldurmak zorundasınız.
Sırbistan ‘burada bir devlet yok’ diyor. ‘Ne varsa var bilmiyorum ama bir devlet yok’ diyor. Ve buradan giren kim olursa olsun, eğer araç giriyorsa yeni bir plaka alacak, tabii ki belli bir para karşılığında, insan girecekse yeni bir kimlik beyanı yapacak. Kosova da Sırbistan’ın bu uygulamasına tam bir mütekabiliyetle karşılık verince patırtı işte buradan koptu. Kosova’nın kuzeyindeki Sırp ağırlıklı 4 belediye, plakalarında kendi isimlerini kullanıyor. Mesela Mitroviça belediyesinin plakasında KM yazar. Kosova hükümeti dedi ki, “Kosova sınırları içinde yaşayan Sırplar da araçlarına RKS (Kosova Cumhuriyeti) plakası alacak. Ayrıca Sırbistan’dan gelen kim varsa, milliyeti fark etmeksizin Sırp plakası yerine geçici Kosova plakası alacak. Şahıslar da Sırpların Kosovalılara uyguladığı ‘geçici kimlik’ politikasına karşılık olarak yeni bir kimlik beyanında bulunacak.” Kosova’nın kuzeyindeki 4 Sırp belediye buna karşı ayaklandı.
- Bu uygulanabilir bir şey mi?
Kosova bunu, AB’nin desteğiyle ilan etti.
- AB-Rusya çekişmesi mi var burada?
Rusya, AB’yi sıkıştırmak için hem Belgrad’a hem de Kosova içindeki Sırplara ciddi destek verdi. Desteği gören Sırplar yolları kapattılar, sınır geçişlerine engel oldular. Kosova da uygulamayı 1 Eylül’e erteledi. Bosna ve Kosova’daki Sırplar, çok az bir kesim hariç Sırp ırkçısıdır. Kosova’yı tanımıyor bunlar. Bosna Hersek’i bir şekilde tanısalar da Kosova’yı hiçbir şekilde tanımıyorlar. Bosna Hersek içindeki Sırplar, Bosna devletinin tüm imkanlarından faydalanırlar. Paralarını, maaşlarını alırlar. Milorad Dodik mesela, Bosna’daki Cumhurbaşkanlığı Konseyi’nin Sırp üyesi, Bosnalıların parası ile Bosna’yı yıkmaya çalışır. Aynı şeyi Kosova’da da yapıyorlar. Sırpların böyle bir ‘kültürleri’ var yani.
Balkanlar savaş yorgunu
- Ukrayna Savaşını AB ve ABD başlattı sayılır. Rusya da Sırpları kışkırtırken böyle bir çatışma çıkarmak için mi yapıyor bunu yoksa ‘alın biraz da siz ateşle oynayın’ mı demek istiyor? Savaş ihtimalini nasıl görüyorsunuz?
Balkanlar savaş yorgunu. 90’lardaki savaşta binlerce insan öldü, binlercesi yerinden oldu ve bölge çok fakirleşti. Ben bir Yugoslavya vatandaşı olarak dünyaya geldim ve 80’li yıllarda Yugoslavya pasaportu dünyanın en itibarlı pasaportlarından biriydi. Hele Bağlantısızlar Hareketi nedeniyle Arap dünyasında bu pasaport çok itibar görürdü. Ülke de çok zengindi. Fakat Sırpların yayılmacı politikası bugünkü durumu doğurdu. Putin nasıl ki ‘Büyük Rusya’yı yeniden ihyâ etmek istiyorsa, Sırp lider Vuçiç de ‘eski Yugoslavya’yı ihyâ etmeye çalışıyor. Bütün hadise bundan ibaret.
- Rusya bu hayal için dünyayı yakıp yıkmaya hazır. Kiev’e kadar da girdi bombalarla. Sırbistan bunu göze alabilecek durumda mı?
Sırbistan hem birinci hem de ikinci dünya savaşlarında çok diplomatik manevralar yaptı. Bir anda taraf değiştirir Sırbistan. 27 Mart 1941’de Sırbistan’da bir darbe oldu. Alman yanlısı bir hükümete karşı İngiliz yanlısı bir darbe yapıldı ve halk da bunu destekledi. 10 gün sonra 6 Nisan’da da Nazi Almanyası buna cevap verip, bütün Yugoslavya’yı işgal etti. Ondan sonra Sırbistan hep galiplerle birlikte hareket etti. Tito da sosyalist ideoloji ile yaşadı ama kafasındaki planların hepsi Londra’da çizildi. Tarihe bakarsanız, İngiltere’de ölümüne ulusal yas ilan edilen tek yabancı Tito’dur. Bağlantısızlar hareketi bir dönem yüzden fazla ülkeyi barındıran bir hareketti.
