Şeyhi olmayanın şeyhi şeytan mıdır?

Şeyhi olmayanın şeyhi şeytan mıdır?
Şeyhi olmayanın şeyhi şeytan mıdır?

Şatafat içinde yaşayan, gıybet-dedikodu yapan, itikadında, amelinde problemler olan, her iktidara yamanmaya çalışan, güç sahiplerinden korkan, Hakk-bâtıl ayırmakta güçlük çeken, gariplerle değil zenginlerle beraber olmaya çalışan, ihale, adam atama peşinde koşan kişilerden bırakın keşf mücahedesi şeyhi olmak, takva mücahedesi kılavuzu bile olmaz. Bu kişiler ‘kendisi himmet muhtaç dede / nerde kaldı gayrıya himmet ede’ kapsamındadır.

Tarikat ehli arasında yaygın olarak kullanılan sözlerden biri de “şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır” ifadesidir. Bunu da bir tarikata bağlanmanın gerekliliği bağlamında kullanırlar. Burada geçen “şeyh” kelimesini tarikat şeyhi olarak alırlar ve ona göre de yorum yaparlar. Gerçekten öyle midir? Bir kişi bir tarikat şeyhine bağlanmazsa kılavuzu, mürşidi şeytan mı olur? Bu sözün mânâsı bu mudur?

Bu suâllere cevap vermeden önce sözün kim tarafından, hangi zamanda söylendiğini ortaya koyalım. Bu söz, Bayezid-i Bistâmî’nin, “Kimin bir üstadı yoksa onun imamı şeytan olur” (Kuşeyrî, er-Risâle, 2/574) ifadesine dayanmaktadır.

Kaynakların çoğunluğuna göre hicri 261 miladi 875 yılında vefat eden Bayezid-i Bistâmî, tasavvufun hâl ve ilim olarak yeni geliştiği bir dönemde yaşamıştır. Tarikatlar bir kurum halinde olmadığı gibi henüz teşekkül de etmemiştir. Belki teşekkül sürecinin başladığı dönem kabul edilebilir. Tarikatların kurum haline gelmesi ise hicri 5-6 miladi 12. yüzyılı bulacaktır.

Bayezid-i Bistâmî’nin yaşadığı dönemde, fıkıh öğrenmek isteyenler fakihlere, hadis öğrenmek isteyenler muhaddislere müracaat ettiği gibi tasavvuf yoluna girmek isteyenler de zühd ve ahlâkı ile meşhur, mânevî hallerden bahseden zatlara gitmektedirler. Bu dönemde tek bir âlim-hoca-üstad-şeyhe bağlı kalmak diye bir durum yoktur.

Bu açıklamalara göre başlıktaki ifadenin “tarikat şeyhine bağlanmayan kişiye şeytan kılavuzluk eder” şeklinde anlaşılması, ifadedeki “şeyh” kelimesinin tarikatlara hasredilmesi imkânı bulunmamaktadır. Zâten ifadenin orijinal hâli de bunu göstermektedir.

Peki, bu söz nasıl anlaşılmalıdır?

Mürşid gerekli mi?

İbn Haldûn, tasavvuf alanında elden gelen gayreti göstermeyi (mücâdeheyi),

- Takvâ,

- İstikamet ile keşf ve

- Müşâhede mücâhedesi şeklinde üçe ayırmıştır.

1- Takvâ Mücahedesi

Buna göre farzlara sarılmak, haramlardan ve şüpheli şeylerden kaçınmak takvâ mücahedesidir. Burada zahirî farz ve haramlar olduğu gibi ihlas, riyadan kaçınmak, kin, hased gibi bâtınî farz ve haramlar da söz konusudur. Bu alan her Müslümana farzdır.

2-İstikamet Mücahedesi

Ahlâkı güzelleştirmek, sünnetlere bağlanmak, fazilet kabul edilen hususlara titizlik göstermek ise istikamet mücahedesidir. Cömertlik, güleryüzlülük, hüsnüzan, vera, hüsnümuaşeret, tefekkür, zikir, zühd, tevekkül vb. hususlar bu alandadır. Bunun hükmü de yerine göre sünnet, mendup, müstehaptır. Bazen bu alana giren hususlar vacip/farz da olabilir ancak istisnaîdir.