Bağlantısız hareket İngiliz işi
- Bu bir İngiliz oyunu muydu?
Kesinlikle. Bağlantısızlar hareketi, üzeri sosyalist ideoloji ile kaplanmış, içinde ise İngiliz siyaseti olan bir hareketti.
- Bosna’daki çözüm geçici ve dayatılan bir şeydi. Şimdi zemin kırılıyor ve herkes kendi yoluna bakacakmış gibi bir durum oluşuyor. Kosova savaşı çıkarsa, bu durum bir Balkan savaşını tetikler mi?
Avrupa’nın Balkanlar’da yeni bir çatışmaya izin vereceğini düşünmüyorum. Savaş çok pahalı bir şeydir ve zenginlerin işidir. Bugünün Bosnası da, Kosovası da, Sırbistanı da oldukça fakirdir. Bosna’da bugün resmi olarak yüzde 40 işsizlik var.
- Kendileri istemese de savaş dayatılamaz mı?
Ne Bosna’da ne de Sırbistan’da, dışarıdan bir savaş dayatmasına çanak tutacak bir kitle olduğunu düşünmüyorum.
Savaş yok istikrar da yok
- Ukrayna kriziyle yaşanan gıda ve enerji sıkıntısı mı engeller bunu?
Kesinlikle engeller. 2008-2013 yılları arasında, Türkiye’nin de çabalarıyla Sırbistan hükümetinde Boşnak bir bakanımız vardı. Bu bakanımız, Süleyman Ugljanin, az gelişmiş bölgeleri kalkındırmayla görevliydi. En az gelişmiş bölge de, Boşnakların yoğun yaşadığı Sancak bölgesidir. Bu çalışmaları ben de takip ettim. Onun ilgilendiği 50 kadar belediyenin 40’ı tam yoksuldu. Bu belediyelerdeki gençlerin hepsi başka ülkelere göçtü. Oralarda sadece ölümü bekleyen yaşlı insanlar var. Sırbistan’da nüfus bu göçler nedeniyle her yıl 45-50 bin kadar düşer. Yani ortada büyük bir yoksulluk var.
- O zaman Balkanlarda bizi bekleyen bir savaş yok. Doğru mudur?
Evet, ama istikrar da yok. Kosova ile Sırbistan arasındaki gerilim, pehlivan tefrikası gibidir. Sürüp gider.
Şi Cinping kahramanlık peşinde
Her ne kadar biz Tayvan desek de ülkenin resmi adı Çin Cumhuriyeti. Bir de başkenti Pekin olan Çin Halk Cumhuriyeti var. Yani günümüzde iki adet Çin var ve her ikisi de “gerçek Çin benim” iddiasında. Tayvan’daki yönetim, Mao öncesinde bugünkü Çin topraklarının tümüne hakimdi. İç savaş sonrasında ülke Çin ve Tayvan olarak ikiye bölündü. Toprak, nüfus ve nüfuz olarak daha güçlü olan Çin, Tayvan’ı ilhak etmek istiyor. Siyasi hamleleriyle de Tayvan’ı köşeye sıkıştırıyor, yutmak için şartların olgunlaşmasını bekliyor. ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan’a yaptığı çıkarma Asya’da suların ısınmasına neden oldu. Gücünü ve iktidarını perçinlemek isteyen Çin Devlet Başkanı Şi Cinping avını kapmak için pusuda. Ancak Rusya’nın Ukrayna’da düştüğü duruma düşerek koltuktan olmak riskine karşı da temkinli…
- Bir de Pelosi’nin ziyaretiyle zirveye çıkan Tayvan krizi var. Beklentiye göre, Rusya Ukrayna’yı yutacak, Çin de bu arada Tayvan’ı alacaktı. Ne dersiniz, mesele bu kadar kolay mı? ABD ve Çin ne yapmak istiyor?
Alimcan Ablet: Öncelikle şunu belirtmekte fayda var, herkes Tayvan meselesinde Ukrayna savaşını eksen alıyor ama aslında Şi Cinping’den, onun bireysel hırsından başlatmak lazım. Şi, adını Çin tarihine altın harflerle yazdırmak isteyen bir lider.
- Mao’nun yerine mi gelmek istiyor?
Evet. Çünkü Çin tarihinde Mao ilk sırada yer alır. Çinliler tarih boyunca en güçlü imparatorları kendilerine örnek almıştır. Çin’i birleştiren, Hunları yenen imparatorlar Çin tarihinde ayrı bir yer tutar. Binali Yıldırım 2018’de Çin’e gittiğinde, arkasına Tang hanedanının bayraklarını koymuşlardı. Çin tarihinde Tang hanedanlığı, Türkleri kendine bağlayan hanedanlık olarak biliniyor. Bugünkü Çin’e de Yeni Çin deniyor ve onun da bir numarası Mao. Mao’nun yapamadığı tek bir şey var, o da Tayvan’ı alamamak. Alamadı mı, almadı mı o da tartışmalı. Çünkü birçok yeri aldı ama Tayvan’a geldiğinde durdu.
- Peki neden?
Komünistler ilk başta savaşı kazanamadılar. Beş kez kuşatıldılar, uzun yürüyüş sayesinde kurtuldular. Çin’i ele geçirmek gibi bir umutları yoktu. Sonra ilerleme kaydettiler. Çamcam nehri var, ülkeyi kuzey ve güney olarak ikiye ayırıyor. Milliyetçilerin lideri Çankayşek’e “Sen Çamcan’ın güneyini yönet. Biz de kuzeyi yönetelim” şeklinde teklif yaptıkları söylentisi mevcut. Çankayşek kabul etmiyor tabi. İlerleyen Komünistler her yeri ele geçirip, Tayvan’a dayanıyorlar. Ama uzun zamandır savaşan Komünist asker perişan, aç vaziyette.
Mao köylü sosyalizmini kurdu
- Mao’nun liderliği altında gelişiyor değil mi bu hadiseler?
Mao, Komünist Parti’yi kuran 11 kişiden biri ama ilk zamanlar lider değil. 1921’de bu 11 kişi bir gemide yaptıkları gizli toplantıyla kuruyorlar partiyi ve 28 yıl içinde bütün Çin’e hâkim oluyorlar. İlk başlarda partide Rusya’nın etkisi büyük. Partiyi de Komünist Enternasyonel yanlıları yönetiyor. Mao bunlarla aynı fikirde değil. Komünistler ağır mağlubiyetlere uğrayınca, Mao1935’te uzun yürüyüşe liderlik edip “Bizim kendi stratejimizi belirlememiz lazım, çünkü bizim durumumuz farklı” diyerek Rusya’dan ayrı bir komünizme, köylü komünizmine yöneliyor. Mao, Milliyetçi Hükumeti nasıl yendi? Köylüleri harekete kazandırıp şehirleri kuşattı. Şehirden, entellektüel tabakadan başlamadı.
O zamanlar Milliyetçi Hükümet rahata alışmış, rüşvet, yolsuzluk her yeri kaplamış. Komünistler fakir Çin köylüsüne diyor ki: “Komünizm hepinizi kurtarır, komünizmde herkes eşittir, kimse sizi ezemez.” Önce köyleri ele geçirip, toprak ağalarına komünizme geçme teklifi yapıyorlar. Kabul edenin malını kamulaştırıp halka dağıtıyorlar. Kabul etmeyeni de halkın önünde infaz ediyorlar. Bu infazlar tam bir şov halinde gerçekleşiyor ve köylüleri partiye daha da sıkı bağlıyor. İnfazdan önce “Sizi ezen bu değil mi? Kızlarınıza tecavüz eden bu değil mi?” diyerek halkı coşturuyorlar. Zâlim toprak ağasını eşeğe ters bindirip, üzerine emperyalizmin köpeği tarzında şeyler yazıp halkın önünde gezdiriyorlar. Bu şekilde köylüleri, partinin militanı yapıyorlar. İşte bu köylüler komünistler için ölümüne savaşıyor. Milliyetçi Hükümet askerinin böyle bir motivasyonu yok. Bu yıllarda bir de Japon işgali var, 1931’den 1937’e kadar. Çankayşek hükümeti öyle bir yanlış yapıyor ki, resmen komünistlerin ekmeğine yağ sürüyor. Orduyu Japonlara karşı savaştırmayıp, komünistlerin üzerine sürüyor. Kendi toprağının Japon işgaline uğradığını gören asker, Çankayşek’e kazan kaldırıp komünistlerin safına geçiyor. “Vatanı korumak yerine Çinli kardeşlerimize kurşun sıkamayız” diyor. Milliyetçi hükümetin sonunu getiren işte budur.