3-Keşf ve Müşahede Mücahedesi

Keşf ve müşahede mücahedesinde ise perdelerin açılması, doğrudan Allah’tan ilham gelmesi, eşyanın hakikatinin ve gayba ait bazı hususların kalp gözüyle görülmesi istenmektedir. Bunlara ulaşmanın yolu genellikle, ağır riyazetler, halvet, uzlet, fakr gibi uygulamalardan geçmektedir.

Bu alanda oluşan halleri anlatmak için vecd, cem, fark, gaybet, huzur, sahv, sekr, temkin, telvin gibi kavramlar üretilmiştir. Bu mücâhede ne farz ne sünnet ne müstehaptır. Hatta İbn Haldun tehlikeli bile görmüştür. Şeriatın hükümlerine dikkat etmek şartıyla mubah denebilir.

Bu tasnife göre farz olan takva mücahedesini yapabilmek için gerekli olan ilim de farz olacaktır. Bir kişi bu emir ve yasakları öğrenmek ve uygulamak için bir muallime, şeyhe, üstada ya da kitaba ihtiyacı var ve bunlardan en az biri ile amacına ulaşıyorsa bunlardan biri kendisine farz olur. Tercih kendisine aittir. Bu mânâda şeyh, tasavvuf/tarikat şeyhleri için kullanılmamakta, yaygın olarak dînî öğreten kişi mânâsında kullanılmaktadır.

Soranın şeyhi sorulandır

Ebû Ali Nureddin el-Yûsî’nin (ö. 1102), “Mükellefin dînî hususlarda bilmediği meseleleri sorup öğrenmesi gerekir. Kendisinden meseleyi öğrendiği kişi ister yüz yüze ister vasıta ile olsun o hususta onun şeyhidir ve bu (sorup öğrenme) vaciptir.” sözü bu manadadır.

İstikamet mücahedesi denen ve ahlâkı güzelleştirmek olarak özetleyebileceğimiz mücahede/çaba mendup olduğundan bu hususta kişinin kendisine kılavuzluk edecek bir muallim veya şeyh bulması da mendub olmaktadır. Bir şeyh olmadan kişi böyle bir çaba içine giremez mi, tabii girebilir. Ancak bu hususta en kolay yol, tâbi olacak bir şeyh ve / veya muallim bulmaktır. Bu şeyhin tarikat şeyhi de olması gerekmez. Bu hususta kılavuzluk yapacak güzel ahlâk sahibi biri olması yeterlidir.

Gazzâlî’nin 4 yolu

Bu mücahede kapsamında Gazzâlî, nefsinin ayıplarını bilmek isteyen için dört yol olduğunu söylemektedir:

Kalbin kusurlarını bilen bir şeyhin önünde diz çöküp mücahede ile ilgili işaretlerine uymak.

Hâlini kontrol edebilecek basiretli, mütedeyyin, sadık bir dost bulmak.

Düşmanlarının söylediklerinden istifade etmek.

İnsanların arasına karışarak onlarda gördüğü kusurların kendisinde de olduğunu düşünerek gidermek. (Gazzâlî, İhya, 3/64-65) Bunlardan en uygunu ve kolayı birinci maddedeki belirtilen husustur.

Bayezid: Kimin bir üstadı yoksa onun imamı şeytan olur

Büyük ihtimal Bayezid-i Bistâmî’nin, “kimin bir üstadı yoksa onun imamı şeytan olur” sözü özellikle bu iki mücahede türü için söylenmiştir. Çünkü bu iki mücahedeyi yerine getirmeyen, bu hususta birinden yardım almayan veya biriyle birlikte bulunmayan kişinin kılavuzu şeytan olacaktır.

“Kim Rahmân'ı zikretmekten gafil olursa, yanından ayrılmayan bir şeytanı ona musallat ederiz. Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan alıkoyarlar da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf 43/36-37).

Keşf veya müşâhede mücahedesi genel mânâda mubah olmakla birlikte bu yola giren kişi için bir şeyhe bağlanmak vacip kapsamında görülmüştür. Çünkü bu mücâhede çeşitli tehlikeler barındırmaktadır. Tasavvufun insanları en çok cezbeden yönlerinden biri olan bu yola giren bir kişi, tevhidden bahsediyorum derken şirke düşebilir, yüksek makamlara erdim zannederken şeytan kendisiyle oynuyor olabilir.Bu sebeple keşf mücahedesine başlayan kişinin muhakkak daha önce bu yollardan geçmiş birine tâbi olması gerekir.