Komünist Çin’i̇ tanıyan tek batılı ülke İngiltere
- Birleşmiş Milletlerde 1972’ye kadar Tayvan yönetimi var. Çin kabul edilmiyor. Vietnam savaşı zamanlarına denk geliyor bu hadise. Bu kırılma niye yaşandı?
İki Çin var: Tayvan yani Çin Cumhuriyeti (ÇC) ve Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) var. ÇHC 1949 yılında kurulduğunda batı dünyasında tanıyan tek ülke var. O da İngiltere. Ne zaman tanıyor?1951’de. Buna dikkat etmek lazım. ABD neden tanımadı derseniz, ABD’nin aslında Doğu Türkistan’dan çok güzel bir radarı varmış Rusya üzerinde. Rusya bile Komünist Parti’nin Çin’i ele geçireceğine inanmamış, çünkü 1945’de Sovyetler Birliği ile Milliyetçilerin dostluk anlaşması var. Milliyetçi Hükümet milyonluk orduya sahip, arkasında ABD ve birçok batı ülkesi var. Ama komünistler kazanıyor. Niçin? Çünkü halk, köylüler komünizmin safına geçmiş. 1956’da SSCB’nin 20. Kurultayı yapıldı. Bu kurultayda kimin ağabeylik yapacağı kavgası çıktı. Stalin dedi ki, “Sovyetler Birliği her zaman sosyalist cephenin lideridir.” Mao da zaten eskiden beri Sovyet karşıtı, gitti Mısır’da Nasır ile anlaştı, Hindistan’da Nehru ile anlaştı. Stalin öldükten sonra Çin durumdan istifade etti, önderliğe oynadı.
Şimon Peres’i̇n babası Çin doğumlu
- Şimdi bir parantez açalım, demin Davut bey güzel bir şey söyledi, “Bağlantısızlar Hareketi İngiliz işi” dedi. Komünist Çin’i 1951’de tanıyan tek batılı ülke de İngiltere. Tuhaf değil mi bu?
Komünist Çin ilk kurulduğunda biliyorsunuz Araplar reddetti. Arap Birliği tebliğ dağıttı, ÇHC’yi tanımayın diye. Ortadoğu’da yeni bir çatışma çıktığı zaman Çin hemen Arap Birliği tarafında yer aldı, Mısır ve birkaç ülke ile işbirliği kurdu. Yavaş yavaş Arapları yanına çekti. 1965 yılında Filistin’de diplomatik seviyede temsilcilik açıp Arapları kendine çekmeyi başardı. Bu bir. İkincisi de Çin ile Sovyetlerin arası açıldı. 1956’dan sonra kriz büyümeye başladı. 1969’da Çin-SSCB anlaşmazlığı zirve yaptı. Bir yılda 5 bin küçük çaplı çatışma çıktı. 1964’de Hindistan anlaşması var, halen devam ediyor. ABD Dışişleri Bakanı Yahudi Kissinger’in pingpong diplomasisini de göz ardı etmemek lazım. Çinliler ile Yahudilerin tarihi bağları var. Zamanında katliama uğradıkları vakit, Milliyetçi Hükümet Yahudilere kucak açmıştı. Hatta yanlış hatırlamıyorsam, Şimon Peres’in babası Çin doğumlu. Çocukluğu orada geçmiş.
ABD istedi BMGK üyesi̇ oldu
- Komünist Çin-Rusya çatışması, Kissinger diplomasisi ve İngiltere’nin buradaki hamleleri küçük Tayvan’ın yerine Çin’in ikamesini mi sağladı?
Çin 1964’de atom bombasını, 67’de hidrojen bombasını patlattı. Bu başarıları elde ettikten sonra Sovyetlere ihtiyacımız yok dedi. Sovyetler ile ABD gerginliği de o zaman zirveye çıktı. Soğuk savaş ve Küba krizi var. O zaman ABD dedi ki; Rusya’yı ezmek için Çin’e yaklaşalım. 1972’de Nixon döneminde ABD Vietnam’dan askerini çekti ve Çin ile görüştü ama diplomatik münasebetler 1979’da başladı, yani arada 7 sene var. 72’de konuştular ve Şanghay bildirisi yayınlandı. Sonra 76’da bir bildiri, 82’de bir bildiri daha var. 72’de ABD görüştü ondan sonra Tayvan’ı çektiler, Çin’i soktular. Zaten biliyorsunuz, BM ABD’nin kurduğu bir yapı. Aslında Çin’in BM’de hele Güvenlik Konseyinde ne işi olabilir, büyük ülke değil ki o zamanlar. Japon işgaline uğramış, Fransızlar, Almanlar müdahil olmuş, zayıf bir ülke. BM’ye üye olabilir ama Hindistan ve başka ülkeler varken Güvenlik Konseyine üye olması enteresan. Ama ABD böyle istedi.
Çin hezimetten korkuyor
- Bugün bir Tayvan krizi var. Çin istese alırdı diye de bir ön kabul söz konusu. Gerçekten alabilir mi?
Çin Cumhurbaşkanı Şi Cinping adını gerçekten tarihe yazdırmak istiyorsa almak zorunda.
- Dünya savaşını göze almadan buna izin verirler mi?
Mao’nun gözünde Amerika kâğıttan bir kaplandı. Şu anki yönetim de diyor ki; Amerika boş boş konuşuyor, Avrupa’nın değerleri zaten para üzerine kurulmuş, parayla hepsini satın alabiliyorsun. Ukrayna savaşında Amerika ve Avrupa ilk 48 saatte hiçbir şey yapmadı, sadece izledi. Niçin? Çünkü Ukraynalılar savaşacaklar mı görmek istediler. Yardım paketleri Amerika’da kongreye gelir ve aylar sürer. Ama Ukrayna söz konusu olunca hemen kabul edildi ve gönderildi. Çin şimdi diyor ki: Biz Tayvan’ı vurursak ve onlar da Ukrayna gibi direnirse, ABD ve Avrupa yardım eder.
- Çin bir hezimetten mi korkuyor?
Aynen çünkü savaş bu.
- Çin, Tayvan’a şöyle bir teklif ile gidebilir mi? Hong Kong modeli gibi kendi sisteminizde özerk kalın ama bizim bir parçamız olun.
Başta bunu söylediler. Başbakanlıkta özel bir ofis var. Hong Kong modeli değil de yüksek özerklik diyorlar. Çin’in tanımıyla federasyon değil, Yüksek Özerklik Bölgesi. Çin’de 5 özerk bölge var. Doğu Türkistan gibi. Ama oralarda polisler Çinli. Yüksek Özerk Bölgede ise polisler kendilerinden olacak. Bakınız, Hong Kong’da çıkan olaylar var, Tayvanlılar bunu gördü. Sizce bunu gördükleri zaman savaşmamaları söz konusu olabilir mi?
Savaş zaten başladı
- Şi Cinping tarihe geçip kahraman olmak için Tayvan’ı almak zorunda ama mevcut durumda bunu yapabilecek güce sahip değil. Diğer yandan önemli bir lojistik hattı olan Güney Denizi ABD tarafından abluka altına alınırsa, Çin’in bunu kıracak bir askerî gücü yok, öyle görünüyor. Yakın zamanda sıcak bir savaşın çıkması mümkün değil gibi, ne dersiniz?
3. Dünya Savaşının sıcak çatışma şeklinde olacağını sanmıyorum. Savaş zaten başladı. Bundan sonraki savaşlar biyolojik silahlar ile olacak. Kovid-19 boşuna mı çıktı? Çin’de mi çıktı, nereden geldi belli değil ama neticede bir silah olarak ortaya çıktı. Diyelim ki Çin’den çıktı, Çin bunu kullanarak kendi ekonomisini toparladı. Fakat ABD ve Avrupa kincidir, bunun intikamını alır. Bir sonraki virüsün ne olacağını kim biliyor? Elde 1600 virüs hazır halde bekliyor. Devletler artık doğrudan silahlı çatışmaya girmiyor. Ekonomik ve biyolojik savaş ortada. Vekâlet savaşları veriliyor.