Bu mücahedede şeyhe tâbi olmak, bilmediği bir bölgede tehlikeli bir ormana girecek kişinin kılavuz almasına benzer. Bu bölgeye gitmek, o ormanı gezmek farz, vacip veya sünnet değildir. Hatta uygun bile görülmeyebilir. Ancak buraya girmeye karar vermişse özellikle can güvenliği için kılavuz alması gerekir. Keşf mücahedesini de böyle değerlendirmek yerinde olur. Bu mücahedeye başlamak vacip veya mendup değildir. Ancak bir kere başlayan kişinin bu yoldaki tehlikelerden kendini koruması vacip olur.

  • Şeyhin özellikleri
  • Bu mücahedeyi yaptıracak şeyhin özelliklerinin de ona göre olması gerekir. Keşf mücahedesi, takva ve istikamet mücahedesinden sonra ve bu iki mücahedeye istinad ettiği için bunu yaptıracak şeyhin öncelikle bu üç mücahedeyi de tamamlamış olması gerekir. Sonra bu mücahedelerle ilgili kendine yetecek ve müridlerinin problemini çözecek kadar da ilim sahibi olmalıdır.
  • Buna göre bir şeyhe sağlam akaid yanında, müridin itikadî sorularına cevap verecek kadar bilgi de gerekir. Yine farz-ı ayn olan emir ve yasakları yerine getirecek ve müridlerine bunları asgarî mânâda öğretecek kadar fıkıh bilmelidir.
  • Müridlerine namaz kıldıracak kadar, mahreç ve tecvidine uygun Kur’an okuyabilmeli ve gerektiği kadar Kur’an ve sünnet bilgisi de bulunmalıdır.
  • Bunun yanında mizaç, huy, karakter, şahsiyet gibi hususlarla güzel ve kötü ahlâkın neler olduğu hakkında bilgisi olduğu gibi kötü ahlâkın giderilmesi, güzel ahlâkın yerleştirilmesinin nasıl yapılacağını da bilmesi gerekir ki bu da psikolojiye tekabül eder.
  • Şeyhlik yapan bir kişinin firaset ve basiret ehli de olması beklenir.
  • Şeyhin bu üç mücahedeyi tamamladığının zahirdeki belirtileri; akıllı, ilim sahibi, itikadı sağlam, ahlâkı düzgün, cömert, iffetli, şecaat sahibi, tevekkül ve teslimiyet ehli, kendisiyle çok rahat geçinilebilen mütevazı birisi olması, dünyaya kıymet vermemesi, makam mevki peşinde koşmaması, mürid toplama hırsının olmaması gibi özelliklerdir.
  • Şatafat içinde yaşayan, gıybet-dedikodu yapan, itikadında, amelinde problemler olan, her iktidara yamanmaya çalışan, güç sahiplerinden korkan, hak batıl ayırmakta güçlük çeken, gariplerle değil zenginlerle beraber olmaya çalışan, ihale, adam atama peşinde koşan kişilerden bırakın keşf mücahedesi şeyhi olmak, takva mücahedesi kılavuzu bile olmaz. Bu kişiler “kendisi himmet muhtaç dede / nerde kaldı gayrıya himmet ede” kapsamındadır.
  • Böyle bir kişi veya kişilerin daha önceki bir şeyhten icazeti olması da durumu değiştirmez. Evet, şartlarına uygun verilen icazet önemli bir kriter olsa da ondan daha önemlisi kişinin hâli ve yaşantısıdır.
  • İdeali, şeyhlik için istenen tüm vasıfları kendinde toplayan kişilere icazet verilmesidir; ancak her verilen icazetin bu şekilde olduğunun garantisi yoktur. Okullardan alınan diplomalar, bunu alan kişinin ilgili mesleği çok iyi bildiği ve yaptığına kesin delil kabul edilmediği ve yaptığı işe bakıldığı gibi, icazet verilen kişi de yukarıda sayılan hususlarla kontrol edilmelidir. İcazet sahte veya alan kişi sonradan halini değiştirmiş ya da veren şeyh hata etmiş olabilir.
  • Not: Bu hususta geniş bilgi için, “Tasavvuf Fıkıh İlişkisi adlı eserimizin 257-282 sayfalar arasına bakılabilir.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım